Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
Kuran-i Kerim
Bediüzzaman Said Nursi’ye Göre Kur’ân'ın Mucizeliğini Açıklama Metodu
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 229700" data-attributes="member: 27"><p><strong>Cevap: Bediüzzaman Said Nursi’ye Göre Kur’ân'ın Mucizeliğini Açıklama Metod</strong></p><p></p><p><strong>İ’câzü’l-Kur’ân’a dair şüpheler </strong></p><p><strong></strong></p><p> Bediüzzaman, asrın mülhidlerinin Kur’ân-ı Kerim hakkında uyandırdıkları şüpheleri görmezlikten gelmemiş, aksine, bunlara karşı son derece uyanık davranmıştır. Kur’ân’ın kendi kendisini müdafaa ettiğini ve hükmünü icra ettiğini önemle belirtmiştir. </p><p></p><p> Bediüzzaman sözkonusu şüphelerin en önemlilerini ele alır. Şöyle ki: </p><p></p><p> Birincisi: Kur’ân’da müteşabihat ve müşkilat denilen, hakîkî mânâları anlaşılmayan, bazı şeylerin bulunması, i’câzına münâfidir. Zira Kur’ân’ın i’câzı, belağat üzerine müessestir. Belağat da ancak ifadenin zuhur ve vüzûhuna mebnîdir. </p><p></p><p>İkincisi: Yaratılışa ait meseleler, mübhem ve mutlak bırakılmıştır. Ve keza kâinata dair fünundan pek az bahsedilmiştir. Bu ise talim ve irşad mesleğine münafidir. </p><p></p><p> Üçüncüsü: Kur’ân’ın bazı âyetleri zahiren aklî delillere muhaliftir. Bundan o âyetlerin hilaf-ı vaki oldukları zihne geliyor. Bu ise, Kur’ân’ın sıdkına muhaliftir. </p><p></p><p></p><p> Bediüzzaman bu şüphelere şöyle cevap verir: Kur’ân’ın üsluplarında cumhûr-u nasın fehimleri müraat edilmiştir. Beşerin akıl seviyesine tenezzülatta bulunulmuştur. Ta ki, avam onları idrak ve fehmedebilsin. Onun için müteşabih gelmiştir. </p><p></p><p></p><p> "Gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti." (Bakara Sûresi, 29) 10 kaydını tefsir ederken aynı gerçeği şöyle te’yid etmektedir: “Pek geniş olan Kur’ân-ı Hakîmin hitablarına, mânâlarına, işaretlerine dikkat edilmekle bir amîden tut bir veliye kadar bütün tabakat-ı nâsa ve umum efkâr-ı ammeye olan müraatları, okşamaları fevkalade hayrete, taaccübe mucibtir. Her bir kısım insanlar, ("yedi gök" hakkında) istidatlarına göre feyz-i Kur’ân’dan hisselerini almışlardır.” </p><p></p><p></p><p> Bediüzzaman’ın “İşkâl dedikleri şey, ya üslubun pek yüksek ve muhtasar olmasiyle mânânın çok derin ve inceliğinden ileri gelir, Kur’ân’ın müşkilatı bu kabildendir” sözünde ise bir îtham vardır. Çünkü, zorluk anlayışlardan kaynaklanmaktadır, Kur’ân’ın kendisinden değil. Meselâ, müşkil diye iddia ettikleri âyetlere bakın. Bu kimselerin, sözkonusu âyetlerin sayıları ve neden müşkil sayıldıkları konusunda farklı görüşler ileri sürdüklerini görürsünüz. Öyleyse, her işkâl, ilminin azlığından ve bu konudaki yetersiliğinden dolayı sahibinin anlayışından kaynaklanmaktadır. Kur’ân, lafzını muğlaklaştırmaktan ve ibaresini güçleştirmekten münezzehtir. </p><p></p><p></p><p> Bediüzzaman, ikinci şüpheye ise şöyle cevap vermektedir: Eğer Kur’ân ta o zamanda kevnî ilimlerde tafsilata girseydi, cumhur-u nasın zihinlerini teşviş ederdi. En iyisi insanlarla akıllarının derecesine göre konuşmasıdır. </p><p></p><p></p><p> Üçüncü şüpeyi ise şöyle cevaplandırıyor: “Kur’ân’ın maksatları dörttür. Kur’ân’da kâinatın bahsi, san’at-ı İlâhiyye ve nazm-ı nizam-ı bedi’ ile Nazzam-ı Hakikî’ye istidlal etmek için ancak tebe’î ve istitradîdir.” </p><p></p><p></p><p> “Hülasa: Madem ki Kur’ân bütün zamanlardaki bütün insanlara nâzil olmuştur, şu şüphe addettikleri umûr-u selase, Kur’ân’a nakîsa değil, Kur’ân’ın yüksek i’câzına delillerdir. Evet Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanı talim eden Cenab-ı Hakka kasem ederim ki; o Beşîr ve Nezîr’in basar ve basîreti, hakîkatı hayalden tefrik edememekten münezzehtir, celîldir, celîdir; veya insanları kandırarak muğalatalara düşürtmekten, meslek-i alileri ganîdir, alîdir, temizdir, tahirdir.” </p><p></p><p></p><p> Bediüzzaman, aynı şekilde Kur’ân’ın üslubu ile ilgili olarak da bazı şüphelere yer veriyor ve bunları kesin cevaplarla çürütüyor: </p><p></p><p></p><p> Meselâ, “Allah, celal ve azametiyle insanların konuştukları gibi nasıl insanlar ile tekellüm etmeye tenezzül eder? Ve cüz’î ve hakir şeylerden nasıl bahseder? Azamatine yakışır mı?” </p><p></p><p>Bediüzzaman bu şüpheye şöyle cevap veriyor: </p><p></p><p>“Allah’ın iradesi, ilmi, kudreti, kullî, umumî, muhît ve şamildir. Cenab-ı Hakkın azametine mikyas, ancak mecmu’ âsarıdır. Meselâ, şems ziyasını bütün âleme neşrettiği bir sırada, pis mülevves bir zerre de onun ziyasından istifade ettiği vakit, şemse karşı: ‘Ne için bu pis, bu mülevves zerre ile meşgul oldu ve ne için ona ziyasını verdi?’ diye itiraz edilebilir mi? (....) Hülasa: zerre gibi küçük şeyler veya âdî fiiller, Halık’ın halkıyla vücûda geldikleri için, O’nun dâire-i ilminde dahil oldukları bedîhîdir. Bu itibarla, onlardan bahsetmekte bilbedahe, müşahhat (münakaşa etmek) yoktur. (....) Kur’ân’ın muhatabı beşer olduğuna göre, Kur’ân beşerin hissiyatiyle memzuc olan üsluplarını giyer ve şivesiyle söyler ki, beşerin fehmi söylenilen sözden tevahhuş edip ürkmesin. Evet yüksek bir insan bir çocukla konuştuğu zaman, çocuğun şivesiyle konuşursa, çocuğun zihnini okşamış olur. (....) Kur’ân’ı inzal etmekten maksat, cumhur-u nası irşad etmektir. Cumhur ise avamdır. Avam-ı nas çıplak olan hakaikı göremez; ülfet peyda etmedikleri akliyat-ı mahzayı ve mücerredâtı fehimleri alamaz. Bunun için Cenab-ı Hak, lütuf ve ihsaniyle hakikatları onların ülfet ettikleri bir libas ile, bir şive ile göstermiştir ki, tevahhuş edip ürkmesinler.”</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 229700, member: 27"] [b]Cevap: Bediüzzaman Said Nursi’ye Göre Kur’ân'ın Mucizeliğini Açıklama Metod[/b] [B]İ’câzü’l-Kur’ân’a dair şüpheler [/B] Bediüzzaman, asrın mülhidlerinin Kur’ân-ı Kerim hakkında uyandırdıkları şüpheleri görmezlikten gelmemiş, aksine, bunlara karşı son derece uyanık davranmıştır. Kur’ân’ın kendi kendisini müdafaa ettiğini ve hükmünü icra ettiğini önemle belirtmiştir. Bediüzzaman sözkonusu şüphelerin en önemlilerini ele alır. Şöyle ki: Birincisi: Kur’ân’da müteşabihat ve müşkilat denilen, hakîkî mânâları anlaşılmayan, bazı şeylerin bulunması, i’câzına münâfidir. Zira Kur’ân’ın i’câzı, belağat üzerine müessestir. Belağat da ancak ifadenin zuhur ve vüzûhuna mebnîdir. İkincisi: Yaratılışa ait meseleler, mübhem ve mutlak bırakılmıştır. Ve keza kâinata dair fünundan pek az bahsedilmiştir. Bu ise talim ve irşad mesleğine münafidir. Üçüncüsü: Kur’ân’ın bazı âyetleri zahiren aklî delillere muhaliftir. Bundan o âyetlerin hilaf-ı vaki oldukları zihne geliyor. Bu ise, Kur’ân’ın sıdkına muhaliftir. Bediüzzaman bu şüphelere şöyle cevap verir: Kur’ân’ın üsluplarında cumhûr-u nasın fehimleri müraat edilmiştir. Beşerin akıl seviyesine tenezzülatta bulunulmuştur. Ta ki, avam onları idrak ve fehmedebilsin. Onun için müteşabih gelmiştir. "Gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti." (Bakara Sûresi, 29) 10 kaydını tefsir ederken aynı gerçeği şöyle te’yid etmektedir: “Pek geniş olan Kur’ân-ı Hakîmin hitablarına, mânâlarına, işaretlerine dikkat edilmekle bir amîden tut bir veliye kadar bütün tabakat-ı nâsa ve umum efkâr-ı ammeye olan müraatları, okşamaları fevkalade hayrete, taaccübe mucibtir. Her bir kısım insanlar, ("yedi gök" hakkında) istidatlarına göre feyz-i Kur’ân’dan hisselerini almışlardır.” Bediüzzaman’ın “İşkâl dedikleri şey, ya üslubun pek yüksek ve muhtasar olmasiyle mânânın çok derin ve inceliğinden ileri gelir, Kur’ân’ın müşkilatı bu kabildendir” sözünde ise bir îtham vardır. Çünkü, zorluk anlayışlardan kaynaklanmaktadır, Kur’ân’ın kendisinden değil. Meselâ, müşkil diye iddia ettikleri âyetlere bakın. Bu kimselerin, sözkonusu âyetlerin sayıları ve neden müşkil sayıldıkları konusunda farklı görüşler ileri sürdüklerini görürsünüz. Öyleyse, her işkâl, ilminin azlığından ve bu konudaki yetersiliğinden dolayı sahibinin anlayışından kaynaklanmaktadır. Kur’ân, lafzını muğlaklaştırmaktan ve ibaresini güçleştirmekten münezzehtir. Bediüzzaman, ikinci şüpheye ise şöyle cevap vermektedir: Eğer Kur’ân ta o zamanda kevnî ilimlerde tafsilata girseydi, cumhur-u nasın zihinlerini teşviş ederdi. En iyisi insanlarla akıllarının derecesine göre konuşmasıdır. Üçüncü şüpeyi ise şöyle cevaplandırıyor: “Kur’ân’ın maksatları dörttür. Kur’ân’da kâinatın bahsi, san’at-ı İlâhiyye ve nazm-ı nizam-ı bedi’ ile Nazzam-ı Hakikî’ye istidlal etmek için ancak tebe’î ve istitradîdir.” “Hülasa: Madem ki Kur’ân bütün zamanlardaki bütün insanlara nâzil olmuştur, şu şüphe addettikleri umûr-u selase, Kur’ân’a nakîsa değil, Kur’ân’ın yüksek i’câzına delillerdir. Evet Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanı talim eden Cenab-ı Hakka kasem ederim ki; o Beşîr ve Nezîr’in basar ve basîreti, hakîkatı hayalden tefrik edememekten münezzehtir, celîldir, celîdir; veya insanları kandırarak muğalatalara düşürtmekten, meslek-i alileri ganîdir, alîdir, temizdir, tahirdir.” Bediüzzaman, aynı şekilde Kur’ân’ın üslubu ile ilgili olarak da bazı şüphelere yer veriyor ve bunları kesin cevaplarla çürütüyor: Meselâ, “Allah, celal ve azametiyle insanların konuştukları gibi nasıl insanlar ile tekellüm etmeye tenezzül eder? Ve cüz’î ve hakir şeylerden nasıl bahseder? Azamatine yakışır mı?” Bediüzzaman bu şüpheye şöyle cevap veriyor: “Allah’ın iradesi, ilmi, kudreti, kullî, umumî, muhît ve şamildir. Cenab-ı Hakkın azametine mikyas, ancak mecmu’ âsarıdır. Meselâ, şems ziyasını bütün âleme neşrettiği bir sırada, pis mülevves bir zerre de onun ziyasından istifade ettiği vakit, şemse karşı: ‘Ne için bu pis, bu mülevves zerre ile meşgul oldu ve ne için ona ziyasını verdi?’ diye itiraz edilebilir mi? (....) Hülasa: zerre gibi küçük şeyler veya âdî fiiller, Halık’ın halkıyla vücûda geldikleri için, O’nun dâire-i ilminde dahil oldukları bedîhîdir. Bu itibarla, onlardan bahsetmekte bilbedahe, müşahhat (münakaşa etmek) yoktur. (....) Kur’ân’ın muhatabı beşer olduğuna göre, Kur’ân beşerin hissiyatiyle memzuc olan üsluplarını giyer ve şivesiyle söyler ki, beşerin fehmi söylenilen sözden tevahhuş edip ürkmesin. Evet yüksek bir insan bir çocukla konuştuğu zaman, çocuğun şivesiyle konuşursa, çocuğun zihnini okşamış olur. (....) Kur’ân’ı inzal etmekten maksat, cumhur-u nası irşad etmektir. Cumhur ise avamdır. Avam-ı nas çıplak olan hakaikı göremez; ülfet peyda etmedikleri akliyat-ı mahzayı ve mücerredâtı fehimleri alamaz. Bunun için Cenab-ı Hak, lütuf ve ihsaniyle hakikatları onların ülfet ettikleri bir libas ile, bir şive ile göstermiştir ki, tevahhuş edip ürkmesinler.” [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
Kuran-i Kerim
Bediüzzaman Said Nursi’ye Göre Kur’ân'ın Mucizeliğini Açıklama Metodu
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst