Tasavvufi hayat ve Günah

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tasavvufi hayat ve Günah

Avamın günah korkusu/telakkisi ile dervişin günah korkusu farklıdır. İmamı Gazali, ‘İhya’ adlı eserinde, günah işleme sebeplerinin tamamını kalbi meselelere dayandırmaktadır ki bu da meselenin dervişler için ehemmiyetini arz etmektedir. Çünkü derviş bir kalp yolcusudur.

Tirmizi’de geçen bir hadisi şerifte buyrulduğu üzere: “Bir kul, günaha girerim korkusuyla, yapılması sakıncalı olmayan bazı şeylerden bile uzak durmadıkça muttakîler derecesine çıkamaz.” (Tirmizi, Kıyamet) Yani, takva ehlinden olamaz.

Ebu Ubeyde bin Cerrah radıyallahu anhın deyimiyle takva; dikenli yolda yürümeye benzer. İnsan nasıl dikenli yolda paçalarının yırtılmasını, ayaklarına diken batmasını önlemek için parmak uçlarına basarak yürürse; takva merkezli hayat sürmeyi gaye edinmiş derviş de hayatının her alanında günahtan sakınır.

“Bir kul, gönlünün şüphelendiği bir işi bırakmadıkça gerçek takvaya eremez.” (Buhari, İman)

Allah’ın hoşnutluğunu ve rızasını kazanma yoluna çıkan derviş; büyük küçük günah ayrımı yapmayacaktır. Sufi mekruhları bile terk edecek; fetva dairesine girmeyecek ve takva dairesinde hareket edecektir.

Bu noktada Efendimizin sallallahu aleyhi vesellem “Ey Allah’ım, göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha kısa bir süre beni nefsime bırakma.”(Ebû Dâvud, Edeb, 100-101. ) şeklindeki duası, dervişin diline pelesenk olmalı; kalbi her an bu dua ile çarpmalıdır.

Günah işlendikçe kalp kararacak; kalp karardıkça günahların ezici ağırlığı azalacak ve vicdan günahların pişmanlığını hissetmez olacaktır. Artık bu noktadan sonra, günahların getirdiği kasavet kalbi kaplar ve kişinin fıtri psikolojisini bozmaya başlar. İradesi elinden kayarak, şehevani duygular vasıtasıyla, nefsinin ve şeytanın eline geçer. Şeytanın iğvâları ve nefsin vesveseleri ile insan, öyle bir noktaya gelir ki -hafizanallah- günahın günahlığını, haramlığını sorgulamaya başlar.

Eğer imanı zayıfsa, ahiret inancı nakıs veya hatalıysa hele de cehaletin karanlığında fazlaca kaldıysa, günahın yasak olmasını sorgulaması dilinden sadır olur ve inkâra dönüşür. Ehli Sünnet âlimlerinin “Her günahta küfre giden bir yol vardır” şeklinde izah ettikleri, akıbeti korkunç nokta da işte burasıdır.

Öte yandan, günah işlenir işlenmez, tevbe sabunu ile kalp yıkanırsa; peşi sıra işlenecek bir sevap ile kiramen kâtibin meleklerinin, bu günahı amel defterine yazmalarına da mani olunacaktır. Günahın pişmanlığı gittikten sonra yapılan tevbeler, çok zaman maalesef bozulmakta ve kişiler aynı günahı, bu sefer daha bir pervasızca işlemektedir.

Tebük Seferi sonrasında, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin, “Şimdi, küçük cihattan büyük cihada (nefs ile cenge) dönüyoruz”(Süyûtî, c. II, 73.) hadisi şerifi, nefse gem vurmanın; günah ve haramların cezp edici karanlıklarından uzak durmanın, ne kadar büyük bir iş olduğunu bizlere vurgulamalıdır. Nefsimizin bize özellikle kurduğu tuzakları, hatırımızdan asla çıkarmamalıyız.

Hüccetü’l-İslam İmam Gazali’den bir iktibas ile meseleyi bitirelim:

“Nefis şahine benzer. Bunu yetiştirmek ve alıştırmak için karanlık bir yere hapsederler. Gözlerini kaparlar ve alıştığı her şeyden uzak tutarlar. Sonra yavaş yavaş et verirler. Böylece sahibine alışır ve ona itaat eder.

Bunun gibi nefis de alışkın olduğu adetlerinden kesilmedikçe, gözü, kulağı ve dili bağlanmadıkça, Allah Teâlâ ile yakınlık kuramaz. İlk zamanlar küçük çocuğu memeden ayırmak gibi, bu da nefse zor gelir. Fakat bir zaman sonra, memeden kesilmiş çocuğun bir daha meme almaması gibi olur.”
(İmam Gazali, Kimyayı Saadet, s. 348.)

Nefsimizi haram ve günahlardan, malayaniden, boş iş ve sözlerden, heva ve heveslerimizden kesmemiz duasıyla… Allah bizlere muttakilerin ahlakıyla ahlaklanmayı nasip eylesin. (Âmin)

A. HALİLOĞLU - Gülistan Dergisi
 
Üst