HZ. EBÛ BEKR-İ SIDDÎK (Radıyallahü Anh)

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Onun devrinde, İslâm devlet idaresinin temelleri sağlamlaşmış, Kur’ân-ı kerîm’in bir hükmü dışına çıkılmadığı gibi, dinden ayrılmak isteyenlere fırsat verilmemiştir. Mürtedlerle yapılan bu harplerden Yemâme’de, birçok hâfız şehîd olmuştu, Hz. Ömer’in de teklifi ile Kur’ân-ı kerîm’in bir kitap halinde toplanması kararlaştırılıp, bu görev Zeyd bin Sâbit’e (r.a.) verildi.

Hz. Ebû Bekir’in en büyük hizmetlerinden biri de, Kur’ân-ı kerîmi kitap halinde toplatması olmuştur. Cebrâil aleyhisselâm her sene bir kerre gelip, o ana kadar inmiş olan Kur’ân-ı kerîm’i, Levh-il-Mahfuz’daki sırasına göre okur, Peygamber (s.a.v.) efendimiz dinler ve tekrar ederdi. Âhireti teşrif edeceği sene, iki kerre gelip, tamamını okudular. Muhammed aleyhisselâm ve Eshâbından çoğu, Kur’ân-ı kerîm’i tamamen ezberlemişti.

Bazıları da bazı kısımları ezberlemiş, birçok kısımlarını yazmışlardı. Muhammed aleyhisselâm ahirete teşrif ettiği sene, halife Ebû Bekir (r.a.) ezber bilenleri toplayıp ve yazılı olanları getirtip, Hz. Zeyd bin Sâbit’in başkanlığındaki bir hey’ete, bütün Kur’ân-ı kerîm’i kâğıt üzerine yazdırdı.

Böylece, Mıshaf veya Mushaf denilen bir kitap meydana geldi. Otuzüçbin Sahâbî bu Mushaf’ın her harfinin, tam yerinde olduğuna söz birliği ile karar verdi. Sûreler belli değildi. Üçüncü halife Osman (r.a.) hicretin yirmibeşinci senesinde, sûreleri birbirinden ayırdı, yerlerini sıraladı. Altı tane daha Mushaf yazdırıp, Bahreyn, Şam, Basra, Bağdat, Yemen, Mekke ve Medine’ye gönderdi. Bugün, bütün dünyâda bulunan mushaflar, hep bu yedisinden yazılıp, çoğalmıştır. Aralarında bir nokta farkı bile yoktur.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ebû Bekir, Eshâb-ı kirâmın en çok ilim sahibi olanlarındandı. Her ilimde müracaat kaynağı olmuştur, İslâmî ilimlerin bütün meselelerini bilirdi. Nitekim Resûlullah efendimiz O’nun hakkında “Allahü teâlânın kalbime akıttıklarını, Ebû Bekir’in kalbine akıttım” buyurmuştur. Böylece O, Muhammed aleyhisselâmdan sonra insanların en üstünü oldu.

Hicrette O’nun yol arkadaşı idi. Mağarada beraber idiler. Hayatı boyunca Peygamber efendimizin yanından hiç ayrılmadı. Her işinde O’nun veziri oldu. Bir meselede Eshâb-ı kirâm ile istişare ederken Hz. Ebû Bekir’i sağına, Hz. Ömer’i de soluna oturturdu. Görülecek mesele hususunda, önce bu ikisinin reyini, görüşünü sorar, sonra da diğer Sahâbîlerin görüşlerine yer verirdi.

Çünkü Hz. Ebû Bekir’in ilmi o kadar yüksekti ki, Eshâb-ı kirâmın (r.a.) en yükseklerinden olan Hz. Ömer, Peygamber efendimizin Hz. Ebû Bekir seviyesinde anlattığı şeyleri anlayamazdı. Hz. Ömer bir gün geçerken, Resûlullahın (s.a.v.) Ebû Bekir Sıddîk’a (r.a.) birşey anlattığını gördü.

Yanlarına gidip dinledi. Sonra, başkaları da, gördü ise de, gelip dinlemeğe çekindiler. Ertesi gün, Ömer’i (r.a.) görünce, “Yâ Ömer, Resûlullah (s.a.v.) dün size bir şey anlatıyordu. Bize de söyle, öğrenelim” dediler.

Çünkü o daima, “Benden duyduklarınızı, din kardeşlerinize de anlatınız! Birbirinize duyurunuz!”buyururdu.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ömer, “Dün Ebû Bekir (r.a.) Kur’ân-ı kerîm’den anlayamadığı bir âyetin mânâsını sormuş, Resûlullah ona anlatıyordu. Bir saat dinledim, birşey anlıyamadım” dedi.

Çünkü Ebû Bekir’in yüksek derecesine göre anlatıyordu. Ömer (r.a.) o kadar yüksek idi ki, Resûlullah (s.a.v.), “Ben Peygamberlerin sonuncusuyurn. Benden sonra peygamber gelmeyecektir. Eğer, benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer Peygamber olurdu” buyurdu.

Böyle yüksek olduğu halde ve Arabiyi çok iyi bildiği halde, Kur’ân-ı kerîm’in Hz. Ebû Bekir’e anlatılan tefsîrini anlıyamadı. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) herkesin derecesine göre anlatıyordu.

Ebû Bekir’in derecesi, ondan çok daha yüksekti. Fakat, bu da, hatta Cebrâil aleyhisselâm dahi, Kur’ân-ı kerîm’in mânâsını, esrarını, Resûlullah’a sorardı. Resûlullah Kur’ân-ı kerîm’in hepsinin tefsîrini Eshâbına bildirmiştir. Kur’ân-ı kerîm’in tefsiri için lâzım olan bütün ilimler, Hz. Ebû Bekir’de mevcuttu.

Yaşadığı zamanda Kureyş’in âlimi olarak tanınırdı. Gayet güzel konuşur, Arap dilinin belagatına da vâkıftı. Resûlullahtan (s.a.v.) çok feyizlere kavuşmuş, Kur’ân-ı kerîm’in mânâsına ve hakikatine ait bütün bilgileri bizzat O’ndan almıştır.

Kur’ân-ı kerîm’den hüküm çıkarmak hususunda üstün bir kudret ve maharet sahibi idi. Âyet-i kerîmelerin ve hadîs-i şerîflerin mânâ ve hakikatlarına hakkıyla muttali (öğrenmiş) idi. Eshâb-ı kirâm ve Tabiînin âlimleri, birçok âyet-i kerîmelerin tefsîrini O’ndan alıp bildirmişlerdir.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ebû Bekir’in hadîs ilminde de üstün bir hizmeti olmuştur. Resûlullah’ın her haline ve her işine pek yakından vâkıf bulunuyordu.

Eshâb-ı kirâm, birçok meselede Resûlullah’ın nasıl hareket ettiğini Ebû Bekir’den (r.a.) soruyordu. Kendisinden, Hz. Ömer bin Hattâb, Osman bin Affân, Aliyyü’l-Mürtezâ, Abdurrahman bin Avf, Abdullah İbni Mes’ûd, Abdullah İbni Abbas, Abdullah İbni Ömer, Huzeyfet-ül-Yemânî, Zeyd bin Sâbit (r.anhüm.) ve daha birçok Sahâbî hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) vefâtından sonra hemen hilâfet işlerine başlaması ve meşguliyetinin çok olması ve her işittiğini rivâyet edecek kadar uzun yaşamamış olması sebebiyle rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin sayısı azdır. Bunların 142 adet olduğu kaynak eserlerde zikredilmektedir.

Resûlullah efendimizden bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin bazıları şunlardır:

“Misvak ağzı temizlemeğe, Cenab-ı Hakk’ın rızasına kavuşmağa vesiledir.”

“Allahü teâlâ’dan ömrünüzün başında ve sonunda afiyet ve yakîn isteyeniz.”

“İmamlar
(halîfeler) Kureyştendir.”

“Doğruluğa ve iyiliğe dikkat edin, zira bu ikisi Cennete götürür. Yalandan ve kötülükten sakının, zira bunlar Cehenneme götürür.”

“Peygamberler miras bırakmazlar. Onların bıraktıkları sadakadır.”

“Peygamberler, ruhunun kabz olunduğu yere (vefât ettikleri yere) defin olunurlar.”
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Ebû Bekr-i Sıddîk’ın (r.a.), fıkıh ilminde üstün bir yeri vardır. Eshâb-ı kirâmın en büyük fakihlerindendi. Resûl-i Ekrem’in zamanında bile fetva verirlerdi. Resûlullah’tan yayılan bütün ilimlere ve feyizlere ayna olmuştu.

İslâmî ilimlerin her meselesini bilirdi (ve hükümlerinin hepsine hakkıyla vâkıftı). Eshâb-ı kirâmın içinde “fukahâ-ı seb’a” adı ile meşhûr olan yedi büyük âlimden biri de Hz. Ebû Bekir idi.

Fetvalarının adedi itibarıyla bunların mutavassıtlarındandı? Kendi hilafeti devrinde kurulan dîni müesseselerden (kuruluşlardan) biri de, “İftâ makamı” (fetva makamı) idi. Bu kuruluşun en önemli görevi, fıkhî (dini meseleleri araştırıp, tetkik ve tahkik edip), dînî hükümlerde icma’ın (birliğin) hâsıl olmasına çalışmaktı.

Müslümanların sorularına cevap vermek suretiyle, hem onlara faydalı olunuyor, hem de, ilmin gelişmesi temin ediliyordu (sağlanıyordu). İslâmiyetin zimmîlere (gayri müslim vatandaşlara) tanıdığı bütün haklar eksiksiz yerine getirilmekteydi.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk, tasavvuf ilminin bütün yüksek marifetlerine kavuşmuştu. Resûlullah’ın kalbine akıtılan feyizlerin, marifetlerin hepsi O’na da verilmişti.

Resûlullah’tan sonra Allahü teâlâyı en iyi tanıyan ve en çok ibadet eden O’dur. Tasavvuf, Resûlullahın (s.a.v.) izinde bulunmak, O’nun gösterdiği yoldan ayrılmamaktır. İnsanların yaratılışları ayrı ayrı olduğu için tasavvuf yolları da ayrılmıştır.

Bu ümmetin sonra gelen evliyası, Resûlullah’tan gelen feyizlere, nurlara iki yoldan kavuşmuştur. Birisi nübüvvet yolu, diğeri de vilâyet yoludur. Müslümanlar, nübüvvet yolunun bütün marifetlerine, Hz. Ebû Bekir vasıtası ile kavuşmuşlardır. Eshâb-ı kirâmın hepsi, Allahü teâlâya bu yoldan kavuştular.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a.) Neseb ilminde de yükselmişti. Arapların soylarına ait vak’aları (olaylar) en iyi bilendi. Aralarındaki kan davalarını halleder, O’nun hakemliğine ve kararlarına itirazları olmazdı.Hz. Ebû Bekir’in faziletleri, üstünlükleri çoktur. Bunların her biri, Kur’ân-ı kerîm’in, hadîs-i şerîflerin ve Eshâb-ı kirâm ile diğer din âlimlerinin haber vermesiyle anlaşılmıştır. Bu ümmet içinde, Peygamberimizden (s.a.v.) sonra olma se’âdetinin sahibi, Ebû Bekir Sıddîk’dır.

Çünkü dîni kuvvetlendirmek ve Peygamberlerin efendisine yardım etmek için, malını dağıtmakta, cihad etmekte, yani düşmanlarla şiddetli mücadele etmek ve şânını, şerefini kaybetmekte, öncelerin öncesi odur.

Ebû Bekir Sıddîk’ın (r.a.)) diğer müslümanların en üstünü olmasının sebebi, imâna gelmekte, malının çoğunu ve canını fedâ etmekte ve her türlü hizmette, başkalarının önünde bulunmasıdır. Hadid sûresinin onuncu Âyetinde:

“Mekke-i Mükerreme’nin fethinden önce malını veren ve cihâd eden kimseye, fetihden sonra malını dağıtan ve cihâd edenden daha büyük derece vardır. Allahü teâlâ hepsine Cenneti va’d etti”
âyet-i kerîmesi, onun için indirilmiştir ve yine Tevbe sûresinin yüzüçüncü âyetinde,“Önce imâna gelenlerden, her fazilette öne geçenlerden, hem Mekke’den gelen Muhacirlerden, hem de Medine’de bunları karşılayıp, yardım eden Ensârdan, önde olanlardan ve iyilikte bunların izinde gidenlerden Allahü teâlâ razıdır. Hepsini sever.

Onlar da, Allahü teâlâdan razıdır. Allahü teâlâ, onlara Cenneti hazırladı. Cennette sonsuz kalacaklardır”
buyuruldu.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Feth sûresi onsekizinci âyetinde, “Ağaç altında, sana söz veren mü’minlerden, Allahü teâlâ elbette râzıdır” müjdesine, Ebû Bekir (r.a.) de dahildir. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) de “Ağaç altında benimle sözleşenlerden hiçbiri Cehenneme girmez!” buyurdu.

Bu sözleşmeye “Bi’at-ür-Rıdvân” denir. Çünkü, Allahü teâlâ, bunlardan razıdır. Bunlar, bindörtyüz kişi idi.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Bedir Gazasında, Ramazan-ı şerîfin onyedinci Cuma günü, Temmuz ayının öğle sıcağında, iki taraf hücum etmişti. Resûlullah (s.a.v.) Ebû Bekir, Ömer, Ebû Zer, Sa’d ve Sa’îd ile (r.anhüm) kumanda yerinde oturmuştu, İslâm askeri sıkıntı çekiyordu. Sa’d ve Sa’îd’i (r.a.) yardımcı gönderdi. Sonra Ebû Zer’i (r.a.) gönderdi. Sonra, Ömer’i (r.a.) gönderdi.

Bir saat geçti. Ebû Bekir, sıkıntının azalmadığını görerek, kılıcını çekip, atını sürerken, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) elinden tutup, “Yanımdan ayrılma ya Ebâ Bekir! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı, senin mübârek yüzünü görmekle hafifliyor. Seninle kalbim kuvvetleniyor.” buyurdu. Hicretten evvel altı köle âzâd etmiştir.

Yedinci olarak Bilâl-i Habeşî’yi (r.a.) âzâd edince, hakkında Leyl sûresi onyedinci:“Takva sahibi olan Cehennem ateşinden uzaklaştırılacaktır” âyet-i kerîmesi indirildi. İbni Ömer (r.a.) Resûlullah’dan (s.a.v.) bildirdi. Resûlullah (s.a.v.), Hz. Ebû Bekir’e:

“Sen benim havuz başında ve mağarada arkadaşımsın”
buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) kâfirlerden mağarada saklanınca, gizli ve aleni herşeyine vâkıf olan sadece Ebû Bekir idi. O ise, sâdık, sıddîk, muhlis mü’minlerdendi. Halini bildiği için, bu korkulu yerde onunla arkadaşlığı tercih etti. Bu hicret Allahü teâlânın izni ile idi. Demek ki, Allahü teâlâ, Habîbine, başka akraba ve yakınlarını değil, özellikle Hz. Ebû Bekir Sıddîk’ı arkadaş etti. Bu özellik Ebû Bekir’in (r.a.) şerefini ve diğerlerinden üstün olduğunu göstermektedir.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hazerde ve seferde Resûlullahdan hiç ayrılmadı, hep yanında bulundu. Bu da Resûlullaha olan sevgisinin doğruluğunu, O’nun arkadaşı olduğunun açık delilidir. Resûlullahı o kadar severdi ki, malını, canını, her şeyini O’nun için fedâ etmiş ve her an fedâya hazır halde idi.

Tevbe sûresi kırkıncı: “Mekke kâfirleri onu Mekke’den çıkardıklarında ikinin ikincisi, (ya’ni Hz. Ebû Bekir) ile mağaradaydılar” âyeti ile, Allahü teâlâ onu, Resûlullahın ikincisi kıldı. Bunda Hz. Ebû Bekir için son derece üstünlük vardır. Bazı âlimler, Hz. Ebû Bekir, çoğu zaman Resûlullahın yanında idi, dediler.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Resûlullah insanları imâna davet etti. Ebû Bekr-i Sıddîk îmân edenlerin birincisi oldu. Böylece imânda O’nun ikincisi oldu. Sonra Hz. Ebû Bekir insanları Allah’a ve Resûlüne imâna çağırdı. Birçokları bu çağrıyı kabul etti. Böylece davette de ikincisi oldu. Her savaşta Resûlullahın yanında idi.

Bedir’de de O’nun ikincisidir. Resûlullah hastalanınca, O’nun yerine insanlara imam olup, öne geçti. Bu hususta da ikinci oldu.

Resûlullahdan sonra O’nun türbesine defin olunmada da ikincisi oldu. Bunlar hep O’na en yakın olma delilleridir. Allahü teâlâ, Resûlünün arkadaşı olarak, Hz. Ebû Bekir’i Kur’ân-ı kerîm’de bilhassa bildiriyor ve:

“O vakit Peygamber, arkadaşına, mahzun olma!” diyordu” buyuruyor. Üçüncüleri Allahü teâlâ idi. Allahü teâlânın kendisiyle olduğu bir kimse ise, şüphesiz, şeref ve fazilet yününden diğerlerinden üstündür.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ebû Bekir’in ismi geçince, Hz. Ömer şöyle dedi: “Ömrümdeki bütün Hz. Ebû Bekir’in, bir gün ve gecelik âmeli gibi olmasını isterdim. O’nun o mes’ûd gecesi ki, Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte mağaraya gitti.

Mağaraya varınca. “Allah için, yâ Resûlallah içeri girmeyin! Ben gireyim, içerde zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübârek zâtınıza bir keder, bir elem gelmesin” dedi ve içeri girdi. İçeriyi süpürüp temizledi.

Sağında solunda bir çok irili ufaklı delikler gördü. Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı. Bir iki delik kaldı. Onları da ayakları ile kapayıp, sonra Resûlullaha, içeri girmesini söyledi. Resûlullah (s.a.v.) içeri girdi ve mübârek başını Ebû Bekir’in kucağına koyup uyudu.

Ayağını yılan soktu. Resûlullah uyanır korkusuyla, sabredip, hiç hareket etmedi. Gözyaşı Resûlullanın mübârek yüzüne damlayınca: “Ne oldu yâ Ebâ Bekir?” buyurdu.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ebû Bekir ayağım ile kapattığım delikten bir yılan ayağımı soktu. Ayağımı çekersem çıkıp size zarar vereceğinden korkuyorum, dedi. Resûlullah (s.a.v.) ayağını çek buyurdular.

Ayağım çekince heybetli ve zehirli bir yılan çıktı. “Ey utanmaz yılan, benim mağara arkadaşıma, sırdaşıma eziyyet etmeğe Allahü teâlâdan korkup, benden utanmıyor musun?” buyurdu.

Yılan, “Ey Allahın Habîbi, insanların, cinnin Peygamberi. Sana yalnız insanlar değil, hayvanlar, kuşlar, yılanlar, karıncalar, hepsi âşıktır. Hattâ bu köleniz gözü yaşlı, büyüklerimizden yüksek vasıflarınızı dinlemiş, mübârek yüzünüzü görmeğe âşık olmuştur. Bu mağarayı şereflendireceğinizi biliyordum.

Onun için çok zamandan beri bu sıkıntılı mağarada gece gündüz demeyip yolunuzu bekliyordum. Sıddîk, bu karanlık mağaraya sabahı, siz de güneşi getirdiniz.

Fakat Sıddîk, sizi görmeme mani olunca benden korku ve haya kalktı. Bu küstahlığa cesaret ettim.” diyerek özür diledi. Resûlullah (s.a.v.) özürünü kabul etti. Hz. Ebû Bekir’in yarasına mübârek tükrüğünden sürdü. Hemen iyi oldu.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Peygamberimize, (s.a.v.) bir gümüş yüzük hediye getirmişlerdi Hz.

Ebû Bekir’e, “Yâ Atik, bu yüzüğü bir kuyumcuya götür. Üzerine (Lâ ilâhe illallah) yazılsın.” buyurdu.

Hz. Ebû Bekir yüzüğü alıp kuyumcuya götürdü.

Bu yüzüğün üzerine “Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah” yaz, dedi. Resûlullah (s.a.v.). böyle emretmemişdi, fakat Allahü teâlânın ism-i şerîfi ile Resûl-i Ekrem’in ism-i şerîfinin ayrı olmasını uygun görmemişti.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Kuyumcu Hz. Ebû Bekir’in söylediği gibi yazdı. Hz. Ebû Bekir kuyumcudan alıp, Resûlullaha (s.a.v.) götürürken Hak teâlâ Cebrâil aleyhisselâma, “Çabuk git, Habîbimin yüzüğüne Ebû Bekir ismini yaz, çünkü Ebû Bekir benim ismim ile Habîbimin isminin ayrı olmasını uygun bulmadı. Ben de Habîbimin isminden Ebû Bekir’in ismini ayırmağı uygun görmedim” buyurdu.

Cebrâil aleyhisselâm derhal yetişip, mübârek yüzük Hz. Ebû Bekir’in elinde iken ve haberi yok iken yüzüğe Ebû Bekir ismini yazdı. Sonra Ebû Bekir (r.a.) yüzüğü Sultân-ı enbiyâya teslim etti. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) yüzüğe baktılar.

Yüzüğün üzerinde (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah, Ebû Bekir Sıddîk) yazılı idi. Hz. Ebû Bekir’e bu yüzüğün üstüne yalnız Lâ ilâhe illallah yazılması söylenmişti.

Halbuki fazla yazılmış hikmeti nedir? diye sordular. Hz. Ebû Bekir çok utandı, terledi. Bir cevap vermeden Cebrâil aleyhisselâm gelip, Hak teâlânın selâmını söyledikten sonra, Ebû Bekir’in kendi adının yazıldığından haberi yoktur, ben yazdırdım. Habîbim üzülmesin buyurduğunu söyledi ve olanları anlattı.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ebû Bekir, müslüman olunca Allahü teâlânın rızası, Habîbullahın aşkı için seksenbin altın fakirlere sadaka verdi. Kırkbin altını gizli, kırkbini de aşikâre vermişti. Bundan sonra giyecek elbisesi bile kalmamıştı.

Sonra eski bir mutaf (keçi kılından dokunmuş elbise) eline geçti. Arkasına giydi. Namaz vakitleri haricinde göğsüne kadar tandıra girer, mutafı arkasına alırdı.

Namazları evinde kılardı. Böylece üç gün geçti. Resûlullah (s.a.v.) dördüncü gün sabah namazından sonra Eshâb-ı kirâma dönerek, “Ebû Bekir Sıddîk üç gündür mescide gelmiyor. Acaba hasta mıdır, gidip hatırını soralım” buyurdular. O sırada Cebrâil aleyhisselâm siyah mutaf giymiş vaziyette geldi. Resûl-i ekrem Cebrâil aleyhisselâmı görünce rengi değişti.

Ey kardeşim Cebrâil bu ne haldir? diye sordular. Yâ Resûlullah gökteki bütün melekler böyle giydiler, dedi. Neden bu şekilde giydiler diye sorunca, Yâ Resûlallah! Hz. Ebû Bekir Hak teâlânın rızası ve senin dinin uğruna, tarkbini gizli, kırkbini de aşikâre olarak seksenbin altın sadaka verdi. Hiç giyeceği kalmadığı için üç gündür mescide gelemedi.

Hak teâlâ sana selam edip, Hz. Ebû Bekir’e bir elbise gönderilmesini emir buyurduğunu haber verdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) eshabına,“Kimde bir fazla elbise varsa versin! Hak teâlâ ona çok sevab verip, Firdevs Cennetinde bana komşu yapacaktır.” buyurdu. Eshâb-ı kirâmın hiçbirinin fazla elbisesi yoktu. Sonunda bir Sahâbî başka birisinden bir elbise bulup, Hz. Ebû Bekir’e gönderdi.

Hz. Ebû Bekir o elbiseyi giyip, Resûl-i Ekrem’in huzuru ile şereflenmek için yola çıktı. Henüz huzura varmadan Cebrâil aleyhisselâm gelip, Yâ Resûlallah! Hak teâlâ sana selam edip, Ebû Bekir’i karşılamanızı emir buyurdu, dedi, Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ebû Bekir’e karşı çıkıp musâfeha etti. Bütün Eshâb-ı kirâm da musâfeha edip, hepsi candan Hz. Ebû Bekir’e duâ ettiler.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Ebû Sa’îd-i Hudrî (r.a.) şöyle bildiriyor: Birgün Resûlullah (s.a.v.) hutbe okuyordu. Hutbelerinde: “Allahü teâlâ bir kulunu dünyâ ile kendi katında olan arasında serbest bıraktı. O da, Allahü teâlâ katında olanı seçti” buyurdu.

Hz. Ebû Bekir bunu duyunca ağladı. Kendi kendime, bu zatı hangi şey ağlatıyor. Kulunu Allahü teâlâ, dünyâ ile kendi katında olan arasında serbest bıraktı, o da Allahü teâlâ katında olanı seçti. Ebû Bekr-i Sıddîk bizim en âlimimiz idi.

Resûlullahın (s.a.v.) Ona, “Ey Ebû Bekir, ağlama! Arkadaşlığı ve malı bana Ebû Bekir’den daha bereketli olan yoktur. Eğer ümmetimden dost edinseydim, Ebû Bekir’i edinirdim. Fakat İslâm kardeşliği ve muhabbeti vardır.” Hz. Ebû Bekir’in mescide açılan kapısı hariç, diğer bütün kapıları kapattırdı.

“Onun kapısında nûr görüyorum.”
buyurduğundan, âlimler, bu kendisinden sonra onun halifeliğine işarettir, dediler.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İbni Münzir, Hz. Ali’den (r.a.) bildirir: “Bu ümmetin Resûlullahdan sonra en üstünü Ebû Bekir, sonra Ömer, sonra Osman’dır (r.a.)” sonra da kendisinin olduğunda ittifak vardır. Hz. Ebû Bekir’den başka hiç kimse Cebrâil aleyhisselâmdan vahiy işitmemiştir.

Resûlullah efendimiz, Mi’rac gecesi Cebrâil aleyhisselâma: “Ümmetimin hepsine sual, hesap var mıdır?”diye sordu. “Ebû Bekir’den başka herkese vardır. Ona, (Buyur! Hesapsız Cennete gir!) denilecektir. O da (Yâ Rabbî! Dünyâda beni sevenleri bana bağışla, onlarla birlikte Cennete girelim) diyecektir.”

Diline hâkim olmak, lüzumsuz hiçbir söz söylememek için mübârek ağzına taş koyardı. Mecbur olmadıkça asla dünyâ kelâmı söylemezdi. Bir hadîs-i şerîfte: “Ebû Bekir’in imânı, bütün mü’minlerin imânları ile tartılsa, Ebû Bekir’in imânı ağır gelir” buyuruldu.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ömer anlatır “Tebük gazasında, Resûlullah (s.a.v.) herkesin sadaka getirmesini emir buyurmuştu. O sırada benim de malım çok idi. Her zaman Hz. Ebû Bekir hepimizden fazla sadaka verirdi. Bu sefer de ben en fazla vereyim düşüncesiyle malımın yarısını götürürdüm.

Resûlullah, “Ey Ömer evine ne kadar mal bıraktın!” buyurdu. Bunun kadar da evimde var dedim. O esnada, Ebû Bekir (r.a.) geldi. Resûlullah (s.a.v.) O’na da, “Evine ne kadar mal baraktın!” buyurdu. Hiç bir şey bırakmadım dedi. “İkinizin arasındaki fark, cevaplarınız arasındaki fark kadardır.” buyurdu.

Hz. Ebû Bekir ile Ebûdderdâ (r.a.) beraber bir yolda giderken, dar bir yere geldiler. Hz. Ebûdderdâ önde, Hz. Ebû Bekir arkada yürürlerdi.

O sırada, karşıdan Resûl-i Ekrem parlak ay gibi göründü. Hz. Ebûdderda’ya hitaben: “Neden Ebû Bekir’in önünde yürüyorsun! Onun daha üstün olduğunu bilmiyor musun?

Böyle gitmek edebe aykırı değil midir?” buyurdu. Ebûdderdâ (r.a.) hatasını anlayıp tevbe etti.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Birgün Eshâb-ı kirâm Resûlullaha, Hz. Ebû Bekir’den şikâyet için gelip, “Yâ Resûlallah Hz. Ebû Bekir. odasında yalnız başına ciğer kebabı yer, kokusunu duyarız, bizi hiç davet etmez” dediler. “Bir daha böyle yaptığında, bana haber verin, beraber evine gidelim!” buyurdu.

Birgün haber verdiler. Resûl-i ekrem, hemen kalkıp, Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Ateş ve kebap yoktu. “Yâ Ebâ Bekir, sen ciğer kebabı yiyormussun, bize de var mıdır?” buyurdu.

Yâ Resûlallah, ben ciğer kebabı yemiyorum, pişen kendi ciğerimdir, dedi. Resûlullah, bunun nasıl olduğunu sorunca: “Hak teâlâ, bana İslâm Dinini nasîb etti. Habîbine dost eyledi.

Eshâb-ı kirâm arasında büyük yer verdi. Acaba kıyâmet gününde hâlin ne olur, bu kadar nimetin şükrünü yapabilir miyim, diye korktuğumdan, ciğerim kebap oluyor” cevabını verdi. Bunu işitince, Eshâb-ı kirâmın, Hz. Ebû Bekir’e olan muhabbetleri daha çok arttı.
 
Üst