Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
Resûlüllah (Aleyhisselatü Vesselam)
Peygamberimizin Hayatı
Efendimizin Dünyaya Gelişi ve Çocukluğu
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="müdavim" data-source="post: 175112" data-attributes="member: 5987"><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"> </span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"><span style="color: Red">Efendimiz Sadoğulları Yurdunda </span></span></span></p><p> <span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Bütün bu garibliklerden sonra, Halime ve kocası, yurtlarına vardılar.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Artık, nur yüzlü Kâinatın Efendisi, Sa'd Oğullan yurdundaydı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">O sırada, Sa'd Oğulları beldesinde müthiş bir kıtlık ve kuraklık hâkimdi: Bereketi kesilmiş topraklar, susuz kuyu ve çeşmeler, solgun yüzler ve zaîflikten ayakta duracak mecali kalmamış hayvanlar...</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Fakat, Peygamber Efendimizin ayak bastığı hanenin manzarası birden değişiverdi. Daha önce yiyecek ot bulamayan hayvanları, şimdi tıkabasa doyuveriyorlardı. Memeleri dolup taşıyor, bir rahmet çeşmesi gibi devamlı süt akıtıyorlardı. Solgun yüzler yoktu artık Halime'nin evinde...</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Beldenin şâir sakinleri, yine kıtlık içinde, yine sıkıntı çemberinde kıvranıyorlardı! Hayvanları hâlâ zaîf, nahif ve istenilen sütü veremiyordu!</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Sanki, Peygamberimizi "yetim" diyerek almayanlar, mâruz kaldıkları mahrumiyet içinde bırakılmakla cezalandırılıyorlardı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Yayla halkı, gözleriyle gördükleri bu durum karşısında meraklarından çatlayacak hâle gelmişlerdi. Olup bitenlere bir mânâ veremiyorlardı. Kabahati çobanlarında buluyorlar ve onlara çıkışıyorlardı: "Gidin, görün bakalım! Halime'nin çobanı, koyunlarını nasıl doyurmuş? Yürürken memelerinden şıpır şıpır süt damlıyor! Kim bilir, koyunlarını nerede otlatıyor! Siz de onun gittiği yere gidip koyunları orada otlatsanız ya!.."</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Çobanlar, efendilerinin bu çıkışlarında haksız olduklarını, adları gibi biliyorlardı. Halime'nin çobanının koyunlarını otlattığı yerin, kendilerinin otlattığı yerden hiçbir farkı yoktu. Bunun için de itiraz ediyorlardı. Ama itirazları hiçbir fayda vermiyordu. Efendilerinin bu sefer şu sözlerine muhatab oluyorlardı:</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">"Peki, sizin sürülerin koyunları açlıktan kendilerini zar zor taşıyorlar da, onunkiler neden tıkabasa tok, hem de memeleri sütle dolu olarak dönüyor?"</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Ne çobanlar ve ne de efendileri bu soruya cevap bulamıyorlardı; sâdece birbirlerine hayret ve şaşkınlık dolu bakışlarla bakıp kalıyorlardı!</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Elbette bunun bir sebebi vardı; ve bu sebebi, henüz o zaman Hz. Halime ile kocasından başkası bilmiyordu. Çobanların gelip sebebini sormaları üzerine, Halime onlara şu cevabı verdi:</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">"Vallahi, bu iş ne ot, ne de otlak işidir! Bu iş, Rabbimin sırlarından bir sırdır. Her şey Mekke'den dönüşümüzle birlikte başladı!"</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Tabiî ki, çobanlar, bu sözlerden pek bir şey anlamıyorlardı ve meraklarından da kurtulamıyorlardı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Yayla halkının akıl erdiremediği sır şuydu:</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Kâinatın yegâne sahibi olan Allah, en sevdiği insan olan Peygamberimizi evlerine misafir etme âlicenâblığını gösterdiklerinden dolayı Halime'lerin evine rahmet hazinesinden bol bol ihsan ve ikramda bulunuyordu.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Halime ve kocası, bunun gayet iyi farkında idiler. Bu sebeple nur yavruya bambaşka bir gözle bakıyorlardı. Âdeta onu uçan kuştan, doğan güneşten koruyorlardı. Büyük bir sevgi ve dikkat ile üzerinde titriyorlardı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"><span style="color: Red">YAYLA KURAKLIKTAN KURTULUYOR!</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Sa'd Oğullan yaylasında aylardır hüküm süren kuraklık ve kıtlık hâlâ son bulmuş değildi. Yayla halkı, her hafta kendi inanç ve geleneklerine göre yağmur duasına çıkmaya devam ediyordu. Fakat, her seferinde de elleri boş ve mahzun dönüyorlardı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Bir Cuma günüydü.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Kadınlı erkekli bütün kabîle halkı, yanlarına aç develerini, sütsüz koyunlarını da alarak, bir tepenin üzerine, yine yağmur duasında bulunmak için çıkmışlardı. Putlarına kurbanlar kestikten sonra, duaya başladılar. Yalvarmalar yakarmalar, Âlemlerin Rabbine, yağmur göndermesi için yapılıyordu. Saatlerce dua ettikleri hâlde yere tek bir yağmur damlası düşmedi.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Kalabalığın içinde Sevgili Peygaberimizin süt annesi Halime ve kocası Haris de vardı. Halime, gözlerden sakındığı Kâinatın Efendisi yavruyu kalabalığa alıp getirmemiş, süt kardeşi Üneysi'nin yanında evde bırakmıştı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Duanın sonuna gelinmişti. Herkes ümitsiz ve bitkindi. Artık dönmeye hazırlanıyorlardı. Bu sırada Halime'nin komşusu bir kadın, duasını bitirmek üzere olan rahibe yaklaştı ve râhib duasını bitirince de, "Râhib efendi, biz bu kadar dua ettik, fakat bir netice alamadık. İçimizde hayırlı uğurlu biri olsa, belki Âlemlerin Rabbi duamızı kabul ederdi." dedi.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Râhib, yaşlı kadının bu sözünden rahatsız gibi oldu ve, "Biz, O'na dua ederiz; ama O'nun ne yapacağını bilmeyiz. Doğruyu ve hayırlıyı ancak O bilir." diye konuştu.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Yaşlı kadın, bu sefer asıl maksadını açıkça söyledi: "Biliyorum, dedikleriniz doğru. Ama benim söylemek istediğim şey başka. Bizim komşumuz Halime'nin evinde, Mekkeli bir çocuk var. O geldiği günden beri Halime'nin evi bereketle dolup taşıyor. Çok hayırlı, çok uğurlu bir çocuk olarak görünüyor. Bir de onu buraya gelirsek... Belki ayağı uğurlu gelir! Onun yüzü suyu hürmetine Âlemlerin Rabbi duamızı kabul eder ve bizi yağmura kavuşturur!"</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Râhib önce tereddüt geçirdi. Kadın ısrar edince, Efendimizin getirilmesine razı oldu.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Yaşlı kadın, Halime'yi arayıp buldu ve rahibe yaptığı teklifi kendisine anlattı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Fikir, Halime'nin de aklına yattı. Çünkü, nur yavrunun bereketli ve hayırlı bir çocuk olduğuna en çok kendisi şâhid olmuştu. Koşarak eve vardılar. Peygamberimizi, süt annesi kucakladı. Kundakladıktan sonra, yakıcı güneşin tesirinden korumak için de yüzünü bir bezle kapadılar ve dışarı çıktılar.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Güneş, kızgın oklarını yeryüzüne olanca şiddetiyle saplıyordu. Yerden sanki alev alev ateş yükseliyordu. Evden çıkıp biraz yürüdükten sonra, gözleri garib bir şeye ilişti: Bir bulut, kendileriyle beraber gidiyordu! Önce mühimsemediler; "Olabilir." diyerek yürüdüler. Fakat, bu küçük bulut kendilerini terketmiyordu. Âdeta, onları, güneşin kavurucu sıcaklığından korumak için bir şemsiye vazifesi görüyordu. İster istemez hayrete kapıldılar ve şaşırdılar. Bir taraftan da sevindiler. Artık nur yavrunun yüzünü bezle örtmeye de ihtiyaç kalmamıştı. Örtü kaldırılınca, şirin gözler süt annesine tatlı tatlı baktı. Sanki, tebessümüyle, "O bulut beni gölgeliyor." der gibiydi.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Buluttan şemsiye altında yollarına devam edip kalabalığa karıştılar. Önce yapılan tekliften rahatsız olan râhib, bu sefer onları güleryüzle karşıladı. Çünkü, o da, Halime ve arkadaşının, evden çıkar çıkmaz, bir bulut tarafından gölgelendiklerini uzaktan görmüştü!</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Râhib, Peygamberimizi süt annesinin kucağından aldı ve kalabalığa seslendi: "Ey insanlar!.. Bu, bulunduğu eve bereket getiren Mekkeli çocuktur! Bu hayırlı yavruya olan sevgisi ve lûtfu ile, yağmur vermesi için Âlemlerin Rabbine hep beraber dua edelim!" </span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Eller tekrar açıldı ve dudaklar yeni bir heyecanla duaya başladı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Peygaberimiz bir nur yumağı hâlinde rahibin kucağında duruyordu. Râhib, bütün dikkatiyle nur saçan gözlere bakıyor ve âdeta hâl diliyle "Bu güzel çocuğun yüzü suyu hürmetine bize yağmur ihsan et." diye Cenâbı Hakk'a yalvarıyordu!</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Herkes Yüce Allah'a yalvarırken, Peygamberimizin nur saçan gözleri, ümitle gökyüzüne dikildi. Râhib ise, nur yavrunun iri ve bebekleri pek siyah, güzellikte eşsiz gözlerine kendini kaptırmış ve âdeta her şeyi birden unutuvermişti.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Artık aylardır süren hasretli ve hüzünlü bekleyişin son anları yaklaşıyordu. Peygamberimizin başı üzerindeki küçücük bulutun birden büyümeye ve ufuklara doğru yayılmaya başladığı görüldü. Kısa zamanda o küçük bulut, yerini, bütün gökyüzünü kaplayan kocaman bir buluta terketti. Dua seslerine birden sevinç çığlıkları karıştı. Yağmurun müjdecisi bulutlar geldiğine göre, rahmetin de gelmesi yakındı. Az sonra sevinç çığlıklarıyla ortalık çınladı: "Yağmur!" "Yağmur!" "Yağmur!"</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Evet, îkaz mahiyetindeki iki haftalık bir mahrumiyet içinde kalma, Sa'd Oğullarının dikkatini çekmek için kâfi görülmüştü. Nur yavrunun yüzü suyu hürmetine, Sa'd Oğullan yurduna lâtif, berrak ve tatlı yağmur damlaları, Cenâbı Hakk'ın rahmet hazinesinden ahenkli ahenkli inmeye başladı. Güya rahmet tecessüm ederek damlalar suretinde yeryüzüne akıyor, ümitsiz yüzlere ümit ve tatlılık bahşediyordu. İnsanlar gibi kuraklıktan çatlak çatlak olan yeryüzü de mis gibi kokusuyla sevincini izhar ediyordu.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Yağmura kavuşan halk, aylardır devam ettikleri dualarının kabul edilmeyip, o gün kabul edilişinin sırrını yine de bilemediler. Çünkü, o, bir sırdı. Şimdilik bir sır olarak da kalacaktı. Rahmet vesilesi, henüz bir bebekti! Ama insanlar nazarında bir bebekti. Hakikatte o, Allah'ın ve meleklerin kendisini çok iyi tanıdıkları, Allah'ın sevgili kulu, Peygamberler Peygamberi, İki Cihanın Güneşi Hz. Muhammed'di (s.a.v.).</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Sa'd Oğullan yurdunun yüzünü güldüren rahmet, aralıklarla tam bir hafta devam etti.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Toprak, yağan yağmuru iliklerine kadar içerek doydu. Otlar yeniden fışkırdı, ağaçlar yemyeşil körpe filizler verdi. Ekinler boy attı, koyunların memeleri sütle dolmaya başladı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Yağmura kavuşanlar arasında ancak birkaçı, rahmete vesile teşkil eden sebebi bildiler. Kendi aralarında şöyle konuştular: "Bu çocuk, çok uğurlu ve hayırlı bir çocuk!"</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Saf ve geniş ufuklu çölde hava temiz ve güzeldi. Çocukların çabucak gelişmesine ve sıhhatli büyümelerine oldukça elverişliydi.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Sevgili Peygamberimizin büyümesi de diğer çocuklardan farklı oldu: Sekiz aylık iken konuşmaya başladı. Dokuz aylıkken konuşması oldukça düzgün ve pürüzsüzdü. Onuncu ayında ise, artık diğer çocuklarla ok atacak kadar kuvvetli ve gürbüz olmuştu.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Peygamber Efendimiz, iki yaşına basınca sütten kesildi. O âna kadar, Halime'lerin ve yayla halkı üzerinde bereket, rahmet ve ihsan yağmuru hiç eksik olmadı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Bu yaşında bile Peygamber Efendimiz, akranlarından çok farklı bir güzelliğe, sevimliliğe ve üstün bir ahlâka sahipti. Büyük bir insan gibi ağır başlı ve vakur idi.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"><span style="color: Red">PEYGAMBERİMİZİN, ANNESİNE GETİRİLİŞİ</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Süt çocuklarını geri verme mevsimi gelip çattı. Bununla birlikte, Efendimiz üzerinde kol kanat geren, onu öz evlâdından daha fazla seven Halime'nin de gönlünü bir hüzün bulutu kapladı. Çünkü, ondan ayrılacaktı. Çünkü, Nur Muhammed'in Cennet'i hatırlatan gül kokusundan uzak kalacaktı. </span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Fakat, Mekke'ye götürüp annesine teslim etmekten başka çâresi de yoktu. Öyle yaptılar. Nur Muhammed'i alarak Mekke'ye geldiler ve annesine gönül gözyaşları arasında teslim ettiler.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Sütannenin âlemi hüzünle, gerçek annenin dünyası ise sevinçle dolu idi! Biri öz yavrusuna kavuşmanın saadetini yaşıyor, diğeri ondan ayrılmanın ateşinde tutuşmuş, yanıyordu!</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">O anda sütanne Halime'ye, sanki bir ilham geldi ve yalvarırcasına, bütün samimîyetiyle şu teklifi yaptı:</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">"Ne olur, oğlumu biıraz daha yanımda bırakamaz mısınız? Hem ben, ona Mekke vebasının bulaşmasından da korkuyorum!"59</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Bu teklif ve arzu, samimî idi. Sanki cümleler, dudaklardan değil, gönülden kopup gelmişti.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Azîz anne Âmine, bu riyasız ve candan yalvarışa karşı koyamadı ve bir müddet daha ciğerparesinin Sa'd Oğullan yurdunda kalmasına razı oldu.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"><span style="color: Red">PEYGAMBERİMİZ, YİNE BENÎ SA'D YURDUNDA</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Halime muradına ermişti! Arzusunun kabul edilişinin sonsuz hazzı içinde Efendimizle birlikte tekrar yurduna döndü.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Kâinatın Efendisi, artık süt kardeşi Abdullah'la birlikte kuzuları gütmeye de çıkıyordu. Kuzular, onun tatlı tebessümlerine melemeleriyle cevap veriyorlardı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Peygamber Efendimizin gözleri hep göklerde idi. Sanki, orada bir şeyler keşfedecekmiş gibi dikkatli ve ibretli bakıyordu. Sanki, bir el uzanacak ve onu ulvî âlemlere alıp götürecekmiş gibi bekliyordu!</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Bu arada, gözlerden kaçmayan garib bir hâdise vardı: Peygamber Efendimizin başı üzerinde çoğu zaman bir bulut geziyor ve onu güneşten koruyordu.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Artık, gözler ondaydı. Dillerde onun güzelliği, gönüllerde tatlı sevgisi vardı. Konuşulan, onun dürüstlüğü, terbiyesi ve ağırbaşlılığı idi.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Akranları da onun tatlı arkadaşlığına erişmek için âdeta yarış ediyorlardı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">İşte, Sevgili Peygamberimiz, Sa'd Oğulları yaylasında günlerini böylesine huzurlu ve sevinçli geçiriyordu!</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"><span style="color: Red">PEYGAMBER EFENDİMİZİN GÖĞSÜNÜN YARILMASI</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Kuşluk güneşinin her tarafa pırıl pırıl hayat saçtığı güzel bir bahar günüydü.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Nur yüzlü Efendimiz, süt kardeşi Abdullah'la beraber evlerine yakın çayırlıkta kuzularını otlatıyordu. Bir ağacın altında, çimenden yemyeşil halının üzerine oturmuş, tatlı tatlı konuşuyorlardı. Bir müddet sonra da Abdullah, ağacın serin gölgesinde uykuya daldı.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Kâinatın Efendisi ise, oturduğu yerden, kâinatı kuşatan eşsiz güzelliklerin yaratıcısını düşünmeye koyuldu. Bu sırada kuzular yayıla yayıla epeyce uzaklaşmışlardı. Onları geri çevirmek için Peygamberimiz, Abdullah'ın yanından ayrıldı. Bir müddet gittikten sonra, karşısına beyaz elbiseli iki kişinin çıktığını gördü. İkisi de güleryüzlü ve sevimli idiler. Birinin elinde içi karla dolu altın bir tas vardı. Nur yüzlü Efendimizin yanına usulca yaklaştılar. Onu tutup, İlâhî bir halı gibi duran yemyeşil çimenlerin üzerine uzattılar. Efendimizde ne ses, ne seda, ne de telâş vardı. Bu güleryüzlü, bu temiz sîmalı ve bu sevimli insanların kendisine kötülük yapmayacağını biliyordu.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Ağacın serin gölgesinde uyumakta olan Abdullah, bu sırada uyandı. Manzarayı görünce, olanca hızıyla telâşlı telâşlı eve vardı. Gördüğü manzarayı anne ve babasına anlattı. Heyecan ve telâşlarından evlerinden nasıl çıktıklarının farkında bile olamayan Halime ile kocası, bir anda Peygamberimizin yanına vardılar. Fakat, Abdullah'ın anlattıklarından eser yoktu. Ortalıkta kimseler görünmüyordu. Zîra, gelenler, memur edildikleri vazifelerini bir anda bitirip gözden kaybolmuşlardı. Sâdece, ayakta duran Kâinatın Efendisinin benzi uçuktu ve hafiften gülümsüyordu.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Fazlasıyla telâşa kapılan Halime ve kocası, "Ne oldu sana yavrucuğum?.." diye sordular.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"><span style="color: Red">Kâinatın Efendisi şunları anlattı:</span></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">"Yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde içi karla dolu bir tas vardı. Beni tuttular, göğsümü yardılar. Kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan pıhtısı çıkarıp bir yana attılar. Göğsümü ve kalbimi o karla temizledikten sonra ayrılıp gittiler."60</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Aradan yıllar geçecek, kendilerine peygamberlik vazifesi verilecekti.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Bir gün, sahabîlerden bazıları, "Yâ Resûlallah!.. Bize kendinizden bahseder misiniz?" diyeceklerdir.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Resûlullah, "Ben, babam İbrahim'in duasıyım, kardeşim İsa'nın müjdesiyim, annemin ise rüyasıyım! O, bana hâmile iken Şam saraylarını aydınlatan bir nurun kendisinden çıktığını görmüştü." dedikten sonra, bahsi geçen hâdiseyi de şöyle anlatır:</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">"Ben, Sa'd b. Bekr Oğulları yanında emzirilip büyütüldüm. Bir gün süt kardeşimle birlikte evlerimizin arkasında kuzuları otlatıyorduk. O sırada yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde içi karla dolu altın bir tas vardı. Beni tuttular, göğsümü yardılar. Kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan parçası çıkarıp bir yana attılar. Göğsümü ve kalbimi o karla temizlediler."61</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Bu hâdiseyle Peygamber Efendimizin mübarek kalbi, İlâhî bir nur ve Cenâbı Hakk tarafından bir sekînet ve bir ruh ile genişletilmiş oluyordu. Aynı zamanda, Resûlullah Efendimizin nefsi, o yaşından itibaren kutsî duygular ve İlâhî nurlarla te'yid edilerek, her türlü vesvese ve şüpheden temiz hâle getiriliyordu. Burada şunu da hatırlatmak gerekir ki, kalb sâdece çam kozalağı gibi bir et parçası olarak düşünülmemelidir. O, bir Lâtifei Rabbaniye'dir. Meseleye ışık tutması bakımından, Bediüzzaman Hazretlerinin kalble ilgili şu açıklamasını da nazarlara arzetmekte fayda vardır:</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">"Kalbten maksat, sanevberî [çam kozalağı] gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir Lâtifei Rabbaniye'dir ki, mazharı hissiyatı vicdan, ma'kesi efkârı dimağdır. Binâenaleyh, o Lâtifei Rabbaniye'yi tazammum eden o et parçasına kalb tâbirinde şöyle bir letafet çıkıyor ki; o Lâtifei Rabbaniye'nin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cismi sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir. Evet, nasıl ki bütün aktarı bedene maû'lhayatı neşreden o cismi sanevberî, bir makinei hayattır; ve maddî hayat onun işlemesiyle kâimdir; sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar; kezalik o Lâtifei Rabbaniye a'mâl ve ahvâl ve mânevîyatın heyeti mecmuasını hakikî bir nuru hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nuru îmanın sönmesiyle, mahiyeti, meyyiti gayrimüteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır."62</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">Anlaşılan odur ki, maddî kalbin îman, ilim, hikmet, şefkat gibi maneviyatla yakın alâkası vardır; aynı şekilde, maddî temizliğin de manevî temizlikle münâsebeti mevcuttur. Bu itibarla, Resûli Ekrem Efendimizin maddî kalbinin yıkanıp temizlendikten sonra ilim, hikmet, İlâhî nur ve feyizlerle doldurulmasını, akıldan uzak görmemek lâzımdır.63</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">--------------------------------------------------------------------------------</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">59 Ibni Hişam, Sîre, c. 1, s. 173; İbni Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 112; Taberî, Tarih, c. 2, s. 127.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">60 ibni Hişam, Sîre, c. 1, s. 174; ibni Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 112; Taberî, Tarih, c. 2, s. 128.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">İbni Hişam, Sîre, A.g.e., c. 1, s. 175; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 128.</span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray">62 Bediüzzaman Said Nursî, İşaratû'lİ'caz, s. 79. Bkz.: M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, c. 8, 59115915.</span></span></p><p> <span style="font-size: 15px"><span style="color: DarkSlateGray"></span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="müdavim, post: 175112, member: 5987"] [SIZE="4"][COLOR="DarkSlateGray"] [COLOR="Red"]Efendimiz Sadoğulları Yurdunda [/COLOR] Bütün bu garibliklerden sonra, Halime ve kocası, yurtlarına vardılar. Artık, nur yüzlü Kâinatın Efendisi, Sa'd Oğullan yurdundaydı. O sırada, Sa'd Oğulları beldesinde müthiş bir kıtlık ve kuraklık hâkimdi: Bereketi kesilmiş topraklar, susuz kuyu ve çeşmeler, solgun yüzler ve zaîflikten ayakta duracak mecali kalmamış hayvanlar... Fakat, Peygamber Efendimizin ayak bastığı hanenin manzarası birden değişiverdi. Daha önce yiyecek ot bulamayan hayvanları, şimdi tıkabasa doyuveriyorlardı. Memeleri dolup taşıyor, bir rahmet çeşmesi gibi devamlı süt akıtıyorlardı. Solgun yüzler yoktu artık Halime'nin evinde... Beldenin şâir sakinleri, yine kıtlık içinde, yine sıkıntı çemberinde kıvranıyorlardı! Hayvanları hâlâ zaîf, nahif ve istenilen sütü veremiyordu! Sanki, Peygamberimizi "yetim" diyerek almayanlar, mâruz kaldıkları mahrumiyet içinde bırakılmakla cezalandırılıyorlardı. Yayla halkı, gözleriyle gördükleri bu durum karşısında meraklarından çatlayacak hâle gelmişlerdi. Olup bitenlere bir mânâ veremiyorlardı. Kabahati çobanlarında buluyorlar ve onlara çıkışıyorlardı: "Gidin, görün bakalım! Halime'nin çobanı, koyunlarını nasıl doyurmuş? Yürürken memelerinden şıpır şıpır süt damlıyor! Kim bilir, koyunlarını nerede otlatıyor! Siz de onun gittiği yere gidip koyunları orada otlatsanız ya!.." Çobanlar, efendilerinin bu çıkışlarında haksız olduklarını, adları gibi biliyorlardı. Halime'nin çobanının koyunlarını otlattığı yerin, kendilerinin otlattığı yerden hiçbir farkı yoktu. Bunun için de itiraz ediyorlardı. Ama itirazları hiçbir fayda vermiyordu. Efendilerinin bu sefer şu sözlerine muhatab oluyorlardı: "Peki, sizin sürülerin koyunları açlıktan kendilerini zar zor taşıyorlar da, onunkiler neden tıkabasa tok, hem de memeleri sütle dolu olarak dönüyor?" Ne çobanlar ve ne de efendileri bu soruya cevap bulamıyorlardı; sâdece birbirlerine hayret ve şaşkınlık dolu bakışlarla bakıp kalıyorlardı! Elbette bunun bir sebebi vardı; ve bu sebebi, henüz o zaman Hz. Halime ile kocasından başkası bilmiyordu. Çobanların gelip sebebini sormaları üzerine, Halime onlara şu cevabı verdi: "Vallahi, bu iş ne ot, ne de otlak işidir! Bu iş, Rabbimin sırlarından bir sırdır. Her şey Mekke'den dönüşümüzle birlikte başladı!" Tabiî ki, çobanlar, bu sözlerden pek bir şey anlamıyorlardı ve meraklarından da kurtulamıyorlardı. Yayla halkının akıl erdiremediği sır şuydu: Kâinatın yegâne sahibi olan Allah, en sevdiği insan olan Peygamberimizi evlerine misafir etme âlicenâblığını gösterdiklerinden dolayı Halime'lerin evine rahmet hazinesinden bol bol ihsan ve ikramda bulunuyordu. Halime ve kocası, bunun gayet iyi farkında idiler. Bu sebeple nur yavruya bambaşka bir gözle bakıyorlardı. Âdeta onu uçan kuştan, doğan güneşten koruyorlardı. Büyük bir sevgi ve dikkat ile üzerinde titriyorlardı. [COLOR="Red"]YAYLA KURAKLIKTAN KURTULUYOR![/COLOR] Sa'd Oğullan yaylasında aylardır hüküm süren kuraklık ve kıtlık hâlâ son bulmuş değildi. Yayla halkı, her hafta kendi inanç ve geleneklerine göre yağmur duasına çıkmaya devam ediyordu. Fakat, her seferinde de elleri boş ve mahzun dönüyorlardı. Bir Cuma günüydü. Kadınlı erkekli bütün kabîle halkı, yanlarına aç develerini, sütsüz koyunlarını da alarak, bir tepenin üzerine, yine yağmur duasında bulunmak için çıkmışlardı. Putlarına kurbanlar kestikten sonra, duaya başladılar. Yalvarmalar yakarmalar, Âlemlerin Rabbine, yağmur göndermesi için yapılıyordu. Saatlerce dua ettikleri hâlde yere tek bir yağmur damlası düşmedi. Kalabalığın içinde Sevgili Peygaberimizin süt annesi Halime ve kocası Haris de vardı. Halime, gözlerden sakındığı Kâinatın Efendisi yavruyu kalabalığa alıp getirmemiş, süt kardeşi Üneysi'nin yanında evde bırakmıştı. Duanın sonuna gelinmişti. Herkes ümitsiz ve bitkindi. Artık dönmeye hazırlanıyorlardı. Bu sırada Halime'nin komşusu bir kadın, duasını bitirmek üzere olan rahibe yaklaştı ve râhib duasını bitirince de, "Râhib efendi, biz bu kadar dua ettik, fakat bir netice alamadık. İçimizde hayırlı uğurlu biri olsa, belki Âlemlerin Rabbi duamızı kabul ederdi." dedi. Râhib, yaşlı kadının bu sözünden rahatsız gibi oldu ve, "Biz, O'na dua ederiz; ama O'nun ne yapacağını bilmeyiz. Doğruyu ve hayırlıyı ancak O bilir." diye konuştu. Yaşlı kadın, bu sefer asıl maksadını açıkça söyledi: "Biliyorum, dedikleriniz doğru. Ama benim söylemek istediğim şey başka. Bizim komşumuz Halime'nin evinde, Mekkeli bir çocuk var. O geldiği günden beri Halime'nin evi bereketle dolup taşıyor. Çok hayırlı, çok uğurlu bir çocuk olarak görünüyor. Bir de onu buraya gelirsek... Belki ayağı uğurlu gelir! Onun yüzü suyu hürmetine Âlemlerin Rabbi duamızı kabul eder ve bizi yağmura kavuşturur!" Râhib önce tereddüt geçirdi. Kadın ısrar edince, Efendimizin getirilmesine razı oldu. Yaşlı kadın, Halime'yi arayıp buldu ve rahibe yaptığı teklifi kendisine anlattı. Fikir, Halime'nin de aklına yattı. Çünkü, nur yavrunun bereketli ve hayırlı bir çocuk olduğuna en çok kendisi şâhid olmuştu. Koşarak eve vardılar. Peygamberimizi, süt annesi kucakladı. Kundakladıktan sonra, yakıcı güneşin tesirinden korumak için de yüzünü bir bezle kapadılar ve dışarı çıktılar. Güneş, kızgın oklarını yeryüzüne olanca şiddetiyle saplıyordu. Yerden sanki alev alev ateş yükseliyordu. Evden çıkıp biraz yürüdükten sonra, gözleri garib bir şeye ilişti: Bir bulut, kendileriyle beraber gidiyordu! Önce mühimsemediler; "Olabilir." diyerek yürüdüler. Fakat, bu küçük bulut kendilerini terketmiyordu. Âdeta, onları, güneşin kavurucu sıcaklığından korumak için bir şemsiye vazifesi görüyordu. İster istemez hayrete kapıldılar ve şaşırdılar. Bir taraftan da sevindiler. Artık nur yavrunun yüzünü bezle örtmeye de ihtiyaç kalmamıştı. Örtü kaldırılınca, şirin gözler süt annesine tatlı tatlı baktı. Sanki, tebessümüyle, "O bulut beni gölgeliyor." der gibiydi. Buluttan şemsiye altında yollarına devam edip kalabalığa karıştılar. Önce yapılan tekliften rahatsız olan râhib, bu sefer onları güleryüzle karşıladı. Çünkü, o da, Halime ve arkadaşının, evden çıkar çıkmaz, bir bulut tarafından gölgelendiklerini uzaktan görmüştü! Râhib, Peygamberimizi süt annesinin kucağından aldı ve kalabalığa seslendi: "Ey insanlar!.. Bu, bulunduğu eve bereket getiren Mekkeli çocuktur! Bu hayırlı yavruya olan sevgisi ve lûtfu ile, yağmur vermesi için Âlemlerin Rabbine hep beraber dua edelim!" Eller tekrar açıldı ve dudaklar yeni bir heyecanla duaya başladı. Peygaberimiz bir nur yumağı hâlinde rahibin kucağında duruyordu. Râhib, bütün dikkatiyle nur saçan gözlere bakıyor ve âdeta hâl diliyle "Bu güzel çocuğun yüzü suyu hürmetine bize yağmur ihsan et." diye Cenâbı Hakk'a yalvarıyordu! Herkes Yüce Allah'a yalvarırken, Peygamberimizin nur saçan gözleri, ümitle gökyüzüne dikildi. Râhib ise, nur yavrunun iri ve bebekleri pek siyah, güzellikte eşsiz gözlerine kendini kaptırmış ve âdeta her şeyi birden unutuvermişti. Artık aylardır süren hasretli ve hüzünlü bekleyişin son anları yaklaşıyordu. Peygamberimizin başı üzerindeki küçücük bulutun birden büyümeye ve ufuklara doğru yayılmaya başladığı görüldü. Kısa zamanda o küçük bulut, yerini, bütün gökyüzünü kaplayan kocaman bir buluta terketti. Dua seslerine birden sevinç çığlıkları karıştı. Yağmurun müjdecisi bulutlar geldiğine göre, rahmetin de gelmesi yakındı. Az sonra sevinç çığlıklarıyla ortalık çınladı: "Yağmur!" "Yağmur!" "Yağmur!" Evet, îkaz mahiyetindeki iki haftalık bir mahrumiyet içinde kalma, Sa'd Oğullarının dikkatini çekmek için kâfi görülmüştü. Nur yavrunun yüzü suyu hürmetine, Sa'd Oğullan yurduna lâtif, berrak ve tatlı yağmur damlaları, Cenâbı Hakk'ın rahmet hazinesinden ahenkli ahenkli inmeye başladı. Güya rahmet tecessüm ederek damlalar suretinde yeryüzüne akıyor, ümitsiz yüzlere ümit ve tatlılık bahşediyordu. İnsanlar gibi kuraklıktan çatlak çatlak olan yeryüzü de mis gibi kokusuyla sevincini izhar ediyordu. Yağmura kavuşan halk, aylardır devam ettikleri dualarının kabul edilmeyip, o gün kabul edilişinin sırrını yine de bilemediler. Çünkü, o, bir sırdı. Şimdilik bir sır olarak da kalacaktı. Rahmet vesilesi, henüz bir bebekti! Ama insanlar nazarında bir bebekti. Hakikatte o, Allah'ın ve meleklerin kendisini çok iyi tanıdıkları, Allah'ın sevgili kulu, Peygamberler Peygamberi, İki Cihanın Güneşi Hz. Muhammed'di (s.a.v.). Sa'd Oğullan yurdunun yüzünü güldüren rahmet, aralıklarla tam bir hafta devam etti. Toprak, yağan yağmuru iliklerine kadar içerek doydu. Otlar yeniden fışkırdı, ağaçlar yemyeşil körpe filizler verdi. Ekinler boy attı, koyunların memeleri sütle dolmaya başladı. Yağmura kavuşanlar arasında ancak birkaçı, rahmete vesile teşkil eden sebebi bildiler. Kendi aralarında şöyle konuştular: "Bu çocuk, çok uğurlu ve hayırlı bir çocuk!" Saf ve geniş ufuklu çölde hava temiz ve güzeldi. Çocukların çabucak gelişmesine ve sıhhatli büyümelerine oldukça elverişliydi. Sevgili Peygamberimizin büyümesi de diğer çocuklardan farklı oldu: Sekiz aylık iken konuşmaya başladı. Dokuz aylıkken konuşması oldukça düzgün ve pürüzsüzdü. Onuncu ayında ise, artık diğer çocuklarla ok atacak kadar kuvvetli ve gürbüz olmuştu. Peygamber Efendimiz, iki yaşına basınca sütten kesildi. O âna kadar, Halime'lerin ve yayla halkı üzerinde bereket, rahmet ve ihsan yağmuru hiç eksik olmadı. Bu yaşında bile Peygamber Efendimiz, akranlarından çok farklı bir güzelliğe, sevimliliğe ve üstün bir ahlâka sahipti. Büyük bir insan gibi ağır başlı ve vakur idi. [COLOR="Red"]PEYGAMBERİMİZİN, ANNESİNE GETİRİLİŞİ[/COLOR] Süt çocuklarını geri verme mevsimi gelip çattı. Bununla birlikte, Efendimiz üzerinde kol kanat geren, onu öz evlâdından daha fazla seven Halime'nin de gönlünü bir hüzün bulutu kapladı. Çünkü, ondan ayrılacaktı. Çünkü, Nur Muhammed'in Cennet'i hatırlatan gül kokusundan uzak kalacaktı. Fakat, Mekke'ye götürüp annesine teslim etmekten başka çâresi de yoktu. Öyle yaptılar. Nur Muhammed'i alarak Mekke'ye geldiler ve annesine gönül gözyaşları arasında teslim ettiler. Sütannenin âlemi hüzünle, gerçek annenin dünyası ise sevinçle dolu idi! Biri öz yavrusuna kavuşmanın saadetini yaşıyor, diğeri ondan ayrılmanın ateşinde tutuşmuş, yanıyordu! O anda sütanne Halime'ye, sanki bir ilham geldi ve yalvarırcasına, bütün samimîyetiyle şu teklifi yaptı: "Ne olur, oğlumu biıraz daha yanımda bırakamaz mısınız? Hem ben, ona Mekke vebasının bulaşmasından da korkuyorum!"59 Bu teklif ve arzu, samimî idi. Sanki cümleler, dudaklardan değil, gönülden kopup gelmişti. Azîz anne Âmine, bu riyasız ve candan yalvarışa karşı koyamadı ve bir müddet daha ciğerparesinin Sa'd Oğullan yurdunda kalmasına razı oldu. [COLOR="Red"]PEYGAMBERİMİZ, YİNE BENÎ SA'D YURDUNDA[/COLOR] Halime muradına ermişti! Arzusunun kabul edilişinin sonsuz hazzı içinde Efendimizle birlikte tekrar yurduna döndü. Kâinatın Efendisi, artık süt kardeşi Abdullah'la birlikte kuzuları gütmeye de çıkıyordu. Kuzular, onun tatlı tebessümlerine melemeleriyle cevap veriyorlardı. Peygamber Efendimizin gözleri hep göklerde idi. Sanki, orada bir şeyler keşfedecekmiş gibi dikkatli ve ibretli bakıyordu. Sanki, bir el uzanacak ve onu ulvî âlemlere alıp götürecekmiş gibi bekliyordu! Bu arada, gözlerden kaçmayan garib bir hâdise vardı: Peygamber Efendimizin başı üzerinde çoğu zaman bir bulut geziyor ve onu güneşten koruyordu. Artık, gözler ondaydı. Dillerde onun güzelliği, gönüllerde tatlı sevgisi vardı. Konuşulan, onun dürüstlüğü, terbiyesi ve ağırbaşlılığı idi. Akranları da onun tatlı arkadaşlığına erişmek için âdeta yarış ediyorlardı. İşte, Sevgili Peygamberimiz, Sa'd Oğulları yaylasında günlerini böylesine huzurlu ve sevinçli geçiriyordu! [COLOR="Red"]PEYGAMBER EFENDİMİZİN GÖĞSÜNÜN YARILMASI[/COLOR] Kuşluk güneşinin her tarafa pırıl pırıl hayat saçtığı güzel bir bahar günüydü. Nur yüzlü Efendimiz, süt kardeşi Abdullah'la beraber evlerine yakın çayırlıkta kuzularını otlatıyordu. Bir ağacın altında, çimenden yemyeşil halının üzerine oturmuş, tatlı tatlı konuşuyorlardı. Bir müddet sonra da Abdullah, ağacın serin gölgesinde uykuya daldı. Kâinatın Efendisi ise, oturduğu yerden, kâinatı kuşatan eşsiz güzelliklerin yaratıcısını düşünmeye koyuldu. Bu sırada kuzular yayıla yayıla epeyce uzaklaşmışlardı. Onları geri çevirmek için Peygamberimiz, Abdullah'ın yanından ayrıldı. Bir müddet gittikten sonra, karşısına beyaz elbiseli iki kişinin çıktığını gördü. İkisi de güleryüzlü ve sevimli idiler. Birinin elinde içi karla dolu altın bir tas vardı. Nur yüzlü Efendimizin yanına usulca yaklaştılar. Onu tutup, İlâhî bir halı gibi duran yemyeşil çimenlerin üzerine uzattılar. Efendimizde ne ses, ne seda, ne de telâş vardı. Bu güleryüzlü, bu temiz sîmalı ve bu sevimli insanların kendisine kötülük yapmayacağını biliyordu. Ağacın serin gölgesinde uyumakta olan Abdullah, bu sırada uyandı. Manzarayı görünce, olanca hızıyla telâşlı telâşlı eve vardı. Gördüğü manzarayı anne ve babasına anlattı. Heyecan ve telâşlarından evlerinden nasıl çıktıklarının farkında bile olamayan Halime ile kocası, bir anda Peygamberimizin yanına vardılar. Fakat, Abdullah'ın anlattıklarından eser yoktu. Ortalıkta kimseler görünmüyordu. Zîra, gelenler, memur edildikleri vazifelerini bir anda bitirip gözden kaybolmuşlardı. Sâdece, ayakta duran Kâinatın Efendisinin benzi uçuktu ve hafiften gülümsüyordu. Fazlasıyla telâşa kapılan Halime ve kocası, "Ne oldu sana yavrucuğum?.." diye sordular. [COLOR="Red"]Kâinatın Efendisi şunları anlattı:[/COLOR] "Yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde içi karla dolu bir tas vardı. Beni tuttular, göğsümü yardılar. Kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan pıhtısı çıkarıp bir yana attılar. Göğsümü ve kalbimi o karla temizledikten sonra ayrılıp gittiler."60 Aradan yıllar geçecek, kendilerine peygamberlik vazifesi verilecekti. Bir gün, sahabîlerden bazıları, "Yâ Resûlallah!.. Bize kendinizden bahseder misiniz?" diyeceklerdir. Resûlullah, "Ben, babam İbrahim'in duasıyım, kardeşim İsa'nın müjdesiyim, annemin ise rüyasıyım! O, bana hâmile iken Şam saraylarını aydınlatan bir nurun kendisinden çıktığını görmüştü." dedikten sonra, bahsi geçen hâdiseyi de şöyle anlatır: "Ben, Sa'd b. Bekr Oğulları yanında emzirilip büyütüldüm. Bir gün süt kardeşimle birlikte evlerimizin arkasında kuzuları otlatıyorduk. O sırada yanıma beyaz elbiseli iki kişi geldi. Birinin elinde içi karla dolu altın bir tas vardı. Beni tuttular, göğsümü yardılar. Kalbimi de çıkarıp yardılar. Ondan siyah bir kan parçası çıkarıp bir yana attılar. Göğsümü ve kalbimi o karla temizlediler."61 Bu hâdiseyle Peygamber Efendimizin mübarek kalbi, İlâhî bir nur ve Cenâbı Hakk tarafından bir sekînet ve bir ruh ile genişletilmiş oluyordu. Aynı zamanda, Resûlullah Efendimizin nefsi, o yaşından itibaren kutsî duygular ve İlâhî nurlarla te'yid edilerek, her türlü vesvese ve şüpheden temiz hâle getiriliyordu. Burada şunu da hatırlatmak gerekir ki, kalb sâdece çam kozalağı gibi bir et parçası olarak düşünülmemelidir. O, bir Lâtifei Rabbaniye'dir. Meseleye ışık tutması bakımından, Bediüzzaman Hazretlerinin kalble ilgili şu açıklamasını da nazarlara arzetmekte fayda vardır: "Kalbten maksat, sanevberî [çam kozalağı] gibi bir et parçası değildir. Ancak, bir Lâtifei Rabbaniye'dir ki, mazharı hissiyatı vicdan, ma'kesi efkârı dimağdır. Binâenaleyh, o Lâtifei Rabbaniye'yi tazammum eden o et parçasına kalb tâbirinde şöyle bir letafet çıkıyor ki; o Lâtifei Rabbaniye'nin insanın maneviyatına yaptığı hizmet, cismi sanevberînin cesede yaptığı hizmet gibidir. Evet, nasıl ki bütün aktarı bedene maû'lhayatı neşreden o cismi sanevberî, bir makinei hayattır; ve maddî hayat onun işlemesiyle kâimdir; sekteye uğradığı zaman cesed de sukuta uğrar; kezalik o Lâtifei Rabbaniye a'mâl ve ahvâl ve mânevîyatın heyeti mecmuasını hakikî bir nuru hayat ile canlandırır, ışıklandırır; nuru îmanın sönmesiyle, mahiyeti, meyyiti gayrimüteharrik gibi bir heykelden ibaret kalır."62 Anlaşılan odur ki, maddî kalbin îman, ilim, hikmet, şefkat gibi maneviyatla yakın alâkası vardır; aynı şekilde, maddî temizliğin de manevî temizlikle münâsebeti mevcuttur. Bu itibarla, Resûli Ekrem Efendimizin maddî kalbinin yıkanıp temizlendikten sonra ilim, hikmet, İlâhî nur ve feyizlerle doldurulmasını, akıldan uzak görmemek lâzımdır.63 -------------------------------------------------------------------------------- 59 Ibni Hişam, Sîre, c. 1, s. 173; İbni Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 112; Taberî, Tarih, c. 2, s. 127. 60 ibni Hişam, Sîre, c. 1, s. 174; ibni Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 112; Taberî, Tarih, c. 2, s. 128. İbni Hişam, Sîre, A.g.e., c. 1, s. 175; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 128. 62 Bediüzzaman Said Nursî, İşaratû'lİ'caz, s. 79. Bkz.: M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, c. 8, 59115915. [/COLOR][/SIZE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
Resûlüllah (Aleyhisselatü Vesselam)
Peygamberimizin Hayatı
Efendimizin Dünyaya Gelişi ve Çocukluğu
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst