Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Bunları Biliyormusunuz
Tarihden Bir Yaprak
Türk-İslam Tarihinin Konjonktürel Yorumu
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 229979" data-attributes="member: 27"><p><strong>Risalet çevresi: sahabe örneği </strong></p><p><strong></strong></p><p>Bediüzzaman ilk İslam toplumlarının sosyo-ekonomik değişmesinde temel dinamik olarak Risalet Çevresini oluşturan Sahabe unsurunu kullanır. Ona göre toplumların belli bir toplumsal yörüngeden daha üst ve daha gelişmiş bir yörüngeye sıçrayabilmeleri, son derece dinamik bir öncü kesimin varlığıyla mümkündür. Bu kesim ise O’na göre normal ortamlarda değil, tersine, normal-dışı ortamlarda ortaya çıkar. İslam toplumlarının yörünge değiştirmesini sağlayan Sahabe Çevresi de Bediüzzaman’a göre böyle normal-dışı bir ortamı temsil eder. Bediüzzaman, Sahabeleri doğuran ortamı araştırırken, psikolojik, sosyolojik ve ilahî ortamları ön plana alarak olayı çözümlemeye çalışır. Ona göre, Sahabeyi ortaya çıkaran faktör, geniş ölçüde Sahabenin içinden çıktığı siyasi, kültürel, ahlakî ve ilahî ortamdır. Bediüzzaman bu konuda şöyle der: Sahabeler ekseriyyet-i mutlaka ile kemalat-ı insaniyyenin en yüksek derecesindedirler. Çünkü o zamanda; "o inkılab-ı azîm-i İslami" de "hayır" ve" hak", bütün güzelliğiyle; " şer" ve "batıl" bütün çirkinliğiyle Sahabeler tarafından görülmüş ve maddeten hissedilmiştir. Şer ve hayır , "kizb ve sıdk" arasında öyle bir mesafe açılmıştı ki, belki araları Cennet ve Cehennem kadar birbirinden uzaklaşmıştı. Bu arada, kizb, şer ve batıl, bir tarafta; hak, hayr, risalet ve tevhid de tam onun karşısında konuşlanarak yerlerini almıştı. Bu iki zıt kutup bütün kurumları ve temsilcileriyle farklılaşmışlar, küfrün temsilcisi, Müseylime-i Kezzab; Hak ve hayrın temsilcisi de Hz. Muhammed(sav) olarak müesseseleşmişti. Adeta küfür, “kizb”, zulüm, haksızlık... gibi tüm olumsuz vasıflar Müseylime’nin; Hak, adalet, iffet, şefkat, hikmet... gibi vasıflar da Hz. Muhammed’in(sav) varlığında şekillenmişti. Yüksek ahlaka meftun, izzet ve şerefe düşkün ve fıtraten ulvî hislerle donatılmış olan Sahabeler, Müseylime’nin düşük ahlak, karakter ve niteliğini açık ve net olarak bildikleri, pratik hayatta sonuçlarını yüzlerce defa gördükleri ve yaşadıklarından onu sevip taklid etmeleri düşünülemezdi. Tersine Sahabeler ondan nefret duyarak adeta iğrenmişlerdir. Sıdk, hayr, ve hakkın dellalı ve numunesi olan Hz. Muhammed(sav)'in beşerin ulaşabileceği kemalâtın en yüksek derecesinde bulunan makamına bakarak ise bütün kuvvet ve himmetleriyle onun arkasında yer almışlar, bütün benlikleriyle O’na rampalanmışlardır. (Sözler, s.459.) </p><p></p><p></p><p> Bediüzzaman'ın ifadelerinden de açıkça anlaşılacağı gibi "Asr-ı Saadette" Sahabeyi besleyen ve geliştiren unsur, Sahabenin sahip olduğu ahlakî ve kültürel çevre olmuştur. Analizi biraz daha basitleştirmek için bu çevreyi "makro çevre" ve "mikro çevre" diye ikiye ayırabiliriz. </p><p></p><p></p><p> <strong>Makro Çevre: </strong>Sahabenin makro çevresi müşrikleri ve genel olarak Peygamber ve Sahabe dışında mevcut olan sosyal, siyasal kültürel ve dini çevreyi kapsıyordu. Gerçekten nitelik açısından bu çevre, korkunç bir yozlaşmayı ifade ediyordu. Ekonomik ilişkiler; sömürü, talan ve yağmaya; sosyal ilişkiler aşırı ölçüde ırkçı, sınıfçı, ve statücü bir yapıya; din, gülünç bir putperestliğe; kültür, köleleştirme, kadınları insan- dışı sayma gibi... dini ve sosyal hayatta derin bir çöküntüyü ifade ediyordu. Bu yoz hayat, giderek yaygınlaşıyor, derinleşiyor ve yoğunlaşıyordu. Bünyesinde bulunan bireyi kendi istikametinde şekillendirmek istiyordu. Dolayısıyla bireye sürekli dayatmalarda bulunuyor, tersi çıkışları her türlü gücü kullanarak bastırmaya çalışıyordu. İşte Sahabe böyle bir ortamda yetişiyor, çevresiyle hesaplaşmaya böyle bir ortamda başlıyordu. </p><p></p><p></p><p> <strong>Mikro Çevre: </strong>Sahabenin muhatap olduğu yakın çevresidir. Bu çevrenin odak noktasında Hz. Peygamber bulunmakta, etrafında dalga dalga Sahabeler yer almaktadır. Mikro çevreyi de genel hatlarıyla ikiye ayırarak inceleyebiliriz. "risalet çevresi" ve "sahabe çevresi". </p><p></p><p></p><p> <strong>Risalet Çevresi: </strong>Bediüzzaman, Sahabenin sosyal, siyasal, dini ve kültürel hayatta ulaştığı derinliği, diğer faktörlerin yanında "risalet çevresi"nden kaynaklanan "in’ikas sırrı" ve "akrebiyyet sırrı" gibi kavramlarla izaha çalışır. İn’ikas sırrı; tamamen manevî ve metafizik operasyonlarla ilişkilidir ve doğrudan İlahî İnayet’e bağlıdır. İnsanın kabiliyet ve kapasitesinden, ibadet ve imanından ziyade, sırf bulundukları zaman ve ortamın özelliğinden dolayı Allah’ın özel ihsanını yansıtır. İn’ikas Sırrı, insanın zikir, ubudiyet, iman, takva, tebliğ gibi yollarla Allah (cc)’a yaklaşmasından ziyade, Allah (cc)’ın bir ihsan-ı İlahî olarak insana yaklaşması şeklinde cereyan eder. Bediüzzaman bu olayı “ayna-güneş” misaliyle anlatır: Nasıl ki, parlak bir ayna bulutsuz bir havada güneşe karşı tutulduğunda, güneş, yaklaşık tüm özellikleriyle aynaya yansır, aynada küçük bir güneşçik elde edilebilir. Bunun gibi, temiz bir kalple "risalet güneşi"ne muhatap olan bir insan da tüm varlığında çok derin devrim ve operasyonlara uğrayabilir. Bu İlahî operasyonla birey risaletin boyasıyla boyanıp, nuruyla nurlanabilir. </p><p></p><p></p><p> Gerçekten de in’ikas sırrını anlayabilmek için "Asr-ı Saadet"e gidip, olayları yerinde ve çağında incelemek gerekmektedir. Bir bedevi adam, kızını sağ olarak toprağa gömecek kadar vahşet, zulüm ve gaddarlıkta bulunabildiği bir kültürel ortamda, gelip bir saat Peygamberin sohbetine katılır, bu sohbette öyle bir ruhî devrime uğrardı ki, bir daha karıncaya basmıyacak derecede rikkat ve şefkat sahibi olurdu. Aynı şekilde cahil, vahşi bir adam, bir gün Peygamberle beraber olur, O’nun sohbetinde bulunur, sonra Çin ve Hind gibi son derece medeni toplumlarda hakikatların öğretilmesinde rehber ve muallim olurdu. </p><p></p><p></p><p> “Akrebiyyet Sırrı” yoluyla izah da yine manevî ve metafizik yönlü bir izahtır. Bu izah tarzına göre insanın Allah'a olan yakınlığı ve Allah'ın insanlara olan yakınlığı önem kazanmaktadır. İnsan Allah'a aklın kavrayamıyacağı derecede uzakken Allah insana son derece yakındır. Hatta bir ayete göre Allah insana "şah damarından daha yakındır". İnsanın Allah'a yaklaşması kendi çabasıyla olurken, Allah'ın insanlara yaklaşması sadece İlahî bir lütuf ve ikramla olmaktadır. Bu sırrı düşünür yine güneş misaliyle anlatmaktadır. İnsanın güneşe yaklaşması için uzun bir yolculuğa çıkması gerekir; ancak güneşin insana yaklaşması ve etki altına girmesi sadece sekiz dakikalık bir zamana bağlıdır. Düşünüre göre Allah'ın yakınlığını kazanmak iki yolla olmaktadır: biri, "akrebiyyetin inkişafıyla"dır ki Sahabelerin Allah'a yakınlıkları bu yolla olmaktadır. Peygamberin bir sohbetiyle bu makama ulaşmak mümkündür. İkincisi ise insanın kendi ibadet, riyazet ve tefekkürüyle Allah'a yaklaşmasıdır ki, bu yol çok uzundur. </p><p></p><p></p><p> Bediüzzaman’a göre sahabe, alabildiğine yoz ve iğrenç bir sosyo-kültürel ortamda yetiştikleri, inandıkları ve taviz vermeden yaşadıkları ve inandıkları şeyleri başkalarına aktardıkları için geniş bir İlahî ihsana kavuşmuşlardır. </p><p></p><p></p><p> <strong>Sahabe Çevresi:</strong> Sahabe Çevresi, Hz Peygamberi gören onunla tevhidî düzlemde buluşan mü’minler ve Hz. Peygamberi görmediği halde Sahabî mü’minlerin irşad ve eğitim faaliyetine katılan “Tâbiin” topluluğundan oluşur. Sahabeler Risalet Çevresi’nden aldıkları ders ve eğitimle “insan-ı kâmil”in tüm vasıflarını kazanmışlardı. Gerçekten Sahabe ortamı bireye "dıştan fazilet sağlayan" bir nitelikteydi. Çünkü o zamanda Risalet çevresinin inşa ettiği sosyal ve kültürel hayat tamamıyle Allah'n rızası ve muradını anlamak üzere dizayn edilmişti. Bütün zihinler, Allah'ın rızasına uygun mekanizmalar üretmeye yönelmişti. Bütün kalpler, "Allah'ımız bizden ne istiyor?" sorusunu cevaplamaya çalışıyordu. Bütün akıllar, kâinattaki Esma-i İlahiyye’nin sırlarını çözmeyi merak ediyordu. "Ahval-i zaman" tüm bu unsurları vurguluyor, ders veriyordu. Cereyan eden olaylar, kişiler ve toplumlararası ilişkiler, bu çizgi üzerinde yer aldığından her oluş fertlere yeni bir idrak ve irfan kazandırıyor, kişinin kabiliyet ve fikrini geliştiriyor ve tenvir ediyordu. Her fert belli yaşa geldiğinde önemli bir birikime sahip olarak sanki yüksek bir bilim ve düşünce adamı düzeyine ulaşıyordu. Bir de bu alanda çalışmalara girmişse, çevrenin sağladığı "dıştan yararlar"la çok kısa zamanda ciddi bir "müçtehid" olabiliyordu. En önemlisi o zamandaki her bir Sahabi her şeyini Allah yolunda feda etmekten geri durmayacak bir fedakârlık düzeyine sahipti. Hem mallarını, hem canlarını İ’la-yı Kelimetûllah uğrunda feda edebiliyordu. </p><p></p><p></p><p> Gerçekten sosyal-siyasal çevrenin meydan okuması Sahabede tam onların aksine olarak, ekonomik hayatta adalet, hikmet ve dayanışma; sosyal hayatta rengi, dili, soy ve sopu ne olursa olsun görülmemiş bir kardeşlik ve arkadaşlık; dini hayatta, tevhid, ubudiyet, iman, zikir, tefekkür, marifet, aşk, ihlas ve samimiyet gibi “insan-ı kâmil”in tüm vasıflarını hayatlarında müesseseleştirmelerine ortam hazırlamıştır. Sahabenin bilkuvve olan tüm istidat ve kabiliyyetleri çevrenin dayatmasıyla bilfiil haline gelmiştir. İman, ibadet, ve eylem planında Sahabe olağanüstü bir performans göstererek yeni bir medeniyetin çekirdeğini oluşturmuşlardır. </p><p></p><p></p><p> Burada şunu hemen vurgulayalım ki; Sahabeler de beşerdi. Onların da beşerîlikten kaynaklanan arzuları, ihtirasları ve içtihadları vardı. Bu eğilimlerin her zaman çakışması ve aynı düzlem üstünde buluşması mümkün olmuyordu. Zaten olması da doğal değildi. Bundan dolayı aralarında İ’la-yı Kelimetullah sürecine ulaşma konusunda ve yönteminde görüş ve içtihad farklılıkları doğabiliyor, hatta bu farklılıklar kılınçlarla çözümleme yoluna kadar bile varabiliyordu. Sahabenin kendi içsel bünyesinden kaynaklanan bu farklılıklar ve bu farklılıkların yol açtığı bunalımlar “içsel tasallut” diyebileceğimiz bir olguya işaret eder. Yüksek düzeyli heyecan ve atılımın sözkonusu olduğu bir “öncü azınlık”ta “dışsal tasallut”un ne gibi gelişmelere yol açtığını yukarıda kısaca inceledik. Aynı kadrolara bu defa doğrudan kendi bünyelerinden yönelen bir tasallut da benzer tepkiler ve gelişmeler yol açacağı söylenebilir. İlginçtir Bediüzzaman “içsel tasallut” olayının İslamî bilim branşlarının gelişip İslam dünyasının her köşesine yayılması gibi son derece anlamlı bir sonuç doğurduğunu vurgular. </p><p></p><p></p><p> Bediüzzaman, İslamî ilimlerden tefsir, hadis, fıkıh, kelam, akaid.. gibi branşların gelişmelerini ve İslam dünyasının her tarafına yayılmasını Sahabelerin başına gelen “kanlı fitne-ler”e bağlar. Bu fitnelerin ümmetin içindeki "öncü azınlığın" potansiyel enerjilerini kinetik hale getirdiğini ve bu enerjinin de müthiş gelişmelere ortam hazırladığını ileri sürer. Bu konuda düşünür şu yorumu yapar: Nasıl ki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her çeşit bitkinin, ağacın ve tohumun istidatlarını tahrik ederek inkişaf ettirir, herbirinin kendine mahsus çiçek açmasını sağlar, fıtrî birer vazife başına geçmelerine imkân hazırlarsa... Sahabe ve Tabiinin başına gelen fitneler de çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları tahrik edip kamçıladı. "İslamiyet tehlikededir, yangın var" diye her taifeyi korkuttu, onları İslamın muhafazasına koşturdu. Onların herbiri kendi istidadına göre İslam camiasının muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna almaları ve bu alanda ciddi olarak çalışmalarına zemin hazırladı. Bir kısmı hadislerin muhafazasına, bir kısmı iman hakikatlerinin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına ve bir kısmı da Kur'an'ın muhafazasına çalıştı. Her bir taife bir hizmete girdi. Vazife-i İslamiyyette hummalı bir şekilde çalıştılar. Bu yolla muhtelif renkte çok çiçek açtı. Çok geniş olan İslam dünyasının her tarafına, o fırtına ile çeşitli tohumlar atıldı, İslam dünyası bu çiçeklerle gülistana çevrildi. "Güya dest-i kudret, Celal ile o asrı çalkaladı, şiddetli bir şekilde tahrik edip, ehl-i himmeti gayrete getirerek ruhları elektriklendirdi. O hareketten gelen bir kuvve-i anil merkeziyye ile çok sayıda münevver müçtehid, muhaddis, hâfız, asfiya ve aktab’ın İslam dünyasının her tarafına gitmesine zemin hazırladı. Şark’tan Garb’a kadar tüm İslam dünyasında müslümanları heyecana getirip Kur'an'ın hazinelerinden istifade için gözlerini açmalarını sağladı. (Mektubat s.103) </p><p></p><p></p><p> Gerçekten Sahabe çevresi, Akrebiyyet ve İn’ikas sırlarının donattığı genel nitelikleriyle “zaman” ve çağlarını şekillendirmiş ve insanlık tarihine adına “Pür Fazilet Çağı” diyebileceğimiz bir çağ armağan etmiştir. Bu çağ aynı zamanda bir çok noktadan bir “Süper Çağ” niteliğini de taşır. Bu kadronun inşa ettiği Fazilet Çağı’nın genel nitelikleri üzerinde kısaca durmakta fayda vardır.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 229979, member: 27"] [B]Risalet çevresi: sahabe örneği [/B] Bediüzzaman ilk İslam toplumlarının sosyo-ekonomik değişmesinde temel dinamik olarak Risalet Çevresini oluşturan Sahabe unsurunu kullanır. Ona göre toplumların belli bir toplumsal yörüngeden daha üst ve daha gelişmiş bir yörüngeye sıçrayabilmeleri, son derece dinamik bir öncü kesimin varlığıyla mümkündür. Bu kesim ise O’na göre normal ortamlarda değil, tersine, normal-dışı ortamlarda ortaya çıkar. İslam toplumlarının yörünge değiştirmesini sağlayan Sahabe Çevresi de Bediüzzaman’a göre böyle normal-dışı bir ortamı temsil eder. Bediüzzaman, Sahabeleri doğuran ortamı araştırırken, psikolojik, sosyolojik ve ilahî ortamları ön plana alarak olayı çözümlemeye çalışır. Ona göre, Sahabeyi ortaya çıkaran faktör, geniş ölçüde Sahabenin içinden çıktığı siyasi, kültürel, ahlakî ve ilahî ortamdır. Bediüzzaman bu konuda şöyle der: Sahabeler ekseriyyet-i mutlaka ile kemalat-ı insaniyyenin en yüksek derecesindedirler. Çünkü o zamanda; "o inkılab-ı azîm-i İslami" de "hayır" ve" hak", bütün güzelliğiyle; " şer" ve "batıl" bütün çirkinliğiyle Sahabeler tarafından görülmüş ve maddeten hissedilmiştir. Şer ve hayır , "kizb ve sıdk" arasında öyle bir mesafe açılmıştı ki, belki araları Cennet ve Cehennem kadar birbirinden uzaklaşmıştı. Bu arada, kizb, şer ve batıl, bir tarafta; hak, hayr, risalet ve tevhid de tam onun karşısında konuşlanarak yerlerini almıştı. Bu iki zıt kutup bütün kurumları ve temsilcileriyle farklılaşmışlar, küfrün temsilcisi, Müseylime-i Kezzab; Hak ve hayrın temsilcisi de Hz. Muhammed(sav) olarak müesseseleşmişti. Adeta küfür, “kizb”, zulüm, haksızlık... gibi tüm olumsuz vasıflar Müseylime’nin; Hak, adalet, iffet, şefkat, hikmet... gibi vasıflar da Hz. Muhammed’in(sav) varlığında şekillenmişti. Yüksek ahlaka meftun, izzet ve şerefe düşkün ve fıtraten ulvî hislerle donatılmış olan Sahabeler, Müseylime’nin düşük ahlak, karakter ve niteliğini açık ve net olarak bildikleri, pratik hayatta sonuçlarını yüzlerce defa gördükleri ve yaşadıklarından onu sevip taklid etmeleri düşünülemezdi. Tersine Sahabeler ondan nefret duyarak adeta iğrenmişlerdir. Sıdk, hayr, ve hakkın dellalı ve numunesi olan Hz. Muhammed(sav)'in beşerin ulaşabileceği kemalâtın en yüksek derecesinde bulunan makamına bakarak ise bütün kuvvet ve himmetleriyle onun arkasında yer almışlar, bütün benlikleriyle O’na rampalanmışlardır. (Sözler, s.459.) Bediüzzaman'ın ifadelerinden de açıkça anlaşılacağı gibi "Asr-ı Saadette" Sahabeyi besleyen ve geliştiren unsur, Sahabenin sahip olduğu ahlakî ve kültürel çevre olmuştur. Analizi biraz daha basitleştirmek için bu çevreyi "makro çevre" ve "mikro çevre" diye ikiye ayırabiliriz. [B]Makro Çevre: [/B]Sahabenin makro çevresi müşrikleri ve genel olarak Peygamber ve Sahabe dışında mevcut olan sosyal, siyasal kültürel ve dini çevreyi kapsıyordu. Gerçekten nitelik açısından bu çevre, korkunç bir yozlaşmayı ifade ediyordu. Ekonomik ilişkiler; sömürü, talan ve yağmaya; sosyal ilişkiler aşırı ölçüde ırkçı, sınıfçı, ve statücü bir yapıya; din, gülünç bir putperestliğe; kültür, köleleştirme, kadınları insan- dışı sayma gibi... dini ve sosyal hayatta derin bir çöküntüyü ifade ediyordu. Bu yoz hayat, giderek yaygınlaşıyor, derinleşiyor ve yoğunlaşıyordu. Bünyesinde bulunan bireyi kendi istikametinde şekillendirmek istiyordu. Dolayısıyla bireye sürekli dayatmalarda bulunuyor, tersi çıkışları her türlü gücü kullanarak bastırmaya çalışıyordu. İşte Sahabe böyle bir ortamda yetişiyor, çevresiyle hesaplaşmaya böyle bir ortamda başlıyordu. [B]Mikro Çevre: [/B]Sahabenin muhatap olduğu yakın çevresidir. Bu çevrenin odak noktasında Hz. Peygamber bulunmakta, etrafında dalga dalga Sahabeler yer almaktadır. Mikro çevreyi de genel hatlarıyla ikiye ayırarak inceleyebiliriz. "risalet çevresi" ve "sahabe çevresi". [B]Risalet Çevresi: [/B]Bediüzzaman, Sahabenin sosyal, siyasal, dini ve kültürel hayatta ulaştığı derinliği, diğer faktörlerin yanında "risalet çevresi"nden kaynaklanan "in’ikas sırrı" ve "akrebiyyet sırrı" gibi kavramlarla izaha çalışır. İn’ikas sırrı; tamamen manevî ve metafizik operasyonlarla ilişkilidir ve doğrudan İlahî İnayet’e bağlıdır. İnsanın kabiliyet ve kapasitesinden, ibadet ve imanından ziyade, sırf bulundukları zaman ve ortamın özelliğinden dolayı Allah’ın özel ihsanını yansıtır. İn’ikas Sırrı, insanın zikir, ubudiyet, iman, takva, tebliğ gibi yollarla Allah (cc)’a yaklaşmasından ziyade, Allah (cc)’ın bir ihsan-ı İlahî olarak insana yaklaşması şeklinde cereyan eder. Bediüzzaman bu olayı “ayna-güneş” misaliyle anlatır: Nasıl ki, parlak bir ayna bulutsuz bir havada güneşe karşı tutulduğunda, güneş, yaklaşık tüm özellikleriyle aynaya yansır, aynada küçük bir güneşçik elde edilebilir. Bunun gibi, temiz bir kalple "risalet güneşi"ne muhatap olan bir insan da tüm varlığında çok derin devrim ve operasyonlara uğrayabilir. Bu İlahî operasyonla birey risaletin boyasıyla boyanıp, nuruyla nurlanabilir. Gerçekten de in’ikas sırrını anlayabilmek için "Asr-ı Saadet"e gidip, olayları yerinde ve çağında incelemek gerekmektedir. Bir bedevi adam, kızını sağ olarak toprağa gömecek kadar vahşet, zulüm ve gaddarlıkta bulunabildiği bir kültürel ortamda, gelip bir saat Peygamberin sohbetine katılır, bu sohbette öyle bir ruhî devrime uğrardı ki, bir daha karıncaya basmıyacak derecede rikkat ve şefkat sahibi olurdu. Aynı şekilde cahil, vahşi bir adam, bir gün Peygamberle beraber olur, O’nun sohbetinde bulunur, sonra Çin ve Hind gibi son derece medeni toplumlarda hakikatların öğretilmesinde rehber ve muallim olurdu. “Akrebiyyet Sırrı” yoluyla izah da yine manevî ve metafizik yönlü bir izahtır. Bu izah tarzına göre insanın Allah'a olan yakınlığı ve Allah'ın insanlara olan yakınlığı önem kazanmaktadır. İnsan Allah'a aklın kavrayamıyacağı derecede uzakken Allah insana son derece yakındır. Hatta bir ayete göre Allah insana "şah damarından daha yakındır". İnsanın Allah'a yaklaşması kendi çabasıyla olurken, Allah'ın insanlara yaklaşması sadece İlahî bir lütuf ve ikramla olmaktadır. Bu sırrı düşünür yine güneş misaliyle anlatmaktadır. İnsanın güneşe yaklaşması için uzun bir yolculuğa çıkması gerekir; ancak güneşin insana yaklaşması ve etki altına girmesi sadece sekiz dakikalık bir zamana bağlıdır. Düşünüre göre Allah'ın yakınlığını kazanmak iki yolla olmaktadır: biri, "akrebiyyetin inkişafıyla"dır ki Sahabelerin Allah'a yakınlıkları bu yolla olmaktadır. Peygamberin bir sohbetiyle bu makama ulaşmak mümkündür. İkincisi ise insanın kendi ibadet, riyazet ve tefekkürüyle Allah'a yaklaşmasıdır ki, bu yol çok uzundur. Bediüzzaman’a göre sahabe, alabildiğine yoz ve iğrenç bir sosyo-kültürel ortamda yetiştikleri, inandıkları ve taviz vermeden yaşadıkları ve inandıkları şeyleri başkalarına aktardıkları için geniş bir İlahî ihsana kavuşmuşlardır. [B]Sahabe Çevresi:[/B] Sahabe Çevresi, Hz Peygamberi gören onunla tevhidî düzlemde buluşan mü’minler ve Hz. Peygamberi görmediği halde Sahabî mü’minlerin irşad ve eğitim faaliyetine katılan “Tâbiin” topluluğundan oluşur. Sahabeler Risalet Çevresi’nden aldıkları ders ve eğitimle “insan-ı kâmil”in tüm vasıflarını kazanmışlardı. Gerçekten Sahabe ortamı bireye "dıştan fazilet sağlayan" bir nitelikteydi. Çünkü o zamanda Risalet çevresinin inşa ettiği sosyal ve kültürel hayat tamamıyle Allah'n rızası ve muradını anlamak üzere dizayn edilmişti. Bütün zihinler, Allah'ın rızasına uygun mekanizmalar üretmeye yönelmişti. Bütün kalpler, "Allah'ımız bizden ne istiyor?" sorusunu cevaplamaya çalışıyordu. Bütün akıllar, kâinattaki Esma-i İlahiyye’nin sırlarını çözmeyi merak ediyordu. "Ahval-i zaman" tüm bu unsurları vurguluyor, ders veriyordu. Cereyan eden olaylar, kişiler ve toplumlararası ilişkiler, bu çizgi üzerinde yer aldığından her oluş fertlere yeni bir idrak ve irfan kazandırıyor, kişinin kabiliyet ve fikrini geliştiriyor ve tenvir ediyordu. Her fert belli yaşa geldiğinde önemli bir birikime sahip olarak sanki yüksek bir bilim ve düşünce adamı düzeyine ulaşıyordu. Bir de bu alanda çalışmalara girmişse, çevrenin sağladığı "dıştan yararlar"la çok kısa zamanda ciddi bir "müçtehid" olabiliyordu. En önemlisi o zamandaki her bir Sahabi her şeyini Allah yolunda feda etmekten geri durmayacak bir fedakârlık düzeyine sahipti. Hem mallarını, hem canlarını İ’la-yı Kelimetûllah uğrunda feda edebiliyordu. Gerçekten sosyal-siyasal çevrenin meydan okuması Sahabede tam onların aksine olarak, ekonomik hayatta adalet, hikmet ve dayanışma; sosyal hayatta rengi, dili, soy ve sopu ne olursa olsun görülmemiş bir kardeşlik ve arkadaşlık; dini hayatta, tevhid, ubudiyet, iman, zikir, tefekkür, marifet, aşk, ihlas ve samimiyet gibi “insan-ı kâmil”in tüm vasıflarını hayatlarında müesseseleştirmelerine ortam hazırlamıştır. Sahabenin bilkuvve olan tüm istidat ve kabiliyyetleri çevrenin dayatmasıyla bilfiil haline gelmiştir. İman, ibadet, ve eylem planında Sahabe olağanüstü bir performans göstererek yeni bir medeniyetin çekirdeğini oluşturmuşlardır. Burada şunu hemen vurgulayalım ki; Sahabeler de beşerdi. Onların da beşerîlikten kaynaklanan arzuları, ihtirasları ve içtihadları vardı. Bu eğilimlerin her zaman çakışması ve aynı düzlem üstünde buluşması mümkün olmuyordu. Zaten olması da doğal değildi. Bundan dolayı aralarında İ’la-yı Kelimetullah sürecine ulaşma konusunda ve yönteminde görüş ve içtihad farklılıkları doğabiliyor, hatta bu farklılıklar kılınçlarla çözümleme yoluna kadar bile varabiliyordu. Sahabenin kendi içsel bünyesinden kaynaklanan bu farklılıklar ve bu farklılıkların yol açtığı bunalımlar “içsel tasallut” diyebileceğimiz bir olguya işaret eder. Yüksek düzeyli heyecan ve atılımın sözkonusu olduğu bir “öncü azınlık”ta “dışsal tasallut”un ne gibi gelişmelere yol açtığını yukarıda kısaca inceledik. Aynı kadrolara bu defa doğrudan kendi bünyelerinden yönelen bir tasallut da benzer tepkiler ve gelişmeler yol açacağı söylenebilir. İlginçtir Bediüzzaman “içsel tasallut” olayının İslamî bilim branşlarının gelişip İslam dünyasının her köşesine yayılması gibi son derece anlamlı bir sonuç doğurduğunu vurgular. Bediüzzaman, İslamî ilimlerden tefsir, hadis, fıkıh, kelam, akaid.. gibi branşların gelişmelerini ve İslam dünyasının her tarafına yayılmasını Sahabelerin başına gelen “kanlı fitne-ler”e bağlar. Bu fitnelerin ümmetin içindeki "öncü azınlığın" potansiyel enerjilerini kinetik hale getirdiğini ve bu enerjinin de müthiş gelişmelere ortam hazırladığını ileri sürer. Bu konuda düşünür şu yorumu yapar: Nasıl ki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her çeşit bitkinin, ağacın ve tohumun istidatlarını tahrik ederek inkişaf ettirir, herbirinin kendine mahsus çiçek açmasını sağlar, fıtrî birer vazife başına geçmelerine imkân hazırlarsa... Sahabe ve Tabiinin başına gelen fitneler de çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları tahrik edip kamçıladı. "İslamiyet tehlikededir, yangın var" diye her taifeyi korkuttu, onları İslamın muhafazasına koşturdu. Onların herbiri kendi istidadına göre İslam camiasının muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna almaları ve bu alanda ciddi olarak çalışmalarına zemin hazırladı. Bir kısmı hadislerin muhafazasına, bir kısmı iman hakikatlerinin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına ve bir kısmı da Kur'an'ın muhafazasına çalıştı. Her bir taife bir hizmete girdi. Vazife-i İslamiyyette hummalı bir şekilde çalıştılar. Bu yolla muhtelif renkte çok çiçek açtı. Çok geniş olan İslam dünyasının her tarafına, o fırtına ile çeşitli tohumlar atıldı, İslam dünyası bu çiçeklerle gülistana çevrildi. "Güya dest-i kudret, Celal ile o asrı çalkaladı, şiddetli bir şekilde tahrik edip, ehl-i himmeti gayrete getirerek ruhları elektriklendirdi. O hareketten gelen bir kuvve-i anil merkeziyye ile çok sayıda münevver müçtehid, muhaddis, hâfız, asfiya ve aktab’ın İslam dünyasının her tarafına gitmesine zemin hazırladı. Şark’tan Garb’a kadar tüm İslam dünyasında müslümanları heyecana getirip Kur'an'ın hazinelerinden istifade için gözlerini açmalarını sağladı. (Mektubat s.103) Gerçekten Sahabe çevresi, Akrebiyyet ve İn’ikas sırlarının donattığı genel nitelikleriyle “zaman” ve çağlarını şekillendirmiş ve insanlık tarihine adına “Pür Fazilet Çağı” diyebileceğimiz bir çağ armağan etmiştir. Bu çağ aynı zamanda bir çok noktadan bir “Süper Çağ” niteliğini de taşır. Bu kadronun inşa ettiği Fazilet Çağı’nın genel nitelikleri üzerinde kısaca durmakta fayda vardır. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Bunları Biliyormusunuz
Tarihden Bir Yaprak
Türk-İslam Tarihinin Konjonktürel Yorumu
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst