Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Emanet
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="mihrimah" data-source="post: 83477" data-attributes="member: 656"><p><strong><p style="text-align: left">PIRLANTA SERİSİ…</p><p></strong><p style="text-align: left">Peygamberlere ait ikinci sıfat, emanet sıfatıdır. Bu kelime Arapça olup, îman ile aynı kökten gelir. “Mü’min” inanan ve emniyet telkin eden insan demektir. Peygamberler, mü’min olarak zirve insan oldukları gibi, emin olma, emniyet telkin etmede de en baştadırlar. Kur’ân-ı Kerîm, onların bu sıfatlarına birçok âyette işaret eder. Şimdi bunlardan birkaçını arz edelim: </p> <p style="text-align: left">“Nuh kavmi de peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Nuh, onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin” (Şuarâ, 26/105-108).</p> <p style="text-align: left">Nuh, kavmine şöyle diyor: Hâlâ ittikâ edip sakınmayacak mısınız? Ben emniyet telkin eden, emanet sıfatı olan, hiyanete tenezzül etmeyen bir elçiyim. İşte bu âyette bir peygamberin dilinden, peygamberliğe ait bu “emanet” sıfatı dile getirilmektedir. Keza: </p> <p style="text-align: left">“Âd kavmi de peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim” (Şuarâ, 26/123-125). Ve: </p> <p style="text-align: left">“Semûd (kavmi) de peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Salih, onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim” (Şuarâ, 26/141-143). Keza:</p> <p style="text-align: left">“Lût kavmi de, peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Lût, onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim” (Şuarâ, 26/160-162). </p> <p style="text-align: left">Peygamberlerin ve Peygamberimiz’in en önemli sıfatı, emanet olduğu gibi, Cibrîl-i Emîn’in de en önemli vasfı yine emanettir. Kur’ân O’nu bize şöyle anlatır: “O, kendisine uyulan, emîn bir elçidir” (Tekvir, 81/21). Evet, Cibrîl, Allah (cc)’a itaatkâr ve O’nun nezdinde ihraz ettiği vazife itibariyle de güvenilir bir elçidir. İşte, Kur’ân da bize bu güvenilirler kaynağından gelmiştir. Allah, “Mü’min”dir. O’nun beyanı emniyet telkin eden bir beyandır. Kur’ân, Allah’ın emin dediği Cibrîl vasıtasıyla gelmiştir. Ve yine bu Kur’ân, O Emin Peygamber’e ve O’nun emniyeti ihraz etmeye namzet kudsiler topluluğu ümmetine indirilmiştir. </p> <p style="text-align: left">Kur’ân-ı Kerîm’den herkes derecesine göre mutlaka istifade etmiştir. Cibrîl de bu istifade edenler arasındadır. Birgün kendisi Allah Resûlü’ne şöyle demiştir: “Allah (cc) Kur’ân’ında benim için “Emîn” ifadesini kullanıncaya kadar akibetimden endişe içindeydim. Bu ifadeyi duyduktan sonra iliklerime kadar emniyetle doldum...” </p><p><strong><p style="text-align: left"> </p></strong></p><p style="text-align: left"><strong></p></strong></p><p style="text-align: left"><strong>Cahiliye O’nu “Emin” Tanımıştı</p><p></strong><p style="text-align: left">Mekkeli O’na mücerred adıyla değil, ismine “el-Emin” sıfatını ekliyor ve öyle hitap ediyordu.. evet, O bu sıfatıyla meşhurdu. </p> <p style="text-align: left">Kâ’be tamir edilmiş ve Hacerü’l-Esved’in (Biz Es’ad: Mutlu Taş diyelim) tekrar eski yerine konulması büyük bir mes’ele haline gelmişti. Kabileler kılıçlarını yarıya kadar sıyırmış ve herkes bu şerefin kendine ait olmasını istiyordu. Sonunda şöyle bir karara vardılar. Kâ’be’ye ilk girenin hakemliğini kabul edeceklerdir. Herkes merakla bekliyordu.. ve tabii, Allah Resulü’nün hiçbir şeyden haberi yoktu. O’nun dosta-düşmana güven telkin eden gül yüzü görününce, oradakiler sevinçlerinden havaya zıplayıp “Emin” geliyor, dediler ve O’nun hükmüne kayıtsız şartsız razı olacaklarını söylediler... </p> <p style="text-align: left">Zira O’na güvenleri tamdı. Allah Resûlü o gün henüz peygamber olarak vazifelendirilmemişti ama, herkesin itimat edeceği bir insandı ve bir peygambere ait bütün vasıfları üzerinde taşıyordu. </p> <p style="text-align: left">Evet, fazîlet odur ki, düşmanlar dahi kabul ve tasdik etsin. İşte, -o güne göre- Efendimiz (sav)’in en azılı düşmanı Ebu Süfyan’ın, O’nun doğruluğunu tasdiki:</p> <p style="text-align: left">Allah Resulü etraftaki hükümdarlara nâmeler gönderiyordu. Bu mektuplardan birini de, Roma imparatoru Hirakl’e (Hireklius) göndermişti. Hirakl, mektubu baştan sona okudu. O sırada Şam bölgesinde bulunan Ebu Süfyan’ı çağırttı ve aralarında şu şekilde bir muhâvere cereyan etti: </p> <p style="text-align: left">-O’na daha ziyade ittiba edenler kimlerdir, zenginler mi fakirler mi?</p> <p style="text-align: left">-Fakirler.</p> <p style="text-align: left">-Hiç O’na inananlardan dönenler oldu mu?</p> <p style="text-align: left">-Şimdiye kadar hayır.</p> <p style="text-align: left">-Artıyorlar mı, eksiliyorlar mı?</p> <p style="text-align: left">-Her geçen gün biraz daha artıp çoğalıyorlar.</p> <p style="text-align: left">-Hayatında hiç yalan söylediğini duydunuz mu?</p> <p style="text-align: left">-Hayır, O’nu hiçbirimiz yalan söylerken duymadık.</p> <p style="text-align: left">Ve işte mektubun tesirinden sonra, henüz müslümanların en amansız düşmanı olan Ebu Süfyan’dan aldığı bu cevaplarla çarpılan Hirakl, kendini tutamayarak şöyle dedi:</p> <p style="text-align: left">-Bir insanın bunca zaman, insanlara yalan söylemekten kaçınıp da Allah’a karşı yalan söylemesi düşünülemez.</p><p><strong><p style="text-align: left">Sözünün Eriydi</p><p></strong><p style="text-align: left">Kırk yaşına kadar O’nun hilâf-ı vâki bir söz söylediğini veya sözünde durmadığını bir kimse, ne görmüş ne de duymuştu. Daha sonra sahâbe olma şerefine eren bir zat diyor ki: “Cahiliye devrinde Allah Resûlü’yle bir yerde buluşmak üzere anlaşmıştık.” -Yukarıda da arzettim. Cahiliye yaşadığı devrin adıdır. Yoksa O gönlü apaydın insan hiçbir zaman cahiliye devri yaşamamıştır. O hep resûllere has bir hayat çizgisi takip etmiştir. Fakat, diyor bu sahâbe: “Ben verdiğim sözü unuttum. Üç gün sonra hatırladığımda koşarak anlaştığım yere gittim.. baktım ki Allah Resûlü orada bekliyor. Bana ne kızdı ne de darıldı. Sadece: “Ey genç! Bana meşakkat verdin. Üç gündür seni burada bekliyorum” dedi.</p><p><strong><p style="text-align: left">Peygamber Efendimizde Emniyet</p><p></strong><p style="text-align: left">Efendimiz, evvela Allah’tan aldığı mesajlara karşı emîndir.. O’nun zerre kadar emanete ihaneti düşünülemez. Sonra bütün mahlûkata karşı emîndir. Herkes O’na itimat eder. Çünkü, evvela, O herkese karşı emniyetini göstermiş, emniyet ve güven telkin etmiştir. </p><p><strong><p style="text-align: left">Risalet vazifesine karşı emniyeti</p><p></strong><p style="text-align: left">Allah (cc), Resulü’nü emanete riayet eden bir insan olarak seçmiş ve O da bunun, heyecan ve helecanını bütün hayatı boyunca yaşamıştır. Öyle ki, vahiy geldiğinde, olur da bir kelime kaçırırım diye heyecanlanıyor ve daha Cibrîl bitirmeden O, söylenenleri hıfzetmek için durmadan tekrar ediyordu. Hatta bu mevzuda o kadar çok tehâlük gösteriyordu ki, birgün Kur’ân O’na şöyle diyecekti: </p> <p style="text-align: left">“(Resulüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma! Şüphe etme ki onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak Bize aittir. O halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da Bize aittir” (Kıyame, 75/16-19).</p> <p style="text-align: left">Kur’ân, O’na bir emanet olarak tevdi’ edilmişti.. O da bu kudsî emanette emîn olamamaktan korkuyor ve tir tir titriyordu. Onun için de Allah (cc), O’nu teselli ediyor ve Resulü’nü emanette emîn kılacağı teminâtını veriyordu. </p> <p style="text-align: left">O’nun emanet düşüncesiyle alâkalı diğer bir vak’a: Bedir’de kâfirler esir alınmıştı. Allah Resulü, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’le istişare etti. Hz. Ebu Bekir (ra), esirleri fidye karşılığında salıverilmesi re’yini ileri sürdü. Hz. Ömer (ra) ise hepsinin kılıçtan geçirilmesinden yanaydı. Hatta o, herkesin kendi yakınını öldürmesini istemişti. Allah Resulü (sav), Hz. Ebu Bekr’in re’yine meylederek esirleri fidye karşılığında salıvermişti. Şimdi gerisini hep beraber Hz. Ömer’den dinleyelim:</p> <p style="text-align: left">“Bir yere gidip dönmüştüm. Allah Resulü ve Hz. Ebu Bekr’i ağlar buldum. Evet, ikisi de başlarını yere eğmiş, hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Sebebini sordum; fakat her ikisinde de bana cevap verecek derman yoktu. Israr ettim: Ne olur söyleyin, ağlanacak bir şey var ise ben de sizinle beraber ağlayayım, dedim. Nihayet Allah Resulü ağlayarak biraz evvel şu âyetin nazil olduğunu söyledi. Allah (cc) bu âyette şöyle buyuruyordu: </p> <p style="text-align: left">“Yeryüzünde ağır basıp (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esir bulundurması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için ebedî olan) ahireti istiyor. Allah Azîz’dir, Hâkim’dir” (Enfâl, 8/67).</p> <p style="text-align: left">Eğer, Allah Resûlü’nün, herhangi bir âyeti ketmetmesi düşünülseydi, herhalde ikinci olarak gizlenmesi gereken âyet bu olurdu. Fakat Allah Resûlü, vahye karşı tam bir emniyet insanıydı. Biz, her iki âyeti, ileride Efendimiz’in ismetini anlatırken tekrar ele alacak ve tafsilatıyla, o mevzu ile alâkalı yönünü de arzetmeye çalışacağız.</p> <p style="text-align: left">Batılı meşhur mütefekkir Bernard Shaw diyor ki: “Hz. Muhammed çeşitli yönleriyle insanın başını döndürecek üstünlükleri olan bir insandır. Bu sır insanı, tam ma’nâsıyla anlamak mümkün değildir. Bilhassa O’nun anlaşılamayacak üstünlükte bir yanı vardır ki, o da Allah’a olan güven ve itimadıdır.” Shaw doğru söylüyordu..</p> <p style="text-align: left">Basralı bir genç, yaşlı babasıyla Hacc’a niyetlenir. Mekke’ye giderken yolda babası vefat eder.. eder ama adam, meshe uğramış ve şeklen sevimsiz bir mahlûka benzemiştir. Bu durum zavallı gence o kadar dokunur ki, şaşkına döner ve ne yapacağını bilemez: Şimdi, kimi çağırıp da bu cenazeyi ona gösterecek ve yardım isteyecektir! Bu dertle kıvranırken, aniden üzerine bir ağırlık çöker.. ve uyku ile uyanıklık arası bir halde iken çadır kapısının açıldığını ve güneş yüzlü birisinin içeriye girdiğini görür. Bu gökçek yüzlü zat, babasının cenazesi başında durur, eliyle onun bütün vücudunu sıvazlar, derken, elinin değdiği her yer eski haline döner ve babasının cenazesi pırıl pırıl nûrânî bir insan haline gelir. Genç, hayret içinde ve kendinden geçmiştir. Gelen zat, tam çadırdan çıkacağı sırada genç ileriye atılır: “Allah aşkına söyle, sen kimsin?” der. “Sen beni tanımadın mı? Ben Muhammed’im.” Bunu duyan genç, sevinçten uçacak hale gelir. “Ya Resûlallah bu olanlar nedir? Niçin babamın şekli değişmişti?” Allah Resûlü: “O, devamlı içki içiyordu. Mesh olmasının sebebi buydu” der. Genç: “Teşrifinizin sebebi?” diye sorunca da, Allah Resûlü şu cevabı verir: “Çünkü senin baban, ne zaman benim adım anılsa, bana salavat getirirdi...” </p> <p style="text-align: left">İşte, bu adamın bu kadarcık irtibatı, karşılıksız kalmıyor ve Allah Resûlü, en muhtaç olduğu bir anda onu şefaatle kucaklıyor. Öldüğünü haber alınca ruhâniyeti, Allah’ın izniyle hemen orada hazır oluyor. </p> <p style="text-align: left">Allah Resûlü, insanlar arasında en çok güvenilecek ve kendisine itimat edilecek bir şahsiyettir. Ümmeti de aynı itimada layık olmalıdır. Onun içindir ki, bir âyette şöyle buyrulur: </p> <p style="text-align: left">“Gerçekten Allah size, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah, her şeyi işitici ve her şeyi görücüdür” (Nisâ, 4/58).</p> <p style="text-align: left">Bu âyetin nüzul sebebini Hz. Ali (ra) şöyle anlatıyor: “Mekke fethedilince Efendimiz, Ka’be’nin anahtarlarını, o gün müslüman olmamış olan Osman b. Talhâ’dan alıp, Ka’be’yi bizzat kendisi açtı. Derken, Hz. Abbas gelip anahtarları taleb etti. İhtimal, istikbâlin büyük mü’mini o emanete daha layıktı. Ve aynı zamanda anahtarların ona verilmesi onun gönlünü de açacaktı. Ve öyle de oldu. Evet, bu âyet nâzil olunca Ka’be’nin anahtarları tekrar Osman b. Talhâ’ya verildi. Ve az sonra bu büyük zat müslüman oldu.190 Ancak âyetteki hüküm umumîdir. Zira, Allah Resulü, emanetin ortadan kalkmasını, kıyamet alâmeti olarak saymakta ve şöyle buyurmaktadır: “Emanet zayi olduğunda kıyameti bekleyin!” Sahâbe sorar: “Ya Resulallah! Emanet nasıl zayi olur?” Cevab verir: “İş, ehli olmayana verildiği zaman!” </p> <p style="text-align: left">Evet, emanet çok önemlidir. İşi ehline vermek, bir emanettir, bu da, dünya nizamını ayakta tutacak en mühim âmillerden biridir. Emanetin zayi olması, umûmî dengenin ve nizamın ortadan kalkmasıyla aynı ma’nâya gelir. Böyle bir dünyanın ise, varlığı ile yokluğu müsâvidir. Başka bir hadîslerinde bu hususla alâkalı Allah Resûlü şöyle buyurur: </p> <p style="text-align: left">“ Her birerleriniz râî (çoban) ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz: Devlet reisi bir râî elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl-ü ıyâlinin râîsidir ve raiyyetinden mes’ûldür. Kadın, beyinin hanesinin râîsi ve gözetiminde olan şeylerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının râîsi ve elinin altındakilerden mes’ûldür. Her birerleriniz râî ve her birerleriniz raiyyetinden sorumludur.” </p> <p style="text-align: left">Emanetin bu her şey sayılan ehemmiyetindendir ki, Allah Resulü şöyle buyurur: “<em>Emaneti olmayanın îmanı da yoktur</em>” Elinin altında bulunan emanete riayet etmeyen ve emanetin hakkını görüp gözetmeyen kimsenin îmanı da, tam ve kâmil değildir. </p> <p style="text-align: left">Yani, bir cihetten îmanla emanet, birbirine sebep ve netice gibidirler: Emanete riayet etmeyen bir insan, kâmil mü’min sayılamayacağı gibi, kâmil mü’minlerin dışında da sağlam bir emanet düşüncesi bulmak zordur. Evet, eğer insan kâmil bir mü’min ise o, emanette de emin olacaktır; eğer emanette emin olamıyorsa, îmanı da kâmil değil demektir. </p> <p style="text-align: left">Başka bir hadîslerinde, Allah Resulü, mü’minin tarifini yaparken şöyle buyururlar: “<em>Hakiki mü’min odur ki, insanlar malları ve canları hususunda ona karşı emniyet içindedirler</em>.” </p> <p style="text-align: left">Efendimiz’in sıdkını anlatırken arz ettiğim bir hadîsi -meâl olarak- mevzumuzla alâkalı gördüğüm için tekrar etmek istiyorum. Allah Resûlü meâlen şöyle buyururlar: “Siz bana altı mes’elede söz verin; ben de size cenneti tekeffül edeyim.”</p> <p style="text-align: left">1. “Konuşurken dosdoğru konuşun!” Evet, davranış ve beyânlarınız dosdoğru olsun.. ve sizler bu mevzuda âdeta birer oka benzeyin!</p> <p style="text-align: left">2. “Va’dettiğinizi yerine getirin!” Zaten bunun aksi münafıklık alametidir ki, yukarıda bir nebze bahsedilmişti.</p> <p style="text-align: left">3. “Emanette emin olun!” Bir yerde emin bilindiğinizden dolayı size birşey emanet edilmişse, sakın sizi böyle zannedeni, zannında yalancı çıkarmayın! Hatta, onların hüsn-ü zanlarını ahirette dahi yalan çıkarmamaya bakın! </p> <p style="text-align: left">4. “İffetli olun!” Irz ve namusunuzu koruyun; başkalarının ırz ve namusunu aynen kendi namusunuz gibi muhafaza edin! (Bu bahsi ileride iffet bahsini işlerken tafsilatıyla ele alacağız).</p> <p style="text-align: left">5.“Gözlerinizi harama karşı kapayın!” Size ait olmayan şeylere bakmayın ve istifadesine mezun olmadığınız şeylere göz dikmeyin! </p> <p style="text-align: left">Harama bakmak, kalbi ifsad eder. Bir kudsî hadîste şöyle buyrulur: </p> <p style="text-align: left">“Harama bakmak şeytanın zehirli oklarından bir oktur. (Sizin irade yayınızdan çıkar ve kalbinize saplanır. Veya şeytana ait bu yay, sizin irade elinizdedir). Kim bana saygısından dolayı o bakışı terkederse, onun kalbine öyle bir îman salarım ki, onun zevkini bütün kalbinde hisseder.” </p> <p style="text-align: left">6. “Elinizi başkalarına zarar vermekten uzak tutun! ” Hiç kimseye ve hiçbir şekilde kötülük yapmayın!</p> <p style="text-align: left">İşte, bir bakıma emniyet insanı olmanın şartları sayılan bu maddelere riayet eden bir insan, emin olarak yaşar, ahiretini de bu şekilde emniyet ve garanti altına almış olur. Zaten bu mevzûda, Allah Resûlü’ne söz verene, O da Cennet sözü vermektedir.</p><p><strong><p style="text-align: left"> </p></strong></p><p style="text-align: left"><strong></p></strong></p><p style="text-align: left"><strong></p></strong></p><p style="text-align: left"><strong></p></strong></p><p style="text-align: left"><strong>Ey ümit tomurcukları!</p><p></strong><p style="text-align: left">Din hakikatını yeniden yeryüzüne getirip ikame edecek sizlersiniz. Siz öyle bir kökün sürgünleri ve öyle bir ışık kaynağının hüzmelerisiniz ki, onlar, tarihin karanlık bir döneminde cihanları ışığa boğdu ve bir “şecere-i tûba” gibi dal, yaprak ve çiçekleriyle her yana yayıldılar. Ve işte o dönemde soylu milletimiz, devletlerarası görüşmelerde, her sözü emir kabul edilen hâkim bir devlet haline gelmişti. -İnşaallah- içinde bulunduğumuz karanlık günleri -ki çok çabuk geçeceğine inanıyorum- atlatarak o aydınlık çağları yine sizler ihyâ edeceksiniz. Yerin altındakiler de, üstündekiler de sizden bunu beklemekte.. ve bilhassa, ruhaniyatıyla her zaman aranızda dolaşan.. bazen siz hissetmeseniz, görmeseniz de başınızı okşayıp, sırtınızı sıvazlayan Hz. Muhammed Aleyhisselâm da, o ümit dolu bakışlarıyla, her çizgisi şefkat bûsesi tebessümleriyle sizden bunu beklemektedir.</p> <p style="text-align: left">Siz, emin insanlar olarak istikametten ayrılmaz ve çevrenize hep emniyet ve itmi’nân mesajları sunabilirseniz.. evet, bunu başarabildiğiniz zaman topyekün insanlığın kalp kapıları, ardına kadar size açılacak ve ilkler gibi siz de, o kalblerde tahtlar kuracaksınız. Unutmayın ki, bu neticeye, daha doğrusu bu zirveye ulaşabilmenin en önemli şartı da emanette emin olmaktır.</p> <p style="text-align: left">Eğer, dünya muvazenesinde yeniden denge unsuru olmak; ve dünyanın kaderiyle alâkalı kararlar alınırken gözünün içine bakılır bir millet haline gelmek istiyorsak -ki, buna mecburuz- o zaman, hakkın, adaletin, istikamet ve güvenin temsilcileri olmalıyız...</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="mihrimah, post: 83477, member: 656"] [B][LEFT]PIRLANTA SERİSİ…[/LEFT] [/B][LEFT]Peygamberlere ait ikinci sıfat, emanet sıfatıdır. Bu kelime Arapça olup, îman ile aynı kökten gelir. “Mü’min” inanan ve emniyet telkin eden insan demektir. Peygamberler, mü’min olarak zirve insan oldukları gibi, emin olma, emniyet telkin etmede de en baştadırlar. Kur’ân-ı Kerîm, onların bu sıfatlarına birçok âyette işaret eder. Şimdi bunlardan birkaçını arz edelim: “Nuh kavmi de peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Nuh, onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin” (Şuarâ, 26/105-108). Nuh, kavmine şöyle diyor: Hâlâ ittikâ edip sakınmayacak mısınız? Ben emniyet telkin eden, emanet sıfatı olan, hiyanete tenezzül etmeyen bir elçiyim. İşte bu âyette bir peygamberin dilinden, peygamberliğe ait bu “emanet” sıfatı dile getirilmektedir. Keza: “Âd kavmi de peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim” (Şuarâ, 26/123-125). Ve: “Semûd (kavmi) de peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Salih, onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim” (Şuarâ, 26/141-143). Keza: “Lût kavmi de, peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Lût, onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim” (Şuarâ, 26/160-162). Peygamberlerin ve Peygamberimiz’in en önemli sıfatı, emanet olduğu gibi, Cibrîl-i Emîn’in de en önemli vasfı yine emanettir. Kur’ân O’nu bize şöyle anlatır: “O, kendisine uyulan, emîn bir elçidir” (Tekvir, 81/21). Evet, Cibrîl, Allah (cc)’a itaatkâr ve O’nun nezdinde ihraz ettiği vazife itibariyle de güvenilir bir elçidir. İşte, Kur’ân da bize bu güvenilirler kaynağından gelmiştir. Allah, “Mü’min”dir. O’nun beyanı emniyet telkin eden bir beyandır. Kur’ân, Allah’ın emin dediği Cibrîl vasıtasıyla gelmiştir. Ve yine bu Kur’ân, O Emin Peygamber’e ve O’nun emniyeti ihraz etmeye namzet kudsiler topluluğu ümmetine indirilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’den herkes derecesine göre mutlaka istifade etmiştir. Cibrîl de bu istifade edenler arasındadır. Birgün kendisi Allah Resûlü’ne şöyle demiştir: “Allah (cc) Kur’ân’ında benim için “Emîn” ifadesini kullanıncaya kadar akibetimden endişe içindeydim. Bu ifadeyi duyduktan sonra iliklerime kadar emniyetle doldum...” [/LEFT] [B][LEFT] Cahiliye O’nu “Emin” Tanımıştı[/LEFT] [/B][LEFT]Mekkeli O’na mücerred adıyla değil, ismine “el-Emin” sıfatını ekliyor ve öyle hitap ediyordu.. evet, O bu sıfatıyla meşhurdu. Kâ’be tamir edilmiş ve Hacerü’l-Esved’in (Biz Es’ad: Mutlu Taş diyelim) tekrar eski yerine konulması büyük bir mes’ele haline gelmişti. Kabileler kılıçlarını yarıya kadar sıyırmış ve herkes bu şerefin kendine ait olmasını istiyordu. Sonunda şöyle bir karara vardılar. Kâ’be’ye ilk girenin hakemliğini kabul edeceklerdir. Herkes merakla bekliyordu.. ve tabii, Allah Resulü’nün hiçbir şeyden haberi yoktu. O’nun dosta-düşmana güven telkin eden gül yüzü görününce, oradakiler sevinçlerinden havaya zıplayıp “Emin” geliyor, dediler ve O’nun hükmüne kayıtsız şartsız razı olacaklarını söylediler... Zira O’na güvenleri tamdı. Allah Resûlü o gün henüz peygamber olarak vazifelendirilmemişti ama, herkesin itimat edeceği bir insandı ve bir peygambere ait bütün vasıfları üzerinde taşıyordu. Evet, fazîlet odur ki, düşmanlar dahi kabul ve tasdik etsin. İşte, -o güne göre- Efendimiz (sav)’in en azılı düşmanı Ebu Süfyan’ın, O’nun doğruluğunu tasdiki: Allah Resulü etraftaki hükümdarlara nâmeler gönderiyordu. Bu mektuplardan birini de, Roma imparatoru Hirakl’e (Hireklius) göndermişti. Hirakl, mektubu baştan sona okudu. O sırada Şam bölgesinde bulunan Ebu Süfyan’ı çağırttı ve aralarında şu şekilde bir muhâvere cereyan etti: -O’na daha ziyade ittiba edenler kimlerdir, zenginler mi fakirler mi? -Fakirler. -Hiç O’na inananlardan dönenler oldu mu? -Şimdiye kadar hayır. -Artıyorlar mı, eksiliyorlar mı? -Her geçen gün biraz daha artıp çoğalıyorlar. -Hayatında hiç yalan söylediğini duydunuz mu? -Hayır, O’nu hiçbirimiz yalan söylerken duymadık. Ve işte mektubun tesirinden sonra, henüz müslümanların en amansız düşmanı olan Ebu Süfyan’dan aldığı bu cevaplarla çarpılan Hirakl, kendini tutamayarak şöyle dedi: -Bir insanın bunca zaman, insanlara yalan söylemekten kaçınıp da Allah’a karşı yalan söylemesi düşünülemez.[/LEFT] [B][LEFT]Sözünün Eriydi[/LEFT] [/B][LEFT]Kırk yaşına kadar O’nun hilâf-ı vâki bir söz söylediğini veya sözünde durmadığını bir kimse, ne görmüş ne de duymuştu. Daha sonra sahâbe olma şerefine eren bir zat diyor ki: “Cahiliye devrinde Allah Resûlü’yle bir yerde buluşmak üzere anlaşmıştık.” -Yukarıda da arzettim. Cahiliye yaşadığı devrin adıdır. Yoksa O gönlü apaydın insan hiçbir zaman cahiliye devri yaşamamıştır. O hep resûllere has bir hayat çizgisi takip etmiştir. Fakat, diyor bu sahâbe: “Ben verdiğim sözü unuttum. Üç gün sonra hatırladığımda koşarak anlaştığım yere gittim.. baktım ki Allah Resûlü orada bekliyor. Bana ne kızdı ne de darıldı. Sadece: “Ey genç! Bana meşakkat verdin. Üç gündür seni burada bekliyorum” dedi.[/LEFT] [B][LEFT]Peygamber Efendimizde Emniyet[/LEFT] [/B][LEFT]Efendimiz, evvela Allah’tan aldığı mesajlara karşı emîndir.. O’nun zerre kadar emanete ihaneti düşünülemez. Sonra bütün mahlûkata karşı emîndir. Herkes O’na itimat eder. Çünkü, evvela, O herkese karşı emniyetini göstermiş, emniyet ve güven telkin etmiştir. [/LEFT] [B][LEFT]Risalet vazifesine karşı emniyeti[/LEFT] [/B][LEFT]Allah (cc), Resulü’nü emanete riayet eden bir insan olarak seçmiş ve O da bunun, heyecan ve helecanını bütün hayatı boyunca yaşamıştır. Öyle ki, vahiy geldiğinde, olur da bir kelime kaçırırım diye heyecanlanıyor ve daha Cibrîl bitirmeden O, söylenenleri hıfzetmek için durmadan tekrar ediyordu. Hatta bu mevzuda o kadar çok tehâlük gösteriyordu ki, birgün Kur’ân O’na şöyle diyecekti: “(Resulüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma! Şüphe etme ki onu toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak Bize aittir. O halde, Biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da Bize aittir” (Kıyame, 75/16-19). Kur’ân, O’na bir emanet olarak tevdi’ edilmişti.. O da bu kudsî emanette emîn olamamaktan korkuyor ve tir tir titriyordu. Onun için de Allah (cc), O’nu teselli ediyor ve Resulü’nü emanette emîn kılacağı teminâtını veriyordu. O’nun emanet düşüncesiyle alâkalı diğer bir vak’a: Bedir’de kâfirler esir alınmıştı. Allah Resulü, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’le istişare etti. Hz. Ebu Bekir (ra), esirleri fidye karşılığında salıverilmesi re’yini ileri sürdü. Hz. Ömer (ra) ise hepsinin kılıçtan geçirilmesinden yanaydı. Hatta o, herkesin kendi yakınını öldürmesini istemişti. Allah Resulü (sav), Hz. Ebu Bekr’in re’yine meylederek esirleri fidye karşılığında salıvermişti. Şimdi gerisini hep beraber Hz. Ömer’den dinleyelim: “Bir yere gidip dönmüştüm. Allah Resulü ve Hz. Ebu Bekr’i ağlar buldum. Evet, ikisi de başlarını yere eğmiş, hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Sebebini sordum; fakat her ikisinde de bana cevap verecek derman yoktu. Israr ettim: Ne olur söyleyin, ağlanacak bir şey var ise ben de sizinle beraber ağlayayım, dedim. Nihayet Allah Resulü ağlayarak biraz evvel şu âyetin nazil olduğunu söyledi. Allah (cc) bu âyette şöyle buyuruyordu: “Yeryüzünde ağır basıp (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esir bulundurması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için ebedî olan) ahireti istiyor. Allah Azîz’dir, Hâkim’dir” (Enfâl, 8/67). Eğer, Allah Resûlü’nün, herhangi bir âyeti ketmetmesi düşünülseydi, herhalde ikinci olarak gizlenmesi gereken âyet bu olurdu. Fakat Allah Resûlü, vahye karşı tam bir emniyet insanıydı. Biz, her iki âyeti, ileride Efendimiz’in ismetini anlatırken tekrar ele alacak ve tafsilatıyla, o mevzu ile alâkalı yönünü de arzetmeye çalışacağız. Batılı meşhur mütefekkir Bernard Shaw diyor ki: “Hz. Muhammed çeşitli yönleriyle insanın başını döndürecek üstünlükleri olan bir insandır. Bu sır insanı, tam ma’nâsıyla anlamak mümkün değildir. Bilhassa O’nun anlaşılamayacak üstünlükte bir yanı vardır ki, o da Allah’a olan güven ve itimadıdır.” Shaw doğru söylüyordu.. Basralı bir genç, yaşlı babasıyla Hacc’a niyetlenir. Mekke’ye giderken yolda babası vefat eder.. eder ama adam, meshe uğramış ve şeklen sevimsiz bir mahlûka benzemiştir. Bu durum zavallı gence o kadar dokunur ki, şaşkına döner ve ne yapacağını bilemez: Şimdi, kimi çağırıp da bu cenazeyi ona gösterecek ve yardım isteyecektir! Bu dertle kıvranırken, aniden üzerine bir ağırlık çöker.. ve uyku ile uyanıklık arası bir halde iken çadır kapısının açıldığını ve güneş yüzlü birisinin içeriye girdiğini görür. Bu gökçek yüzlü zat, babasının cenazesi başında durur, eliyle onun bütün vücudunu sıvazlar, derken, elinin değdiği her yer eski haline döner ve babasının cenazesi pırıl pırıl nûrânî bir insan haline gelir. Genç, hayret içinde ve kendinden geçmiştir. Gelen zat, tam çadırdan çıkacağı sırada genç ileriye atılır: “Allah aşkına söyle, sen kimsin?” der. “Sen beni tanımadın mı? Ben Muhammed’im.” Bunu duyan genç, sevinçten uçacak hale gelir. “Ya Resûlallah bu olanlar nedir? Niçin babamın şekli değişmişti?” Allah Resûlü: “O, devamlı içki içiyordu. Mesh olmasının sebebi buydu” der. Genç: “Teşrifinizin sebebi?” diye sorunca da, Allah Resûlü şu cevabı verir: “Çünkü senin baban, ne zaman benim adım anılsa, bana salavat getirirdi...” İşte, bu adamın bu kadarcık irtibatı, karşılıksız kalmıyor ve Allah Resûlü, en muhtaç olduğu bir anda onu şefaatle kucaklıyor. Öldüğünü haber alınca ruhâniyeti, Allah’ın izniyle hemen orada hazır oluyor. Allah Resûlü, insanlar arasında en çok güvenilecek ve kendisine itimat edilecek bir şahsiyettir. Ümmeti de aynı itimada layık olmalıdır. Onun içindir ki, bir âyette şöyle buyrulur: “Gerçekten Allah size, emanetleri ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah, her şeyi işitici ve her şeyi görücüdür” (Nisâ, 4/58). Bu âyetin nüzul sebebini Hz. Ali (ra) şöyle anlatıyor: “Mekke fethedilince Efendimiz, Ka’be’nin anahtarlarını, o gün müslüman olmamış olan Osman b. Talhâ’dan alıp, Ka’be’yi bizzat kendisi açtı. Derken, Hz. Abbas gelip anahtarları taleb etti. İhtimal, istikbâlin büyük mü’mini o emanete daha layıktı. Ve aynı zamanda anahtarların ona verilmesi onun gönlünü de açacaktı. Ve öyle de oldu. Evet, bu âyet nâzil olunca Ka’be’nin anahtarları tekrar Osman b. Talhâ’ya verildi. Ve az sonra bu büyük zat müslüman oldu.190 Ancak âyetteki hüküm umumîdir. Zira, Allah Resulü, emanetin ortadan kalkmasını, kıyamet alâmeti olarak saymakta ve şöyle buyurmaktadır: “Emanet zayi olduğunda kıyameti bekleyin!” Sahâbe sorar: “Ya Resulallah! Emanet nasıl zayi olur?” Cevab verir: “İş, ehli olmayana verildiği zaman!” Evet, emanet çok önemlidir. İşi ehline vermek, bir emanettir, bu da, dünya nizamını ayakta tutacak en mühim âmillerden biridir. Emanetin zayi olması, umûmî dengenin ve nizamın ortadan kalkmasıyla aynı ma’nâya gelir. Böyle bir dünyanın ise, varlığı ile yokluğu müsâvidir. Başka bir hadîslerinde bu hususla alâkalı Allah Resûlü şöyle buyurur: “ Her birerleriniz râî (çoban) ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz: Devlet reisi bir râî elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl-ü ıyâlinin râîsidir ve raiyyetinden mes’ûldür. Kadın, beyinin hanesinin râîsi ve gözetiminde olan şeylerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının râîsi ve elinin altındakilerden mes’ûldür. Her birerleriniz râî ve her birerleriniz raiyyetinden sorumludur.” Emanetin bu her şey sayılan ehemmiyetindendir ki, Allah Resulü şöyle buyurur: “[I]Emaneti olmayanın îmanı da yoktur[/I]” Elinin altında bulunan emanete riayet etmeyen ve emanetin hakkını görüp gözetmeyen kimsenin îmanı da, tam ve kâmil değildir. Yani, bir cihetten îmanla emanet, birbirine sebep ve netice gibidirler: Emanete riayet etmeyen bir insan, kâmil mü’min sayılamayacağı gibi, kâmil mü’minlerin dışında da sağlam bir emanet düşüncesi bulmak zordur. Evet, eğer insan kâmil bir mü’min ise o, emanette de emin olacaktır; eğer emanette emin olamıyorsa, îmanı da kâmil değil demektir. Başka bir hadîslerinde, Allah Resulü, mü’minin tarifini yaparken şöyle buyururlar: “[I]Hakiki mü’min odur ki, insanlar malları ve canları hususunda ona karşı emniyet içindedirler[/I].” Efendimiz’in sıdkını anlatırken arz ettiğim bir hadîsi -meâl olarak- mevzumuzla alâkalı gördüğüm için tekrar etmek istiyorum. Allah Resûlü meâlen şöyle buyururlar: “Siz bana altı mes’elede söz verin; ben de size cenneti tekeffül edeyim.” 1. “Konuşurken dosdoğru konuşun!” Evet, davranış ve beyânlarınız dosdoğru olsun.. ve sizler bu mevzuda âdeta birer oka benzeyin! 2. “Va’dettiğinizi yerine getirin!” Zaten bunun aksi münafıklık alametidir ki, yukarıda bir nebze bahsedilmişti. 3. “Emanette emin olun!” Bir yerde emin bilindiğinizden dolayı size birşey emanet edilmişse, sakın sizi böyle zannedeni, zannında yalancı çıkarmayın! Hatta, onların hüsn-ü zanlarını ahirette dahi yalan çıkarmamaya bakın! 4. “İffetli olun!” Irz ve namusunuzu koruyun; başkalarının ırz ve namusunu aynen kendi namusunuz gibi muhafaza edin! (Bu bahsi ileride iffet bahsini işlerken tafsilatıyla ele alacağız). 5.“Gözlerinizi harama karşı kapayın!” Size ait olmayan şeylere bakmayın ve istifadesine mezun olmadığınız şeylere göz dikmeyin! Harama bakmak, kalbi ifsad eder. Bir kudsî hadîste şöyle buyrulur: “Harama bakmak şeytanın zehirli oklarından bir oktur. (Sizin irade yayınızdan çıkar ve kalbinize saplanır. Veya şeytana ait bu yay, sizin irade elinizdedir). Kim bana saygısından dolayı o bakışı terkederse, onun kalbine öyle bir îman salarım ki, onun zevkini bütün kalbinde hisseder.” 6. “Elinizi başkalarına zarar vermekten uzak tutun! ” Hiç kimseye ve hiçbir şekilde kötülük yapmayın! İşte, bir bakıma emniyet insanı olmanın şartları sayılan bu maddelere riayet eden bir insan, emin olarak yaşar, ahiretini de bu şekilde emniyet ve garanti altına almış olur. Zaten bu mevzûda, Allah Resûlü’ne söz verene, O da Cennet sözü vermektedir.[/LEFT] [B][LEFT] Ey ümit tomurcukları![/LEFT] [/B][LEFT]Din hakikatını yeniden yeryüzüne getirip ikame edecek sizlersiniz. Siz öyle bir kökün sürgünleri ve öyle bir ışık kaynağının hüzmelerisiniz ki, onlar, tarihin karanlık bir döneminde cihanları ışığa boğdu ve bir “şecere-i tûba” gibi dal, yaprak ve çiçekleriyle her yana yayıldılar. Ve işte o dönemde soylu milletimiz, devletlerarası görüşmelerde, her sözü emir kabul edilen hâkim bir devlet haline gelmişti. -İnşaallah- içinde bulunduğumuz karanlık günleri -ki çok çabuk geçeceğine inanıyorum- atlatarak o aydınlık çağları yine sizler ihyâ edeceksiniz. Yerin altındakiler de, üstündekiler de sizden bunu beklemekte.. ve bilhassa, ruhaniyatıyla her zaman aranızda dolaşan.. bazen siz hissetmeseniz, görmeseniz de başınızı okşayıp, sırtınızı sıvazlayan Hz. Muhammed Aleyhisselâm da, o ümit dolu bakışlarıyla, her çizgisi şefkat bûsesi tebessümleriyle sizden bunu beklemektedir. Siz, emin insanlar olarak istikametten ayrılmaz ve çevrenize hep emniyet ve itmi’nân mesajları sunabilirseniz.. evet, bunu başarabildiğiniz zaman topyekün insanlığın kalp kapıları, ardına kadar size açılacak ve ilkler gibi siz de, o kalblerde tahtlar kuracaksınız. Unutmayın ki, bu neticeye, daha doğrusu bu zirveye ulaşabilmenin en önemli şartı da emanette emin olmaktır. Eğer, dünya muvazenesinde yeniden denge unsuru olmak; ve dünyanın kaderiyle alâkalı kararlar alınırken gözünün içine bakılır bir millet haline gelmek istiyorsak -ki, buna mecburuz- o zaman, hakkın, adaletin, istikamet ve güvenin temsilcileri olmalıyız...[/LEFT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Emanet
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst