Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
Resûlüllah (Aleyhisselatü Vesselam)
Peygamberimizin Sünneti
Edep Nedir? Edepli Olmak Ne Demektir?
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="FaKiR" data-source="post: 194900" data-attributes="member: 10"><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Edep, Arapça bir kelime olup Türkçe karşılığı <span style="color: darkorange">saygıdır.</span> Ancak, o da terbiye manâsına artık Türkçe'ye mâl olmuş kelimelerden biridir.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Edep, dine ait prensipler sayesinde ruhta kazanılan ikinci bir fıtrat veya daha geniş manâsıyla ruhun dinle bütünleşerek istikrar kazanmasıdır. Ne var ki her din, insanı edebli kılmaz, İslâm edebli kılar. Aslında biz din deyince hemen İslâm Dini'ni kastederiz.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Edep, aynı zamanda ihsan mertebesine ermenin de adıdır. Yani bütün iş ve mükellefiyetlerimizi Allah (cc) görüyor ölçüsü altında yapmak ve davranışlarımızda Allah'ı görüyor gibi davranmak; bu da edebte bir ihsan şuurudur.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Daha husûsi manâda edep, <span style="color: yellowgreen">Efendimiz'in (sas), farz ve vacibin dışındaki davranış ve hareketlerine aynen ittiba ve yaşantıyı O'nun hayatına göre ayarlama ameliyesidir.</span></strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Eskiler, bütün bu manâları kastederek edep hakkında nice cevher gibi sözler söylemişlerdir:</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong><span style="color: red">Edebtir kişinin daim libası</span></strong></em></span></span></p><p><em><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="color: red">Edebsiz insan üryana benzer</span>.</span></span></strong></em></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>"Edep insan için bir urba, bir elbisedir. edebli olmayan ise, çıplak demektir."</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><em><strong>Edep bir tâç imiş Nûr-ı Hudâ'dan</strong></em></span></span></span></p><p><em><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="color: red">Giy ol tâcı emin ol her belâdan.</span></span></span></strong></em></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>"Edep, bir tâc dır. O tâcı giyen her belâdan kurtulur. Sen de belâlardan emin olmak, kurtulmak istiyorsan daima edebli olmaya çalışmalısın."</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><em><strong>Edep ehl-i ilimden hâli olmaz</strong></em></span></span></span></p><p><em><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="color: red">Edebsiz ilim okuyan âlim olmaz.</span></span></span></strong></em></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Edep varsa ilim de var demektir. Fakat edebsiz bir insan kütüphaneler yutsa yine âlim sayılamaz. Çünkü Yunus'un dediği gibi:</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><em><strong>İlim ilim bilmektir</strong></em></span></span></span></p><p><em><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="color: red">İlim kendin bilmektir</span></span></span></strong></em></p><p><em><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="color: red">Sen kendini bilmezsin</span></span></span></strong></em></p><p><em><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="color: red">Ya nice okumaktır.</span></span></span></strong></em></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>"Kendini keşfedip tanıyamamışsan, okuduğun ilimlerden sana ne fayda!"</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: darkorange"><em><strong>Edebi son şekliyle temsil eden Allah Rasûlü'dür (sas). İster meseleyi terbiye manâsına ele alalım, isterse söz söyleme gücü ve iktidarı manâsına; netice değişmez ve Efendimiz (sas) hep zirvededir.</strong></em></span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Hz. Ebu Bekir (ra) Allah Rasûlü'ne (sas) sorar:</strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>-Ey Allah'ın Rasûlü. Seni böyle kim edeblendirdi? Cevab verir:</strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>-Beni Rabb'im edeblendirdi ve güzel terbiye etti!..</strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Hz. Ebu Bekrin kızı ve Efendimiz'in zevcesi, hepimizin de kıyamete ve oradan da ebede kadar anası Hz. Aişe (ra) validemize sorulur:</strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>-Allah Rasûlü'nün ahlâkı nasıldı?</strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>-Siz hiç Kur'ân okumadınız mı?</strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>"Okuduk" derler.</strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Cevap verir:</strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>-O'nun ahlâkı Kurân'dı.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>İşte Mürebbîsi Allah olan Efendimiz (sas), böyle edebin ufuk noktasındadır. Demek ki edep öğrenmek isteyen O'na bakmalı ve O endam aynasında edebi kendi kâmetine uygun şekilde seyretmelidir.</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Cenab-ı Hakk O'nu bütün insanlara örnek olacak bir edeble yaratmış, öylece edeblendirmiş ve terbiyeli kılmıştır. Yoksa Peygamberlik gibi bir yükün altından nasıl kalkabilirdi... Eğer bu terbiye olmasaydı ve muhal farz O'ndan da, bizim gibi hatalar meydana gelseydi.. bunlar O'na münhasır kalmayacak; O'nun en küçük hatası milyarlarca insana aksedecekti. Onun içindir ki, Rabbi, O'nu hususi bir terbiye ile terbiye etmiş ve bizler için misâl kılmıştı.</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Peygamber olmadan önceydi. Kâbe tamir ediliyor ve Allah Rasûlü (sas) de bu işte fiilen çalışıyordu. Zaten O bütün ömrü boyunca hep hayrın ve hayırlı işlerin yanında olmuştu. Amcası Hz. Abbas (ra), eteğini omuzuna atmış ve taşın omuzunu zedelemesine mâni olmaya çalışmıştı. Allah Rasûlü'nün (sas) omuzu ise iyice zedelenmişti. Hz. Abbas (ra) kendi yaptığını Allah Rasulü'ne (sas) de tavsiye etti. Halbuki mahrem yerlerinden bir kısmı böyle yapılınca açılacaktı. Bu tavsiyeye uyan Allah Rasulü (sas) eteğini kaldırır kaldırmaz, birden gözüne melek göründü. Dehşetinden yere düştü. Bir daha da görülmesi uygun olmayan yerlerini hayatı boyunca açmadı. İşte O, ta işin başında böyle bir teminat altındaydı...</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>"Hayatımda," diyor Allah Rasûlü (sas), "iki defa düğüne gitmeye niyetlendim. İkisinde de üzerime öyle bir uyku çöktü ki, uyudum kaldım. Her ikisinde de uyandığımda düğünün çoktan bitmiş olduğunu gördüm."</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Bunlar peygamberliğinden önce olan hâdiselerdir. Cenab-ı Hakk O'na hayatının hiç bir devresinde günah işleme fırsatı vermemiştir. Ve bu tamamen Allah Rasûlü'ne ait istisnaî bir keyfiyettir.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Nasıl olmasın ki, O'nun daha çocukluğunda (O'na çocuk demekten de utanıyorum. O her zaman kâmildi.) sadrı açılmış ve melekler O'ndaki lümme-i şeytaniyeyi çıkarıp atmışlardı. Her insanda var olan ve şeytanın çeşitli oklarına hedef bulunan bu siyah nokta, Allah Resulü'nden (sas) alınmış ve atılmıştı. Bize vesvese veren, kan damarlarımızda dolaşan şeytan, Allah Rasulü'nün (sas) semtine dahi yaklaşamıyordu. Evet O, müstesnâ bir insandı...</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Cenab-ı Hakk O'na peygamberlik öncesi günah işletmediği gibi, daha sonra da günah işletmedi. Ve O, doğduğu gün kadar temiz ve berrak bir hayat yaşayıp öyle gitti. O, edebin tecessüm etmiş şekliydi...</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: yellowgreen"><em><strong>O'nun edebi bütün bir hayatı kucaklamıştı. Nerede ve nasıl hareket ederse işte O, o hususla alâkalı edebti. Meselâ bazen Allah Rasûlü (sas) celallenir, öfkelenir, dalgaları göğe yükselen bir deniz haline gelirdi. </strong></em></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: yellowgreen"><em><strong>Çünkü orada öyle davranması edebti. </strong></em></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: yellowgreen"><em><strong>Zira ortada bir haksızlık vardır; Allah Rasulü (sas) ise haksızlığın en amansız düşmanıdır. O, hakkı yerine getirinceye kadar dinme bilmeyen bir öfkeyle kükrerdi. O anda âdeta ormanları velveleye veren arslanlara benzerdi. Fakat, hiçbir zaman kendisine yapılan en büyük haksızlık karşısında dahi yüzünü ekşittiği görülmemişti. Çünkü orada da edep, O'nun öyle davranmasını gerektiriyordu.</strong></em></span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Sahabî safları arasında bulunmasına rağmen, henüz bedeviyeti üzerinden atamamış birisi gelmiş, Allah Rasûlü'nün (sas) yakasından tutmuş ve hakkını talep etmişti. Öyle ki, bu şiddetli hırpalamada Allah Rasûlü'nün (sas) sert yakalığı, mübarek boyun köklerinde iz meydana getirmişti. Sahabeyi galeyana getiren bu davranışa, Allah Rasûlü (sas) sadece buruk bir tebessümle mukabele ediyor ve "Bu adama istediğini verin" demekle yetiniyordu. O'nun müsamahası bu kadar engindi...</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Çok seçkin insanların dahi öfkeleneceği ve öfkelenmelerinde de mazur sayılacakları nice yerler vardır ki, Allah Rasulü (sas) oralarda dahi müstesna edebini güneş gibi ortaya koymuştu. İşte bunun en çarpıcı misâllerinden biri:</strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Uhud'a gitmeden evvel gördüğü rüya üzerine, Medine'de kalıp müdafaa harbi yapmanın daha uygun olacağına kanaat getirmişti. "O'nun rüyası ki bu vahiy demektir". O rüyalarında her şeyi apaçık görürdü. Nübüvvetinin ilk altı ayında hep böyle rüyalar görmüştü. Gördüğü rüyalar, o kadar hayatın kendisiyle ayniyet içindeydi ki, akşam gördüklerinin hepsi gündüz bir bir çıkıyordu. Uhud'tan evvel de bir rüya görmüş, hatta en yakınlarından birinin orada şehid düşeceğini istinbat etmiş ve rüyanın tevilinde ifade buyurmuşlardı. Ayrıca dışarıya çıkmak ashab arasında bir gedik açacaktı ki, bunu da O, rüyada müşahede etmişti.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Önce ısrar etti: Medine'den çıkmayalım. Ancak, ashab o kadar coşkun idi ki, sıdk ile, İslâm'a hizmet etme düşüncesi emre itaatteki inceliği kavramalarına engel oldu.. </strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Evet, onların bu davranışı başka türlü ifâdelenemez. </strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Bir yola koyulmuşlardı.</strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>O yolda koşarak ölümün üzerine yürümek istiyorlardı. </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Ve bilhassa Enes b. Nadr gibi, Bedir'de bulunamayışın ızdırabını bir sene, sînelerinde hem de yanan bir ocak gibi taşıyanlar, kınından sıyrılmış kılıç gibiydiler. Yalvarıp yakarıyor ve çıkmakta ısrar ediyorlardı. Burada da Allah Rasulü'ne (sas) ait ayrı bir içtimâî edebi görüyoruz. O, ashabıyla oturmuş meşveret ediyordu. <span style="color: yellowgreen">Meşverette ağır basan görüşe karşı ısrarda bulunmuyordu. Bu da idareciye ait bir edebti</span>. </strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Ayrıca, ısrar etseydi, sahabi mutlaka O'nu dinlerdi, fakat, binde bir dahi olsa muhalefet ihtimali onların mahvına sebebiyet verebilirdi. İşte Allah Rasûlü (sas) bu ince noktaya da böylece riâyet etmiş oluyordu. </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Çünkü aynı zamanda O, bir şefkat âbidesiydi. </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Ashabının böyle bir durumda, Allah Rasûlü'ne (sas) muhalefet gibi bir hüsrâna düşmelerini elbette istemezdi. Bir müddet sonra Sahâbi de razı oldu. Ancak Allah Rasûlü (sas) bir kere zırhını giymişti. Artık onu çıkaramazdı.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Uhud'a gidildi. Allah Rasûlü (sas) ordunun tanzimini bizzat kendileri yaptılar. O bir erkan-ı harpti. Orduyu en güzel şekilde tanzim etmişti. Nitekim düşman ilk müsademeyle darmaduman olmuş ve kaçışmaya başlamışlardı. Ancak, buradaki stratejiye de muhalefet edilmişti. Yani sahabi yine emir dinlemedeki inceliği tam manâsıyla yerine getirmedi. Meselâ okçulara, yerleştirdiği yerden ne olursa olsun ayrılmamalarını söylemiş ve şöyle tahşidatta bulunmuştu: "Kartalların, cenazelerimizi kaldırdığını görseniz yine yerinizden ayrılmayın. Bizi ganimet taksim ederken görseniz yine yerinizden ayrılmayın..." Buradaki inceliği de kavrayamadılar ve kendilerince; ihtimal ki bu düşman mukavemetini devam ettirdiği süreceydi. Halbuki şimdi düşman kaçacak yer arıyor. Bizim burada beklememiz beyhude. Gidip arkadaşlarımıza yardım edelim... vs. diye düşündüler.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Ve netice herkesin malumu. 69 insan kütükte doğranır gibi doğrandı ve şehid oldu. </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>İçlerinde Hz. Hamza (ra) da vardı. Zaten yara almayan kalmamıştı. Bunlardan bir kısmı aldıkları yaranın ızdırabını bütün ömür boyu çektiler. Daha mühimi de İslâm'ın onurunun kırılmış olmasıydı. Bu Müslümanlar adına alınan en büyük bir yaraydı.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Bütün bu olanlar, aslında, cemaatın lideri durumundaki insanı öfkelendirebilirdi. </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Normalde Allah Rasûlü (sas) bu olanlara canı sıkılır ve hiddetlenebilirdi. Fakat derhal, Allah (cc) O'nun geleceğe ait, böyle ihtimal dahilinde işleyebileceği bir hiddet emaresine dahi meydan vermeden, O'nu koruyor, muhafaza ediyor ve O'na şöyle diyordu:</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><em><strong>"O vakit Allah'tan bir rahmet olarak onlara yumuşak davrandın! Şayet Sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; (umuma ait) işlerde onlarla istişare et. Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah tevekkül sahiplerini sever" (Âli İmran, 3/159).</strong></em></span></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>O öyle saygılı bir insandır ki, Cenab-ı Hakk da O'na böyle ifadelerle hitap etmektedir. Meselâ O'na: "Sen kaba ve öfkeli olma!" demiyor; "Eğer öfkeli ve katı kalpli olsaydın" ki böyle değilsin, diyor.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Farzı muhal öyle olsaydın onlar Senin etrafından dağılır giderlerdi. Onun için Sen, onlara o muallâ edebine göre davran; haşin ve sert olma!..</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Böylece Cenab-ı Hakk geleceğe ait bir günahın önüne geçiyor ve Habîbe'ne günah işletmiyor. Bunu kim için yapıyor? Bir cemaatı ilelebed temsil edecek Zât için yapıyor!. O da Kurân'ın emrine uymada öyle hassas davranıyor ki, ileride dahi olsa içine gelebilecek şeyler birden gönlünden zail olup gidiyor.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>İş bununla da bitmiyor. Cenab-ı Hakk: "Onları affet ve onlar için istiğfar et! " buyuruyor. Çünkü onların da kendi ulviyetlerine gölge düşürecek hareketlerden kaçınmaları gerekir. Onun için onlar namına Allah'tan mağfiret dile.</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Bir de, Sana muhalefet ettiklerinden ötürü, suçluluk ruh haletine girdiler. Bu hâl devam ettiği müddetçe kendilerini hep suçlu kabul edecekler. Öyleyse, onları çağır ve hiçbir şey olmamış gibi onlarla yeniden meşveret et...</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: yellowgreen"><em><strong>Cenab-ı Hakk, en kritik anda, bağırıp çağırmanın beklendiği safhada, Resûlü'nü (sas) öyle bir davranışa zorluyor ki, bir taraftan O'nun geleceğe ait günah işlemesine set çekiyor, diğer taraftan da O'na edebin en mükemmelini öğretiyor. İşte Allah Rasulü (sas) de böyle bir edeble edebleniyor..!</strong></em></span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Hz. Enes anlatıyor: On sene Allah Rasulü'ne (sas) hizmet ettim. (Zaten Allah Rasulü'nün (sas) hizmetine girdiğinde de on yaşlarındaydı). Bir defa dahi, yaptığım bir iş için "Neden yaptın?", yapmadığım bir iş için de "Neden yapmadın?" dediğini duymadım. Hatta bir defasında beni bir işe göndermişti. Sokakta oyuna daldım. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Bir ara arkadan birinin kulağımı tuttuğunu hissettim.. döndüm baktım ki Allah Rasûlü (sas). Yüzünde yine aynı tebessüm. "Hemen gidiyorum, Ya Rasûlallah" dedim ve koşarak bana verdiği işe gittim.</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>O, Allah (cc) ahlâkıyla ahlâklanmış ve ümmetinin de aynı ahlâkla ahlâklanmasını emir buyurmuştu. Bunu öğreneceğimiz iki ana kaynak vardır; onlar da Kur'ân ve edeb-i Rasûlullah diyeceğimiz Sünnet.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><em><strong>Edep, eğer farzıyla, vacibiyle, sünnet ve müstehabıyla Efendimizin (sas) hayatı seniyyeleri ve bize bıraktıkları en önemli miras da kendi nurlu yaşayışlarıysa, bizim de o edeble edeblenmemiz bir zaruret ve bir mecburiyettir. </strong></em></span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Tabii ki, farzıyla edeblenmek farz; vacibiyle edeblenmek vacib; sünneti ile edeblenmek sünnet ve müstehabıyla edeblenmek de müstehabtır.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Çünkü Allah (cc) O'nu, bize hayatı öğretmesi için göndermiştir. Biz, yemenin, içmenin, yatmanın ve bütün fıtri ihtiyaçlarımızı gidermenin edebini hep O'ndan öğrendik.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Hekimlik açısından O'nun dediklerinin hikmet yönleri araştırılabilir ve bu tamamen ayrı ve müstakil bir konudur. Biz mevzûu dağıtmamak için, meselenin o yönüne hiç girmeyeceğiz. Burada üzerinde durduğumuz husus, Allah Rasulü'nün (sas) bizlere her şeyin edebini talim ettiği hususudur.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Biz, bu edebe tam riayette bulunur, ferdî, ailevî ve cemiyet hayatımızı hep o edebe göre tanzim edersek, Kur'ân'ı hayatımıza hayat yapmış oluruz. Böylece de sorudaki "Kimlere ve nasıl edebli davranılır?" kısmı kendiliğinden cevaplanmış olur.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Sahabi, Allah Rasûlü'ne (sas) karşı çok saygılı ve çok edebliydi. O'nu dinlerlerken sanki başlarında kuş varmış da onu kaçırmak istemiyorlarmış gibi, bir hassasiyet ve titizlik içinde dinlerlerdi. O'nu tanıdıkça bu sevgiden kaynaklanan saygıları kökleşiyor ve bilme çapına göre de, saygıları derinlik kazanıyordu. Ekseriyet itibariyle O'na soru sormaya cesaret edemezlerdi. Dışarıdan bir yabancının gelip soru sormasını ve verilen cevabı doya doya dinleme fırsatını bulmayı çok arzu ederler ve böyle bir fırsatı dört gözle beklerlerdi. </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Efendimizle (sas), şöyle rahat bir iki kelime konuşan sahabi çok azdı. Bu, Efendimiz'in (sas) onlar üzerindeki baskısından ileri gelmiyordu. Belki O'nun mübarek şahsiyetine ait mehabet, ciddiyet ve vakardan kaynaklanıyordu...</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Hudeybiye Musalahasında, murahhas, Efendimiz'e (sas) karşı ashabın tavrını görünce, başı dönmüş, şaşırmış ve Mekke'ye dönüp şöyle demişti:</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>"Ben Kisra saraylarında bulundum. Bizans saraylarında misafir oldum ve nice hükümdarlar gördüm. Bunların içinde, zalim ve müstebitler de vardı. Fakat yüreğinden gele gele hiç kimsenin, ümmetinin Hz. Muhammed'e (sas) saygılı olduğu kadar saygılı olduğunu görmedim. Abdest alırken, ağzının suyunu alıyor, tükürürken o suyun tek damlası dahi yere düşmüyor ve bu mübarek damlacıkları kim alıyorsa kim kapıyorsa yüzüne gözüne sürüyor. (Ah, keşke bulsaydık ve biz de sürseydik. Bilmem ki o pâye bizlere nasip olur mu?) yüzünden sular aşağıya doğru akarken tek katresini yere damlatmıyorlardı."</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Dünyayı dirayet ve kiyasetleriyle idare eden bu insanlar arasında öylelerini görüyoruz ki, O'na saygıyla dopdolu ve âdeta kapısında kapıkulu.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Amr b. As, dünyanın belli başlı ve en çaplı siyasîlerinden biriydi. Vefat edeceği an, telaş içinde bir şey çıkardı ve "bunu dilimin altına koyun" dedi. Sordular bu nedir? </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Cevap verdi: "Allah Rasulü'ne (sas) ait muy-i mübarektir." (Efendimizin mübarek kıllarıdır.) O'nunla hesabı rahat vereceğine inanıyordu.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Hayatında hiç mağlubiyet görmemiş ve İslâm'ın hep yüzünü güldürmüş büyük kumandan Halid b. Velid, Akkad'ın tabiriyle "eşi bulunmaz büyük deha" bir muharebede, başındaki sarık yuvarlanınca, sarığına doğru koşar. Askerler arkasından bağırırlar: "Kumandan düşman saflarına giriyorsun, dikkat et". O, arkasına dahi bakmadan ve gelecek kılıç darbelerine hiç aldırmadan seslenir: </strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>"Hayatın da sözü mü olur? O sarığın içinde Efendimiz'in (sas) mübarek kılı var!."</strong></em></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Efendimiz (sas) onların ruhlarına bu derece işlemişti.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>O geldiğinde edeble ayağa kalkar ve O oturmadan da kimse yerine oturmazdı. O, kat'iyyen onlardan böyle bir hareket talep etmezdi. Talep şöyle dursun daima ikaz eder ve "Acemlerin ayağa kalktığı gibi siz de ayağa kalkmayın" buyururlardı. Ancak her defasında sahabi, içinden gele gele O'na ayağa kalkar ve bunu da sadece bir vazife telakki ederlerdi.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: darkorange"><em><strong>Hz. Ebu Bekir (ra) ile bir Yahudi arasında münakaşa çıkar.</strong></em></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: darkorange"><em><strong>Her ikisi de kendi peygamberinin daha üstün olduğunu söyler. </strong></em></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: darkorange"><em><strong>Bir ara Yahudi, Efendimiz (sas) hakkında uygunsuz bir laf söyleyince, Hz. Ebu Bekir (ra) sıddîkiyetinin gereği, Yahudi'ye bir tokat aşk eder. </strong></em></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: darkorange"><em><strong>Yahudi, yemez içmez derhal Allah Rasûlü'nün (sas) huzuruna gelerek durumu haber verir. </strong></em></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: darkorange"><em><strong>Efendimiz (sas) bu hâdise vesilesiyle ashabına şöyle ferman eder: </strong></em></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: darkorange"><em><strong>"Beni Musa'dan (as) üstün tutmayınız. Çünkü haşir için sur üflenince, ilk kalkan ben olacağım. Kalktığımda Hz. Musa'yı (as) Arşın kaideleri altında yalvarırken bulacağım.. Bilemeyeceğim, bu benden evvel bir haşr u neşir midir yoksa tur sâikası bedeli midir?"</strong></em></span></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Ve yine Kur'ân-ı Kerim'de Cenab-ı Hakk O'na hitaben: "Velâ tekün ke sahib'il-hût" (Sen hut sahibi Yunus gibi olma) (Kalem, 68/48) deyince, hemen ashabının aklına bir peygamber hakkında uygunsuz bir düşünce gelmemesi için "Beni Yunus b. Metta'ya tercih etmeyin" buyurmuşlardır.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Bu da O'nun, peygamberlere karşı edep ve saygısıydı. </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Cevher kadrini cevherfurûşan olmayan bilmez. </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Bizler Hz. Musa'yı, Hz. İsa'yı ve diğer bütün peygamberleri nasıl bilip nasıl tanıyacağız! Onlar, Hz. Muhammed'e (sas) sormalıdır ki hakiki cevap alınmış olsun. Efendimizi (sas) de onlara sormalı... Onun içindir ki, Hz. İsa (as), O'nun geleceğini müjdelemeye beş yüz sene evvel başlamış ve "geliyor, geliyor; bütün âlemlerin reisi geliyor" diyerek tebşiratta bulunmuştur. </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Çünkü onlar O'nun büyüklüğünü biliyorlardı. Fakat Efendimiz (sas) de tevazu kanatlarını yerlere kadar seriyor ve biraz evvel naklettiğimiz sözleri söylüyordu...</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Evet, bütün bunlar Aleyhissalatü Vesselâm'ın edebiydi. O bu derece mütevaziydi. Tevazu izhar buyurdukça da Cenab-ı Hakk O'nun derecesini yükseltiyordu. Yüksele yüksele makam-ı Mahmud'a ulaştı. O makam ki, bir insanın, başkalarına el uzatma makamının doruğudur. Bir hususa dikkat çekmek isterim. Makam-ı Mahmud, en geniş manâda muhtaçlara el uzatma makamının en zirvesidir. Zaten ta baştan O'na Muhammed ve Ahmed demişler.. evet O'nun bu makamın sahibi olacağı ta baştan bellidir. İşin başında Cenab-ı Hakk, O'nun bu makamı elde edeceğini bilmiş ve istikbaline bakarak O'na bu isimleri verdirmiştir.</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Zaten hiçbir peygambere nasip olmayan paye yine O'na aittir. Her peygamber Cenab-ı Hakk'la vasıtalı veya vasıtasız konuşmuştur. Ama, hiçbir peygamber Efendimizin (sas) serfiraz kılındığı Mirâc'la şereflendirilmemiştir.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Evet, bütün arşı-ferşi velveleye verme, kader kalemlerinin yazışına şahid olma, Cennet ve Cehennemi gezip görme gibi fazîletleri kendinde toplayan tek peygamber, Aleyhissalâtü vesselâm Efendimizdir. Ve işte biz de böyle Mirâc'la şereflendirilmiş O peygamberin ümmetiyiz. O, Miraç seyahatından Rabbimizin bir hediyesi olarak bize turfanda bir hediye getirmiştir. Bu hediye namazdır. Namaz da mü'minin mirâcıdır. Bunu da Cenab-ı Hakk bize en kâmil ve mükemmel manâda ihsan etmiştir.</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Burada edebin müşahhasından yani, Efendimiz'in edebinden bahsediyoruz. Sözün akışını bu noktaya getiren sebep ise, sorudaki "Nasıl" a cevap teşkil etmesidir. </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Aslında bu meselenin nasılını düşünmeye, hiç gerek bile yoktur. Cevap gayet kısa ve nettir: "Allah Rasulü (sas) kime nasıl davranmış ve nasıl davranılmasını istemişse, işte öyle ..." demek yeterlidir.</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Durum böyle olunca, insan büyüğüne, mürşidine, muallimine, kumandanına, başındaki âmirine, onlara, kendi hudutları dışında bir pâye vermemek kaydıyla ve onlar da daima hak ölçüsü içinde kaldıkları müddetçe, itaat etmeli, saygı göstermelidir ki, bu da bir edebtir. Ancak edebi tek taraflı düşünmek bir hatadır. Büyüklerin küçüklere ve üsttekilerin de alttakilere karşı bir edep tavrı vardır. Ve zaten hakiki edep bu iki kanadın kendilerine düşen edep vazifesini tam yerine getirmeleriyle mümkündür.</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Efendimiz (sas), arkadaşlarıyla beraber yapılması gereken işlerde bizzat aktif olarak çalışırdı. Ev işlerinde de hanımlarına yardım ederdi. Kimseye emr-i vâki yapıp şahsi işlerini gördürmezdi. Belki arkadaşları, O'na ait bir işi yapmak için âdeta birbirleriyle yarışırlardı. Fakat her defasında iş yapmaya ilk teşebbüs O'ndan gelirdi.</strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong><span style="color: yellowgreen">Meselâ, bir yolculukta, yemek yapılacaktı. Sahabiden biri, "koyunu kesmek bana ait", dedi. Diğeri "yüzmek de bana ait" deyince, Efendimiz (sas) hemen ayağa kalkıp "odun toplamak da bana ait" buyurdular ve odun toplamaya koyuldular</span>. </strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Hendek kazımın da bizzat bulunduğu, mescid yapımında herkesle beraber kerpiç taşıdığı hepimizin mâlumudur. O, böyle davrandı ve arkadaşlarını da böyle yetiştirdi. Onun içindir ki, Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler (ra), müstesna bir titizlikle, kılı kırk yararak, adalet ölçüsünde yaşayabildiler. Bunu onlara, Muallim ve Mürşitleri olan Allah Rasulü öğretmişti.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Amr b. As'ın (ra) bu mevzuda hassas davranamadığını duyan Hz. Ömer (ra) O'na hitaben şiddetli bir dil kullanıyor ve mektubunda şöyle diyordu: "İnsanlar analarından hür olarak doğdular. Ne zamandan beri onları köle olarak kullanıyorsunuz?!.."</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Bu ölçüyü bulabilme de onların, Efendimiz'den öğrendikleri edeble mümkün oluyordu.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Demek oluyor ki, günümüzün ve yarının insanının da önünde bir edep Rehberi vardır. O edebe riayet, ferdin ve cemiyetin kurtuluş beraatı olacaktır. Ancak biz, böyle bir sütunda O'nu tafsilatıyla sunamadığımızdan ötürü üzgünüz. Sunmamız da mümkün değildir. İmkân elverirse, bu mevzuu, müstakil bir eserde ele alıp incelemeyi düşünürüz. Burada sadece mevzûun felsefesine küçük bir işarette bulunmuş olduk.</strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Bunun ötesinde, O'nun giyim, kuşam, yeme-içme, yatma-kalkma gibi günlük yaşantısı, yüzlerce ciltlik eserlerle anlatılmış ve bize kadar da nakledilip gelmiştir. </strong></em></span></span></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Mevzûun bu kısmını böyle mümtaz eserlere havâle ile beraber, son olarak şunu da arz etmek istiyoruz: Efendimiz'in (sas) hayatı, fıtratın ayrılmaz bir parçasıydı. O, hayatı en tabii haliyle yaşamıştı. Zaten, her insanın benimseyeceği ideal hayat da işte bu fıtrî ve tabiî hayattır. İnsanlık böyle bir hayatla kurtulacaktır. Sözün başında da dediğimiz gibi, hayatı bütünüyle kuşatan, nizam, intizam ve âhenk bir edebtir. </strong></em></span></span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px"><em><strong>Bu edebin en güzel örneğini de Efendimiz (sas) vermiştir...</strong></em></span></span></p><p><strong><em><span style="font-family: 'Arial Narrow'"><span style="font-size: 15px">F.Gülen</span></span></em></strong></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="FaKiR, post: 194900, member: 10"] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Edep, Arapça bir kelime olup Türkçe karşılığı [COLOR=darkorange]saygıdır.[/COLOR] Ancak, o da terbiye manâsına artık Türkçe'ye mâl olmuş kelimelerden biridir.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Edep, dine ait prensipler sayesinde ruhta kazanılan ikinci bir fıtrat veya daha geniş manâsıyla ruhun dinle bütünleşerek istikrar kazanmasıdır. Ne var ki her din, insanı edebli kılmaz, İslâm edebli kılar. Aslında biz din deyince hemen İslâm Dini'ni kastederiz.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Edep, aynı zamanda ihsan mertebesine ermenin de adıdır. Yani bütün iş ve mükellefiyetlerimizi Allah (cc) görüyor ölçüsü altında yapmak ve davranışlarımızda Allah'ı görüyor gibi davranmak; bu da edebte bir ihsan şuurudur.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Daha husûsi manâda edep, [COLOR=yellowgreen]Efendimiz'in (sas), farz ve vacibin dışındaki davranış ve hareketlerine aynen ittiba ve yaşantıyı O'nun hayatına göre ayarlama ameliyesidir.[/COLOR][/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Eskiler, bütün bu manâları kastederek edep hakkında nice cevher gibi sözler söylemişlerdir:[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B][COLOR=red]Edebtir kişinin daim libası[/COLOR][/B][/I][/SIZE][/FONT] [I][B][SIZE=4][FONT=Arial Narrow][COLOR=red]Edebsiz insan üryana benzer[/COLOR].[/FONT][/SIZE][/B][/I] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]"Edep insan için bir urba, bir elbisedir. edebli olmayan ise, çıplak demektir."[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=red][I][B]Edep bir tâç imiş Nûr-ı Hudâ'dan[/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [I][B][SIZE=4][FONT=Arial Narrow][COLOR=red]Giy ol tâcı emin ol her belâdan.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B][/I] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]"Edep, bir tâc dır. O tâcı giyen her belâdan kurtulur. Sen de belâlardan emin olmak, kurtulmak istiyorsan daima edebli olmaya çalışmalısın."[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=red][I][B]Edep ehl-i ilimden hâli olmaz[/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [I][B][SIZE=4][FONT=Arial Narrow][COLOR=red]Edebsiz ilim okuyan âlim olmaz.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B][/I] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Edep varsa ilim de var demektir. Fakat edebsiz bir insan kütüphaneler yutsa yine âlim sayılamaz. Çünkü Yunus'un dediği gibi:[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=red][I][B]İlim ilim bilmektir[/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [I][B][SIZE=4][FONT=Arial Narrow][COLOR=red]İlim kendin bilmektir[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B][/I] [I][B][SIZE=4][FONT=Arial Narrow][COLOR=red]Sen kendini bilmezsin[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B][/I] [I][B][SIZE=4][FONT=Arial Narrow][COLOR=red]Ya nice okumaktır.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B][/I] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]"Kendini keşfedip tanıyamamışsan, okuduğun ilimlerden sana ne fayda!"[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=darkorange][I][B]Edebi son şekliyle temsil eden Allah Rasûlü'dür (sas). İster meseleyi terbiye manâsına ele alalım, isterse söz söyleme gücü ve iktidarı manâsına; netice değişmez ve Efendimiz (sas) hep zirvededir.[/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Hz. Ebu Bekir (ra) Allah Rasûlü'ne (sas) sorar:[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]-Ey Allah'ın Rasûlü. Seni böyle kim edeblendirdi? Cevab verir:[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]-Beni Rabb'im edeblendirdi ve güzel terbiye etti!..[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Hz. Ebu Bekrin kızı ve Efendimiz'in zevcesi, hepimizin de kıyamete ve oradan da ebede kadar anası Hz. Aişe (ra) validemize sorulur:[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]-Allah Rasûlü'nün ahlâkı nasıldı?[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]-Siz hiç Kur'ân okumadınız mı?[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]"Okuduk" derler.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Cevap verir:[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]-O'nun ahlâkı Kurân'dı.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]İşte Mürebbîsi Allah olan Efendimiz (sas), böyle edebin ufuk noktasındadır. Demek ki edep öğrenmek isteyen O'na bakmalı ve O endam aynasında edebi kendi kâmetine uygun şekilde seyretmelidir.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Cenab-ı Hakk O'nu bütün insanlara örnek olacak bir edeble yaratmış, öylece edeblendirmiş ve terbiyeli kılmıştır. Yoksa Peygamberlik gibi bir yükün altından nasıl kalkabilirdi... Eğer bu terbiye olmasaydı ve muhal farz O'ndan da, bizim gibi hatalar meydana gelseydi.. bunlar O'na münhasır kalmayacak; O'nun en küçük hatası milyarlarca insana aksedecekti. Onun içindir ki, Rabbi, O'nu hususi bir terbiye ile terbiye etmiş ve bizler için misâl kılmıştı.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Peygamber olmadan önceydi. Kâbe tamir ediliyor ve Allah Rasûlü (sas) de bu işte fiilen çalışıyordu. Zaten O bütün ömrü boyunca hep hayrın ve hayırlı işlerin yanında olmuştu. Amcası Hz. Abbas (ra), eteğini omuzuna atmış ve taşın omuzunu zedelemesine mâni olmaya çalışmıştı. Allah Rasûlü'nün (sas) omuzu ise iyice zedelenmişti. Hz. Abbas (ra) kendi yaptığını Allah Rasulü'ne (sas) de tavsiye etti. Halbuki mahrem yerlerinden bir kısmı böyle yapılınca açılacaktı. Bu tavsiyeye uyan Allah Rasulü (sas) eteğini kaldırır kaldırmaz, birden gözüne melek göründü. Dehşetinden yere düştü. Bir daha da görülmesi uygun olmayan yerlerini hayatı boyunca açmadı. İşte O, ta işin başında böyle bir teminat altındaydı...[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]"Hayatımda," diyor Allah Rasûlü (sas), "iki defa düğüne gitmeye niyetlendim. İkisinde de üzerime öyle bir uyku çöktü ki, uyudum kaldım. Her ikisinde de uyandığımda düğünün çoktan bitmiş olduğunu gördüm."[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Bunlar peygamberliğinden önce olan hâdiselerdir. Cenab-ı Hakk O'na hayatının hiç bir devresinde günah işleme fırsatı vermemiştir. Ve bu tamamen Allah Rasûlü'ne ait istisnaî bir keyfiyettir.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Nasıl olmasın ki, O'nun daha çocukluğunda (O'na çocuk demekten de utanıyorum. O her zaman kâmildi.) sadrı açılmış ve melekler O'ndaki lümme-i şeytaniyeyi çıkarıp atmışlardı. Her insanda var olan ve şeytanın çeşitli oklarına hedef bulunan bu siyah nokta, Allah Resulü'nden (sas) alınmış ve atılmıştı. Bize vesvese veren, kan damarlarımızda dolaşan şeytan, Allah Rasulü'nün (sas) semtine dahi yaklaşamıyordu. Evet O, müstesnâ bir insandı...[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Cenab-ı Hakk O'na peygamberlik öncesi günah işletmediği gibi, daha sonra da günah işletmedi. Ve O, doğduğu gün kadar temiz ve berrak bir hayat yaşayıp öyle gitti. O, edebin tecessüm etmiş şekliydi...[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=yellowgreen][I][B]O'nun edebi bütün bir hayatı kucaklamıştı. Nerede ve nasıl hareket ederse işte O, o hususla alâkalı edebti. Meselâ bazen Allah Rasûlü (sas) celallenir, öfkelenir, dalgaları göğe yükselen bir deniz haline gelirdi. [/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=yellowgreen][I][B]Çünkü orada öyle davranması edebti. [/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=yellowgreen][I][B]Zira ortada bir haksızlık vardır; Allah Rasulü (sas) ise haksızlığın en amansız düşmanıdır. O, hakkı yerine getirinceye kadar dinme bilmeyen bir öfkeyle kükrerdi. O anda âdeta ormanları velveleye veren arslanlara benzerdi. Fakat, hiçbir zaman kendisine yapılan en büyük haksızlık karşısında dahi yüzünü ekşittiği görülmemişti. Çünkü orada da edep, O'nun öyle davranmasını gerektiriyordu.[/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Sahabî safları arasında bulunmasına rağmen, henüz bedeviyeti üzerinden atamamış birisi gelmiş, Allah Rasûlü'nün (sas) yakasından tutmuş ve hakkını talep etmişti. Öyle ki, bu şiddetli hırpalamada Allah Rasûlü'nün (sas) sert yakalığı, mübarek boyun köklerinde iz meydana getirmişti. Sahabeyi galeyana getiren bu davranışa, Allah Rasûlü (sas) sadece buruk bir tebessümle mukabele ediyor ve "Bu adama istediğini verin" demekle yetiniyordu. O'nun müsamahası bu kadar engindi...[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Çok seçkin insanların dahi öfkeleneceği ve öfkelenmelerinde de mazur sayılacakları nice yerler vardır ki, Allah Rasulü (sas) oralarda dahi müstesna edebini güneş gibi ortaya koymuştu. İşte bunun en çarpıcı misâllerinden biri:[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Uhud'a gitmeden evvel gördüğü rüya üzerine, Medine'de kalıp müdafaa harbi yapmanın daha uygun olacağına kanaat getirmişti. "O'nun rüyası ki bu vahiy demektir". O rüyalarında her şeyi apaçık görürdü. Nübüvvetinin ilk altı ayında hep böyle rüyalar görmüştü. Gördüğü rüyalar, o kadar hayatın kendisiyle ayniyet içindeydi ki, akşam gördüklerinin hepsi gündüz bir bir çıkıyordu. Uhud'tan evvel de bir rüya görmüş, hatta en yakınlarından birinin orada şehid düşeceğini istinbat etmiş ve rüyanın tevilinde ifade buyurmuşlardı. Ayrıca dışarıya çıkmak ashab arasında bir gedik açacaktı ki, bunu da O, rüyada müşahede etmişti.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Önce ısrar etti: Medine'den çıkmayalım. Ancak, ashab o kadar coşkun idi ki, sıdk ile, İslâm'a hizmet etme düşüncesi emre itaatteki inceliği kavramalarına engel oldu.. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Evet, onların bu davranışı başka türlü ifâdelenemez. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Bir yola koyulmuşlardı.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]O yolda koşarak ölümün üzerine yürümek istiyorlardı. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Ve bilhassa Enes b. Nadr gibi, Bedir'de bulunamayışın ızdırabını bir sene, sînelerinde hem de yanan bir ocak gibi taşıyanlar, kınından sıyrılmış kılıç gibiydiler. Yalvarıp yakarıyor ve çıkmakta ısrar ediyorlardı. Burada da Allah Rasulü'ne (sas) ait ayrı bir içtimâî edebi görüyoruz. O, ashabıyla oturmuş meşveret ediyordu. [COLOR=yellowgreen]Meşverette ağır basan görüşe karşı ısrarda bulunmuyordu. Bu da idareciye ait bir edebti[/COLOR]. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Ayrıca, ısrar etseydi, sahabi mutlaka O'nu dinlerdi, fakat, binde bir dahi olsa muhalefet ihtimali onların mahvına sebebiyet verebilirdi. İşte Allah Rasûlü (sas) bu ince noktaya da böylece riâyet etmiş oluyordu. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Çünkü aynı zamanda O, bir şefkat âbidesiydi. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Ashabının böyle bir durumda, Allah Rasûlü'ne (sas) muhalefet gibi bir hüsrâna düşmelerini elbette istemezdi. Bir müddet sonra Sahâbi de razı oldu. Ancak Allah Rasûlü (sas) bir kere zırhını giymişti. Artık onu çıkaramazdı.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Uhud'a gidildi. Allah Rasûlü (sas) ordunun tanzimini bizzat kendileri yaptılar. O bir erkan-ı harpti. Orduyu en güzel şekilde tanzim etmişti. Nitekim düşman ilk müsademeyle darmaduman olmuş ve kaçışmaya başlamışlardı. Ancak, buradaki stratejiye de muhalefet edilmişti. Yani sahabi yine emir dinlemedeki inceliği tam manâsıyla yerine getirmedi. Meselâ okçulara, yerleştirdiği yerden ne olursa olsun ayrılmamalarını söylemiş ve şöyle tahşidatta bulunmuştu: "Kartalların, cenazelerimizi kaldırdığını görseniz yine yerinizden ayrılmayın. Bizi ganimet taksim ederken görseniz yine yerinizden ayrılmayın..." Buradaki inceliği de kavrayamadılar ve kendilerince; ihtimal ki bu düşman mukavemetini devam ettirdiği süreceydi. Halbuki şimdi düşman kaçacak yer arıyor. Bizim burada beklememiz beyhude. Gidip arkadaşlarımıza yardım edelim... vs. diye düşündüler.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Ve netice herkesin malumu. 69 insan kütükte doğranır gibi doğrandı ve şehid oldu. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]İçlerinde Hz. Hamza (ra) da vardı. Zaten yara almayan kalmamıştı. Bunlardan bir kısmı aldıkları yaranın ızdırabını bütün ömür boyu çektiler. Daha mühimi de İslâm'ın onurunun kırılmış olmasıydı. Bu Müslümanlar adına alınan en büyük bir yaraydı.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Bütün bu olanlar, aslında, cemaatın lideri durumundaki insanı öfkelendirebilirdi. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Normalde Allah Rasûlü (sas) bu olanlara canı sıkılır ve hiddetlenebilirdi. Fakat derhal, Allah (cc) O'nun geleceğe ait, böyle ihtimal dahilinde işleyebileceği bir hiddet emaresine dahi meydan vermeden, O'nu koruyor, muhafaza ediyor ve O'na şöyle diyordu:[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=red][I][B]"O vakit Allah'tan bir rahmet olarak onlara yumuşak davrandın! Şayet Sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; (umuma ait) işlerde onlarla istişare et. Artık kararını verdiğin zaman da Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah tevekkül sahiplerini sever" (Âli İmran, 3/159).[/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]O öyle saygılı bir insandır ki, Cenab-ı Hakk da O'na böyle ifadelerle hitap etmektedir. Meselâ O'na: "Sen kaba ve öfkeli olma!" demiyor; "Eğer öfkeli ve katı kalpli olsaydın" ki böyle değilsin, diyor.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Farzı muhal öyle olsaydın onlar Senin etrafından dağılır giderlerdi. Onun için Sen, onlara o muallâ edebine göre davran; haşin ve sert olma!..[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Böylece Cenab-ı Hakk geleceğe ait bir günahın önüne geçiyor ve Habîbe'ne günah işletmiyor. Bunu kim için yapıyor? Bir cemaatı ilelebed temsil edecek Zât için yapıyor!. O da Kurân'ın emrine uymada öyle hassas davranıyor ki, ileride dahi olsa içine gelebilecek şeyler birden gönlünden zail olup gidiyor.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]İş bununla da bitmiyor. Cenab-ı Hakk: "Onları affet ve onlar için istiğfar et! " buyuruyor. Çünkü onların da kendi ulviyetlerine gölge düşürecek hareketlerden kaçınmaları gerekir. Onun için onlar namına Allah'tan mağfiret dile.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Bir de, Sana muhalefet ettiklerinden ötürü, suçluluk ruh haletine girdiler. Bu hâl devam ettiği müddetçe kendilerini hep suçlu kabul edecekler. Öyleyse, onları çağır ve hiçbir şey olmamış gibi onlarla yeniden meşveret et...[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=yellowgreen][I][B]Cenab-ı Hakk, en kritik anda, bağırıp çağırmanın beklendiği safhada, Resûlü'nü (sas) öyle bir davranışa zorluyor ki, bir taraftan O'nun geleceğe ait günah işlemesine set çekiyor, diğer taraftan da O'na edebin en mükemmelini öğretiyor. İşte Allah Rasulü (sas) de böyle bir edeble edebleniyor..![/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Hz. Enes anlatıyor: On sene Allah Rasulü'ne (sas) hizmet ettim. (Zaten Allah Rasulü'nün (sas) hizmetine girdiğinde de on yaşlarındaydı). Bir defa dahi, yaptığım bir iş için "Neden yaptın?", yapmadığım bir iş için de "Neden yapmadın?" dediğini duymadım. Hatta bir defasında beni bir işe göndermişti. Sokakta oyuna daldım. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Bir ara arkadan birinin kulağımı tuttuğunu hissettim.. döndüm baktım ki Allah Rasûlü (sas). Yüzünde yine aynı tebessüm. "Hemen gidiyorum, Ya Rasûlallah" dedim ve koşarak bana verdiği işe gittim.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]O, Allah (cc) ahlâkıyla ahlâklanmış ve ümmetinin de aynı ahlâkla ahlâklanmasını emir buyurmuştu. Bunu öğreneceğimiz iki ana kaynak vardır; onlar da Kur'ân ve edeb-i Rasûlullah diyeceğimiz Sünnet.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=red][I][B]Edep, eğer farzıyla, vacibiyle, sünnet ve müstehabıyla Efendimizin (sas) hayatı seniyyeleri ve bize bıraktıkları en önemli miras da kendi nurlu yaşayışlarıysa, bizim de o edeble edeblenmemiz bir zaruret ve bir mecburiyettir. [/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Tabii ki, farzıyla edeblenmek farz; vacibiyle edeblenmek vacib; sünneti ile edeblenmek sünnet ve müstehabıyla edeblenmek de müstehabtır.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Çünkü Allah (cc) O'nu, bize hayatı öğretmesi için göndermiştir. Biz, yemenin, içmenin, yatmanın ve bütün fıtri ihtiyaçlarımızı gidermenin edebini hep O'ndan öğrendik.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Hekimlik açısından O'nun dediklerinin hikmet yönleri araştırılabilir ve bu tamamen ayrı ve müstakil bir konudur. Biz mevzûu dağıtmamak için, meselenin o yönüne hiç girmeyeceğiz. Burada üzerinde durduğumuz husus, Allah Rasulü'nün (sas) bizlere her şeyin edebini talim ettiği hususudur.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Biz, bu edebe tam riayette bulunur, ferdî, ailevî ve cemiyet hayatımızı hep o edebe göre tanzim edersek, Kur'ân'ı hayatımıza hayat yapmış oluruz. Böylece de sorudaki "Kimlere ve nasıl edebli davranılır?" kısmı kendiliğinden cevaplanmış olur.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Sahabi, Allah Rasûlü'ne (sas) karşı çok saygılı ve çok edebliydi. O'nu dinlerlerken sanki başlarında kuş varmış da onu kaçırmak istemiyorlarmış gibi, bir hassasiyet ve titizlik içinde dinlerlerdi. O'nu tanıdıkça bu sevgiden kaynaklanan saygıları kökleşiyor ve bilme çapına göre de, saygıları derinlik kazanıyordu. Ekseriyet itibariyle O'na soru sormaya cesaret edemezlerdi. Dışarıdan bir yabancının gelip soru sormasını ve verilen cevabı doya doya dinleme fırsatını bulmayı çok arzu ederler ve böyle bir fırsatı dört gözle beklerlerdi. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Efendimizle (sas), şöyle rahat bir iki kelime konuşan sahabi çok azdı. Bu, Efendimiz'in (sas) onlar üzerindeki baskısından ileri gelmiyordu. Belki O'nun mübarek şahsiyetine ait mehabet, ciddiyet ve vakardan kaynaklanıyordu...[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Hudeybiye Musalahasında, murahhas, Efendimiz'e (sas) karşı ashabın tavrını görünce, başı dönmüş, şaşırmış ve Mekke'ye dönüp şöyle demişti:[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]"Ben Kisra saraylarında bulundum. Bizans saraylarında misafir oldum ve nice hükümdarlar gördüm. Bunların içinde, zalim ve müstebitler de vardı. Fakat yüreğinden gele gele hiç kimsenin, ümmetinin Hz. Muhammed'e (sas) saygılı olduğu kadar saygılı olduğunu görmedim. Abdest alırken, ağzının suyunu alıyor, tükürürken o suyun tek damlası dahi yere düşmüyor ve bu mübarek damlacıkları kim alıyorsa kim kapıyorsa yüzüne gözüne sürüyor. (Ah, keşke bulsaydık ve biz de sürseydik. Bilmem ki o pâye bizlere nasip olur mu?) yüzünden sular aşağıya doğru akarken tek katresini yere damlatmıyorlardı."[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Dünyayı dirayet ve kiyasetleriyle idare eden bu insanlar arasında öylelerini görüyoruz ki, O'na saygıyla dopdolu ve âdeta kapısında kapıkulu.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Amr b. As, dünyanın belli başlı ve en çaplı siyasîlerinden biriydi. Vefat edeceği an, telaş içinde bir şey çıkardı ve "bunu dilimin altına koyun" dedi. Sordular bu nedir? [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Cevap verdi: "Allah Rasulü'ne (sas) ait muy-i mübarektir." (Efendimizin mübarek kıllarıdır.) O'nunla hesabı rahat vereceğine inanıyordu.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Hayatında hiç mağlubiyet görmemiş ve İslâm'ın hep yüzünü güldürmüş büyük kumandan Halid b. Velid, Akkad'ın tabiriyle "eşi bulunmaz büyük deha" bir muharebede, başındaki sarık yuvarlanınca, sarığına doğru koşar. Askerler arkasından bağırırlar: "Kumandan düşman saflarına giriyorsun, dikkat et". O, arkasına dahi bakmadan ve gelecek kılıç darbelerine hiç aldırmadan seslenir: [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]"Hayatın da sözü mü olur? O sarığın içinde Efendimiz'in (sas) mübarek kılı var!."[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Efendimiz (sas) onların ruhlarına bu derece işlemişti.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]O geldiğinde edeble ayağa kalkar ve O oturmadan da kimse yerine oturmazdı. O, kat'iyyen onlardan böyle bir hareket talep etmezdi. Talep şöyle dursun daima ikaz eder ve "Acemlerin ayağa kalktığı gibi siz de ayağa kalkmayın" buyururlardı. Ancak her defasında sahabi, içinden gele gele O'na ayağa kalkar ve bunu da sadece bir vazife telakki ederlerdi.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=darkorange][I][B]Hz. Ebu Bekir (ra) ile bir Yahudi arasında münakaşa çıkar.[/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=darkorange][I][B]Her ikisi de kendi peygamberinin daha üstün olduğunu söyler. [/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=darkorange][I][B]Bir ara Yahudi, Efendimiz (sas) hakkında uygunsuz bir laf söyleyince, Hz. Ebu Bekir (ra) sıddîkiyetinin gereği, Yahudi'ye bir tokat aşk eder. [/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=darkorange][I][B]Yahudi, yemez içmez derhal Allah Rasûlü'nün (sas) huzuruna gelerek durumu haber verir. [/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=darkorange][I][B]Efendimiz (sas) bu hâdise vesilesiyle ashabına şöyle ferman eder: [/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][COLOR=darkorange][I][B]"Beni Musa'dan (as) üstün tutmayınız. Çünkü haşir için sur üflenince, ilk kalkan ben olacağım. Kalktığımda Hz. Musa'yı (as) Arşın kaideleri altında yalvarırken bulacağım.. Bilemeyeceğim, bu benden evvel bir haşr u neşir midir yoksa tur sâikası bedeli midir?"[/B][/I][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Ve yine Kur'ân-ı Kerim'de Cenab-ı Hakk O'na hitaben: "Velâ tekün ke sahib'il-hût" (Sen hut sahibi Yunus gibi olma) (Kalem, 68/48) deyince, hemen ashabının aklına bir peygamber hakkında uygunsuz bir düşünce gelmemesi için "Beni Yunus b. Metta'ya tercih etmeyin" buyurmuşlardır.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Bu da O'nun, peygamberlere karşı edep ve saygısıydı. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Cevher kadrini cevherfurûşan olmayan bilmez. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Bizler Hz. Musa'yı, Hz. İsa'yı ve diğer bütün peygamberleri nasıl bilip nasıl tanıyacağız! Onlar, Hz. Muhammed'e (sas) sormalıdır ki hakiki cevap alınmış olsun. Efendimizi (sas) de onlara sormalı... Onun içindir ki, Hz. İsa (as), O'nun geleceğini müjdelemeye beş yüz sene evvel başlamış ve "geliyor, geliyor; bütün âlemlerin reisi geliyor" diyerek tebşiratta bulunmuştur. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Çünkü onlar O'nun büyüklüğünü biliyorlardı. Fakat Efendimiz (sas) de tevazu kanatlarını yerlere kadar seriyor ve biraz evvel naklettiğimiz sözleri söylüyordu...[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Evet, bütün bunlar Aleyhissalatü Vesselâm'ın edebiydi. O bu derece mütevaziydi. Tevazu izhar buyurdukça da Cenab-ı Hakk O'nun derecesini yükseltiyordu. Yüksele yüksele makam-ı Mahmud'a ulaştı. O makam ki, bir insanın, başkalarına el uzatma makamının doruğudur. Bir hususa dikkat çekmek isterim. Makam-ı Mahmud, en geniş manâda muhtaçlara el uzatma makamının en zirvesidir. Zaten ta baştan O'na Muhammed ve Ahmed demişler.. evet O'nun bu makamın sahibi olacağı ta baştan bellidir. İşin başında Cenab-ı Hakk, O'nun bu makamı elde edeceğini bilmiş ve istikbaline bakarak O'na bu isimleri verdirmiştir.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Zaten hiçbir peygambere nasip olmayan paye yine O'na aittir. Her peygamber Cenab-ı Hakk'la vasıtalı veya vasıtasız konuşmuştur. Ama, hiçbir peygamber Efendimizin (sas) serfiraz kılındığı Mirâc'la şereflendirilmemiştir.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Evet, bütün arşı-ferşi velveleye verme, kader kalemlerinin yazışına şahid olma, Cennet ve Cehennemi gezip görme gibi fazîletleri kendinde toplayan tek peygamber, Aleyhissalâtü vesselâm Efendimizdir. Ve işte biz de böyle Mirâc'la şereflendirilmiş O peygamberin ümmetiyiz. O, Miraç seyahatından Rabbimizin bir hediyesi olarak bize turfanda bir hediye getirmiştir. Bu hediye namazdır. Namaz da mü'minin mirâcıdır. Bunu da Cenab-ı Hakk bize en kâmil ve mükemmel manâda ihsan etmiştir.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Burada edebin müşahhasından yani, Efendimiz'in edebinden bahsediyoruz. Sözün akışını bu noktaya getiren sebep ise, sorudaki "Nasıl" a cevap teşkil etmesidir. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Aslında bu meselenin nasılını düşünmeye, hiç gerek bile yoktur. Cevap gayet kısa ve nettir: "Allah Rasulü (sas) kime nasıl davranmış ve nasıl davranılmasını istemişse, işte öyle ..." demek yeterlidir.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Durum böyle olunca, insan büyüğüne, mürşidine, muallimine, kumandanına, başındaki âmirine, onlara, kendi hudutları dışında bir pâye vermemek kaydıyla ve onlar da daima hak ölçüsü içinde kaldıkları müddetçe, itaat etmeli, saygı göstermelidir ki, bu da bir edebtir. Ancak edebi tek taraflı düşünmek bir hatadır. Büyüklerin küçüklere ve üsttekilerin de alttakilere karşı bir edep tavrı vardır. Ve zaten hakiki edep bu iki kanadın kendilerine düşen edep vazifesini tam yerine getirmeleriyle mümkündür.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Efendimiz (sas), arkadaşlarıyla beraber yapılması gereken işlerde bizzat aktif olarak çalışırdı. Ev işlerinde de hanımlarına yardım ederdi. Kimseye emr-i vâki yapıp şahsi işlerini gördürmezdi. Belki arkadaşları, O'na ait bir işi yapmak için âdeta birbirleriyle yarışırlardı. Fakat her defasında iş yapmaya ilk teşebbüs O'ndan gelirdi.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B][COLOR=yellowgreen]Meselâ, bir yolculukta, yemek yapılacaktı. Sahabiden biri, "koyunu kesmek bana ait", dedi. Diğeri "yüzmek de bana ait" deyince, Efendimiz (sas) hemen ayağa kalkıp "odun toplamak da bana ait" buyurdular ve odun toplamaya koyuldular[/COLOR]. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Hendek kazımın da bizzat bulunduğu, mescid yapımında herkesle beraber kerpiç taşıdığı hepimizin mâlumudur. O, böyle davrandı ve arkadaşlarını da böyle yetiştirdi. Onun içindir ki, Ebu Bekirler, Ömerler, Osmanlar, Aliler (ra), müstesna bir titizlikle, kılı kırk yararak, adalet ölçüsünde yaşayabildiler. Bunu onlara, Muallim ve Mürşitleri olan Allah Rasulü öğretmişti.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Amr b. As'ın (ra) bu mevzuda hassas davranamadığını duyan Hz. Ömer (ra) O'na hitaben şiddetli bir dil kullanıyor ve mektubunda şöyle diyordu: "İnsanlar analarından hür olarak doğdular. Ne zamandan beri onları köle olarak kullanıyorsunuz?!.."[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Bu ölçüyü bulabilme de onların, Efendimiz'den öğrendikleri edeble mümkün oluyordu.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Demek oluyor ki, günümüzün ve yarının insanının da önünde bir edep Rehberi vardır. O edebe riayet, ferdin ve cemiyetin kurtuluş beraatı olacaktır. Ancak biz, böyle bir sütunda O'nu tafsilatıyla sunamadığımızdan ötürü üzgünüz. Sunmamız da mümkün değildir. İmkân elverirse, bu mevzuu, müstakil bir eserde ele alıp incelemeyi düşünürüz. Burada sadece mevzûun felsefesine küçük bir işarette bulunmuş olduk.[/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Bunun ötesinde, O'nun giyim, kuşam, yeme-içme, yatma-kalkma gibi günlük yaşantısı, yüzlerce ciltlik eserlerle anlatılmış ve bize kadar da nakledilip gelmiştir. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Mevzûun bu kısmını böyle mümtaz eserlere havâle ile beraber, son olarak şunu da arz etmek istiyoruz: Efendimiz'in (sas) hayatı, fıtratın ayrılmaz bir parçasıydı. O, hayatı en tabii haliyle yaşamıştı. Zaten, her insanın benimseyeceği ideal hayat da işte bu fıtrî ve tabiî hayattır. İnsanlık böyle bir hayatla kurtulacaktır. Sözün başında da dediğimiz gibi, hayatı bütünüyle kuşatan, nizam, intizam ve âhenk bir edebtir. [/B][/I][/SIZE][/FONT] [FONT=Arial Narrow][SIZE=4][I][B]Bu edebin en güzel örneğini de Efendimiz (sas) vermiştir...[/B][/I][/SIZE][/FONT] [B][I][FONT=Arial Narrow][SIZE=4]F.Gülen[/SIZE][/FONT][/I][/B] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
Resûlüllah (Aleyhisselatü Vesselam)
Peygamberimizin Sünneti
Edep Nedir? Edepli Olmak Ne Demektir?
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst