Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Okuyoruz
soru:Uluhiyet ve Rububiyet nedir?
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Zuhr" data-source="post: 162778" data-attributes="member: 8625"><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Lugat anlamlar</span><span style="font-family: 'Tahoma'">ı;</span></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">RUBÛBİYET</span></strong><span style="font-family: 'Tahoma'"> : Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Rab, yani Besleyen, yetiştiren, terbiye eden Allah’ın, bu ismine müteveccih özelliğini Rubûbiyet olarak düşünebiliriz.</span></p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">ULÛHİYET</span></strong><span style="font-family: 'Tahoma'"> : İlâhlık, Allah`ın hâkimiyeti ile kâinattaki herşeyi Kendisine ibâdet ve itaat ettirmesi.</span></p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">“Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor”</span></strong></p><p> </p><p> </p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Rubûbiyet, mevcudadı bir nevi fiili olarak idare altında bulundurmak iken, Ulûhiyet mevcudadı hükmen idare altında bulundurmak olarak düşünülebilir.</span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Külliyat içerisinde kullanıldıkları bazı kısımlara bakarak, kavramlar biraz daha netlik kazanabilir,</span></p><p> </p><p> </p><p><span style="color: red"><u><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">RUBÛBİYET</span></strong><span style="font-family: 'Tahoma'">;</span></u></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">=============================</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mesnevi Nuriye </span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Kezalik kâinattaki masnuat, tohum gibidir. Âlem ve anasır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı halleriyle ettikleri şehadete göre, masnuat ile âlem-i anasır, yani tohum ile tarla ve muhit ile muhat, (hep) bir Sâni’-i Vâhid’in yed-i tasarrufundadır. Demek edna bir mahluka yapılan tasarruf-u hakikî ve zaîf bir mevcuda edilen tevcih-i rububiyet, âlem ve anasır kabza-i tasarrufunda bulunan Zâta mahsus olduğu gibi<em>, herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanat ve nebatatı kabza-i rububiyetinde tutup terbiye eden aynen o Zâta mahsustur</em>. </span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mesnevi Nuriye </span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ey gözleri sağlam ve kalbleri kör olmayan insanlar! Bakınız, insan âleminde iki daire ve iki levha vardır:</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Birinci daire: <strong>Rububiyet dairesidir.</strong></span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İkinci daire: Ubudiyet dairesidir.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Birinci levha: Hüsn-ü san’attır.</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İkinci levha ise: Tefekkür ve istihsandır.</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Bu iki daire ile iki levha arasındaki münasebete bakınız ki: <strong>Ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet dairesi hesabına çalışıyor.</strong> Tefekkür, teşekkür, istihsan levhası da bütün işaretleriyle hüsn-ü san’at ve nimet levhasına bakıyor. Bu hakikatı gözün ile gördükten sonra, rububiyet ve ubudiyet dairelerinin reisleri arasında en büyük bir münasebetin bulunmamasına aklınca imkân var mıdır? Ve Sâni’in makasıdına kemal-i ihlas ile hizmet eden ubudiyet reisinin Sâni’ ile azîm bir münasebeti ve kavî bir intisabı ve o intisab ile her iki daire reisleri arasında bir muarefe ve mükâleme ve alış-verişin olmamasına ihtimal var mıdır? Öyle ise bilbedahe tahakkuk etti ki; ubudiyet reisi, rububiyetin has mahbub ve makbulüdür.</span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mesnevi Nuriye </span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ve keza bu âlemde pek ihtişamlı bir <strong>rububiyet âsârıyla şaşaalı bir saltanatın şuaları görünmektedir. Evet görüyoruz ki: Koca arz -sekenesiyle beraber- ehlî, zelil, muti bir hayvan gibi o rububiyetin emri altında beslenir.</strong> <span style="color: darkslateblue"><strong>Güzde ölmesi, baharda dirilmesi ve bir Mevlevî gibi raks ve hareketi ve sair bütün işleri o emre tâbi olduğu gibi, şemsin de seyyaratıyla tanzim ve teshiri ve sair vaziyetleri o emre bağlıdır.</strong></span> Halbuki, azametli şu rububiyet-i sermediye ve bu saltanat-ı ebediye şöyle zaîf, zâil, muvakkat temeller ve esaslar üzerine bina edilemez. Ve bu mütebeddil, belalı, kederli, fâni dünya üzerine kaim olamaz. Ancak, bu dünya o azametli rububiyetin pek azîm ve geniş dairesi içinde insanları tecrübe ve imtihan, kudretin mu’cizelerini teşhir ve ilân için kurulmuş muvakkat bir menzildir ki; tahrib edilip pek muazzam, geniş, ebedî ve bâki bir âleme cüz’ olmak için tebdil edilecektir. Binaenaleyh bu tebeddülât ma’rezi olan âlemin Sâni’i için diğer tegayyürsüz, sabit bir âlemin vücudu zarurîdir.</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mesnev-i Nuriye</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İ’lem Eyyühel-Aziz! Gafil olan insan, <strong><span style="color: darkred">kendi vazifesini terkeder, Allah’ın vazifesiyle meşgul olur. Evet insan, gafletten dolayı iktidarı dâhilinde kolay olan ubudiyet vazifesinin terkiyle, zaîf kalbiyle rububiyet vazife-i sakîlesinin altına girer, altında ezilir.</span></strong> Ve aynı zamanda bütün istirahatını kaybetmekle âsi, şakî, hâin adamların partisine dâhil olur.</span></p><p> </p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mesnevi Nuriye </span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İ’lem Eyyühel-Aziz! Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan büyük bir ölçüde tekrar ettiği ihya-yı arz ve toprak unsuruna nazar-ı dikkati celbettiğinden kalbime şöyle bir feyiz damlamıştır ki: Arz, âlemin kalbi olduğu gibi, toprak unsuru da arzın kalbidir. Ve tevazu, mahviyet gibi maksuda îsal eden yolların en yakını da topraktır. Belki toprak, en yüksek semavattan Hâlık-ı Semavat’a daha yakın bir yoldur. Zira kâinatta<strong> tecelli-i rububiyet ve faaliyet-i kudrete ve makarr-ı hilafete ve Hayy, Kayyum isimlerinin cilvelerine en uygun topraktır</strong>. Nasılki arş-ı rahmet su üzerindedir. Arş-ı hayat ve ihya da toprak üstündedir. Toprak, tecelliyat ve cilvelere en yüksek bir âyinedir.</span></p><p> </p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Sozler</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>Sual</strong>: Cenab-ı Hakk’ın cüz’iyat ve hasis emirler ile iştigali, azametine münafîdir?</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>Elcevab</strong>: O iştigal, azametine münafî değildir. <strong>Bilakis, adem-i iştigali azamet-i rububiyetine bir nakîsedir.</strong> <strong>Meselâ</strong>: Şemsin ziyasından bazı şeylerin mahrum ve hariç kalması, şemse bir nakîse olur. Maahaza bütün şeffaf şeylerde görünen şemsin timsallerinin her birisi, “Şems benimdir. Şems yanımdadır. Şems bendedir.” diyebilir. Ve zerreler ile şems arasında müzahame yoktur. Bütün mahlukat -bilhâssa insanlarda ferdî olsun, nev’î olsun, şerif olsun, hasis olsun- ilim, irade, kudret itibariyle Cenab-ı Hakk’ın tecellisine mazhardır. Herbir şey, herbir insan, “Allah yanımdadır” diyebilir. Bilhâssa insanın za’fı, fakrı, aczi nisbetinde Cenab-ı Hakk’ın kurbiyeti ve her bir şeyin Cenab-ı Hak’la münasebeti olmakla beraber, o da münasebetdardır. Ve gayr-ı mütenahî acz ve fakrı olan insan, gayr-ı mütenahî kudret ve gına ve azameti olan Cenab-ı Hak’la münasebeti ne kadar latiftir. </span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Hiç mümkün müdür ki: <strong>Ölmüş, kurumuş koca Arzı ihya eden ve o ihya içinde herbiri beşer haşri gibi acib, üçyüz binden ziyade enva’-ı mahlukatı haşr ü neşredip kudretini gösteren ve o haşr ü neşr içinde nihayet derecede karışık ve ihtilat içinde, nihayet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihata-i ilmiyesini gösteren ve bütün semavî fermanlarıyla beşerin haşrini va’detmekle bütün ibadının enzarını saadet-i ebediyeye çeviren ve bütün mevcudatı başbaşa, omuz omuza, elele verdirip emir ve iradesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve müsahhar <span style="color: darkred"><em>kılmakla azamet-i rububiyetini </em></span></strong><span style="color: darkred"><em>gösteren</em></span> ve beşeri, şecere-i kâinatın en câmi’ ve en nazik ve en nazenin, en nazdar, en niyazdar bir meyvesi yaratıp, kendine muhatab ittihaz ederek herşeyi ona müsahhar kılmakla, insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Hakîm, kıyameti getirmesin? Haşri yapmasın ve yapamasın? Beşeri ihya etmesin veya edemesin? Mahkeme-i Kübrayı açamasın? Cennet ve Cehennem’i yaratamasın? Hâşâ ve kellâ!.. </span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Şu kâinat yüzünde serpilen masnuatın kemal-i intizamları ve kemal-i mevzuniyetleri ve kemal-i zînetleri ve icadlarının sühuleti ve birbirine benzemeleri ve birtek fıtrat izhar etmeleri, nasılki bir Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve vahdetini gayet geniş bir mikyasta gösteriyorlar. </span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ö</span><span style="font-family: 'Tahoma'">yle de: Camid ve basit unsurlardan, hadsiz ve ayrı ayrı ve muntazam mürekkebatın icadı, mürekkebat adedince yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla gayet parlak bir tarzda kemal-i kudretini ve vahdetini gösterdiği gibi terkibat-ı mevcudat tabir edilen terkib ve tahlil hengâmındaki teceddüdde nihayet derecede ihtilat ve karışma içinde nihayet derecede bir imtiyaz ve tefrik ile, <strong>meselâ topraktaki tohumların ve köklerin çok karışık olduğu halde hiç şaşırmayarak bir surette sünbüllenmelerini ve vücudlarını temyiz ve tefrik etmek ve ağaçlara giren karışık maddeleri yaprak ve çiçek ve meyvelere tefrik etmek ve hüceyrat-ı bedene karışık bir surette giden gıdaî maddeleri kemal-i hikmetle ve kemal-i mizanla ayırıp tefrik etmek, yine o Hakîm-i Mutlak ve o Alîm-i Mutlak ve o Kadîr-i Mutlak’ın vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve vahdetini gösterdiği gibi; zerreler âlemini hadsiz ve geniş bir tarla hükmüne getirip, her dakikada kemal-i hikmetle ekip biçip, yeni yeni kâinatlar mahsulâtını ondan almak ve o camide, âcize, cahile olan zerrata gayet şuurkârane ve gayet hakîmane ve muktedirane hadsiz muntazam vazifeleri gördürmek, yine o Kadîr-i Zülcelal’in ve o Sâni’-i Zülkemal’in vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve azamet-i rububiyetini ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. </strong></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">=======</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mirac Risalesi</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İşte şu temsil gibi; Hâkim-i Arz ve Semavat, “Emr-i Kün Feyekûn”e mâlik, Âmir-i Mutlak olan Sultan-ı Ezelî ve Ebedî, tabakat-ı mahlukatında cereyan eden ve kemal-i itaat ve intizam ile imtisal olunan, evamir ve kumandanlığının şuunatı ve zerrattan seyyarata ve sinekten semavata kadar olan tabakat-ı mahlukat ve tavaif-i mevcudatta <strong>küçük-büyük, cüz’î-küllî tabakatı ve taifeleri ayrı ayrı, fakat birbirine bakar bir tarzda birer daire-i rububiyet, </strong>birer tabaka-i hâkimiyet görünüyor. </span></p><p> </p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">sozler </span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Birincisi: <strong>Eğer desen:</strong> “Madem Kur’an, beşer için nâzil olmuştur. Neden beşerin nazarında en mühim olan medeniyet hârikalarını tasrih etmiyor? Yalnız gizli bir remz ile, hafî bir îma ile, hafif bir işaretle, zaîf bir ihtar ile iktifa ediyor?”</span></p><p></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'"><strong>Elcevab: </strong>Çünki medeniyet-i beşeriye hârikalarının hakları, bahs-i Kur’anîde o kadar olabilir. Zira Kur’anın vazife-i asliyesi: Daire-i rububiyetin kemalât ve şuunatını ve daire-i ubudiyetin vezaif ve ahvalini talim etmektir. Öyle ise şu havarik-ı beşeriyenin o iki dairede hakları; yalnız bir zaîf remz, bir hafif işaret, ancak düşer. Çünki onlar, <strong>daire-i rububiyetten</strong> haklarını isteseler, o vakit pek az hak alabilirler. Meselâ; tayyare-i beşer (Haşiye-2) Kur’ana dese: “Bana bir hakk-ı kelâm ver, âyâtında bir mevki ver.” Elbette o daire-i rububiyetin tayyareleri olan Seyyarat, Arz, Kamer; Kur’an namına diyecekler: “Burada cirmin kadar bir mevki alabilirsin.” Eğer beşerin taht-el bahrleri, âyât-ı Kur’aniyeden mevki isteseler; o dairenin taht-el bahrleri (yani, bahr-i muhit-i havaîde ve esîr denizinde yüzen) zemin ve yıldızlar ona diyecekler: “Yanımızda senin yerin, görünmeyecek derecede azdır.”</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mektubat</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">İkinci Remiz: Onsekizinci Mektub’un âhirki mes’elesinin âhirinde denildiği gibi, Hâlık-ı Zülcelal hayret-nüma, dehşet-engiz bir surette bir <strong><span style="color: darkred"><em>faaliyet-i rububiyetiyle, mevcudatı mütemadiyen tebdil ve tecdid ettiğinin bir hikmeti budur:</em></span></strong> Nasılki mahlukatta faaliyet ve hareket; bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten, bir muhabbetten ileri geliyor. Hattâ denilebilir ki; herbir faaliyette bir lezzet nev’i vardır; belki herbir faaliyet, bir çeşit lezzettir. Ve lezzet dahi, bir kemale müteveccihtir; belki bir nevi kemaldir. </span></p><p> </p><p> </p><p> </p><p> </p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'"><span style="color: red"><u>ULUHIYET</u></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">=================================================</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Mesnevi Nuriye</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Ve keza ziyasız güneşin vücudu mümkün olmadığı gibi, uluhiyet de tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise, irsal-i rusül ile olur. Ve keza hadd-i kemale baliğ olan en yüksek bir cemalin bilinmesi, görünmesi, gösterilmesi için resullerin tarifi lâzımdır.</span></p><p> </p><p> </p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Maahaza, şerik hadd-i zâtında mümteni’dir. Bir ferdinin vücudu mümkün değildir. Çünki kudret-i kâmilenin tesiri gayr-ı mütenahîdir. Şerik olduğu takdirde, kudretin tesiri mahdud olur. Mütenahî olmadığı halde mütenahî olur, inkıtaa uğrar. Bu ise, birkaç cihetten muhaldir. <strong>Öyle ise istiklal ve infirad, uluhiyet için zâtî hâssalardır.</strong></span></p><p> </p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p> </p><p><strong><span style="font-family: 'Tahoma'">Halbuki Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor. Maalesef sû’-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklaliyete âlet ederek tam bir firavun olur.</span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">Yine gördüm ki: <strong>Eğer her şey Cenab-ı Hakk’a isnad edilmezse, bir ân-ı vâhidde, gayr-ı mütenahî ilahların isbatı lâzım gelir</strong>. Ve bütün zerrat-ı kâinattan daha çok olan şu ilahların her birisi, bütün ilahlara hem zıd, hem misil olması lâzım geliyor. Ve aynı zamanda, her birisi, bütün kâinata elini uzatmış tasarrufatta bulunuyor gibi bir vaziyet alması lâzım geliyor. Meselâ: Bal arısının bir ferdini yaratan bir kudretin hükmü, bütün kâinata cari ve nafiz olması lâzımdır. Zira, o bal arısı kâinatın unsurlarına nümunedir, eczasını kâinattan alıyor. Halbuki vücud sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vâcib-ül Ehad’a mahsustur. <strong>Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, her bir zerreye bir uluhiyet lâzımdır.</strong> Meselâ: Ayasofya’nın bânisi inkâr edildiği takdirde, her bir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor. Öyle ise kâinatın Sâni’a olan delaleti, kendi nefsine olan delaletinden daha vâzıh, daha zahir, daha evlâdır.</span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">23.soz</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">ÜÇÜNCÜ KELİME: </span><span style="font-size: 15px">لاَ شَرِيكَ لَهُ</span><span style="font-family: 'Tahoma'"> Yani: <strong><span style="color: darkred">Nasılki uluhiyetinde ve saltanatında şeriki yoktur; “Allah” bir olur,</span> müteaddid olamaz. Öyle de; <span style="color: darkolivegreen">rububiyetinde ve icraatında ve icadatında dahi şeriki yoktur</span>. </strong>Bazan olur ki; sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz.. fakat icraatında, onun memurları onun şeriki sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmesine mani olurlar. “Bize de müracaat et” derler. Fakat Ezel, Ebed Sultanı olan Cenab-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyetinde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Emr u iradesi, havl ü kuvveti olmazsa hiçbir şey, hiçbir şey’e müdahale edemez. Doğrudan doğruya herkes ona müracaat edebilir. Şeriki ve muini olmadığından, o müracaatçı adama “Yasaktır, onun huzuruna giremezsin” denilmez.</span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Tahoma'">========</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Zuhr, post: 162778, member: 8625"] [FONT=Tahoma]Lugat anlamlar[/FONT][FONT=Tahoma]ı;[/FONT] [B][FONT=Tahoma]RUBÛBİYET[/FONT][/B][FONT=Tahoma] : Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı. [/FONT] [FONT=Tahoma]Rab, yani Besleyen, yetiştiren, terbiye eden Allah’ın, bu ismine müteveccih özelliğini Rubûbiyet olarak düşünebiliriz.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]ULÛHİYET[/FONT][/B][FONT=Tahoma] : İlâhlık, Allah`ın hâkimiyeti ile kâinattaki herşeyi Kendisine ibâdet ve itaat ettirmesi.[/FONT] [B][FONT=Tahoma]“Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor”[/FONT][/B] [FONT=Tahoma]Rubûbiyet, mevcudadı bir nevi fiili olarak idare altında bulundurmak iken, Ulûhiyet mevcudadı hükmen idare altında bulundurmak olarak düşünülebilir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Külliyat içerisinde kullanıldıkları bazı kısımlara bakarak, kavramlar biraz daha netlik kazanabilir,[/FONT] [COLOR=red][U][B][FONT=Tahoma]RUBÛBİYET[/FONT][/B][FONT=Tahoma];[/FONT][/U][/COLOR] [FONT=Tahoma]=============================[/FONT] [FONT=Tahoma]Mesnevi Nuriye [/FONT] [FONT=Tahoma]Kezalik kâinattaki masnuat, tohum gibidir. Âlem ve anasır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı halleriyle ettikleri şehadete göre, masnuat ile âlem-i anasır, yani tohum ile tarla ve muhit ile muhat, (hep) bir Sâni’-i Vâhid’in yed-i tasarrufundadır. Demek edna bir mahluka yapılan tasarruf-u hakikî ve zaîf bir mevcuda edilen tevcih-i rububiyet, âlem ve anasır kabza-i tasarrufunda bulunan Zâta mahsus olduğu gibi[I], herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanat ve nebatatı kabza-i rububiyetinde tutup terbiye eden aynen o Zâta mahsustur[/I]. [/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]Mesnevi Nuriye [/FONT] [FONT=Tahoma]Ey gözleri sağlam ve kalbleri kör olmayan insanlar! Bakınız, insan âleminde iki daire ve iki levha vardır:[/FONT] [FONT=Tahoma]Birinci daire: [B]Rububiyet dairesidir.[/B][/FONT] [FONT=Tahoma]İkinci daire: Ubudiyet dairesidir.[/FONT] [FONT=Tahoma]Birinci levha: Hüsn-ü san’attır.[/FONT] [FONT=Tahoma]İkinci levha ise: Tefekkür ve istihsandır.[/FONT] [FONT=Tahoma]Bu iki daire ile iki levha arasındaki münasebete bakınız ki: [B]Ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet dairesi hesabına çalışıyor.[/B] Tefekkür, teşekkür, istihsan levhası da bütün işaretleriyle hüsn-ü san’at ve nimet levhasına bakıyor. Bu hakikatı gözün ile gördükten sonra, rububiyet ve ubudiyet dairelerinin reisleri arasında en büyük bir münasebetin bulunmamasına aklınca imkân var mıdır? Ve Sâni’in makasıdına kemal-i ihlas ile hizmet eden ubudiyet reisinin Sâni’ ile azîm bir münasebeti ve kavî bir intisabı ve o intisab ile her iki daire reisleri arasında bir muarefe ve mükâleme ve alış-verişin olmamasına ihtimal var mıdır? Öyle ise bilbedahe tahakkuk etti ki; ubudiyet reisi, rububiyetin has mahbub ve makbulüdür.[/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]Mesnevi Nuriye [/FONT] [FONT=Tahoma]Ve keza bu âlemde pek ihtişamlı bir [B]rububiyet âsârıyla şaşaalı bir saltanatın şuaları görünmektedir. Evet görüyoruz ki: Koca arz -sekenesiyle beraber- ehlî, zelil, muti bir hayvan gibi o rububiyetin emri altında beslenir.[/B] [COLOR=darkslateblue][B]Güzde ölmesi, baharda dirilmesi ve bir Mevlevî gibi raks ve hareketi ve sair bütün işleri o emre tâbi olduğu gibi, şemsin de seyyaratıyla tanzim ve teshiri ve sair vaziyetleri o emre bağlıdır.[/B][/COLOR] Halbuki, azametli şu rububiyet-i sermediye ve bu saltanat-ı ebediye şöyle zaîf, zâil, muvakkat temeller ve esaslar üzerine bina edilemez. Ve bu mütebeddil, belalı, kederli, fâni dünya üzerine kaim olamaz. Ancak, bu dünya o azametli rububiyetin pek azîm ve geniş dairesi içinde insanları tecrübe ve imtihan, kudretin mu’cizelerini teşhir ve ilân için kurulmuş muvakkat bir menzildir ki; tahrib edilip pek muazzam, geniş, ebedî ve bâki bir âleme cüz’ olmak için tebdil edilecektir. Binaenaleyh bu tebeddülât ma’rezi olan âlemin Sâni’i için diğer tegayyürsüz, sabit bir âlemin vücudu zarurîdir.[/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]Mesnev-i Nuriye[/FONT] [FONT=Tahoma]İ’lem Eyyühel-Aziz! Gafil olan insan, [B][COLOR=darkred]kendi vazifesini terkeder, Allah’ın vazifesiyle meşgul olur. Evet insan, gafletten dolayı iktidarı dâhilinde kolay olan ubudiyet vazifesinin terkiyle, zaîf kalbiyle rububiyet vazife-i sakîlesinin altına girer, altında ezilir.[/COLOR][/B] Ve aynı zamanda bütün istirahatını kaybetmekle âsi, şakî, hâin adamların partisine dâhil olur.[/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]Mesnevi Nuriye [/FONT] [FONT=Tahoma]İ’lem Eyyühel-Aziz! Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan büyük bir ölçüde tekrar ettiği ihya-yı arz ve toprak unsuruna nazar-ı dikkati celbettiğinden kalbime şöyle bir feyiz damlamıştır ki: Arz, âlemin kalbi olduğu gibi, toprak unsuru da arzın kalbidir. Ve tevazu, mahviyet gibi maksuda îsal eden yolların en yakını da topraktır. Belki toprak, en yüksek semavattan Hâlık-ı Semavat’a daha yakın bir yoldur. Zira kâinatta[B] tecelli-i rububiyet ve faaliyet-i kudrete ve makarr-ı hilafete ve Hayy, Kayyum isimlerinin cilvelerine en uygun topraktır[/B]. Nasılki arş-ı rahmet su üzerindedir. Arş-ı hayat ve ihya da toprak üstündedir. Toprak, tecelliyat ve cilvelere en yüksek bir âyinedir.[/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]Sozler[/FONT] [FONT=Tahoma][B]Sual[/B]: Cenab-ı Hakk’ın cüz’iyat ve hasis emirler ile iştigali, azametine münafîdir?[/FONT] [FONT=Tahoma][B]Elcevab[/B]: O iştigal, azametine münafî değildir. [B]Bilakis, adem-i iştigali azamet-i rububiyetine bir nakîsedir.[/B] [B]Meselâ[/B]: Şemsin ziyasından bazı şeylerin mahrum ve hariç kalması, şemse bir nakîse olur. Maahaza bütün şeffaf şeylerde görünen şemsin timsallerinin her birisi, “Şems benimdir. Şems yanımdadır. Şems bendedir.” diyebilir. Ve zerreler ile şems arasında müzahame yoktur. Bütün mahlukat -bilhâssa insanlarda ferdî olsun, nev’î olsun, şerif olsun, hasis olsun- ilim, irade, kudret itibariyle Cenab-ı Hakk’ın tecellisine mazhardır. Herbir şey, herbir insan, “Allah yanımdadır” diyebilir. Bilhâssa insanın za’fı, fakrı, aczi nisbetinde Cenab-ı Hakk’ın kurbiyeti ve her bir şeyin Cenab-ı Hak’la münasebeti olmakla beraber, o da münasebetdardır. Ve gayr-ı mütenahî acz ve fakrı olan insan, gayr-ı mütenahî kudret ve gına ve azameti olan Cenab-ı Hak’la münasebeti ne kadar latiftir. [/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]Hiç mümkün müdür ki: [B]Ölmüş, kurumuş koca Arzı ihya eden ve o ihya içinde herbiri beşer haşri gibi acib, üçyüz binden ziyade enva’-ı mahlukatı haşr ü neşredip kudretini gösteren ve o haşr ü neşr içinde nihayet derecede karışık ve ihtilat içinde, nihayet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihata-i ilmiyesini gösteren ve bütün semavî fermanlarıyla beşerin haşrini va’detmekle bütün ibadının enzarını saadet-i ebediyeye çeviren ve bütün mevcudatı başbaşa, omuz omuza, elele verdirip emir ve iradesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve müsahhar [COLOR=darkred][I]kılmakla azamet-i rububiyetini [/I][/COLOR][/B][COLOR=darkred][I]gösteren[/I][/COLOR] ve beşeri, şecere-i kâinatın en câmi’ ve en nazik ve en nazenin, en nazdar, en niyazdar bir meyvesi yaratıp, kendine muhatab ittihaz ederek herşeyi ona müsahhar kılmakla, insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Hakîm, kıyameti getirmesin? Haşri yapmasın ve yapamasın? Beşeri ihya etmesin veya edemesin? Mahkeme-i Kübrayı açamasın? Cennet ve Cehennem’i yaratamasın? Hâşâ ve kellâ!.. [/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]Şu kâinat yüzünde serpilen masnuatın kemal-i intizamları ve kemal-i mevzuniyetleri ve kemal-i zînetleri ve icadlarının sühuleti ve birbirine benzemeleri ve birtek fıtrat izhar etmeleri, nasılki bir Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve vahdetini gayet geniş bir mikyasta gösteriyorlar. [/FONT] [FONT=Tahoma]Ö[/FONT][FONT=Tahoma]yle de: Camid ve basit unsurlardan, hadsiz ve ayrı ayrı ve muntazam mürekkebatın icadı, mürekkebat adedince yine o Sâni’-i Hakîm’in vücub-u vücuduna şehadet ve vahdetine işaret etmekle beraber, heyet-i mecmuasıyla gayet parlak bir tarzda kemal-i kudretini ve vahdetini gösterdiği gibi terkibat-ı mevcudat tabir edilen terkib ve tahlil hengâmındaki teceddüdde nihayet derecede ihtilat ve karışma içinde nihayet derecede bir imtiyaz ve tefrik ile, [B]meselâ topraktaki tohumların ve köklerin çok karışık olduğu halde hiç şaşırmayarak bir surette sünbüllenmelerini ve vücudlarını temyiz ve tefrik etmek ve ağaçlara giren karışık maddeleri yaprak ve çiçek ve meyvelere tefrik etmek ve hüceyrat-ı bedene karışık bir surette giden gıdaî maddeleri kemal-i hikmetle ve kemal-i mizanla ayırıp tefrik etmek, yine o Hakîm-i Mutlak ve o Alîm-i Mutlak ve o Kadîr-i Mutlak’ın vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve vahdetini gösterdiği gibi; zerreler âlemini hadsiz ve geniş bir tarla hükmüne getirip, her dakikada kemal-i hikmetle ekip biçip, yeni yeni kâinatlar mahsulâtını ondan almak ve o camide, âcize, cahile olan zerrata gayet şuurkârane ve gayet hakîmane ve muktedirane hadsiz muntazam vazifeleri gördürmek, yine o Kadîr-i Zülcelal’in ve o Sâni’-i Zülkemal’in vücub-u vücudunu ve kemal-i kudretini ve azamet-i rububiyetini ve vahdetini ve kemal-i rububiyetini gösterir. [/B][/FONT] [FONT=Tahoma]=======[/FONT] [FONT=Tahoma]Mirac Risalesi[/FONT] [FONT=Tahoma]İşte şu temsil gibi; Hâkim-i Arz ve Semavat, “Emr-i Kün Feyekûn”e mâlik, Âmir-i Mutlak olan Sultan-ı Ezelî ve Ebedî, tabakat-ı mahlukatında cereyan eden ve kemal-i itaat ve intizam ile imtisal olunan, evamir ve kumandanlığının şuunatı ve zerrattan seyyarata ve sinekten semavata kadar olan tabakat-ı mahlukat ve tavaif-i mevcudatta [B]küçük-büyük, cüz’î-küllî tabakatı ve taifeleri ayrı ayrı, fakat birbirine bakar bir tarzda birer daire-i rububiyet, [/B]birer tabaka-i hâkimiyet görünüyor. [/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]sozler [/FONT] [FONT=Tahoma]Birincisi: [B]Eğer desen:[/B] “Madem Kur’an, beşer için nâzil olmuştur. Neden beşerin nazarında en mühim olan medeniyet hârikalarını tasrih etmiyor? Yalnız gizli bir remz ile, hafî bir îma ile, hafif bir işaretle, zaîf bir ihtar ile iktifa ediyor?”[/FONT] [FONT=Tahoma][B]Elcevab: [/B]Çünki medeniyet-i beşeriye hârikalarının hakları, bahs-i Kur’anîde o kadar olabilir. Zira Kur’anın vazife-i asliyesi: Daire-i rububiyetin kemalât ve şuunatını ve daire-i ubudiyetin vezaif ve ahvalini talim etmektir. Öyle ise şu havarik-ı beşeriyenin o iki dairede hakları; yalnız bir zaîf remz, bir hafif işaret, ancak düşer. Çünki onlar, [B]daire-i rububiyetten[/B] haklarını isteseler, o vakit pek az hak alabilirler. Meselâ; tayyare-i beşer (Haşiye-2) Kur’ana dese: “Bana bir hakk-ı kelâm ver, âyâtında bir mevki ver.” Elbette o daire-i rububiyetin tayyareleri olan Seyyarat, Arz, Kamer; Kur’an namına diyecekler: “Burada cirmin kadar bir mevki alabilirsin.” Eğer beşerin taht-el bahrleri, âyât-ı Kur’aniyeden mevki isteseler; o dairenin taht-el bahrleri (yani, bahr-i muhit-i havaîde ve esîr denizinde yüzen) zemin ve yıldızlar ona diyecekler: “Yanımızda senin yerin, görünmeyecek derecede azdır.”[/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]Mektubat[/FONT] [FONT=Tahoma]İkinci Remiz: Onsekizinci Mektub’un âhirki mes’elesinin âhirinde denildiği gibi, Hâlık-ı Zülcelal hayret-nüma, dehşet-engiz bir surette bir [B][COLOR=darkred][I]faaliyet-i rububiyetiyle, mevcudatı mütemadiyen tebdil ve tecdid ettiğinin bir hikmeti budur:[/I][/COLOR][/B] Nasılki mahlukatta faaliyet ve hareket; bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten, bir muhabbetten ileri geliyor. Hattâ denilebilir ki; herbir faaliyette bir lezzet nev’i vardır; belki herbir faaliyet, bir çeşit lezzettir. Ve lezzet dahi, bir kemale müteveccihtir; belki bir nevi kemaldir. [/FONT] [B][FONT=Tahoma][COLOR=red][U]ULUHIYET[/U][/COLOR][/FONT][/B] [FONT=Tahoma]=================================================[/FONT] [FONT=Tahoma]Mesnevi Nuriye[/FONT] [FONT=Tahoma]Ve keza ziyasız güneşin vücudu mümkün olmadığı gibi, uluhiyet de tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise, irsal-i rusül ile olur. Ve keza hadd-i kemale baliğ olan en yüksek bir cemalin bilinmesi, görünmesi, gösterilmesi için resullerin tarifi lâzımdır.[/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]Maahaza, şerik hadd-i zâtında mümteni’dir. Bir ferdinin vücudu mümkün değildir. Çünki kudret-i kâmilenin tesiri gayr-ı mütenahîdir. Şerik olduğu takdirde, kudretin tesiri mahdud olur. Mütenahî olmadığı halde mütenahî olur, inkıtaa uğrar. Bu ise, birkaç cihetten muhaldir. [B]Öyle ise istiklal ve infirad, uluhiyet için zâtî hâssalardır.[/B][/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [B][FONT=Tahoma]Halbuki Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vâhid-i kıyasî vazifesini görüyor. Maalesef sû’-i ihtiyar ile hâkimiyet ve istiklaliyete âlet ederek tam bir firavun olur.[/FONT][/B] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]Yine gördüm ki: [B]Eğer her şey Cenab-ı Hakk’a isnad edilmezse, bir ân-ı vâhidde, gayr-ı mütenahî ilahların isbatı lâzım gelir[/B]. Ve bütün zerrat-ı kâinattan daha çok olan şu ilahların her birisi, bütün ilahlara hem zıd, hem misil olması lâzım geliyor. Ve aynı zamanda, her birisi, bütün kâinata elini uzatmış tasarrufatta bulunuyor gibi bir vaziyet alması lâzım geliyor. Meselâ: Bal arısının bir ferdini yaratan bir kudretin hükmü, bütün kâinata cari ve nafiz olması lâzımdır. Zira, o bal arısı kâinatın unsurlarına nümunedir, eczasını kâinattan alıyor. Halbuki vücud sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vâcib-ül Ehad’a mahsustur. [B]Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, her bir zerreye bir uluhiyet lâzımdır.[/B] Meselâ: Ayasofya’nın bânisi inkâr edildiği takdirde, her bir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor. Öyle ise kâinatın Sâni’a olan delaleti, kendi nefsine olan delaletinden daha vâzıh, daha zahir, daha evlâdır.[/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [FONT=Tahoma]23.soz[/FONT] [FONT=Tahoma]ÜÇÜNCÜ KELİME: [/FONT][SIZE=4]لاَ شَرِيكَ لَهُ[/SIZE][FONT=Tahoma] Yani: [B][COLOR=darkred]Nasılki uluhiyetinde ve saltanatında şeriki yoktur; “Allah” bir olur,[/COLOR] müteaddid olamaz. Öyle de; [COLOR=darkolivegreen]rububiyetinde ve icraatında ve icadatında dahi şeriki yoktur[/COLOR]. [/B]Bazan olur ki; sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz.. fakat icraatında, onun memurları onun şeriki sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmesine mani olurlar. “Bize de müracaat et” derler. Fakat Ezel, Ebed Sultanı olan Cenab-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyetinde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Emr u iradesi, havl ü kuvveti olmazsa hiçbir şey, hiçbir şey’e müdahale edemez. Doğrudan doğruya herkes ona müracaat edebilir. Şeriki ve muini olmadığından, o müracaatçı adama “Yasaktır, onun huzuruna giremezsin” denilmez.[/FONT] [FONT=Tahoma]========[/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nur Okuyoruz
soru:Uluhiyet ve Rububiyet nedir?
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst