Teşrik tekbirlerini unutmayalım...

uður1

Well-known member
TEŞRİK TEKBİRLERİNİ UNUTMAYALIM...
Teşrik tekbiri, Kurban bayramı günlerinde farz namazlardan sonra getirilen tekbirlerdir. Kurban Bayramının ilk gününe "yevm-i nahr", diğer üç güne ise "eyyâmü't-teşrîk (teşrîk günleri)" denir. Bayramdan bir gün önceki güne de "arefe günü" denir.

Arefe günü sabah namazından itibaren bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar, yirmiüç farz namazının arkasından birer defa

"Allahu ekber Allahu ekber, Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber. Allahu ekber ve lillahi'l-hamd" diye tekbir getirilir ki, buna "teşrîk tekbiri" denir.

Anlamı şöyledir: "Allah herşeyden yücedir, Allah herşeyden yücedir. Allah'tan başka ilâh yoktur. O Allah herşeyden yücedir, Allah herşeyden yücedir. Hamd Allah'a mahsustur". Tekbirlerin bu şekli Hz. Ali ve Abdullah b. Mes'ûd (r. anhümâ)'ya dayanır.
 

uður1

Well-known member
HUTUVÂT-I SİTTE 1.3.TAKDİM(DEVAMI)
“31 Mart hâdisesinde Hareket Ordusunun Başkumandanı Mahmud Şevket Paşa bana karşı fazla hiddetli iken ve Divan-ı Harb-i Örfîde beni muhakeme ettikleri gün, on beş adam karşımda darağacında asılı bir vaziyette Divan-ı Harb-i Örfî Reisi Hurşid Paşa benden sordu: ‘Sen şeriatı istedin mi? İşte şeriatı isteyenler böyle asılırlar.’
“Ben de ‘Şeriatın bir meselesine bin ruhum olsa feda ederim’ dediğim hâlde ve beni mahkûm etmeye pek çok esbap—muhbirlerin iftiralarıyla—varken, benim müstesna bir sûrette müttefikan beraatime karar vermeleri..
“Hem eski Harb-i Umumînin nihayetinde, İstanbul’da İngilizlerin Başkumandanının eline benim İngiliz aleyhine şiddetli yazdığım Hutuvât-ı Sitte ve Başpapazına tahkirkârâne sözlerim eline geçtiği hâlde, beni mahvetmek yüzde yüz ihtimali varken, hiddetini geri alıp ilişmemesi...
“Hem Ankara’da, divan-ı riyasetinde pek çok meb’uslar varken Mustafa Kemâl şiddetli bir hiddetle divan-ı riyasetine girip, bana karşı bağırarak: ‘Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyler yazıp içimize ihtilâf verdin.’ Ben de onun hiddetine karşı dedim: ‘Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur.’ Dehşetli bir put kırdım.
“Hazır mebus dostlarım telâş ettikleri ve herhalde beni ezeceklerini tahmin ettikleri sırada, bana karşı bir nev’i tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, âdetâ dehşetli bir kuvveti ve hakikati hissedip geri çekilmesi, ikinci gün hususî riyaset odasında, Hücumat-ı Sitte’nin Birinci Desise içinde bulunan ‘Meselâ, Ayasofya Camii ehl-i fazl ve kemâlden, ilâ âhir...’ cümlesinden başlayan, ta İkinci Desiseye kadar, bir saat tamamen ona söyledim.
“Bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiğim hâlde bana ilişmemesi, hatta taltifime çok çalışması, kat’iyen bu üç cebbar kumandanların bu üç acip hâletleri, âdeta Eski Said’den korkmaları, şüphesiz ki Risale-i Nur’un, ileride kahraman şakirtlerin şahs-ı mânevîsinin harika bir kuvveti ve Risale-i Nur’un parlak bir kerametidir.”

Lügatler :
acip : acayip, şaşırtıcı
beraat : temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması
cebbar : zorba, zâlim
darağacı : idam sehpası
desise : hile, aldatma
Divan-ı Harb-i Örfî : Sıkıyönetim Mahkemesi
divan-ı riyaset : reislik, başkanlık makamı
ehl-i fazl ve kemâl : fazilet ve kemâl sahibi olanlar
esbap : sebepler
hakikat : gerçek
hâlet : durum, hâl
Harb-i Umumî : Birinci Dünya Savaşı
hiddet : öfke
hissiyat : duygular, hisler
Hutuvât-ı Sitte : “Altı Adım” anlamına gelen bu risalenin adı
Hücumat-ı Sitte : “Altı Hücum” anlamına gelen ve şeytanın desiselerine karşı yazılan bir eser; Yirmi Dokuzuncu Mektup Altıncı Risale olan Altıncı Kısım
ihtilâf : anlaşmazlık, uyuşmazlık
ilâ âhir : sonuna kadar
keramet : Allah’ın bir ikramı olan olağanüstü hal
Mahmud Şevket Paşa : 31 Mart Hâdisesi patlak verdiği sırada Selânik’te buluna Redif Tümeninin kumandanı
meb’us : milletvekili
merdud : reddedilmiş, geri çevrilmiş
muhakeme etme : sorgulayıp hükme bağlama
muhbir : ihbarcı, haber veren
müstesna : istisna, farklı
müttefikan : birleşerek, fikir birliğiyle
nevi : çeşit, tür
riyaset : başkanlık
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
tahkirkârâne : hakaret eden bir tavırla söyleyen
taltif : hoş ve şirin hareket; iyilikte bulunma
tarziye verme : özür dileme
vakıa : olay, hâdise
vaziyet : durum, hâl


MESNEVİ-İ NURİYE DERSLERİ 3.2.LEM’ALAR(DEVAMI)
Evet, Sultan-ı Ezelînin memurları vardır, ama icraatçıları değillerdir ki, saltanat ve rububiyetinde ortak olsunlar. Ancak o memurların vazifesi dellâllıktır ki, kudretin icraatını ilân ediyorlar. Veya o memurlar, nâzır müşahitlerdir ki, gördükleri evâmir-i tekviniyeye karşı yaptıkları itaat ve inkıyad ile istidatlarına göre bir nevi ibadet yapmış olurlar. Demek esbab, ancak ve ancak kudretin izzetini, rububiyetin haşmetini izhar için vaz edilmiş birtakım vasıtalardır. Yoksa, kudretin acz ve ihtiyacı için muavenet eden yardımcı değillerdir. Beşer sultanlarının memurları ise, sultanların ihtiyaç ve aczlerini def için tayinlerine zaruret hasıl olan yardımcı ve ortaklarıdır. Binaenaleyh, Allah’ın memurlarıyla insanın memurları arasında münasebet yoktur. Yalnız gafil ve cahil olanlar hâdiselerde ve vukuattaki hikmetleri, güzellikleri göremediklerinden, Cenâb-ı Haktan şekva ve şikâyetlere başlarlar. İşte o şekva ve şikâyetlerin hedefini değiştirmek için esbab vaz edilmiştir. Çünkü, kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i lâtif sûretinde bir temsil-i mânevî rivayet ediliyor ki:
Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakka demiş ki:
“Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekva edecekler. Benden küsecekler.”

Cenâb-ı Hak, lisan-ı hikmetle ona demiş ki:
“Seninle ibâdımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip sana küsmesinler.”
Evet, nasıl ki hastalıklar perdedir, ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakikî olarak hikmet ve güzellik, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm’ın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm da bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyyeye bir perdedir.
Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.


Lügatler :
acz : acizlik, güçsüzlük
azamet : büyüklük, yücelik
beşer : insanlık
binaenaleyh : bundan dolayı
celâl : azamet, haşmet
def : uzaklaştırma

dellâl : ilân edici; duyuran
ecel : ölüm vakti
esbab : sebebler
evâmir-i tekviniye : Cenâb-ı Hakkın yaratmaya yönelik emirleri ve ka-nunları
fenalık : kötülük, şer
gafil : Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan
hâlât : durumlar, haller
hasıl olan : meydana gelen
haşmet : büyüklük, görkem
hikmet : bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
ibâd : kullar

icraat : faaliyet, uygulamalar
inkıyad : boyun eğme
istidat : yetenek; temel özellikler
izhar : göstermek, açığa vurmak
izzet : değer, itibar, şeref, yücelik, üstünlük
kabz-ı ervah : ruhları teslim alma
kemâl : olgunluk, mükemmellik
kudret : Allah’ın bütün varlığı kuşa-tan güç ve iktidarı
kudret-i İlâhiye : Allah’ın sonsuz güç ve iktidarı
lisan-ı hikmet : hikmet dili
memuriyet : memurluk
merci : kaynak, başvurulacak yer
misal-i lâtif : güzel ve hoş bir örnek
muavenet eden : yardım eden
münasebet : alâka, ilgi
münasip : uygun

müşahit : şahit olan
müteallik
: alâkalı, ilgili
nazar : bakış, görüş, düşünce
nâzır : bakan, gözlemci
nev : çeşit, tür
perdedar-ı dest-i kudret : kudret elinin perdecisi; sebepler
rahmet : İlâhî şefkat ve merhamet
rivayet : bir sözü nakletme
rububiyet : Rablık; Allah’ın her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması

saltanat : egemenlik, hâkimiyet, sultanlık
sultan : hükümdâr, yönetici
Sultan-ı Ezelî : hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan ve bütün zamanlara hükmeden Allah
sûretinde : şeklinde, biçiminde
şekva : şikayet
tayin : belirleme, belirli kılma
temsil-i mânevî : mânevi örnek, benzetme
tesir-i hakikî : gerçek tesir sahibi
tevehhüm olunan : sanılan
tevhid : Allah’ın birliği
vaz edilmek : konulmak, yerleştiril-mek
vukuat : meydana gelen olaylar
zahiren : dış görünüş itibariyle




--
 
Üst