Hz.Mevlana'nın hayatından ..

Huseyni

Müdavim
Bu konudaki 1,4,5,6,7 numaralı gönderilerdeki menkıbeler.İsterseniz bu menkıbeleri tek tek inceleyebiliriz.


4,5,6 ve 7 nolu menkıbeler içinde keramet olan ve bilinen türden menkıbelerdir. Onlarda herhangi bir anormallik göremedim. Yalnız 1 nolu menkıbe araştırılmaya değer bence de. Bazı kerametler evliyanın şahsına münhasırdır. Umuma açıklanması uygun olmayan kerametler vardır. Risale-i Nurlarda bu konu hakkında bahisler vardı. İnşallah bulursam buraya da eklerim. Yani bu menkıbe eğer ki sağlam bir kaynak ve doğru ise, umumun bilmesine gerek olmayan menkıbelerden olabilir. Bir de zamanın ve şartların değişmesiyle tarzlarda da değişiklikler oluyor. Mevlana Hazretleri zamanında böyle şeyler rağbet görüyor olsa bile (ki teslimiyet var), şu zamanda fitnelerle dolu beyinlerin, imanı tam oturmamış insanların böyle menkıbelere inanması herhalde zor olsa gerek. Risale-i Nur'dan kısacık bir yer paylaşayım. Ne demek istediğimiz anlaşılmış olur bir ihtimal.


"Mûsâ Bekûf ise, ziyade teceddüde taraftar ve asrîliğe mümâşâtkâr efkârıyla çok yanlış gidiyor. Bazı hakaik-i İslâmiyeyi yanlış tevillerle tahrif ediyor. Ebu’l-Âlâ-yı Maarrî gibi merdut bir adamı muhakkikînlerin fevkinde tuttuğundan ve kendi efkârına uygun gelen Muhyiddin’in Ehl-i Sünnete muhalefet eden meselelerine ziyade taraftarlığından, ziyade ifrat ediyor.


قَالَ مُحْىِ الدِّينِ: تُحْرَمُ مُطَالَعَةُ كُتُبِنَا عَلٰى مَنْ لَيْسَ مِنَّا

Yani,”Bizden olmayan ve makamımızı bilmeyen, kitaplarımızı okumasın, zarar görür.” Evet, bu zamanda Muhyiddin’in kitapları, hususan vahdetü’l-vücuda dair meselelerini okumak zararlıdır."


Said Nursî

Yirmi Sekizinci Lem'a
 

Huseyni

Müdavim
Hatta bu mektubun hemen gerisindeki paragrafta da şu şekilde geçiyor. Bu da konuyla ilgili ders mahiyetinde olabilir.

"Mustafa Sabri ile Mûsâ Bekûf’un efkârlarını muvazene etmek için vaktim müsait değildir. Yalnız bu kadar derim ki:

Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor. Mustafa Sabri gerçi müdafaatında Mûsâ Bekûf’a nisbeten haklıdır; fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin bir mucizesi bulunan bir zâtı tezyifte haksızdır.

Evet, Muhyiddin, kendisi hâdî ve makbuldür. Fakat her kitabında mühdî ve mürşid olamıyor. Hakaikte çok zaman mizansız gittiğinden, kavâid-i Ehl-i Sünnete muhalefet ediyor ve bazı kelâmları zâhirî dalâlet ifade ediyor. Fakat kendisi dalâletten müberrâdır. Bazan kelâm küfür görünür, fakat sahibi kâfir olamaz. Mustafa Sabri bu noktaları nazara almamış, kavâid-i Ehl-i Sünnete taassup cihetiyle bazı noktalarda tefrit etmiş."
 

kýrýmlý

Well-known member
Allah razı olsun Hüseyin kardeşim.

Madem ki 1. menkıbeyi araştırmaya değer gördün.Bende 1. menkıbeden başlıyorum.Diğer menkıbeleri sen veya başka arkadaşlar üzerinde konuşalım derlerse devam ederiz.

İlk öncelikle şunu belirtelim Hz. Pir in hayatında bu menkıbeyi rivayet eden Şemsettin Attar isminde kimse yoktur.
Bu menkibe Hz. Pir in Sipehsalar Risalesinde geçer.Ancak risalede geçen bu menkibe değildir.Doğrusu Aşşağıdadır.

Hızır


Hazreti Mevlânâ ilk zamanlarında vaaz ederlerdi. Bir kere vaaz ederken Musa (a.s.) ile Hızır (a.s.) hikâyesini anlatıp yorumluyordu. Cemaatin içinde Molla Şemseddin adında bir mürid mescidin bir köşesinde oturuyordu. Onun gözüne bir ara bir köşedeki bir adam ilişti; devamlı başını sallıyor ve;
- Doğru söylüyorsun, güzel anlatıyorsun, sanki biz olmuşsun! diyordu.
Şemseddin onun Hızır (a.s.) olduğunu anladı, yardım istemek için eteğine sarıldı. Ama o eteğini çekip gözden kayboldu




Yani yukarıdaki gerçek olan hikayeden de anlaşılacağı gibi bu hikaye tam bir "şeyh uçmaz mürid uçurur" hadisesidir.

Dahası Hızır meselesidir.Hızır ölümsüz olduğuna inanılan bir insandır.Hz.Musa ile yolculuk yapan kişinin Hızır olduğu şeklinde tefsirler vardır.Ancak Kuran ı Kerim de O kişinin Hızır olduğuna dair herhangi bir ayet yoktur.

Kehf Suresinin 65 ve 66. ayetlerinde Hz.Musa nın yanındaki kişiden şöyle bahseder.

65- Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
66- Musa ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen şartıyla sana tâbi olabilir miyim?” dedi.

Bu ayetlerden bu kişinin de bir peygamber olabileceği anlaşılabilir.Ancak tüm bu menkıbe ve hikayelerde geçtiği özelliklerle birlikte Hızır olduğuna dair kesin bir ayet yoktur.

Ayrıca Rabbimiz Kuran ı Kerim de Enbiya Suresi 34. ayette " Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik..."Buyurmaktadır.Bu ayettende anlaşılacağı gibi ölümsüz hiç bir kimse olmamış ve olmayacaktır.

Bu menkıbe hakkında daha çok anlatılacak şey var ancak şimdilik yukarıdakilerle yetiniyorum.İstersen devam edebiliriz.
 

kýrýmlý

Well-known member
Kırımlı kardeş menkıbenın aynısını Mevlananın Hayatı | Konya Bilgi ve Haber Sitesi burda da bulabılırsınız .Ekledıklerımın Hz. Pir in Sipehsalar Risalesinden olduğunu da söylemış değilim.
Söyledıklerınız de haklı da olabılırsınız .Ama bence okuduğunuz herşey de yanlış aramak yerıne nasıhat almaya bakın . Zira nasıhata muhtacız .

Sevgili Hüda Kardeşim
Bu yayınladığın menkıbelerin aynılarını pekçok sitede bulmak mümkün.Çünkü kimse bilginin doğru olup olmadığını araştırmadan Mevlana adına ne varsa kopyala yapıştır yaparak her yerde yayınlıyor.Böylece internette bilgi kirliliği hergün artıyor.

Bu menkıbenin Sipehsalar risalesinde geçtiğini ben söyledim bunun farkındayım siz bunu biliyormuydunuz bilmiyorum.İnşallah menkıbenin doğru haliyle bularak burada yayınlamamdan memnun olmuşsunuzdur.

Okuduğum herşeyde yanlış aramıyorum.Doğru bilgiyi arıyorum.İnanın doğru bilgiyi aramak kadar güzel bir şey yoktur.Mesela Hz. İbrahim kendi devrindeki inanışların doğru olup olmadığını araştırmasaydı.Tevhid inancına erebilirmiydi.Evet Allah ın istemesiyle herşey olur o da olurdu ancak Allah onun araştırmasını ve doğruya kendisinin ulaşmasını sağladı.Bununla beraber hepimizin bildiği ayetlerde Rabbimiz pekçok kereler bizlere "hiç akletmezmisiniz" der.İşte onun için her okuduğumuza her duyduğumuza hemen inanmadan Kuran süzgecinden geçirmeye mecburuz.Çünkü "hiç akletmezmisiniz" ayetlerinin bizatihi,birebir muhatabı biziz,kendimiziz.

Sözlerimi şahsınıza bir tenkit olarak almayın lütfen amacım sadece neye,neden,nasıl inanıyoruz bunların üzerinde fikir alışverişverişi yapmaktır.Allah a emanet olun.
 

Huseyni

Müdavim
Allah razı olsun Hüseyin kardeşim.

Ayrıca Rabbimiz Kuran ı Kerim de Enbiya Suresi 34. ayette " Biz, senden önce de hiçbir beşere ebedîlik vermedik..."Buyurmaktadır.Bu ayettende anlaşılacağı gibi ölümsüz hiç bir kimse olmamış ve olmayacaktır.

Bu menkıbe hakkında daha çok anlatılacak şey var ancak şimdilik yukarıdakilerle yetiniyorum.İstersen devam edebiliriz.


Amin, ecmain.


"BİRİNCİ SUAL: Hazret-i Hızır Aleyhisselâm hayatta mıdır? Hayatta ise, niçin bazı mühim ulema hayatını kabul etmiyorlar?

Elcevap: Hayattadır. Fakat merâtib-i hayat beştir. O, ikinci mertebededir. Bu sebepten, bazı ulema hayatında şüphe etmişler.

Birinci tabaka-i hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyettir.

İkinci tabaka-i hayat: Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyet değillerdir. Bazan, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir. Tevatür derecesinde, ehl-i şuhud ve keşif olan evliyanın Hazret-i Hızır ile maceraları, bu tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Hattâ makamat-ı velâyette bir makam vardır ki, “makam-ı Hızır” tabir edilir. O makama gelen bir velî, Hızır’dan ders alır ve Hızır ile görüşür. Fakat bazan o makam sahibi, yanlış olarak ayn-ı Hızır telâkki olunur.

Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder.

Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvâtta bulunurlar. “Âhirzamanda Hazret-i İsâ Aleyhisselâm gelecek, şeriat-ı Muhammediye (a.s.m.) ile amel edecek”1 meâlindeki hadîsin sırrı şudur ki:

Âhirzamanda, felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı ulûhiyete karşı, İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılâp edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı mânevîsi, vahy-i semâvî kılıcıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürür.

Öyle de, Hazret-i İsâ Aleyhisselâm, İsevîlik şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccalı öldürür; yani, inkâr-ı ulûhiyet fikrini öldürecek.

Dördüncü tabaka-i hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur’ân’la, şühedanın, ehl i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.

Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar.2 Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir; fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez.

Nasıl ki, iki adam bir rüyada cennet gibi bir güzel saraya girerler. Birisi rüyada olduğunu bilir; aldığı keyif ve lezzet pek noksandır. “Ben uyansam şu lezzet kaçacak” diye düşünür. Diğeri rüyada olduğunu bilmiyor; hakikî lezzet ile hakikî saadete mazhar olur.

İşte, âlem-i berzahtaki emvat ve şühedanın hayat-ı berzahiyeden istifadeleri öyle farklıdır. Hadsiz vakıatla ve rivayatla, şühedanın bu tarz-ı hayata mazhariyetleri ve kendilerini sağ bildikleri sabit ve kat’îdir.

Hattâ, Seyyidü’ş-Şüheda olan Hazret-i Hamza Radıyallahu Anh, mükerrer vakıatla, kendine iltica eden adamları muhafaza etmesi ve dünyevî işlerini görmesi ve gördürmesi gibi çok vakıatla, bu tabaka-i hayat tenvir ve ispat edilmiş.

Hattâ, ben kendim, Ubeyd isminde bir yeğenim ve talebem vardı. Benim yanımda ve benim yerime şehid olduktan sonra, üç aylık mesafede esarette bulunduğum zaman, mahall-i defnini bilmediğim halde, bence bir rüya-yı sadıkada, tahte’l-arz bir menzil suretindeki kabrine girmişim. Onu şüheda tabaka-i hayatında gördüm.

O beni ölmüş biliyormuş; benim için çok ağladığını söyledi. Kendisini hayatta biliyor. Fakat Rus’un istilâsından çekindiği için, yeraltında kendine güzel bir menzil yapmış. İşte bu cüz’î rüya, bazı şerâit ve emâratla, geçen hakikate bana şuhud derecesinde bir kanaat vermiştir.

Beşinci tabaka-i hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet, mevt, tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir; idam ve adem ve fenâ değildir. Hadsiz vakıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Zaten bekà-i ruha dair Yirmi Dokuzuncu Söz, bu tabaka-i hayatı delâil-i kat’iye ile ispat etmiştir."


Birinci Mektup
 

kýrýmlý

Well-known member
Teşekkürler Hüseyin Kardeşim Said Nursinin bu konudaki görüşlerini yayınladığın için.Demek ki Hızır ın varlığı üzerinde alimlerin bir ittifakı yok tartışmalı bir konu.Said Nursi nin gerkçelerinin olduğu bir yazı yada beyanı varmı bildiğin?
 

Huseyni

Müdavim
Birinci Mektup'ta geçen hayat mertebelerini Üstad neye dayanarak yazmıştır; yani hadis veya ayet dayanağı var mıdır?

Yazar:
Sorularla Risale,

Birinci tabaka-i hayat: Bizim hayatımızdır ki, çok kayıtlarla mukayyettir.

İkinci tabaka-i hayat: Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâmın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyet değillerdir. Bazan, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir...


Hz. İlyas (as), İsrailoğulları’nın yola gelmeyeceklerine iyice kanaat getirince, kendisini onların arasından ayırmasını ve gökyüzüne kaldırması için Cenab-ı Hak’tan niyaz etti. Cenab-ı Hak da İlyas (as)’ın bu duasını kabul ederek O’na kavminden ayrılmasına ve semaya yükseltilmesine izin verdi.

İbn Asakir, îbn İshak'tan şöyle rivayet ediyor:

Bizim arkadaşlarımızın naklettiklerine göre, Adem vefat edeceği zaman çocuklarını biraraya topladı ve onlara: «Ey evlatlarım, Cenab-ı Hak kesinlikle yeryüzüne azap indirecektir. Benim cesedim sizinle beraber mağarada kalsın. Ne zaman indiniz, beni gönderin ve Şam arazisinde defnedin.» dedi.» Adem'in cesedi çocuklarıyla beraberdi, Cenab-ı Hak, Nuh'u peygamber olarak gönderdiği zaman o, cesedi yanına aldı. Cenabı Hak tufanı yeryüzüne gönderdiği zaman yeryüzü sulara garkoldu. Hz. Nuh üç çocuğuna cesedi emredilen mağaraya götürüp defnetmelerini söyledi. Çocuklar: «Yeryüzü vahşet içerisindedir. Ünsiyet verilecek hiç kimse yok. Ve biz yolu da bulamayız. Fırsat ver ki insanlar emin olup çoğalıncaya kadar bekletelim» dediler. Nuh onlara: «Adem, Allah'ın katında kendisini defneden kişinin Kıyamet'e kadar diri kalması için niyazda bulunmuştur.», dedi. Buna rağmen Adem'in cesedi Hızır gelinceye kadar durdu. Adem'i defneden Hızır'dır ve bundan dolayı da Cenab-ı Hak onu dilediği kadar yaşatacaktır»

İmam Nevevî "Tehzîb ül-Esma ve'l-Lugat" isimli kitabında bazı hadîslere dayanarak Hazret-i Hızır'ın ölmediğini ve kıyamete kadar yaşıyacağını beyân ediyor.

İbnü's-Salah da şöyle diyor: Ulemânın çoğuna göre Hazret-i Hızır hâlâ yaşıyor.

"Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar."

"(Ey Muhammed)! Kitapta İdris'e dair söylediklerimizi de an Çünkü o, dosdoğru bir peygamberdi, Onu yüce bir yere yükselttik."
(Meryem, 19/56-57) Hz. İdris'in göğe çekildiğini bildirir Bundan murat, mekan bakımından onu, yüce bir mevkıye yükseltmektir Bu görüş, daha uygundur Çünkü, "mekân" kelimesiyle birlikte zikredilen "yükseltme" işi, derece bakımından değil de mekân bakımından yükseltme olur. (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 15/371-372)

İdris (as)'e göklerin sırları açılmış olup Allah Teâlâ onu diri olarak göğe kaldırmıştır (Fif Abdu'l-Fettah Tabbar Me'al-Enbiyâ, I, 842)

Hz İdris'in de Hz İsa a s gibi göklere yükseltildiği ve hayatta olduğu kabul ediliyor Nitekim bir rivayette "Dört zat vardır ki: hala hayattadır Bunlardan Hızır ve İlyas yerde, Hz İsa ve Hz İdris de gökte hayat sürmektedirler (Bilmen, Ömer Nasuhi, Tefsir, 4/2034) denilmektedir

"Dördüncü tabaka-i hayat: Şüheda hayatıdır. Nass-ı Kur'ân'la, şühedanın, ehl-i kuburun fevkinde bir tabaka-i hayatları vardır. Evet, şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarik-i hakta feda ettikleri için, Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayatı âlem-i berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar. Yalnız kendilerinin daha iyi bir âleme gittiklerini biliyorlar, kemâl-i saadetle mütelezziz oluyorlar, ölümdeki firak acılığını hissetmiyorlar. Ehl-i kuburun çendan ruhları bâkidir; fakat kendilerini ölmüş biliyorlar. Berzahta aldıkları lezzet ve saadet, şühedanın lezzetine yetişmez."

"Allah yolunda öldürülenlere "ölüdür" demeyin. Aslında onlar diridirler fakat siz bunu bilemezsiniz." (Bakara, 2/154)

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın, lütfünden kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayıp rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler." (Al-i İmran, 3/169,170)

Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Uhud savaşında kardeşlerimiz şehit olunca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi. Onlar cennet nehirlerinden içerler, meyvelerinden yerler ve Arş’ın gölgesi altında asılı bulunan altın kandillere konarlar."

"Onlar yiyecek ve içeceklerinin tadını, eğlenip dinlendikleri yerin güzelliğini görünce de: ‘Kardeşlerimizin cihaddan uzak durmamaları ve savaştan yüz çevirmemeleri için, bizim cennette rızıklandırıldığımızı onlara kim bildirecek?’ dediler."

"Allah-u Teâlâ: ‘Sizin arzunuzu onlara ben duyururum.’ buyurdu. Bunun üzerine bu âyetler indi.”
(Müslim-Ebu Dâvud)

Beşinci tabaka-i hayat: Ehl-i kuburun hayat-ı ruhanîleridir. Evet, mevt, tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir; idam ve adem ve fenâ değildir. Hadsiz vakıatla ervâh-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe tezahürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menâmen bizlerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihbaratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve ispat eder. Zaten beka-i ruha dair Yirmi Dokuzuncu Söz, bu tabaka-i hayatı delâil-i kat'iye ile ispat etmiştir.

İbn Ebi'd-Dünyâ'nın naklettiği bir haberde de Rasulullah (asv) e: "Ölüler birbirini bilir mi?" diye sorulunca Rasulullah (asv)'in cevabı:

"Evet, nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki onlar, kuşların ağaçların tepelerinde birbirlerini bildiği (tanıdıkları gibi) birbirlerini bilirler." şeklinde olmuştur. Suyûtî, B. el-Keib, v. 144 b.

Ebû Katâde ve Câbir'den tahric edilen ölülerin kefenlerinin güzel yapılması ile ilgili hadis-i şerifin Suyûtî ve Beyhakî tarafından rivayet edilen şeklinde: "Muhakkak ki onlar kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler." cümlesi de yer almaktadır. Suyûtî, Büşra'1-Keib, v. 147 b; Suyûtî, Şerhu Süneni'n-Nesâî, c. IV, s. 34; Hasan el-'Idvî, a.g.e, s. 73; Abdullah Siracud

Bu hususta Abdullah b. Mübârek'in de şöyle dediği rivayet edilir: "Kabir ehli haberleri beklerler. Bir Ölü oraya gittiği zaman ona falan ne yaptı, filan ne yaptı diye sorarlar. Birisi için: "O öldü, size gelmedi mi?" deyince: "İnnâ lillâh ve İnnâ İleyhi Râciûn" derler ve: "Bizim yolumuzdan başka yola gitti o." diye ilave ederler." - İbnu'l-Kayyim, a.g.e. s. 19: Birgivî, R. FÎ Ah. Etfâlİ'l-Müslimin, s. 85; Birgivî bu konuyu işledikten sonra, vasiyyet etmeden ölenlerin berzahta konuşamayacaklarım ve berzah ehlinin sorularına cevap veremeyeceklerini ilave eder. (bkz. a.g.e, s. 85.)

Tabiinden Sa'id b. el-Müseyyeb (v. 94/712) de: "Bir adam öldüğü zaman (daha önce ölmüş olan) çocuğu onu, seferden dönen gaibin karşılandığı gibi karşılar" demiştir. İbnu'l-Kayyim, a.g.e, s. 19; Rodosîzâde, a.g.e. v. 25 a.

Yine Hz. Ömer'den rivayet edilen bir hadisinde Rasulullah (asv), Hz. Musa (As) in Allah Tealâ'ya dua edip, Hz. Adem (As) ile görüşmeyi dilediğini ve Yüce Allah'ın, henüz hayatta iken ve uyanıkken, Adem (as)' ı Hz. Musa'ya gösterip ve birbirleriyle konuşmuş olduklarını haber vermiştir, Ebu Davud, Sünen, Sünne, 17, c. W, s. 226.
 

kýrýmlý

Well-known member
Aşşğıdaki yazılarıda Diyanet İslam Ansiklopedisinden aldım.Yazı çok uzun sadece kendi görüşüme uygun olan yeri kesip yapıştırdım.

Başta Buhârî, İbrahim el-Harbî, Ebû Hayyân el-Endelüsî, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Muhammed Abdürraûf el-Münâ-vî, Takıyyüddin İbn Teymiyye ve Süyûtî olmak üzere birçok hadis ve tefsir âlimi Hızır’ın hayatta olmadığını söylemiş; onun yaşadığına dair nakledilen haberler İbnü’l-Cevzî, Ali el-Kârî, Muhammed Derviş el-Hût gibi hadis tenkitçileri tarafından reddedilmiştir. İbn Kayyim el-Cevziyye de Hızır’ın hayatına dair nakledilmiş rivayetlerin hepsinin uydurma olduğunu ifade etmiştir [el-Menârü’l-münîf, s. 67). Hızır’ın hayatta olmadığını ileri sürenler onun öldüğüne dair Kur’an’a, sünnete ve akla dayanan çeşitli deliller zikretmişlerdir. Kur’an’ın, Muhammed’den önce birçok peygamberin gelip geçtiğini ve hiçbirine ebedî hayat verilmediğini (Âl-i İmrân 3/144; el-Enbiyâ 21/34), her nefsin ölümü tadacağını (Âl-i İmrân 3/185-, el-Enbiyâ 21/35; el-Ankebût 29/57) bildiren âyetleri ve Hz. Peygamber’in vefatına yakın günlerde söylediği, “Yüz sene sonra bugün yeryüzünde yaşayanlardan hiç kimse kalmaz” (Buhârî, “İIim’\ 41; Müslim, “Fezâilü’ş-şahâbe”, 219) sözünü delil getirmektedirler. İbn Kayyim ayrıca, bu konuda muhakkik ulemânın icmâının bulunduğunu söyleyerek onun yaşadığına ilişkin haberlerin doğru olmadığını değişik aklî delillerle ispat etmeye çalışmaktadır {el-Menârü’l-münîf, s. 73-76). Son devir âlimlerinden Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsîve Kâmil Miras gibi müellifler de Hızır’ın her insan gibi öldüğü kanaatindedirler.
Hızır’ın henüz hayatta olduğunu, fakat zamanı gelince öleceğini kabul eden az sayıda âlim bu durumun Kur’an ve Sünnet’e ters düşmediğini ileri sürerse de görüşlerinin yukarıda kaydedilen âyetlerle bağdaştırılması çok zor görünmektedir. Hızır’ın hayatta oluşunun hikmetini anlamak ve ona atfedilen fonksiyonları açıklamak da kolay değildir. Çünkü Allah çeşitli âyetlerde kâinatı kendisinin yaratıp yönettiğini beyan etmekte, ayrıca yönetimini kendisinin koyduğu kanunlara bağladığını haber vermektedir (meselâ bk. Fâtır 35/39-45). İnsanların dünya ve âhiret mutluluğunu elde edebilmeleri için Allah’ın emirlerine ve bütün kanunlarına uymaları gerekir.



Hızır telakkisi Nusayrîler başta olmak üzere aşırı Şiîler (Gâliyye), Yezîdîler ve Dürzîler arasında önemli bir yere sahiptir. Kur’an ve sahih hadis kitaplarında anlatılan hususlara zamanla birçok hurafe ve mitolojik unsurun eklendiği, bunun sonucunda birbiriyle ve İslâm inancıyla çelişkili yorumların ortaya çıktığı görülmektedir. Bu yeni unsurların genişleyen İslâm coğrafyasında yerli kültürlerden kaynaklandığı, meselâ Yahudilik’teki Elijah ve Hıristiyanlık’taki Saint George (Circîs) inançlarının halk kültürünün oluşmasında etkili olduğu söylenebilir.
 

Huseyni

Müdavim
Ayette şehitler için: "Onlara ölüler demeyin" diyor. Demek sureten ölselerde aslında bizim tamamına vakıf olamadığımız bir hayat tarzları var. Aksi halde bu ayette, yukarıdaki verilerle çelişmez mi ? Şehitler için böyle bir hayat mertebesi mümkün ise Hızır a.s. için olması neden mümkün olmasın ?

İkincisi "..olmak üzere birçok hadis ve tefsir âlimi Hızır’ın hayatta olmadığını söylemiş;" bu cümleden benim anladığım bir çok hadis ve tefsir alimidir. Yani cümlede de geçtiği gibi tamamı değil. Alimlerin imani mevzuata aykırı olmayan konularda ihtilafı asırlardan beri süregelen birşeydir. Burda Üstad hazretlerinin dikkat çektiği nokta ise, değişik hayat tabakalarıdır. Bizim bildiğimiz tarzda bir hayat yaşadığını o da kabul etmiyor. Yani bu durumda ismi geçen alimlerle ihtilafa düşmüşte olmuyor. Bizim hayat tabakamızdan farklı, diğer hayat tabakalarını izah ederek değişik bir bakış açısı kazandırıyor.
 

kýrýmlý

Well-known member
Elbetteki şehitlerin kendilerine göre bir hayatı var.Bunu bahsettiğin ayetten anlıyoruz.Ona göre iman ediyoruz.Şehitler konusunda kimsenin bir ihtilafı olmamış zaten.Hızır için neden böyle bir hayat mümkün olmasına gelincede,Allah için herşey mümkün tabiki ama sende şöyle düşün neden mümkün olsun?Hakkında ayet yok,hadis alimleri mevcut olan hadislerin tamamının yalan olduğunu söylüyor.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Elbetteki şehitlerin kendilerine göre bir hayatı var.Bunu bahsettiğin ayetten anlıyoruz.Ona göre iman ediyoruz.Şehitler konusunda kimsenin bir ihtilafı olmamış zaten.Hızır için neden böyle bir hayat mümkün olmasına gelincede,Allah için herşey mümkün tabiki ama sende şöyle düşün neden mümkün olsun?Hakkında ayet yok,hadis alimleri mevcut olan hadislerin tamamının yalan olduğunu söylüyor.




Hadislerin tamamı size göre yalan olabilir.

Fakat birinin gözünü kapatmasıyla koskoca kainat görünmez olacak değildir !...
 
Üst