Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman (Salih Okur)) -3

uður1

Well-known member
20. asırda İslam aksiyonunun önemli temsilcilerinden Müfessir Mevdudi: 21.05.2006 tarihinde muhterem Abdülkadir Badıllı Bey, merhum Mevdudi ile alakalı şu hatırasını anlattı ve kayıt cihazımızla kaydettik: 1976’da İngilizce bilen bir arkadaşla Hindistan’a gitmek üzere yola çıktık. İran, Afganistan, Pakistan ve nihayet Hindistan’a geldik. Pakistan’a geldiğimizde dedik; “Madem buraya geldik, Mevdudi’yi ziyaret edelim” Sağdı o zaman. Lahor şehrine gittik. Orada Cemaat-i İslami’nin merkez binası var. Binanın bir tarafı medrese, bir tarafı cami, bir tarafı parti işlerine ayrılmıştı. Gittik, görüştük. Yaşlı bir zat. Arapça konuştum ben. Kendisine o sıralar Beyrut’ta tab ettirdiğimiz Arapça risalelerden birkaç tanesini hediye ettik. Eserleri kendisine verince çok iltifat etti ve “Bu kitaplar eskiden Türkiye’den teksirle gelirdi. Osmanlıca idiler. Biz bakar bakar, bir şey anlamaz öper bir tarafa koyardık. Ama madem şimdi Arapça tercüme edildi, bu risaleler dünyaya yayılır. Ben Allah’a şükür ediyorum bu risaleler geldiği için.”

Gümüşhanevi dergâhın Şeyhi Mehmed Zahid Kotku: Üstad Bediüzzaman’ın kendisini ziyaretini Prof. Dr. Cevat Akşit şöyle anlatıyor: İki defa ziyaretine geldiğini Hocaefendi bana söylemişti. Mesele nasıl açılmıştı hatırlayamıyorum. Yalnız şunu söyledi Hocaefendi; “İki defa geldi, ziyaret etti ve şunu söyledi; “Ben Gümüşhanevi hazretlerinin Mecmuat-ül Ahzab’ını okuyorum. Beni sekiz defa zehirlediler, ama bu duaların sayesinde zehir bana tesir etmedi” dedi. Bunu ben bizzat Hocaefendi’den duydum. Biz de Gümüşhanevi dergâhının adamıyız. Hocaefendi de oradan seçilmiş duaları okurdu sabah namazından sonra… Rahmetli Esad Coşan hocamız da aynı meseleye bir soru münasebetiyle şöyle değiniyor: “Benim hocam Mehmed Zâhid-i Bursevî'ye de, bir muhakemesi olduğu zaman gelmiş olduğunu hocam bana nakletmişti. "Hocam, ben de Evrâd-ı Bahâiyye'yi -Bahâeddîn-i Nakşıbend Hazretleri'nin evradını-okuyorum." dediğini; "Bana dua edin, bugün mahkememiz var!" dediğini söylüyorlar.

Mehmed Kırkıncı Hoca Kırkıncı Hoca, Üstad Bediüzzaman'ı ziyaretindeki intibasını şöyle anlatmaktadır: “Üstad’ı hem büyük bir dikkatle dinliyor, hem de kendisini hayran hayran seyrediyordum. Konuşurken sağ elini yer yer sol dizine hafifçe vuruyordu. Her hareketi bir zarafet ve nezaket içindeydi. Tecessüm etmiş bir nur gibiydi. Sanki insanları tenvir için âlem-i Nur’dan rûy-i zemine inmiş bir cism-i latif idi. Mübarek çehrelerinden tecelli eden letafet nurunu görünce basiretim öyle açıldı ki, hissiyatım üzerine çöken gaflet bulutları birden bire zail oldu. Üstad’a dikkatle baktım. Sermedi bir nur ile tenevvür eden bu çehrede cihanı tenvir edecek bir güç, bir kuvve-i kudsiye açıkça hissediliyordu. O anda, vücuduma bir hiffet, ruhuma bir inşirah, idrakime bir intibah geldi. Yaşlı olmasına rağmen bir delikanlı kadar zindeydi. Kendinde yorgunluktan hiçbir eser görünmüyordu. Rengi hafif pembeydi. Boyu, ortanın üstündeydi. Zarif bir endamı vardı. Başındaki sarık adeta bir saâdet tacı, bir marifet sembolüydü. Bu helaket ve felâket asrının, onun yaşlanmış omuzlarına yüklediği, onca ıstırap ve meşakkat, belini bükememiş, endamını eğememişti. Dudaklarında tatlı bir tebessüm, gözlerinde şefkat pırıltıları vardı. Kaşlarında ise, heybetli bir celadet hâkimdi. Ensesinde ve şakaklarında aşağı doğru dökülen gür ve beyaz saçları dikkatimi çekti. Onun bir asra yakın çektiği çileler, ıstıraplar ve meşakkatler vücudundaki mevzun insicamı zedeleyememiş, sadece saçlarını ağartmıştı.”
(Kaynak: Ulemanın Gözüyle Bediüzzaman - Salih Okur) --
 
Üst