Vicdanın toplu/m okumaları, geçmişi sorguluyor

uður1

Well-known member
Vicdanın toplu/m okumaları, geçmişi sorguluyor
01 Aralık 2011 Perşembe 07:09
Vicdani ret üzerine- 4
Vicdani reddin toplumsal hafızası varsa, bir temsili oluşturacak kadar organize oluyorsa, kurumsal bir değer taşıyorsa, yine bireylerin o zeminde bile yeni iç vicdani retlerle süreci iyileştirici ve tahkim edici itiraz alanları var demektr. Sürekli iyileştirme ve sürekli öğrenme ile sürekli yanlışı engelleme/”nehy-i anil münker” ve sürekli iyilik/”emr-i bil maruf” gereği, vicdani reddin ana ve artçı tepkileri/depremleri olmalıdır.
Vicdani ret, birey bazında bir istisnai tercih ve haktır. Başkasına göre sübjektif sayılabilecek ama reddeden için istek ve huzur kabul edilebilecek bir referanstır.
Vicdani tercihin siyasi ve sosyal, etnik ve yerel figürlerinin olması, hatta onunla ifadesi ayrı bir şeydir. Vicdani tercihin ana umdesi/temel ekseni kendi inancının ve düşüncelerinin kabul ettiremediği ve asla yapmak istemediği hallerdir. Bunu görünür kılan ifade ve tepki biçiminin siyasallaşması veya siyasal bir otoritenin bunu fişleyip niyet okumaya kalkışması, engelleyici bir gerekçe olmamalıdır.
Hürriyet sayesinde insanı ödüllendirici düşünceler ve zihni kabuller, eşitlikçi bir muhakeme ve adaleti sağlayan muhalefet zemini sağlar. Haksız icraatları reddetme hakkı, son derece ahlaki bir reflekstir. İncinmişliğin, nefret ve çatışmanın beslediği ve karartılmış, adına her ne kadar” vicdan” dense de politik bir ihtirasın illegal yapılardan oluşan diktacı veya karşıt diktacı tutumlarından ve söylemlerinden meydana gelen hareketlere vicdani ret gözüyle bakılamaz.
Vicdani reddi istismar etmek ise başlı başına bir vicdani yetersizliktir. Vicdani reddi bu tür yanlış uygulama veya ideolojik ayrışmalardan bağımsız ele almak gerekir. Bireyin gerçek tercihlerine ve inancına vicdani bir dayanak varsa,oradan besleniyorsa ve bununla yenileyici ve iyileştirici bir aksiyon sağlıyorsa, bunu desteklemek ve kabul etmek, vicdani bir sorumluluktur. En azından saygı duyma ve müdahale etmemek, vicdani bir takdirdir.
Kamusal alan/talan yorumları veya kamu güvenliği,ülkenin birlik ve bütünlüğü kılıflarına sarılmış diktacı/totaliter/hegemonyacı yapı ve karakterlerin rızasına bağlı bir “vicdani ret” tanımı, kabul edilemez.
Bediüzzaman tarafından belirlenen vicdani reddin “..Kabul etmemek, istememek ve amel etmemek” üzerine kurulu çerçevesi, geliştireceğimiz tutumlar için yol haritası niteliğindedir. Karşılaştığımız süreçlerde sorumluluk, ifade hakkı ve davranış açısından düzenleme gerektiren hususlar, vicdani süzgeçten geçtiği oranda huzura katkı sağlar.
Fıtrat dini olan İslam’ın terbiyesi altında rasyonel doğrular ile donanmış bir zeka ve kalbin vicdani refleksleri,önemli bir kıstas,ölçü ve nirengidir.Ölçülebilir vicdani kıstaslar/göstergeler,günümüzün modern bilimi,istatistik ölçümler ve sosyal görüşlerin sayısal veri analizleri sayesinde toplumsal okumalar yapılabilir.Yeter ki vicdani okumalara açık bir niyet,bir istek ve irade olsun.
Açık, katılımcı,ilkeli ve ehliyetli toplumsal meşveretler,eşitlikçi ve merkezi olmayan bir düzlemde toplu vicdan okumalarına erişebilir,anlayabilir ve vicdani tercihlere sonuna kadar fırsat verecek altyapılar kurabilir ve icraatlar yapabilir.
Genel vicdani retlerin kabul gördüğü ve toplumsal hafızaya saygı duyulduğu,yetki ve otoritenin onlara rağmen kullanılamadığı zeminlerde,bireyin daha niş ve ayrıcalıklı vicdani retleri anlam kazanır. “Post darbe” yerine “post vicdan” seviyesine çıkılır.
Böylesi sosyal rehabilitasyonlar, zihni uyumlaştırmalar ve duygusal yakınlaşmalar, empatiyi kolaylaşır.Aksi halde sağırlar diyalogu içinde fındık kabuğunu doldurmayan,her tarafı politik tarafgirlik kokan devşirme gündemler kaplar. Bu tür provokatif ve kamuoyunu sürekli elinde tutan gerilim tabloları hayır getirmediği gibi,vicdani reddin toplumsal mutabakatını sarsmaya dönük iktidar/rejim veya rantçı kümelerin cirit alanına taviz verir.
“Bıçağın kemiğe dayandığı” nokta,”sözün bittiği yer” dediğimiz tükenmişlik/çaresizlik stresi altında top yekun hamle ve reaksiyonla karşılıklı “bitirme” ye dönük birbirini tüketme politikaları,sadece bölme işlemini hızlandırır. Vicdanları kanatır ve yaralar.İşte vicdani dokunuş/okunuş,vicdanı kanatan uygulamaların/eylemlerin doğurduğu manevi/maddi hasarların tespitidir.
Bunun terör boyutu,suiistimal kısmı,otoriterliği, çekilen eziyetler ve çıkan olumsuzlukların hepsi birer sonuçtur. Bunun köklü sorgusunu vicdani bir muhasebe ile yapmak ve rejim boyutuyla yargılamak,daha sağlıklı düşünmeye ve ortak vicdanın yansımalarına güvenmeye vesile olur.Yaşananlar/yaşadıklarımız,kotlarıyla oynanmış bir bireyin/toplumun patolojisidir. Tedavisi ise vicdani kotlara ulaşmaktan geçer. O zaman “bıçak kemiğe” dayanmaz. Her şey vicdana dayanır.
Sosyal patlamaları önlemenin yolu, makulü aramaktan geçer. Vicdani söylem/eylem,vicdani yürüyüş,vicdani tertip,vicdani kabul/ret,vicdani ahenk ve uyum,vicdani ses/söz,beşeriyetin özlemle taçlandırmak istediği ve yönetimlerin/sorumluların sağlamakla yükümlü oldukları barışçı,sevgi dolu,huzur barındıran ve birliği sağlayan bir niyetin derin tasavvur ve tefekkür ürünüdür.Hayatı böylesine anlamlandırmaya çalışmak,bir çok travmanın önüne geçecektir.
Akıl tutulması sayılan rejim uygulamaları bu sayede zemin kaybetmektedir ve daha da kaybedecektir.Sonuçta,bir dönemin karanlık noktaları toplu/m okuma ile vicdan feneri sayesinde aydınlanır ve sorgulanır.Dersim bunun bir başlangıcı

Eğitim Fakültelerini kapatın!
01 Aralık 2011 Perşembe 06:38
"Gençler artık Eğitim Fakültelerine kaydolmayın" diye yazdığımda tarih 2 Ağustos'tu.
"İlle de bu fakültelere gidecekseniz, öğretmen olmak için değil, sadece üniversite havasını koklamak için gidin!" demiştim.
Bazıları da "yok artık, o kadar da değil" dediler.
Oysa gerçek bu! Yani o kadar!
***
İki dakika durup bir daha düşünün...
Bu fakültelere yeni kayıt yaptırmış öğrencilerin toplam sayısı 50 bin.
Onlara üst sınıflarda okuyanları ve çoktan mezun olup öğretmen olarak atanmayı bekleyen 264 bin öğretmeni ekleyin.
Ortaya çıkan tablo toplumsal bir faciayı anlatmıyor mu?
Hâlâ daha ne fakültesi, ne öğretmeni!
Neden devlet gençlere ve ailelerine boş yere umut vermeyi sürdürsün!
***

İşte sonunda Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer gerçeği daha fazla saklayamadı: "Bu kadar öğretmene ihtiyacımız yok, en fazla 60 bin öğretmen daha alırız" dedi.
1990'larda başlayan, 2000'lerde gemi azıya alan plansız programsız eğitim fakültesi açma furyasının gelip dayandığı nokta bu.
Bakan Dinçer bu açıdan haklı.
Fakat "Geriye kalan atanmayı bekleyen 200 bin öğretmen başka işler bulsun" tavrı bence haksız.
Ne yalan söyleyeyim, bu ifade politik gerçekçilikten çok, fazla liberal bir gevşeklik izlenimi veriyor insana!
***

Eğri oturup doğru konuşalım...
Kimse bir eğitim fakültesine, arkeoloji veya işletme bölümlerine gider gibi gitmez. Yani "ne çıktıysa bahtıma!" demez, başka işler düşünmez!
Düpedüz meslek eğitimidir. Bir anlamda devlet o çocuklara daha fakülteye yazılırken öğretmenlik sözü vermektedir.
O halde bugünkü tıkanıklığı dert edinip bir çözüm üretmek devletin boynunun borcudur.
Ama hiç geciktirmeden yapılacak bir iş var.
Eğitim fakültelerinin gelecek yıldan itibaren öğrenci alması durdurulmalıdır.
Daha ne bekliyorsunuz sayın Bakan?
Sabah
 
Üst