Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale Analiz ve Çalışmalar
Risale Açıklamalı
Sözler
Sözler 6. Ders - Ehadiyet
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 394335" data-attributes="member: 27"><p>[TAVSIYE]Hâlık-ı Zülcelâlin nasıl ki mahlûkatının herbir ferdinin başında ve masnuâtının herbir cüz’ünün cephesinde ehadiyetinin sikkesini koymuştur. (Nasıl ki, geçmiş Lem’alarda bir kısmını gördün.) Öyle de, herbir nev’in üstünde çok sikke-i ehadiyet, herbir küll üstünde müteaddit hâtem-i vâhidiyet, tâ mecmu-u âlem üstünde mütenevvi turra-i vahdet, gayet parlak bir surette koymuştur. İşte, pek çok sikkelerden ve hâtemlerden ve turralardan, sath-ı arz sahifesinde, bahar mevsiminde vaz edilen bir sikke, bir hâtemi göstereceğiz. Şöyle ki:</p><p></p><p></p><p>Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir.</p><p></p><p></p><p>Yirmi İkinci Söz</p><p></p><p>........................</p><p></p><p></p><p>Meselâ, o Rahîm-i Zülcemâlin bağıstan-ı kereminden, mu’cizâtının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm, iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım. Yüz elli beş çıktı. Bir salkımın danesini saydım, yüz yirmi kadar oldu. Düşündüm, dedim: Eğer bu asma çubuğu, ballı su musluğu olsa, daim su verse, şu hararete karşı o yüzer rahmetin şurup tulumbacıklarını emziren salkımlara ancak kifayet edecek. Halbuki, bazan az bir rutubet ancak eline geçer. İşte, bu işi yapan, herşeye kadîr olmak lâzım gelir.</p><p></p><p><span style="font-family: 'trebuchet ms'"><span style="font-size: 22px">سُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ فِى صُنْعِهِ الْعُقُولُ </span></span> [SUP]<strong>1</strong></p><p><strong></strong></p><p><strong></strong></p><p><strong></strong>[/SUP]<p style="text-align: left"><strong>[SUP]<strong>1</strong>[/SUP] : “İşlerinde akılların hayrette kaldığı o Zât her türlü kusurdan nihayet derecede münezzehtir.” Nevevî, el-Ezkar s. 292; İmam Ali (r.a.), Nehcu’l-Belâğa, s. 428.</strong></p> <p style="text-align: left"><strong></strong></p> <p style="text-align: left"><strong></strong></p> <p style="text-align: left"><strong></strong>Yirmi İkinci Söz</p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left"><strong></strong></p> <p style="text-align: left"><strong></strong><strong><span style="color: #000000">...........................</span></strong>Evet, güneş ve aydan, gece ve gündüzden, kış ve yazdan tut, tâ nebâtâtın muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde; ve hayvanların zayıf, şerif insanların imdadına koşmalarında; hattâ mevadd-ı gıdâiyenin lâtif, nahif yavruların ve meyvelerin imdadına uçmalarında; tâ zerrât-ı taamiyenin hüceyrât-ı beden imdadına geçmelerinde câri olan bir düstur-u teâvünle hareketleri, bütün bütün kör olmayana gösteriyorlar ki, gayet kerîm birtek Mürebbînin kuvvetiyle, gayet hakîm birtek Müdebbirin emriyle hareket ediyorlar.</p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">İşte, şu kâinat içinde câri olan bu tesânüd, bu teâvün, bu tecâvüb, bu teanuk, bu musahhariyet, bu intizam, birtek Müdebbirin tertibiyle idare edildiklerine ve birtek Mürebbînin tedbiriyle sevk edildiklerine kat’iyen şehadet etmekle beraber; şu bilbedâhe san’at-ı eşyada görünen hikmet-i âmme içindeki inâyet-i tamme ve o inâyet içinde parlayan rahmet-i vâsia ve o rahmet üstünde serilen ve rızka muhtaç herbir zîhayatı onun hâcetine lâyık bir tarzda iâşe etmek için serpilen erzak ve iâşe-i umumî, öyle parlak bir hâtem-i tevhiddir ki, bütün bütün aklı sönmeyen anlar ve bütün bütün kör olmayan görür.</p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">Evet,</p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">•kast ve şuur ve iradeyi gösteren bir perde-i hikmet, umum kâinatı kaplamış, </p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">•ve o perde-i hikmet üstünde, lütuf ve tezyin ve tahsin ve ihsanı gösteren bir perde-i inâyet serilmiştir, </p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">•ve o müzeyyen perde-i inâyet üstünde, kendini sevdirmek ve tanıttırmak ve in’âm ve ikram etmek lem’alarını gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatı içine almıştır, </p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">•ve o münevver perde-i rahmet-i âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramı ve kemâl-i şefkat ve hüsn-ü terbiyeyi ve lütf-u Rububiyeti gösteren bir sofra-i erzak-ı umumiye dizilmiştir.</p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">Evet, şu mevcudata; zerrelerden güneşlere kadar, fertler olsun, neviler olsun, küçük olsun, büyük olsun, </p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">•semerat ve gayatla ve faideler ve maslahatlarla münakkaş bir kumaş-ı hikmetten muhteşem bir gömlek giydirilmiş,</p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">•ve o hikmetnümâ suret gömleği üstünde, lütuf ve ihsan çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inâyet, herşeyin kametine göre biçilmiş, </p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">•ve o müzeyyen hulle-i inâyet üzerine, tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in’âm lem’alarıyla münevver rahmet nişanları takılmış, </p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">•ve o münevver ve murassâ nişanları ihsan etmekle beraber, zeminin yüzünde bütün zevilhayatın taifelerine kâfi, bütün hâcetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumî kurulmuştur. </p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">İşte şu iş, güneş gibi âşikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzâk bir Zât-ı Zülcemâle işaret edip gösteriyor.</p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">Öyle mi? Herşey rızka muhtaç mıdır?</p> <p style="text-align: left"></p> <p style="text-align: left">Evet. Bir fert, rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi, görüyoruz ki, bütün mevcudat-ı âlem, bahusus zîhayat olsa, küllî olsun, cüz’î olsun, küll olsun, cüz olsun, vücudunda, bekàsında, hayatında ve idame-i hayatta maddeten ve mânen çok metâlibi var, çok levâzımâtı var. İftikarâtı ve ihtiyâcâtı öyle şeylere var ki, en ednâsına o şeyin eli yetişmediği, en küçük matlubuna o şeyin kuvveti kâfi gelmediği bir halde, görüyoruz ki, bütün metâlibi ve erzak-ı maddiye ve mâneviyesi, <span style="font-size: 22px">مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ</span> [SUP]<strong>1</strong>[/SUP] ummadığı yerlerden kemâl-i intizamla ve vakt-i münasipte ve lâyık bir tarzda, kemâl-i hikmetle ellerine veriliyor. İşte bu iftikar ve ihtiyac-ı mahlûkat ve bu tarzda imdad ve iâne-i gaybiye, acaba güneş gibi bir Mürebbî-i Hakîm-i Zülcelâli, bir Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâli göstermiyor mu?<strong>[SUP]<strong>1</strong>[/SUP] : “Hiç ummadığı yerlerden…” Talâk Sûresi, 65:3.</strong></p> <p style="text-align: left"></p><p></p><p>Yirmi İkinci Söz[/TAVSIYE]</p><p></p><p></p><p>Kafidir inşaallah..</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 394335, member: 27"] [TAVSIYE]Hâlık-ı Zülcelâlin nasıl ki mahlûkatının herbir ferdinin başında ve masnuâtının herbir cüz’ünün cephesinde ehadiyetinin sikkesini koymuştur. (Nasıl ki, geçmiş Lem’alarda bir kısmını gördün.) Öyle de, herbir nev’in üstünde çok sikke-i ehadiyet, herbir küll üstünde müteaddit hâtem-i vâhidiyet, tâ mecmu-u âlem üstünde mütenevvi turra-i vahdet, gayet parlak bir surette koymuştur. İşte, pek çok sikkelerden ve hâtemlerden ve turralardan, sath-ı arz sahifesinde, bahar mevsiminde vaz edilen bir sikke, bir hâtemi göstereceğiz. Şöyle ki: Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir. Yirmi İkinci Söz ........................ Meselâ, o Rahîm-i Zülcemâlin bağıstan-ı kereminden, mu’cizâtının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm, iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım. Yüz elli beş çıktı. Bir salkımın danesini saydım, yüz yirmi kadar oldu. Düşündüm, dedim: Eğer bu asma çubuğu, ballı su musluğu olsa, daim su verse, şu hararete karşı o yüzer rahmetin şurup tulumbacıklarını emziren salkımlara ancak kifayet edecek. Halbuki, bazan az bir rutubet ancak eline geçer. İşte, bu işi yapan, herşeye kadîr olmak lâzım gelir. [FONT=trebuchet ms][SIZE=6]سُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ فِى صُنْعِهِ الْعُقُولُ [/SIZE][/FONT] [SUP][B]1 [/B][/SUP][LEFT][B][SUP][B]1[/B][/SUP] : “İşlerinde akılların hayrette kaldığı o Zât her türlü kusurdan nihayet derecede münezzehtir.” Nevevî, el-Ezkar s. 292; İmam Ali (r.a.), Nehcu’l-Belâğa, s. 428. [/B]Yirmi İkinci Söz [B] [/B][B][COLOR=#000000]...........................[/COLOR][/B]Evet, güneş ve aydan, gece ve gündüzden, kış ve yazdan tut, tâ nebâtâtın muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde; ve hayvanların zayıf, şerif insanların imdadına koşmalarında; hattâ mevadd-ı gıdâiyenin lâtif, nahif yavruların ve meyvelerin imdadına uçmalarında; tâ zerrât-ı taamiyenin hüceyrât-ı beden imdadına geçmelerinde câri olan bir düstur-u teâvünle hareketleri, bütün bütün kör olmayana gösteriyorlar ki, gayet kerîm birtek Mürebbînin kuvvetiyle, gayet hakîm birtek Müdebbirin emriyle hareket ediyorlar. İşte, şu kâinat içinde câri olan bu tesânüd, bu teâvün, bu tecâvüb, bu teanuk, bu musahhariyet, bu intizam, birtek Müdebbirin tertibiyle idare edildiklerine ve birtek Mürebbînin tedbiriyle sevk edildiklerine kat’iyen şehadet etmekle beraber; şu bilbedâhe san’at-ı eşyada görünen hikmet-i âmme içindeki inâyet-i tamme ve o inâyet içinde parlayan rahmet-i vâsia ve o rahmet üstünde serilen ve rızka muhtaç herbir zîhayatı onun hâcetine lâyık bir tarzda iâşe etmek için serpilen erzak ve iâşe-i umumî, öyle parlak bir hâtem-i tevhiddir ki, bütün bütün aklı sönmeyen anlar ve bütün bütün kör olmayan görür. Evet, •kast ve şuur ve iradeyi gösteren bir perde-i hikmet, umum kâinatı kaplamış, •ve o perde-i hikmet üstünde, lütuf ve tezyin ve tahsin ve ihsanı gösteren bir perde-i inâyet serilmiştir, •ve o müzeyyen perde-i inâyet üstünde, kendini sevdirmek ve tanıttırmak ve in’âm ve ikram etmek lem’alarını gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatı içine almıştır, •ve o münevver perde-i rahmet-i âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramı ve kemâl-i şefkat ve hüsn-ü terbiyeyi ve lütf-u Rububiyeti gösteren bir sofra-i erzak-ı umumiye dizilmiştir. Evet, şu mevcudata; zerrelerden güneşlere kadar, fertler olsun, neviler olsun, küçük olsun, büyük olsun, •semerat ve gayatla ve faideler ve maslahatlarla münakkaş bir kumaş-ı hikmetten muhteşem bir gömlek giydirilmiş, •ve o hikmetnümâ suret gömleği üstünde, lütuf ve ihsan çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inâyet, herşeyin kametine göre biçilmiş, •ve o müzeyyen hulle-i inâyet üzerine, tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in’âm lem’alarıyla münevver rahmet nişanları takılmış, •ve o münevver ve murassâ nişanları ihsan etmekle beraber, zeminin yüzünde bütün zevilhayatın taifelerine kâfi, bütün hâcetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumî kurulmuştur. İşte şu iş, güneş gibi âşikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzâk bir Zât-ı Zülcemâle işaret edip gösteriyor. Öyle mi? Herşey rızka muhtaç mıdır? Evet. Bir fert, rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi, görüyoruz ki, bütün mevcudat-ı âlem, bahusus zîhayat olsa, küllî olsun, cüz’î olsun, küll olsun, cüz olsun, vücudunda, bekàsında, hayatında ve idame-i hayatta maddeten ve mânen çok metâlibi var, çok levâzımâtı var. İftikarâtı ve ihtiyâcâtı öyle şeylere var ki, en ednâsına o şeyin eli yetişmediği, en küçük matlubuna o şeyin kuvveti kâfi gelmediği bir halde, görüyoruz ki, bütün metâlibi ve erzak-ı maddiye ve mâneviyesi, [SIZE=6]مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ[/SIZE] [SUP][B]1[/B][/SUP] ummadığı yerlerden kemâl-i intizamla ve vakt-i münasipte ve lâyık bir tarzda, kemâl-i hikmetle ellerine veriliyor. İşte bu iftikar ve ihtiyac-ı mahlûkat ve bu tarzda imdad ve iâne-i gaybiye, acaba güneş gibi bir Mürebbî-i Hakîm-i Zülcelâli, bir Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâli göstermiyor mu?[B][SUP][B]1[/B][/SUP] : “Hiç ummadığı yerlerden…” Talâk Sûresi, 65:3.[/B] [/LEFT] Yirmi İkinci Söz[/TAVSIYE] Kafidir inşaallah.. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale Analiz ve Çalışmalar
Risale Açıklamalı
Sözler
Sözler 6. Ders - Ehadiyet
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst