Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Ahiret gününe iman
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="mihrimah" data-source="post: 84427" data-attributes="member: 656"><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">NÜKTELER...</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">NASIL DİRİLECEK?</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Hazret-i İbrahim Filistin'den kalkıp sık sık Mekke'ye geliyor, oğlu İsmâil ile hanımı Hacer'i ziyaret ediyordu. Bu mûtad ziyaretlerinden birinde, yolculuğunu sahilden yapmak zorunda kalmıştı. Deniz kenarında bir hayvan leşi gördü. Leş üzerine dalgalar vuruyor ve dalgalarla birlikte gelen balıklar ve deniz hayvanları, o leşten yiyorlardı. Dalga çekilince, bu defa da kara hayvanları ve kuşlar leşin başına üşüşüyorlardı. Her bir hayvan, leşten bir parça koparıp midesine indiriyordu.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Gördüğü bu manzara Hz. İbrahim'in merakını çekti. "Cenâb-ı Hak, acaba bu hayvanı nasıl diriltecek? Herbiri başka bir hayvanın midesinde olan zerrelerini nasıl toplayıp bir araya getirecek?" diye düşündü.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu düşünce, onda "dirilme" hâdisesini gözüyle görmek arzusunu uyandırmıştı. Allah'a yönelerek,</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Ey Rabbim! Ölüleri nasıl diriltirsin? Bana göster" diye dua etmeye başladı.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hz. İbrahim'in bu dua ve niyazına Allah:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Ey İbrahim! Ölüleri Allah'ın dirilteceğine îmanın yok mu? Bu hususta herhangi bir şübhen mi mevcut?" sorusuyla karşılık verdi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hazret-i İbrahim cevaben:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">"Ey Rabbim! Ben ölüleri dirilteceğine kesin olarak inanıyor, bu hususta hiçbir şübhe duymuyorum. Ancak bu hârika fi'lini gözümle de görüp kalben tam tatmîn olmak istiyorum" dedi. İnsan bâzan, kesin olarak bildiği, inandığı şeyleri, gözüyle de görmek ister. Bu, son derece tabiî bir haldir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hz. İbrahim'in isteği de bu nevidendi. Şübhesiz onun, Allah'ın ölüleri dirilteceğine inancı tamdı. Bu konuda hiçbir şüphesi yoktu. Buna rağmen, dirilme hâdisesini merak ediyor, gözüyle de görmek istiyordu.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Allah'ın Hz. İbrahim'in niyetini bildiği halde, "sen îman etmedin mi?" diye sorması da düşündürücüdür. Böylece Hz. İbrahim'in içindeki niyyetini açıklamasına imkân vermiş oluyordu. Hâdiseyi sonradan duyan insanların onun hakkında kötü düşünmelerine fırsat bırakmıyordu.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Cenâb-ı Hak, Hazret-i İbrahim'in, ölülerin nasıl diriltildiğini görme isteğini kabul ederek, ona:"Ayrı cinsten 4 kuş al. Onları önce iyice kendine alıştır. Sonra kes. Parçalarını birbirine karıştır. Bu parçalardan herbirini etrafında görünen şu dağların ayrı bir yerine koy. Sonra o kuşları isimleriyle çağır. Sür'atle, âzaları tam ve diri olarak sana geldiklerini göreceksin" dedi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hazret-i İbrahim verilen bu emri yerine getirdi. Önce kuşları bulup kendine alıştırdı. Sonra kesti. Tüylerini yolarak herbirini 4 parçaya ayırdı. Her parçayı diğerleriyle karıştırarak, başlarını da yanlarına koydu. Dört ayrı dağın tepesine baktı. Sonra o kuşları, isimleriyle çağırdığı zaman, hepsinin canlı olarak kendisine uçup geldiğini gördü.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu manzara karşısında kalbi heyecanla çarpmaya başlamıştı. Çünkü ölülerin dirilişi hakikatini bizzat görme nimetine nail olmuştu. Bundan dolayı, Allah'a hamd ve şükürlerde bulunuyordu. Kalbi tam itmi'nan bulmuş, huzur ve vecd içinde kalmıştı. </span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">DOĞUMDAN SONRA HAYAT VAR MI?</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Aşağıda okuyacağınız hikayeyi, Emre Gedikli isimli okuyucum Eskişehir’den göndermiş. İnternet’te dilden dile gezen şeylere iltifat etmek âdetim değil fakat bu hikâyeyi sizlerle paylaşmam gerektiğini düşündüm. Şuur ve hayatın farklı boyutlarda tecelli edebileceğini en azından hatırlattığı için bu küçücük metin çok hoşuma gitti. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri herşeyden habersizmiş. Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. Elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başlamış. Bu arada, etraflarında olup biteni farketmeye başlamışlar. Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış. Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış: “Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey be kardeşim!” </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, anneleriyle onları birbirine bağlayan kordonu farketmişler. Bu kordon sayesinde hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini anlamışlar. “Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan herşeyi gönderiyor.”</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle “yolun sonu”na yaklaşıyorlarmış. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terkedeceklerinin işaretlerini almaya, dokuzuncu aya yaklaştıklarında, belirtileri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar. Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş: “Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir?” Öteki daha sakinmiş, üstelik, bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; sezgileriyle daha geniş bir alemi arzuluyormuş. Cevap vermiş: “Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor” ve eklemiş: “Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz artık.” </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“Ama ben gitmek istemiyorum” diye haykırmış kardeşi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“Hep burada kalmak istiyorum.” Öteki, “Elimizden gelen birşey yok, hem, belki doğumdan sonra bambaşka bir hayat vardır.” “Bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?” diye cevaplamış diğeri. “Buradan ayrılmak zorunda kalırsak nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbiri geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söyleyebilsin. Hayır bu herşeyin sonu olacak.” Ve karamsarlıkla eklemiş:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“Hem belki de anne diye birşey yok!”</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“Olmak zorunda” diye itiraz etmiş kardeşi. “Buraya baska türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?”</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">“Sen hiç anneni gördün mü” diye üstelemiş öteki; “O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk.” Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Sonunda doğum anı gelmiş çatmış. İkizler dünyalarını terkettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ZİNDANDAKİ ADAM</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Kuyu gibi bir zindana hapsedilen adam, rüyasında kendisini bir gül bahçesinde görür ve Allah'a yalvararak:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">-Ya Rabbi, beni bedenime döndürüp uyandırma, şu gül bahçesinde kalayım, salınıp gezeyim, der.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Cehab'ı Hak (c.c), duasını kabul eder, ruhunu bir daha bedenine döndürmez. Adam ölüm acısını tatmadan cennete girer.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Böyle bir insanın bir daha uyanmayı; esarete, zindandaki işkencelere, zincirlere, bukağılara dönmeyi İstemesi, oraya ait bir şeye talip olması hiç mümkün müdür?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Cennete, oradaki güzelliklere ve İkramlara göre kıyas edilince, dünya, mü'min için zindan gibidir. Manevî dünyalarında cenneti yaşayan Hak dostları, ten kafesini, bedenî istekleri, dünyanın dağdağalarını, boğuşmalarını manevî hayatları adına işkence gibi görmüşlerdir. Ahiret yurdunu hedefleyen ve dünyayı öteler için talimgah ve erzak hazırlama yeri olarak gören insanların, dünyaya ait maksatları olduğunu vehmetmek, bir mahpusun zindandaki değişik şeylere talip ve sevdalı olduğunu, oraya bağlandığını zannetmekle aynı şeydir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Onlar için hürriyet dünyaya ait arzuları aşmaktır. Ve dünyaya talip olanların öylelerinden endişesine gerek yoktur.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">MAHPUSLAR ÎÇİN</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Mevlana Hazretleri'ne, hanımı;</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">-Hüdavendigâr Hazretleri'nin dünyayı hakikat ve mânâlarla doldurması için üç yüz veya dört yüz yıllık bir aziz ömrünün olması lâzımdı, dedi.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bunun üzerine Mevlana:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Niçin, dedi, niçin? Biz ne Firavun ve ne Nemrud'uz! Bizim bu toprak âlemi ile işimiz, huzur ve kararımız olmaz. Biz, birkaç mahpusun kurtulması İçin bu dünya zindanına hapsolmuşuz. Yakında Allah'ın sevgili dostunun yanına döneceğimiz umulur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu kararsız, bu katı, bu fani diyar, ancak nefislerinin kölesi olan insanların hedefi olabilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hak dostlarının halkın arasında bulunmasını, halk için lütuf, onlar adına da tenezzül olarak görmek gerekir. Onlar, ebedî mahkûmiyetten insanları kurtarmak için gönderilmiş ısmarlama insanlardır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Birileri gibi dünya mahpushanesini asıl maksat zannetmiş değillerdir.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">SEFER</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">(Yavuz Sultan Selim, Mısır şef erinden İstanbul' a döndüğünde, valileri bir korsan yuvası haline gelen Rodos üzerine sefer yapılmasını ister. Yavuz:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Bizim der, şimdiden sonra, ahiret şef erinden başka seferimiz yoktur.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kısa bir müddet sonra vefat eder.</span></p><p><em><span style="font-family: 'Tahoma'">Sultan odur ki, onlar gibi hem burasının hem ötenin sultanı olsun. "Bizler uzun bir seferdeyiz, buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz."</span></em></p><p><em></em><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İBRAHİM ETHEM VE İĞNE</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">İbrahim Ethem'in valilerinden birisi onu aramaya çıkar. Alıp Beih'e, saltanatının basma götürecektir. Bir deniz kenarında onu gömleğinin söküklerim dikerken bulur:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Nedir o elindeki diye sorar. - Dikiş iğnesi...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Bir zamanlar kılıçla dağları bölerken şimdi bir iğneye mi kaldı işin?...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Bu iğne o kılıçtan daha kuvvetlidir. Allah dilerse o iğnenin ucuyla bana üzüm taneleri gibi yıldızları toplatır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Demek keramet bu iğnede, der vali ve iğneyi dinden kapıp denize atar. İbrahim Ethem seslenir:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Balıklar getirin iğnemi!</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir balık ağzına iğneyi alıp getirir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Sırra kastettim, der, meğer farkında olmadan kefenimi dikmeye başlamışım.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Nereye gidiyorsun? diye sorar balıkçı...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">- Saraya... îçine yalnız beyaz gömleklilerin alındığı... Kılıçlı böceklerin nöbet tuttuğu... Havaya, ışığa bile yasak denilen... Darlığın genişliğe çevrildiği... Saray... Ben, Belh Sultanı İbrahim Ethem. Sarayıma gidiyorum.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Asıl <em>saltanat, fani diyarda, binilen bir binitte, uçakta, trende, gemide olan saltanat değildir, insan, bir gün indirileceği dünya binitinin sultanı olamaz. Hakikî saltanat mana diyarının, manevî sultanlığıdır. Onun da tek sermayesi acizliktir.</em></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><em></em></span><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ÇOCUK TAZİYESİ</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Bir adamı hapse atmışlar. Yanında küçük bir çocuğu da varmış. Adam, kendi derdinin yanında bir de çocuğunun üzüntüsünü yaşıyormuş. Hem bakım görümü ona çok müşkül geliyor, hem de sıhhî olmayan o ortamda çocuğunu korumak için didiniyor muş. Padişah, bu durumdan haberdar olmuş. O merhametli sultan, çocuğu saraya, yanma almak için memurunu göndermiş. Adam, çocuğundan ayrılığa razı olmamış ve vermek istememiş. Arkadaşları: "Bunu sen nefsin için yapıyorsun. Halbuki çocuk saraya gitse, hem sen bir çok meşakkatten kurtulacaksın, hem de çocuk sarayda rahat edecek, inadın manasızdır. Çocuğu sultanımıza ver. ilerde çocuk büyüdüğünde babasını görmek isteyecektir. Padişah, çocuğu zindana getirip senin perişan halini ona gösterecek değil ya, elbette ki seni alıp saraya götürecektir. Böylece sen de kurtulmuş olacaksın." derler. Adam, ikna olur ve ayrılık zor gelse de çocuğunu gönderir. </span></p><p><em><span style="font-family: 'Tahoma'">Bediüzzaman Hazretleri, bu hikayeyi bir çocuk taziye-si münasebetiyle ve Efendimiz'in, evladı vefat eden mü'min ebeveynin cennete gireceği hadisim izah ederken anlatır. Buluğ çağma girmemiş masum çocukların cennetlik olacağına dair rivayetler vardır. Elbette, çocuklar annelerim ve babalarım görmek istediğinde, Allah onları cehenneme göndermeyecek, belki onları da cennetine alacaktır.</span></em></p><p><em></em><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">TİTO'DAN TARİHÎ İTİRAFLAR</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Ömrünün elli yılını komünist ideoloji yolunda harcayarak bu bâtıl davasında şöhreti yurt dışına kadar taşmış bir insan olan Salih Gökkaya, hayatının son yıllarında İslâm'la müşerref olarak Hakk'a rücû eder. Gökkaya, Komünizm fırtınalarının bütün dünyayı kasıp kavurduğu bu günlerin birinde "Türkiye Komünist Talebe Teşkilatı Başkanı" sıfatıyla Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Josip Broz Tito'nun(1892-1980) şeref misafiri olarak Belgrad'a davet edilir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ömrünün son günlerini geçirmekte olan Tito'yu ziyaret ettiklerinde, hayatını komünizme adayan bu ihtiyar liderin pişmanlık içinde dudaklarından dökülen şu itiraflar, apayrı bir tarihî kıymet ifade etmektedir:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Yoldaş, ben ölüyorum artık... Ölümün ne derece korkunç birşey olduğunu size anlatamam. Anlatsam bile sıhhatli ve genç olan sizler, bu yaşta bunu anlayamazsınız. Düşünün; ölmek, yok olmak... Toprağa kanşmak ve dönmemek üzere gidiş... işte bu çıldırtıyor beni... Dostlarımızdan, sevdiklerimizden, unvan ve makamlardan ayrılmak... Dünyanın güzelliklerini bir daha görememek... Ne korkunç birşey anlamıyor musunuz?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Yoldaşlarım, sizlere açık bir kalple itirafta bulunmak istiyorum:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ben öldükten sonra, toprak olacaksam, diriliş, ceza veya mükafat yoksa, benim yaptığım mücadelenin değeri nedir? Söyleyin bana? Ha yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim veya unutulmayacakmışım veya alkışlanacakmışım neye yarar?</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ben mahvolduktan sonra, beni alkışlayanların takdir sesleri, kabirde vücudumu parçalayan yılan ve çıyanları insafa getirir mi? Söyleyin bu gidiş nereye? Bunun izahını Marks, Engels, Lenin yapamıyor.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İtiraf etmek zorundayım;</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ben Allah'a, peygambere ve ahirete inanıyorum artık. Dinsizlik bir çare değil. Düşünün, şu kainatın bir Yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir Kanun Koyucusu olmalıdır... Bence ölüm de son olmamalıdır...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mazlumca gidenlerle, zalimce ölenlerin bir hesaplaşma yeri olmalıdır. Hakkını almadan, cezasını görmeden gidiyorlar. Böyle keşmekeş olamaz. Ben bunu vicdanen hissediyorum. Öyle ki, milyonlarca suçsuz insanlara yaptığımız eza ve zulümler, şu anda bağazıma düğümlenmiş bir vaziyette...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Onların ahlarına kulak verecek bir merci olmalı... Yoksa insan teselliyi nereden bulacak? Bunların bir açıklaması olmalı... Marks bu mevzuda halt işlemiş. Uyuşturmuş beynimizi ...</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Nedense ölüm kapıya dayanmadan bunu idrak edemiyoruz. Belki de göz kamaştırıcı makamlar buna engel oluyor. Ben bu inancı taşıyorum yoldaşlarım, sizler de ne derseniz deyin! </span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">BİZİM ESAS MUHTAÇ OLDUĞUMUZ ŞEY</span></strong></p><p><strong></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">...Her say ebedi alemde, saadet aleminde, bâki sümbüller verecek mahiyette böyle izan ve kabul edilirse insan en büyük mahalik karşısında dahi tereddüt etmeden gözünü kırpmadan hak bildiği hakikat bildiği istikametten dur olmayacak ve ilerleyecektir. Bütün miskinliğimizin, bütün uyuşukluğumuzun, metotdan uzak bulunuşumuzun, dünyayı her şey sayışımızın ve fırsat ele geçtiği zaman onu değerlendirişimizin altında ahirete olduğu gibi inanmama hastalığı ruh haleti yatmaktadır. Eğer bir sahabi anlayışı ve idraki içinde ahirete inanmış olsaydık; nefsim adına ötesini arz edeyim, nefsim adına arz edeyim de başkasının kafasına mızrak ve kılıç sokmayayım. Başkasının ruh ve hissiyatını rencide etmeyeyim. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ben rahat döşekte yatmazdım. Ben nefsim adına en küçük mameleke sahip olmazdım. Ben Resulü Ekrem gibi hasır üzerinde yatar üzerime bir battaniye alırdım. Milletim sefalet içinde çırpınırken, milletim imansızlığın cenderesine kıstırılırken, gençlik adım adım mahv edilirken benim bir varlığım ve mamelekim olmazdı. Soğukta emanet bir cübbeyle dolaşırdım Emanet bir ayakkabıyla çarşıda gezerdim. Ve bu halimle mevlanın huzuruna gidersem kovulacağım endişesi vardır içimde çünki birinci işi ihmal etmiş bir insan olarak manen kolu kanadı kırık bir mücrim olarak rabbimin huzurunda bulunmaya müdrikim. <strong><em></em></strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong><em></em></strong></span><span style="font-family: 'Tahoma'">Nefsim adına söyleyeyim. Derdin büyüklüğü, azamet ve ihtişamı karşısında hala beşeri zevklerimi düşünmeyi terk edemedim. Hâla yemenin kavgasını vermeyi terk edemedim. Hâla gece yatarken altıma bir yumuşak döşek sermeyi terk edemedim. Hâla aklımdan kadını kızı çıkaramadım…çıkaramadım ve hicap altında eziliyorum. </span></p><p><strong><em><span style="font-family: 'Tahoma'">Düşünün, fani şeyleri vermeden bâki şeyler elde edilemez. Maddi ve manevi mahrumiyette ve katlanmadan muvaffakiyet elde edilemez. Ağlanmadan gülünemez, ıstırap çekmeden saadete erilemez. Milleti kurtarmayı düşünüyorsanız bürokratik yollardan millet kurtarılamaz. Bu milletin başında sadece elbisesi sırtında ki olan kimseler olduğu zaman millet kurtulacaktır. Şahsı adına yatırımıyla, şahsı adına devlet kurmasıyla, şahsı adına tesisatıyla, aile efradı adına tesisatıyla milleti kurtaracağım diye kahramanlık sevdasıyla milletin başında arzı didar edenler sadece sine-i millette ümit kırmış, onları bedbinliğe itmişlerdir. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-family: 'Tahoma'">Ömer gibi insanlar, giysisi sırtında bineceği şey devlet hazinesinde. Gandhi gibi insanlar, altında ot olan insanlar, milletleri kurtaracak bunlardır. Ve bizi kurtaracak nesil de bu nesildir. Cenab-ı hak bu neslimize bahş ettiği zaman bürokrasiyi rüyasında dahi düşünmeyen bu nesli bize bahş ettiği zaman milletimizin kurtarılması mevzuunda ümit var olacağız. </span></em></strong></p><p><strong><em></em></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Üniversite değil bizi kurtaracak. Gönüldür, aşktır, heyecandır. İlim dediğin şey sonra ilim adamının yapacağı şeydir. Çok basit şeydir. Atom üssü kurmak, füze üssü kurmak çok basit şeydir. Ama ben görüyorum ki, gezdikçe gördükçe görüyorum ki, yüz elli seneden beri çeşitli kimselerin elinde oyuncak haline getirilen Türkiye ve alem-i islam ileri götürelim diye her müdahalede on sene geriye gitmektedir. Siyasi, gayri siyasi her darbede ve idareye her müdahalede on sene geriye götürülmektedir. </span></p><p><strong><em><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu kem talihliler, bu şom ağızlılar, bu yarasa bakışlılar milletin kaderine vaziyet ettiği müddetçe bu millet bir adım ileriye gitmeyecektir. Belki her sene on sene geriye gidecektir. İşte Batı ve işte ağlanacak durumumuz âlem-i islamla beraber. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-family: 'Tahoma'">Öyleyse bizim esas muhtaç olduğumuz şey; aşktır, heyecandır, imandır, hasbiliktir, fedakarlıktır, milleti için yaşamaktır, kendisini feda etmektir. Varsa bu pazarda bezi olan, varsa bu anlayışa iştirak eden gelsin beraber çalışalım. Bırakalım bürokrasiyi, gezelim köy köy dolaşalım. Hasbiliğimizi ve samimiyetimizi götürelim. </span></em></strong></p><p><strong><em></em><span style="font-family: 'Tahoma'">Ve bu işi düzelteceğimiz âna kadar söz verelim Allah’a, Resulullaha söz verelim…yumuşak döşekte yatmayacağız… ağlayacağız gülmeyeceğiz… ıstırap çekeceğiz ve dilenmeyeceğiz…</span></strong></p><p> <strong></strong></p><p> <strong></strong></p><p><strong></strong></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="mihrimah, post: 84427, member: 656"] [B][FONT=Tahoma]NÜKTELER...[/FONT] [FONT=Tahoma]NASIL DİRİLECEK?[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Hazret-i İbrahim Filistin'den kalkıp sık sık Mekke'ye geliyor, oğlu İsmâil ile hanımı Hacer'i ziyaret ediyordu. Bu mûtad ziyaretlerinden birinde, yolculuğunu sahilden yapmak zorunda kalmıştı. Deniz kenarında bir hayvan leşi gördü. Leş üzerine dalgalar vuruyor ve dalgalarla birlikte gelen balıklar ve deniz hayvanları, o leşten yiyorlardı. Dalga çekilince, bu defa da kara hayvanları ve kuşlar leşin başına üşüşüyorlardı. Her bir hayvan, leşten bir parça koparıp midesine indiriyordu.[/FONT] [FONT=Tahoma]Gördüğü bu manzara Hz. İbrahim'in merakını çekti. "Cenâb-ı Hak, acaba bu hayvanı nasıl diriltecek? Herbiri başka bir hayvanın midesinde olan zerrelerini nasıl toplayıp bir araya getirecek?" diye düşündü.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu düşünce, onda "dirilme" hâdisesini gözüyle görmek arzusunu uyandırmıştı. Allah'a yönelerek,[/FONT] [FONT=Tahoma]"Ey Rabbim! Ölüleri nasıl diriltirsin? Bana göster" diye dua etmeye başladı.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hz. İbrahim'in bu dua ve niyazına Allah:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Ey İbrahim! Ölüleri Allah'ın dirilteceğine îmanın yok mu? Bu hususta herhangi bir şübhen mi mevcut?" sorusuyla karşılık verdi.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hazret-i İbrahim cevaben:[/FONT] [FONT=Tahoma]"Ey Rabbim! Ben ölüleri dirilteceğine kesin olarak inanıyor, bu hususta hiçbir şübhe duymuyorum. Ancak bu hârika fi'lini gözümle de görüp kalben tam tatmîn olmak istiyorum" dedi. İnsan bâzan, kesin olarak bildiği, inandığı şeyleri, gözüyle de görmek ister. Bu, son derece tabiî bir haldir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hz. İbrahim'in isteği de bu nevidendi. Şübhesiz onun, Allah'ın ölüleri dirilteceğine inancı tamdı. Bu konuda hiçbir şüphesi yoktu. Buna rağmen, dirilme hâdisesini merak ediyor, gözüyle de görmek istiyordu.[/FONT] [FONT=Tahoma]Allah'ın Hz. İbrahim'in niyetini bildiği halde, "sen îman etmedin mi?" diye sorması da düşündürücüdür. Böylece Hz. İbrahim'in içindeki niyyetini açıklamasına imkân vermiş oluyordu. Hâdiseyi sonradan duyan insanların onun hakkında kötü düşünmelerine fırsat bırakmıyordu.[/FONT] [FONT=Tahoma]Cenâb-ı Hak, Hazret-i İbrahim'in, ölülerin nasıl diriltildiğini görme isteğini kabul ederek, ona:"Ayrı cinsten 4 kuş al. Onları önce iyice kendine alıştır. Sonra kes. Parçalarını birbirine karıştır. Bu parçalardan herbirini etrafında görünen şu dağların ayrı bir yerine koy. Sonra o kuşları isimleriyle çağır. Sür'atle, âzaları tam ve diri olarak sana geldiklerini göreceksin" dedi.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hazret-i İbrahim verilen bu emri yerine getirdi. Önce kuşları bulup kendine alıştırdı. Sonra kesti. Tüylerini yolarak herbirini 4 parçaya ayırdı. Her parçayı diğerleriyle karıştırarak, başlarını da yanlarına koydu. Dört ayrı dağın tepesine baktı. Sonra o kuşları, isimleriyle çağırdığı zaman, hepsinin canlı olarak kendisine uçup geldiğini gördü.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu manzara karşısında kalbi heyecanla çarpmaya başlamıştı. Çünkü ölülerin dirilişi hakikatini bizzat görme nimetine nail olmuştu. Bundan dolayı, Allah'a hamd ve şükürlerde bulunuyordu. Kalbi tam itmi'nan bulmuş, huzur ve vecd içinde kalmıştı. [/FONT] [B][FONT=Tahoma]DOĞUMDAN SONRA HAYAT VAR MI?[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Aşağıda okuyacağınız hikayeyi, Emre Gedikli isimli okuyucum Eskişehir’den göndermiş. İnternet’te dilden dile gezen şeylere iltifat etmek âdetim değil fakat bu hikâyeyi sizlerle paylaşmam gerektiğini düşündüm. Şuur ve hayatın farklı boyutlarda tecelli edebileceğini en azından hatırlattığı için bu küçücük metin çok hoşuma gitti. [/FONT] [FONT=Tahoma]Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri herşeyden habersizmiş. Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. Elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başlamış. Bu arada, etraflarında olup biteni farketmeye başlamışlar. Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış. Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış: “Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey be kardeşim!” [/FONT] [FONT=Tahoma]Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, anneleriyle onları birbirine bağlayan kordonu farketmişler. Bu kordon sayesinde hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini anlamışlar. “Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan herşeyi gönderiyor.”[/FONT] [FONT=Tahoma]Aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle “yolun sonu”na yaklaşıyorlarmış. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terkedeceklerinin işaretlerini almaya, dokuzuncu aya yaklaştıklarında, belirtileri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar. Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş: “Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir?” Öteki daha sakinmiş, üstelik, bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; sezgileriyle daha geniş bir alemi arzuluyormuş. Cevap vermiş: “Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor” ve eklemiş: “Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz artık.” [/FONT] [FONT=Tahoma]“Ama ben gitmek istemiyorum” diye haykırmış kardeşi.[/FONT] [FONT=Tahoma]“Hep burada kalmak istiyorum.” Öteki, “Elimizden gelen birşey yok, hem, belki doğumdan sonra bambaşka bir hayat vardır.” “Bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?” diye cevaplamış diğeri. “Buradan ayrılmak zorunda kalırsak nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbiri geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söyleyebilsin. Hayır bu herşeyin sonu olacak.” Ve karamsarlıkla eklemiş:[/FONT] [FONT=Tahoma]“Hem belki de anne diye birşey yok!”[/FONT] [FONT=Tahoma]“Olmak zorunda” diye itiraz etmiş kardeşi. “Buraya baska türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?”[/FONT] [FONT=Tahoma]“Sen hiç anneni gördün mü” diye üstelemiş öteki; “O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk.” Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş. [/FONT] [FONT=Tahoma]Sonunda doğum anı gelmiş çatmış. İkizler dünyalarını terkettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar.[/FONT] [FONT=Tahoma]Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]ZİNDANDAKİ ADAM[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Kuyu gibi bir zindana hapsedilen adam, rüyasında kendisini bir gül bahçesinde görür ve Allah'a yalvararak:[/FONT] [FONT=Tahoma]-Ya Rabbi, beni bedenime döndürüp uyandırma, şu gül bahçesinde kalayım, salınıp gezeyim, der.[/FONT] [FONT=Tahoma]Cehab'ı Hak (c.c), duasını kabul eder, ruhunu bir daha bedenine döndürmez. Adam ölüm acısını tatmadan cennete girer.[/FONT] [FONT=Tahoma]Böyle bir insanın bir daha uyanmayı; esarete, zindandaki işkencelere, zincirlere, bukağılara dönmeyi İstemesi, oraya ait bir şeye talip olması hiç mümkün müdür?[/FONT] [FONT=Tahoma]Cennete, oradaki güzelliklere ve İkramlara göre kıyas edilince, dünya, mü'min için zindan gibidir. Manevî dünyalarında cenneti yaşayan Hak dostları, ten kafesini, bedenî istekleri, dünyanın dağdağalarını, boğuşmalarını manevî hayatları adına işkence gibi görmüşlerdir. Ahiret yurdunu hedefleyen ve dünyayı öteler için talimgah ve erzak hazırlama yeri olarak gören insanların, dünyaya ait maksatları olduğunu vehmetmek, bir mahpusun zindandaki değişik şeylere talip ve sevdalı olduğunu, oraya bağlandığını zannetmekle aynı şeydir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Onlar için hürriyet dünyaya ait arzuları aşmaktır. Ve dünyaya talip olanların öylelerinden endişesine gerek yoktur.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]MAHPUSLAR ÎÇİN[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Mevlana Hazretleri'ne, hanımı;[/FONT] [FONT=Tahoma]-Hüdavendigâr Hazretleri'nin dünyayı hakikat ve mânâlarla doldurması için üç yüz veya dört yüz yıllık bir aziz ömrünün olması lâzımdı, dedi.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bunun üzerine Mevlana:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Niçin, dedi, niçin? Biz ne Firavun ve ne Nemrud'uz! Bizim bu toprak âlemi ile işimiz, huzur ve kararımız olmaz. Biz, birkaç mahpusun kurtulması İçin bu dünya zindanına hapsolmuşuz. Yakında Allah'ın sevgili dostunun yanına döneceğimiz umulur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu kararsız, bu katı, bu fani diyar, ancak nefislerinin kölesi olan insanların hedefi olabilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Hak dostlarının halkın arasında bulunmasını, halk için lütuf, onlar adına da tenezzül olarak görmek gerekir. Onlar, ebedî mahkûmiyetten insanları kurtarmak için gönderilmiş ısmarlama insanlardır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Birileri gibi dünya mahpushanesini asıl maksat zannetmiş değillerdir.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]SEFER[/FONT] [/B][FONT=Tahoma](Yavuz Sultan Selim, Mısır şef erinden İstanbul' a döndüğünde, valileri bir korsan yuvası haline gelen Rodos üzerine sefer yapılmasını ister. Yavuz:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Bizim der, şimdiden sonra, ahiret şef erinden başka seferimiz yoktur.[/FONT] [FONT=Tahoma]Kısa bir müddet sonra vefat eder.[/FONT] [I][FONT=Tahoma]Sultan odur ki, onlar gibi hem burasının hem ötenin sultanı olsun. "Bizler uzun bir seferdeyiz, buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz."[/FONT] [/I][B][FONT=Tahoma]İBRAHİM ETHEM VE İĞNE[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]İbrahim Ethem'in valilerinden birisi onu aramaya çıkar. Alıp Beih'e, saltanatının basma götürecektir. Bir deniz kenarında onu gömleğinin söküklerim dikerken bulur:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Nedir o elindeki diye sorar. - Dikiş iğnesi...[/FONT] [FONT=Tahoma]- Bir zamanlar kılıçla dağları bölerken şimdi bir iğneye mi kaldı işin?...[/FONT] [FONT=Tahoma]- Bu iğne o kılıçtan daha kuvvetlidir. Allah dilerse o iğnenin ucuyla bana üzüm taneleri gibi yıldızları toplatır.[/FONT] [FONT=Tahoma]- Demek keramet bu iğnede, der vali ve iğneyi dinden kapıp denize atar. İbrahim Ethem seslenir:[/FONT] [FONT=Tahoma]- Balıklar getirin iğnemi![/FONT] [FONT=Tahoma]Bir balık ağzına iğneyi alıp getirir.[/FONT] [FONT=Tahoma]- Sırra kastettim, der, meğer farkında olmadan kefenimi dikmeye başlamışım.[/FONT] [FONT=Tahoma]- Nereye gidiyorsun? diye sorar balıkçı...[/FONT] [FONT=Tahoma]- Saraya... îçine yalnız beyaz gömleklilerin alındığı... Kılıçlı böceklerin nöbet tuttuğu... Havaya, ışığa bile yasak denilen... Darlığın genişliğe çevrildiği... Saray... Ben, Belh Sultanı İbrahim Ethem. Sarayıma gidiyorum.[/FONT] [FONT=Tahoma]Asıl [I]saltanat, fani diyarda, binilen bir binitte, uçakta, trende, gemide olan saltanat değildir, insan, bir gün indirileceği dünya binitinin sultanı olamaz. Hakikî saltanat mana diyarının, manevî sultanlığıdır. Onun da tek sermayesi acizliktir. [/I][/FONT][B][FONT=Tahoma]ÇOCUK TAZİYESİ[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Bir adamı hapse atmışlar. Yanında küçük bir çocuğu da varmış. Adam, kendi derdinin yanında bir de çocuğunun üzüntüsünü yaşıyormuş. Hem bakım görümü ona çok müşkül geliyor, hem de sıhhî olmayan o ortamda çocuğunu korumak için didiniyor muş. Padişah, bu durumdan haberdar olmuş. O merhametli sultan, çocuğu saraya, yanma almak için memurunu göndermiş. Adam, çocuğundan ayrılığa razı olmamış ve vermek istememiş. Arkadaşları: "Bunu sen nefsin için yapıyorsun. Halbuki çocuk saraya gitse, hem sen bir çok meşakkatten kurtulacaksın, hem de çocuk sarayda rahat edecek, inadın manasızdır. Çocuğu sultanımıza ver. ilerde çocuk büyüdüğünde babasını görmek isteyecektir. Padişah, çocuğu zindana getirip senin perişan halini ona gösterecek değil ya, elbette ki seni alıp saraya götürecektir. Böylece sen de kurtulmuş olacaksın." derler. Adam, ikna olur ve ayrılık zor gelse de çocuğunu gönderir. [/FONT] [I][FONT=Tahoma]Bediüzzaman Hazretleri, bu hikayeyi bir çocuk taziye-si münasebetiyle ve Efendimiz'in, evladı vefat eden mü'min ebeveynin cennete gireceği hadisim izah ederken anlatır. Buluğ çağma girmemiş masum çocukların cennetlik olacağına dair rivayetler vardır. Elbette, çocuklar annelerim ve babalarım görmek istediğinde, Allah onları cehenneme göndermeyecek, belki onları da cennetine alacaktır.[/FONT] [/I][B][FONT=Tahoma]TİTO'DAN TARİHÎ İTİRAFLAR[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]Ömrünün elli yılını komünist ideoloji yolunda harcayarak bu bâtıl davasında şöhreti yurt dışına kadar taşmış bir insan olan Salih Gökkaya, hayatının son yıllarında İslâm'la müşerref olarak Hakk'a rücû eder. Gökkaya, Komünizm fırtınalarının bütün dünyayı kasıp kavurduğu bu günlerin birinde "Türkiye Komünist Talebe Teşkilatı Başkanı" sıfatıyla Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal Josip Broz Tito'nun(1892-1980) şeref misafiri olarak Belgrad'a davet edilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Ömrünün son günlerini geçirmekte olan Tito'yu ziyaret ettiklerinde, hayatını komünizme adayan bu ihtiyar liderin pişmanlık içinde dudaklarından dökülen şu itiraflar, apayrı bir tarihî kıymet ifade etmektedir:[/FONT] [FONT=Tahoma]Yoldaş, ben ölüyorum artık... Ölümün ne derece korkunç birşey olduğunu size anlatamam. Anlatsam bile sıhhatli ve genç olan sizler, bu yaşta bunu anlayamazsınız. Düşünün; ölmek, yok olmak... Toprağa kanşmak ve dönmemek üzere gidiş... işte bu çıldırtıyor beni... Dostlarımızdan, sevdiklerimizden, unvan ve makamlardan ayrılmak... Dünyanın güzelliklerini bir daha görememek... Ne korkunç birşey anlamıyor musunuz?[/FONT] [FONT=Tahoma]Yoldaşlarım, sizlere açık bir kalple itirafta bulunmak istiyorum:[/FONT] [FONT=Tahoma]Ben öldükten sonra, toprak olacaksam, diriliş, ceza veya mükafat yoksa, benim yaptığım mücadelenin değeri nedir? Söyleyin bana? Ha yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim veya unutulmayacakmışım veya alkışlanacakmışım neye yarar?[/FONT] [FONT=Tahoma]Ben mahvolduktan sonra, beni alkışlayanların takdir sesleri, kabirde vücudumu parçalayan yılan ve çıyanları insafa getirir mi? Söyleyin bu gidiş nereye? Bunun izahını Marks, Engels, Lenin yapamıyor.[/FONT] [FONT=Tahoma]İtiraf etmek zorundayım;[/FONT] [FONT=Tahoma]Ben Allah'a, peygambere ve ahirete inanıyorum artık. Dinsizlik bir çare değil. Düşünün, şu kainatın bir Yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir Kanun Koyucusu olmalıdır... Bence ölüm de son olmamalıdır...[/FONT] [FONT=Tahoma]Mazlumca gidenlerle, zalimce ölenlerin bir hesaplaşma yeri olmalıdır. Hakkını almadan, cezasını görmeden gidiyorlar. Böyle keşmekeş olamaz. Ben bunu vicdanen hissediyorum. Öyle ki, milyonlarca suçsuz insanlara yaptığımız eza ve zulümler, şu anda bağazıma düğümlenmiş bir vaziyette...[/FONT] [FONT=Tahoma]Onların ahlarına kulak verecek bir merci olmalı... Yoksa insan teselliyi nereden bulacak? Bunların bir açıklaması olmalı... Marks bu mevzuda halt işlemiş. Uyuşturmuş beynimizi ...[/FONT] [FONT=Tahoma]Nedense ölüm kapıya dayanmadan bunu idrak edemiyoruz. Belki de göz kamaştırıcı makamlar buna engel oluyor. Ben bu inancı taşıyorum yoldaşlarım, sizler de ne derseniz deyin! [/FONT] [B][FONT=Tahoma]BİZİM ESAS MUHTAÇ OLDUĞUMUZ ŞEY[/FONT] [/B][FONT=Tahoma]...Her say ebedi alemde, saadet aleminde, bâki sümbüller verecek mahiyette böyle izan ve kabul edilirse insan en büyük mahalik karşısında dahi tereddüt etmeden gözünü kırpmadan hak bildiği hakikat bildiği istikametten dur olmayacak ve ilerleyecektir. Bütün miskinliğimizin, bütün uyuşukluğumuzun, metotdan uzak bulunuşumuzun, dünyayı her şey sayışımızın ve fırsat ele geçtiği zaman onu değerlendirişimizin altında ahirete olduğu gibi inanmama hastalığı ruh haleti yatmaktadır. Eğer bir sahabi anlayışı ve idraki içinde ahirete inanmış olsaydık; nefsim adına ötesini arz edeyim, nefsim adına arz edeyim de başkasının kafasına mızrak ve kılıç sokmayayım. Başkasının ruh ve hissiyatını rencide etmeyeyim. [/FONT] [FONT=Tahoma]Ben rahat döşekte yatmazdım. Ben nefsim adına en küçük mameleke sahip olmazdım. Ben Resulü Ekrem gibi hasır üzerinde yatar üzerime bir battaniye alırdım. Milletim sefalet içinde çırpınırken, milletim imansızlığın cenderesine kıstırılırken, gençlik adım adım mahv edilirken benim bir varlığım ve mamelekim olmazdı. Soğukta emanet bir cübbeyle dolaşırdım Emanet bir ayakkabıyla çarşıda gezerdim. Ve bu halimle mevlanın huzuruna gidersem kovulacağım endişesi vardır içimde çünki birinci işi ihmal etmiş bir insan olarak manen kolu kanadı kırık bir mücrim olarak rabbimin huzurunda bulunmaya müdrikim. [B][I] [/I][/B][I][/i][/FONT][I][/I][FONT=Tahoma]Nefsim adına söyleyeyim. Derdin büyüklüğü, azamet ve ihtişamı karşısında hala beşeri zevklerimi düşünmeyi terk edemedim. Hâla yemenin kavgasını vermeyi terk edemedim. Hâla gece yatarken altıma bir yumuşak döşek sermeyi terk edemedim. Hâla aklımdan kadını kızı çıkaramadım…çıkaramadım ve hicap altında eziliyorum. [/FONT] [B][I][FONT=Tahoma]Düşünün, fani şeyleri vermeden bâki şeyler elde edilemez. Maddi ve manevi mahrumiyette ve katlanmadan muvaffakiyet elde edilemez. Ağlanmadan gülünemez, ıstırap çekmeden saadete erilemez. Milleti kurtarmayı düşünüyorsanız bürokratik yollardan millet kurtarılamaz. Bu milletin başında sadece elbisesi sırtında ki olan kimseler olduğu zaman millet kurtulacaktır. Şahsı adına yatırımıyla, şahsı adına devlet kurmasıyla, şahsı adına tesisatıyla, aile efradı adına tesisatıyla milleti kurtaracağım diye kahramanlık sevdasıyla milletin başında arzı didar edenler sadece sine-i millette ümit kırmış, onları bedbinliğe itmişlerdir. [/FONT] [FONT=Tahoma]Ömer gibi insanlar, giysisi sırtında bineceği şey devlet hazinesinde. Gandhi gibi insanlar, altında ot olan insanlar, milletleri kurtaracak bunlardır. Ve bizi kurtaracak nesil de bu nesildir. Cenab-ı hak bu neslimize bahş ettiği zaman bürokrasiyi rüyasında dahi düşünmeyen bu nesli bize bahş ettiği zaman milletimizin kurtarılması mevzuunda ümit var olacağız. [/FONT] [/I][/B][I][/I][FONT=Tahoma]Üniversite değil bizi kurtaracak. Gönüldür, aşktır, heyecandır. İlim dediğin şey sonra ilim adamının yapacağı şeydir. Çok basit şeydir. Atom üssü kurmak, füze üssü kurmak çok basit şeydir. Ama ben görüyorum ki, gezdikçe gördükçe görüyorum ki, yüz elli seneden beri çeşitli kimselerin elinde oyuncak haline getirilen Türkiye ve alem-i islam ileri götürelim diye her müdahalede on sene geriye gitmektedir. Siyasi, gayri siyasi her darbede ve idareye her müdahalede on sene geriye götürülmektedir. [/FONT] [B][I][FONT=Tahoma]Bu kem talihliler, bu şom ağızlılar, bu yarasa bakışlılar milletin kaderine vaziyet ettiği müddetçe bu millet bir adım ileriye gitmeyecektir. Belki her sene on sene geriye gidecektir. İşte Batı ve işte ağlanacak durumumuz âlem-i islamla beraber. [/FONT] [FONT=Tahoma]Öyleyse bizim esas muhtaç olduğumuz şey; aşktır, heyecandır, imandır, hasbiliktir, fedakarlıktır, milleti için yaşamaktır, kendisini feda etmektir. Varsa bu pazarda bezi olan, varsa bu anlayışa iştirak eden gelsin beraber çalışalım. Bırakalım bürokrasiyi, gezelim köy köy dolaşalım. Hasbiliğimizi ve samimiyetimizi götürelim. [/FONT] [/I][FONT=Tahoma]Ve bu işi düzelteceğimiz âna kadar söz verelim Allah’a, Resulullaha söz verelim…yumuşak döşekte yatmayacağız… ağlayacağız gülmeyeceğiz… ıstırap çekeceğiz ve dilenmeyeceğiz…[/FONT] [FONT=Tahoma] [/FONT] [FONT=Tahoma] [/FONT] [/B] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
İslamiyet
İslam Akaidi ve Fıkıh
Memba
Ahiret gününe iman
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst