Hadislerde kinaye Üslubu

kasif1

Well-known member
Kinâye Hadîslerde Beyanın birer rengi, deseni, şivesi kabul edilen hakikat, mecaz, teşbih, istiâre, kinâye… gibi esaslar söze derinlik katan mühim hususlardandır.


Ehlince malum olduğu üzere, belâgat ilmi üç ana fen/alan olarak ele alınır. İfadenin, yerinde olma (muktezâ-i hâle mutabakat) şartlarını ve sözü, içinde bulunulan duruma ve yere göre uyarlama ilkelerini inceleyen ilim alanına ‘meânî’; bu nitelikteki sözü kapalılık ve açıklık bakımından birbirinden farklı olan anlatım biçimleriyle ifade etme esaslarının ele alındığı ilim dalına ‘beyan’; meânî ve beyan bakımından aranan şartları taşıyan kelâmı güzelleştiren sanatlardan bahseden fenne ise ‘bedî’ denir.1 Bir başka ifadeyle, meânî ilmi, müsned (yüklem) ile müsnedün ileyhin (özne) hâllerini; beyan ilmi, hakikat, mecaz, istiare, teşbih ve kinâye gibi konuları; bedî ilmi ise lafzî veya mânevî sanatlar kullanılarak sözün süslenmesiyle ilgili esasları ele almaktadır.2 Lâfız ile mânâ arasındaki münasebetleri ele alan ilim olması hasebiyle; kinâye konusu da beyan ilmi çatısı altında incelenmektedir.

Konuya girmeden önce belirtmek gerekir ki; anlamlı bir ifade ya hakiki ya mecazî yahut kinâye anlamı taşır. Detaylı bir şekilde ele alacağımız kinâyeye geçmeden önce hakikat ve mecaz anlamın ne olduğunu kısaca hatırlatmakta fayda mülâhaza ediyoruz:

Hakikat: bir kelimenin neye delâlet etmek için konulmuşsa/vaz‘ olunmuşsa onu ifade etmek için kullanılmasıdır.3 Başka bir değişle, sözcük söylendiğinde akla ilk gelen mânâ, hakikat anlamıdır. ‘El’ kelimesinin, bildiğimiz uzuv mânâsında kullanılmasında olduğu gibi.

Mecaz: Bir alâkadan dolayı hakiki mânâsının dışında kullanılan ve aslî mânânın kastedilmesine engel bir delil (karîne-i mânia) bulunan kelimedir.4 ‘el elden üstündür.’ cümlesindeki ‘el’ kelimesinde olduğu gibi. Çünkü burada el kelimesi kuvvet ve kudret mânâsındadır.5

Kinâye
Lügatte “bir şeyi birinden gizleyerek konuşmak”, “başkasını kastederek bir şeyi konuşmak” veya “hem hakikat ve hem mecaz mânâsı taşıyan bir lâfızla konuşmak”6 gibi anlamlara gelen ‘kinâye’ kelimesi, bir ıstılah olarak “aslî mânâyı kastetme imkanı bulunmakla beraber, mânâsının lazımı kastedilen lâfızdır.” şeklinde tarif edilir. Başka bir ifadeyle ‘kinâye, hakiki mânâyı içermekle birlikte, sözü hakiki anlamın dışında bir mânâ için kullanmaktır’ diye tanımlanır.7 Bu tanımla birlikte mecazla kinâye arasındaki fark da ortaya çıkmaktadır. Zîrâ mecazda lâfzın kullanıldığı hakiki mânânın anlaşılmasına mâni olan engeller mevcutken, kinâyede böyle bir engel söz konusu değildir. Zayıf da olsa kelimenin hakikatteki anlamını algılama ihtimali mevcuttur. Bununla birlikte hakiki anlamın zorunlu olarak varlığından da söz etmek mümkün değildir, lâfız sadece o mânânın algılanabilmesine imkân sunmaktadır. O hâlde kinâyede asıl olan daima lafzın mecazî anlamıdır, hakiki mânâsı değildir. Abdülkâhir el-Cürcânî’ninde ‘Delâilü’l-İ‘câz’ isimli muhalled eserinde kinâye konusunu ‘Gerçek Anlamı Kastedilmeyen Lâfız(lar)’8 başlığı altında ele alması9 da bu durumun en açık göstergelerinden biridir.

Bu hususu misâlle izah etmek gerekirse, “O, eli açık birisidir.” ifadesiyle kişinin ‘elinin açık olduğu, yumruk hâlinde olmadığı’ kastedilmemektedir. Burada eli açık olmakla, paraya tutkun olmamayı, cimrilik yapmamayı, ihtiyacı olanlara dağıtmayı gerektiren ‘cömertlik’ kastedilmektedir. Dolayısıyla bu ifadeyi ‘o, cömert biridir.’ şeklinde anlamak isabetli görünmektedir. Bununla birlikte hakikatte ‘kişinin elinin açık’ olduğu şekliyle anlamak da muhtemeldir. Dilimizde kinâyeyle ilgili, ‘eli uzun’ yani ‘hırsız’, ‘alnı açık’ yani ‘suçsuz’, ‘burnu büyük’ yani ‘kibirli’, ‘ayağı kaymak’ yani ‘işleri yolunda gitmemek’, ‘yürekli olmak’ yani ‘cesur olmak’, ‘ağzını açamamak’ yani ‘söyleyecek söz bulamamak’ ya da ‘söz söylemeye cesaret edememek’ gibi günlük hayatta ya da edebi dilde kullanılan sayılamayacak kadar misâl mevcuttur.10

Kinâyeli Anlatımın Unsurları
Kinâyeli anlatımda iki unsur mevcuttur. Bunlar ‘meknî bih’ ve ‘meknî anh’tır.11 ‘Meknî bih’ (المَكْنِيُّ بِهِ), kinâye yapmak için kullanılan lâfızdır. Kinâyenin telâffuz edilen unsurudur. Bu lâfız hem hakikat anlamına hem de mecaz mânâsına ihtimali olan ifadenin kendisidir. ‘Meknî anh’ (المَكْنِيُّ عَنْهُ) ise, kullanılan lâfızdan kastedilen mânâdır, yani kendisinden kinâye yapılan şeydir. Kinâyenin tarifinde sözü edilen ‘mânânın lâzımı’dır. Yani lafzın mecazî mânâsını teşkil eden kısımdır.

Buna misâl olarak zeki bir kimse için kullanılan ‘açık göz’ ifadesini verebiliriz. Bu örnekte ‘açık göz’ kinâyenin lafzı olduğu için meknî bih, ‘zeki’ de kinâyeden kastedilen anlam olduğu için meknî anh olur.12 Arap belâgati söz konusu edildiğinde ise bu konuda en çok kullanılan örnek فُلاَنٌ طَوِيلُ النِّجَادِ (Falanın kılıcının bağı uzundur) ifadesidir.13 Bu kinâyede ‘kılıcın bağı uzun’ lâfzı, meknî bihtir. Bu lâfızla asıl kastedilen “uzun boylu olma” anlamı ise meknî anhdır.14

Kinâyeli anlatım, meknî anh’ın mahiyetine göre üç kısma, meknî bih ile meknî anh arasındaki vasıtaların miktarına göre de dört kısma ayrılmaktadır. Meknî anh’ın mahiyetine göre kinâyeli anlatımda ‘sıfattan kinâye’ ve ‘nispetten kinâye’ diye iki grupta mütâlaa edilmektedir. Kinâyeli anlatım, ‘vasıta miktarına’ göre ‘ta‘rîz’ (dokundurma), ‘telvîh (uzaktan işaret), ‘remz’ (gizlice işaret), ‘îmâ ve işâret’ (dolaylı anlatım) şeklinde taksim edilmektedir.15

Hadîslerin Dilinde Kinâyeli Anlatım
Kinâyeli anlatım, dolaylı bir anlatım tarzıdır ve maksadın açıkça ifadesinden kaçınıldığı durumlarda kinâyeli anlatım üslûbuna başvurulur. Dolaylı anlatım tarzı, pek çok durumdan kaynaklanabilir. Bunlar arasında hicap, zarafet, edep, dinleyicinin zihnini gereksiz şeylerle meşgul etmeme, övme, yerme16, muhataptan korkma, çekinme, merak uyandırma, yanlış bir anlayışı düzeltme, bir şeyin gizli kalmasını isteme, daha önceden bilinen bir duruma atıfta bulunma gibi pek çok sebep sayılabilir.

Belâgatin ve fesâhatin zirvesindeki Allah Resû­lü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) ifadelerinde de mevcut olan bu edebî sanatın, kinâyeli anlatım üslûbunun tercih edildiği hadîslerin anlaşılmasında önemli bir işleve sahip olduğu anlaşılmaktadır. Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) tasrihi seçmek yerine, bazı ifadelerinde kinâyeli üslûbu tercih etmiş olması, elbette pek çok sebep ve hikmete mebnidir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla bunları şöyle izah etmek mümkündür:

1) Esrarı Korumak ve Öğrenme Merakı Uyandırmak
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bazen gizlenmesini arzu ettiği bir şeyin gizliliğini korumak ve üzerindeki sırların açığa çıkmasına mâni olmak için, bazen de muhatabın zihninde öğrenmeye karşı merak uyandırmak maksadıyla sözü açık ve net olarak söylemeyip kinâye yapmayı tercih etmiştir. Bunun en güzel örneklerinden birisi; Kendisine en erken kavuşacak eşinin kim olduğu sorulduğunda ‘أَسْرَعُكُنَّ لِحَاقًا بِي أَطْوَلُكُنَّ يَدًا’ 17(Bana en erken kavuşacak olanınız eli/kolu en uzun olanınızdır.18) şeklinde verdiği cevapta yaptığı kinâyedir. Resûlullah Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) bu ifadesini işiten eşleri ilk önce sözü hakiki mânâsına hamlederek kimin elinin uzun olduğunu ölçmeye kalkışmışlar ve bu ölçme neticesinde eli en uzun olanın Sevde Validemiz olduğu sonucuna varmışlardır.19 Fakat sonradan Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) kastettiği mânâda aralarında ‘eli en uzun olanın’ Zeynep binti Cahş Validemiz olduğu anlaşılmıştır. Çünkü o elinin emeğiyle kazanır ve tasadduk ederdi.20 Görüldüğü üzere Hz. Peygamber, soruya sarâhaten cevap vermek yerine dolaylı anlatımı tercih etmiş ve asıl cevap üzerindeki gizemi korumuştur. Aynı zamanda kullandığı ifade ile de hakîki mânânın anlaşılmasına imkân vererek kinâye yapmıştır. Muhtemeldir ki, kişinin verdiği sadakayla etrafındaki yoksullara ulaşarak yardımda bulunmasından hareketle böyle bir kinâye yapılmıştır. Burada önemli olan kinâyenin ne maksatla yapıldığını tespit etmektir. Her insanın ecelinin mukadder olduğu ve bunun zamanının bilinemeyeceği mâlumdur. Dolayısıyla bu kinâye ile öncelikle bu sır korunmuştur. İkinci olarak asıl maksat gizlendiği için, validelerimizin bir sadaka yarışına girmelerinin veya imkân bulamadıkları için sadaka verememelerine üzülmelerinin önüne geçilmiştir. Böylece hem gönülden sadaka vererek bu şerefe nail olmayı hak edenin kim olduğu gizlice söylenmiş, hem sorulan soru cevapsız bırakılmamış, hem de ölüm vaktindeki gizem korunmuştur.21

2) Açık Konuşmaktan Hicap Etmek veya Edep Dersi Vermek
Eşler arasındaki mahrem konularda, ya da izahı zor olan ifadelerin söylenmesi noktasında, Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sık sık kinâyeli lâfızlar kullanarak beyanatta bulunmayı tercih etmiştir. Bu hassasiyetin gerek kendisinin hayâsından ve iffetinden gerekse de muhatabını utandırmama gayretinden mütevellit olduğu düşünülebilir. Bu konudaki en meşhur örneklerden birisi ‘Useyle Hadisi’ adıyla bilinen rivayettir. Resulü Ekrem’in (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘yeni evlendiği kocasını beklediği gibi bulamayan bir kadının, eski kocasına dönmesi’ konusundaki sorusuna verdiği cevapta ‘لاَ تَحِلِّينَ لِزَوْجِكِ الأَوَّلِ حَتَّى يَذُوقَ الآخَرُ عُسَيْلَتَكِ ، وَتَذُوقِى عُسَيْلَتَهُ’ (Diğeri (ikinci kocan) senin, sen de onun balcağızından tatmadıkça ilk kocana helal olmazsın) buyurmuştur.22 Rasûlullah’ın bu ifadeleriyle eşler arasındaki ilişkiyi kastettiği gerek muhatapları, gerekse sonraki nesiller tarafından tereddütsüz olarak anlaşılmıştır.23 Bu kinâyenin tereddütsüz ve açık bir şekilde anlaşılması, siyâkının açıklığına ve mânâ alternatifinin az olmasına bağlıdır. Ancak her kinâyeyi bu kadar sarahatle yorumlamak mümkün değildir.

Bu konuda bir diğer misâl de Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü yapılabilecek şeylerin faziletini anlatırken söylediği ‘مَنْ غَسَّلَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ وَاغْتَسَلَ...’ (cuma günü kim yıkar, yıkanırsa…)24 şeklindeki sözleridir. Bu ifadeyle Araplarda da var olan bir kullanımdan hareketle, eşler arasındaki ilişki (cima), kinâye yoluyla anlatılmıştır.25 Bu tür konularda hayâ ve edep icabı kinâye yapmak çok yaygındır. Hadîs-i şerîflerde de çokça örneğine rastlamak mümkündür.

Yine Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) edebinden ve zarafetinden dolayı yaptığı kinâyelerden biri de tuvalet adabını öğretirken kullandığı 26 ‘إِذَا أَتَيْتُمُ الْغَائِطَ...’ (tuvalete girdiğinizde… ) ifadesidir. Burada telâffuzu pek hoş olmayan bir durumu anlatmak için, açık olarak isim zikretmek yerine, durumu çağrıştırdığı için mekânın adı söylenmiştir. Çünkü ‘اَلْغَائِطُ’ (tuvalet) kelimesi bir mekân ismidir. İfadenin lâfzı ele alındığında (rivayetin devamıyla birlikte düşünülerek) o mekâna giren birinin kıbleye yüzünü ya da sırtını dönmemesi gerektiği şeklinde anlamak da mümkündür. Ancak burada asıl anlatılmak istenen, sadece o yerde bulunmak değil, o işi yapmaktır.27 Dolayısıyla rivayetin böyle anlaşılması gerekmektedir.

3) Birini Övmek veya Yermek
Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bazen insanları övmek maksadıyla onların sahip olduğu özelliklerden veya onlar sebebiyle zuhur eden olaylardan kinâye yoluyla bahsetmiştir. Aslında bu anlatım Arap edebiyatında oldukça sık kullanılan anlatım tarzıdır. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de yeri geldikçe övgü maksatlı ifadelerle kinâyede bulunmuştur. Bunlardan biri Hendek Gazvesi’nde önemli görevler üstlenen ve Beni Kureyza’nın ihaneti üzerine yapılan savaşta aldığı yara sonucu hayatını kaybeden Sa’d b. Muaz için kullandığı övücü ifadelerdir. Diğer övgülerinin yanında, özellikle Sa’d için ‘اهْتَزَّ عَرْشُ اللَّهِ لِمَوْتِ سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ’28 (Sa’d b. Muaz’ın ölümüyle Allah’ın arşı titredi) buyurması onun için büyük bir övgüdür. Zîrâ bu ifadeyle arş-ı âlâ’nın sallanıp hareket etmesi değil, Allah indindeki şerefinden dolayı, Sa’d’ın (ra) ruhunun arşa yükselmesi sebebiyle, onun duyduğu neşe ve rıza kastedilmiştir.29

Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) övmek için olduğu kadar yerme ve uyarıp ikaz etme lüzumu duyduğunda da kinâyeli bir üslûbu tercih etmiştir. Meselâ Şeytan’ın hilelerine karşı ashabını uyarmak isteyen Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu ifade ederken ‘لاَ تَكُونَنَّ إِنِ اسْتَطَعْتَ أَوَّلَ مَنْ يَدْخُلُ السُّوقَ وَلاَ آخِرَ مَنْ يَخْرُجُ مِنْهَا فَإِنَّهَا مَعْرَكَةُ الشَّيْطَانِ وَبِهَا يَنْصِبُ رَايَتَهُ ’(Eğer gücün yetiyorsa asla çarşıya ilk giden ve oradan son çıkan sen olma. Çünkü orası Şeytan’ın savaş alanıdır ve sancağını oraya diker.) buyurmuştur.30 Bu lâfızda kullanılan ‘وَبِهَا يَنْصِبُ رَايَتَهُ’
(sancağını oraya diker) ifadesinin hakiki mânâsı anlaşılabileceği gibi, burada esas kastedilen “Şeytan’ın orasını mekân tutması ve insanlar arasına bozgunculuk sokmak için avenelerini oraya toplamasıdır.”31 Neticede hadîsin bu şekilde anlaşılması hem siyakıyla hem de genel İslâmî anlayışla daha mutabık olmaktadır.

Bu konuda bir diğer misâl de Peygamberimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) meclisinde yaşanan bir hâdisede kullandığı şu ifadedir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabıyla otururken duyulan bir gürültünün ne olduğunu onlara sordu. Onlar da her zamanki nezaketli üslûplarıyla ‘Allah ve Resûlu daha iyi bilir’ diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘هَذَا حَجَرٌ رُمِىَ بِهِ فِى النَّارِ مُنْذُ سَبْعِينَ خَرِيفًا’32 (Bu yetmiş sene önce Cehennem’e atılmış bir taştır) buyurdular. Bu ifade çoğunlukla İslâm âlimleri tarafından hakiki mânâsına hamledilip Cehennem’in büyüklüğüne ve derinliğine yorumlanmışsa da33 ifadenin tamamına bakıp bu lafzı ‘yetmiş yıl önce dünyaya gelmiş ve bu süre zarfında kendisini Cehennem’e götürecek fiiller yapmış bir müşrikin öldüğü’ şeklinde yorumlamak da mümkündür.

4) Anlatımı Tesirli ve Vurgulu Hale Getirmek
Resûlu Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Arapların en fasihi idi34 ve bu sebeple ifadeleri de muhatapları için fevkalâde tesirli oluyordu. Kinâye üslûbunu kullanarak ifadelerini daha tesirli ve dikkat çekici hâle getirdiği görülür. Bunun misâllerinden biri Hz. Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) “Eksikliklerden uzak olan Rabbim, ümmetimden yetmiş bin kişiyi hesapsız ve de azapsız Cennet’e girdirmeyi bana vaat etti. (Bunlardan) her bin kişinin beraberinde yetmiş bin (kişi) ve Rabb’imin (celle celâlühü) avuçlarıyla üç avuç dolusu daha insan bulunur.” 35 (وَثَلاَثُ حَثَيَاتٍ مِنْ حَثَيَاتِ رَبِّى عَزَّ وَجَلَّ)Rivayette geçen ‘üç avuç dolusu’ ifadesi kinâyeli anlaşılması gereken bir ifade olup burada esas kastedilen ise, ‘bu durumdaki insanların sayısının çokluğudur.’36 Dolayısıyla Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sayının çokluğunu vurgulamak için kinâyeli bir üslûp kullanmıştır.

Tesirli bir anlatım için kullanılan kinâyeli ifadeye bir başka misâl de O’nun ‘إِنَّ الْمَيِّتَ يُبْعَثُ فِى ثِيَابِهِ الَّتِى يَمُوتُ فِيهَا’37 (Ölen kişi, ruhunu teslim ettiğinde üzerinde bulunan elbiseyle diriltilir) buyruğudur. Ebû Saîd el-Hudrî (ra), öleceğini hissettiğinde yeni bir elbise istemiş ve onu giydikten sonra yukarıdaki hadîs-i şerîfi işittiğini nakletmiştir.38 Hattâbî’nin de belirttiği gibi, Ebû Saîd (ra) Allah Resûlü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) sözlerini zâhirine göre anlamış ve ona göre amel etmiştir. Ancak İslam âlimleri hadîsteki ‘ثَوْبٌ’ (elbise) ifadesinin ‘amel’den kinâye olduğu görüşüne meyletmişler ve buradaki ‘elbise’ ifadesinin, ölen kimsenin, ömrünün sonunda yaptığı amelden kinâye olduğunu ve ameli ne ise – iyi veya kötü – ona göre diriltileceği mânâsına vurgu yapmışlardır.39 Görüldüğü üzere rivayette açıkça amel zikredilmeksizin, elbiseden kinâye yapılarak daha vurgulu ve etkileyici bir anlatım yapılmıştır.

5) Teşvik Etmek veya Sakındırmak (Tergîb veya Terhîb)
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) teşvik etmek istediği bazı güzel tutum ve davranışları anlatırken de zaman zaman kinâye yoluna başvurmuştur. Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah Azze ve Celle’nin kullarına nimetlerini ihsan ve tevbelerini kabul etmesi hususunda lütf u kereminin ne kadar yüce olduğunu anlatırken söylediği ‘يَدُ اللهِ بُسْطَانِ’(Allah’ın (celle celâlühü) eli açıktır.)40 ifadesi de kereminden kinâye, temsili bir anlatımdır.41 Vurgulu bir şekilde tevbelerin kabul olmasını dile getiren Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabını dolayısıyla ümmetini bu ifadelerle tevbeye teşvik etmektedir.

Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) teşvik ve tahris için kullandığı kinâyelerden biri de ashabını savaşa ısındırmak için söylediği ‘اعْلَمُوا أَنَّ الْجَنَّةَ تَحْتَ ظِلاَلِ السُّيُوفِ’ (Bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır!) buyruğudur. Onun bu ifadesi ‘savaşta vuruşmak suretiyle Cennet’e müteveccih bu yakınlaşma ve dolayısıyla kılıçların üstte, Cennet’in de kılıçların gölgesi altında kalması’ kinâyeli bir üslûpla anlatılmıştır.42 Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kinâyeli ifadeleriyle cihada teşvik etmek istenmiştir.

Başka bir hadîs-i şerîfte, ümmetinin asla sapkınlık ve yanlış üzerinde birleşmeyeceğini belirten Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), sözlerini şöyle tamamlamıştır: ‘فَعَلَيْكُمْ بِالْجَمَاعَةِ فَإِنَّ يَدَ اللَّهِ عَلَى الْجَمَاعَةِ’43 (Cemaate sarılınız, çünkü Allah’ın (celle celâlühü) (yardım ve kerem) eli cemaat üzerindedir.) Bu rivayette geçen ‘يَدَ اللَّهِ’ (Allah’ın (cc) eli) ifadesiyle kinâye yapılarak, ‘O’nun koruma ve gözetmesinin birlik hâlindekilere müyesser olacağı’ anlatılmak istenmiştir.44

Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) ifadelerinde teşvik için olduğu kadar, tahzir ve sakındırmak için yaptığı kinâyeler de vardır. Bu kinâyelerden biri ‘مَلِكُ الأَمْلاَكِ’ (sultanların sultanı) ismini takınan adam için kullandığı ve Allah’ın o kimseye olan gadabını ifade eden 45‘أَغْيَظُ رَجُلٍ عَلَى اللَّهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ’ (Kıyamet gününde, Allah’ın en çok öfkeleneceği kimse…) şeklindeki buyruğudur. Bilindiği gibi öfke, yaratılmışta hiddetlendiğinde ortaya çıkan ve onu harekete geçiren bir vasıftır. Dolayısıyla böyle bir hâlin Cenâb-ı Hakk için söz konusu olamayacağı açıktır. Bu yüzden Allah’ın öfkelenmesi; ‘bu ismi kullananın Allah Teâlâ tarafından şiddetle cezalandırılacağından’ kinâye olduğu anlaşılmaktadır.46 Bu mânâdan hareketle de böyle bir isimle müsemma olmaktan sakındırmak gerektiği ortaya çıkmaktadır.

6) Mizah ve Lâtife Yapmak
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), hakka, hakikate aykırı olmadığı müddetçe ve muhatabı kırmadan bazı mizah ve lâtifeler de yapmıştır. Bu lâtifelerinden biri, Bakara Sûresi’nin 187. âyeti indiğinde yastığının altına bir siyah bir de beyaz iplik koyduğunu kendisine anlatan Adiy b. Hâtim’e (ra) söylediği şu sözüdür: ‘إِنَّ وِسَادَكَ إِذًا لَعَرِيضٌ أَنْ كَانَ الْخَيْطُ الأَبْيَضُ وَالأَسْوَدُ تَحْتَ وِسَادَتِكَ’47 (Şayet siyah iplik ve beyaz iplik yastığının altında iseler, senin yastığın ne kadar çok genişmiş öyle!) Mezkûr âyette belirtilen siyah ve beyaz ipliğin, gecenin karanlığından ve gündüzün aydınlığından kinâye olduğunu48 bildiren Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bu ifadeyi hakiki mânâsıyla anlayan Adiy’e (ra) yukarıdaki sözüyle lâtife yapmıştır. Âyet-i kerîmede olduğu gibi ayrıca Peygamber’in (sallallahü aleyhi ve sellem) ‘yastığın ne kadar da genişmiş’ ifadesinde de bir kinâye vardır ve burada Adiy b. Hatim’in uyku hâlini tasvir ve başının büyüklüğü’49 kinâye yoluyla lâtifeye konu olmuştur.

Resulü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem), binmek için kendisinden deve isteyen bir sahabiye ‘إِنَّا حَامِلُوكَ عَلَى وَلَدِ نَاقَةٍ’ (Biz seni bir deve yavrusuna bindiririz) buyurdu. Bu sözü hakiki mânâsıyla anlayan sahabi: ‘Ben deve yavrusunu ne yapayım?!’ deyince, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): ‘Her deveyi bir deve doğurmaz mı?’50 diyerek maksadını açıkladı. Rivayetin sonundan da anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu ifadesiyle hakiki mânâyı değil dolaylı anlamı kastederek kinâye yapmış ve istemek durumunda kalan ve muhtemelen az çok tedirgin olan muhatabını rahatlatmıştır.

Sonuç
Cenâb-ı Hakk (celle celâlühü), her yönüyle mükemmel vasıflarla donattığı Resûlü Ekrem’e (sallallahü aleyhi ve sellem) sözü en güzel kullanabilme vasfı olan ‘cevâmiu’l-kelim (az sözle çok mânâ ifade etme)’ özelliğini bahşetmiştir. Efendimiz bu vasfına binaen beyan ilmi ve edebî sanatların en müstesna örneklerini sözleriyle tezyin etmiştir. O’nun lisanında en güzel örnekleri sergilenen kinâyeli anlatım üslûbu da, maksadı ve söyleniş gayesi dikkate alınarak ancak erbabınca anlaşılabilecek edebî bir üslûptur. Bu tarz bir dil özelliğine sahip hadîs metinlerini anlamada, Efendimizin hangi maksat ve siyak üzerine bu sözleri söylediği, ancak ilgili kaynaklara müracaat edilerek ve özellikle de hadîslerdeki garîb kelimelerin izahından bahseden ‘garîbul-hadîs’ eserleri ve hadîs şerhlerine bakılarak anlaşılabilmektedir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), hadîslerde geçen bu kinâyeli ifadelerle ‘açıklamalarındaki esrarı korumak ve öğrenme merakı uyandırmak, hatalı bir kanaati düzeltmek, açık konuşmaktan hicap edip muhataba edep dersi vermek, muhatabın bir davranışını övmek veya bir vasfından dolayı ikaz etmek, sözün tesirini artırmak, vurgulamak istediği bir hususa dikkat çekmek, muhatabı bir şeye teşvik edip sakındırmak ve lâtife yapmak’ gibi sebep ve hikmetleri muhatabın nazarına sunmayı murat etmiştir.

Günümüzde, Efendimiz’in (sallallahü aleyhi ve sellem) dilinden, dudağından şeref sudur etmiş hadîslerdeki bu mânâ derinliğine yeterince vâkıf olmadan, ilgili kaynaklara müracaat ihtiyacı bile hissetmeden okumaya ve başkalarına da okutmaya(!) kalkışmak, hadîsin bu engin dünyasına bir tür şiddet uygulamak demektir. Sözlerinde edebî sanatları en zirve noktada temsil eden Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) nebevî mesajlarını en doğru şekilde anlayabilmek, ondaki bu dil ve üslup özelliklerini bilmekle doğrudan alakalı bir husustur. Dolayısıyla hadîs-i şerîflerden istifade ederken bu konuda hassasiyet göstermek hadîse karşı saygının bir gereğidir.

*İlâhiyatçı- Yazar
salih.sengezer@yeniumit.com.tr


Dipnotlar
1. İsmail Durmuş, ‘Meânî’, DİA, XXVIII, 204.
2. Geniş bilgi için bkz: Sa’duddîn Mes’ut b. Ömer et-Taftâzânî, Muhtasaru’l-Meânî, Salah Bilici Yay. İstanbul, 1977; s.28 vd., Tâhiru’l-Mevlevî (Tahir Olgun), Edebiyat Lügatı,Yay. Haz: K. Edip Kürkçüoğlu, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1973 syf.25-27, 95.
3. Tâhiru’l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, syf.49.
4. Hikmet Akdemir, Belâgat Terimleri Ansiklopedisi, Nil Yay., İzmir, 1999; s.229.
5. Tâhiru’l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, syf.49.
6. Firûzâbâdî, Kâmûsu’l-Muhît, I, 1713; Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, I, 8575. ‘Kinâye’ (الكناية) kelimesinin mastarının hangi fiil kökünden geldiği konusunda iki farklı görüş vardır. Birinci görüşe göre ikinci babtan gelen ‘yeknî’ (يَكْنِي) fiilinden, ikinci görüşe göre ise, birinci babtan gelen ‘yeknû’(يَكْنُو) fiil kökünden türetildiği belirtilmiştir.
7. Hikmet Akdemir, Belâgat Terimleri Ansiklopedisi, s.216.
8. فَصْلٌ فِي الْلَفْظِ يُطْلَقُ وَالْمُرَادُ بِهِ غَيْرُ ظَاهِرِهِ
9. Ebû Bekir Abdulkâhir b. Abdirrahmân b. Muhammed el-Cürcânî, Delâilü’l-İ‘câz, Tahk: Muhammed et-Tencî, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, 1995, s.66
10. Akdemir; Belâgat Terimleri Ansiklopedisi, s.216.
11. Akdemir; Belâgat Terimleri Ansiklopedisi, s.217.
12. Tâhiru’l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, syf.88.
13. Celâleddin Muhammed b. Sa’duddin el-Kazvînî, el-Îzâh fî Ulûmi’l-Belâğa, Dâru İhyâi’l-Ulûm, Beyrut, 1998; s.301; Taftazânî, Muhtasaru’l-Meânî, s.376; Bolelli; Nusreddin; Belâgat: Kur’an Edebiyatı, (İstanbul, 2000) s.138.
14. Bkz. Kazvînî, el-Îzâh fî Ulûmi’l-Belâğa, s.330; Taftazânî, Muhtasaru’l-Meânî, s.376.
15. Yusuf b. Ebî Bekr es-Sekkâkî, Miftâhu’l-Ulûm,Dâru’l-Kütü­bi’l-İlmiyye, Beyrut, 1987; s.411 vd.
16. Akdemir, Belâgat Terimleri Ansiklopedisi, 217.
17. Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 17.
18. Arapçada ‘eli uzun’ anlamına gelen ifade, Türkçe’deki istimalinden farklı olarak ‘cömertlik’ mânâsında kullanılmaktadır.
19. Buhârî, Zekât, 11.
20 Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe, 17; Nevevî, el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim b. Haccâc, (Beyrut, 1392), XVI. 8-9.
21. Başka örnekler için bkz.Buhârî, Cihad, 102; Müslim, Fadâilu’s Sahâbe, 34.
22. Buhârî, Talak, 7.
23. İbn Kuteybe, Garîbu’l-Hadis, (Bağdat, 1397), I/208; İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadîs, (Beyrut, 1963), III/237.
24. İbn Mâce, İkâmetu’s-Salavât, 80.
25. İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadîs, III/367.
26. Müslim, Tahâre, 59.
27. İbn İshak el-Harbî, Garîbu’l-Hadîs, (Mekke, 1405), II/640.
28. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/316.
29. İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadîs, III/207. Başka örnek için bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arap, I/464.
30. Müslim, Fedâilu’s Sahabe, 100; Bezzâr, Müsned, V/502.
31. Nevevî, el-Minhâc, XVI/7.
32. Müslim, Cennet ve Sıfâtu Naîmihâ, 31.
33. Sıddîkî, Delîlu’l-Fâlihîn li Turukı Riyâzi’s-Sâlihîn, IV/134.
34. Müttakî, Kenzu’l-Ummâl fî Suneni’l-Ekvâl ve’l-Ef’âl, XII/676.
35. İbn Mâce, Zühd, 34.
36. İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, I/339; Suyûtî, Şerhu Süneni İbn Mâce, I/317.
37. Ebû Dâvud, Cenâiz, 13-14.
38. Hâkim, Müstedrek, I/490.
39. Hattâbî, Garîbu’l-Hadîs, I/613; Azîmâbâdî, Avnu’l-Ma’bûd Şerhu Süneni Ebî Dâvûd, (Beyrut, 1415), VIII/266.
40. İbn Ebi Şeybe, Musannef, XIII/181.
41. İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, I/128.
42. İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, III/159. Başka örnek için bkz. İbnu’l-Esîr, en-Nihâye,V/191.
43. Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, XII/342; Ali el-Müttakî, Kenzu’l-Ummâl, I/206.
44. İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, V/293.
45. Müslim, Âdâb, 21.
46. İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, III/402.
47. Buhârî, Tefsir, (Bakara), 28.
48. Buhârî, Savm, 16.
49. İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, V/182.
50. İbn Hanbel, Müsned, III/267; Ebû Dâvud, Edeb, 84. Başka örnek için bkz. Tirmizî, Şemâil, 105.
 
Üst