Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Tasavvuf
Geylani Hz. ve Kadirilik
Sohbet
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="&amp;#304;lim-irfan" data-source="post: 175473" data-attributes="member: 8679"><p><strong>Kalbî Sohbet:</strong></p><p><strong></strong><span style="color: blue"><strong>İnsan sosyal bir varlık olduğundan fizik çevreden de etkilenmektedir. Bugün insanların etrafına “aura” denilen bir takım ışınlar yaydığı bilinmektedir. Bu ışınlar insanın çevresinde bir etki alanı meydana getirir. Ayrıca psikolojik haller saridir. Yani sirayet edici, bulaşıcıdır. Korkmuş ve üzüntüye uğramış insanların yanında bulunanlar, o kişinin bu halinden etkilendikleri gibi, sevinç ve neşe içinde bulunanlar da çevrelerini etkilerler. Bu açıdan sohbet bir duygu alış verişidir.51</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Bu, tasavvufta sıkça kullanılan “kalbi sohbet, kalp sohbeti ve ruh’ani sohbet”in bir ifadesidir. Gönül sohbetleri, temiz bir gönülden, ilgi, istek ve samimiyet dolu alıcı gönüllere hal sirayet etmesidir. Şeyh ile mürid arasında en güzel kaynaşma, hatta aynileşme, müridin batınına işleyen manevi haller sayesinde gerçekleşir. “Dil dudak deprenmeden, manayı anlamak” diye ifade edilen bu kalbi sohbetler, tasavvufta fevkalede önemlidir. </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Bu kalbi sohbetler içten içe sürerken, dıştan görünen ise sadece sükuttur. Sükut, mürşitlerin münacaat ettikleri en güzel sohbet türlerindendir. Onlarda görülen bu uzun sükutu anlamayan yabancılara karşı söyledikleri, “halimizden anlamayan, kal’imizden hiç anlamaz” sözü çok meşhurdur. Gerçekten, zaruret olmadıkça onların meclislerinde saatlerce susup konuşmamaları, her istifadeyi sözden bekleyenlerce pek anlaşılacak bir şey değildir. </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>“Teslim ehli için sorgu suale lüzum yoktur.” Sözü de, tarikatlarda yaygındır. İnsanlar şeyhin meclisinde, bir çok sorularına söz yada ilhamla, sormadan cevap alırlar. Hal böyle olunca soruya ne hacet? Buna rağmen soru, teslimiyete ters düşer. Bu yüzden tarikatlarda şeyhe soru hoş karşılanmaz.</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Buna bir eskilerden, bir de yenilerden iki örnek verelim. “Eşrefoğlu Rumî Hazretleri malum mezarı İznik'de<img src="http://www.islamiforum.info/images/smilies/nokta.gif" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" />. Hacı Bayram-ı Velî'nin Hayrünnisa adlı kızıyla evlenmiş, Hacı Bayram Camiinin ilk imamı bir Allah dostu. Anadolu Kâdirîlerinin de pîr-i sânîsi. Bakın bu yüce zat-ı şerif de tıpkı Musa Efendi Hazretlerinin (ks) yaşadığını yaşamış, aynı yoldan geçmiş. </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Eşrefoğlu Rumi Hazretleri (ks) şöyle anlatıyor başından geçenleri:52</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>"Şeyhim lüzumsuz söz konuşmaktan hoşlanmazdı. Bir gün ona izinsiz dünyevî bir konu arzettim. Bize: "Çok söyleme küstahlık olur. Sen, edebsiz olursun. Şeyhler huzurunda, müridlere çok söylemek ayıp olur, diye cevap verdi."53</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>“Musa Efendi Hazretlerinin (ks) yaşadığını yaşamış diyorsunuz. Evet ama O neyi yaşamıştı?” dediğinizi duyar gibiyim.</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Musa Topbaş Efendi yaşadığını, üstadı için yazdığı “Sultanu’l Ârifîn eş-Şeyh Mahmud Sami Ramazanoğlu” adlı eserinde anlatıyor.54 Dr. İbrahim Es oradan almış, aklında kalanı yazmış. Bizim içimize sinmedi, aslından alarak yazalım istedik. Musa Topbaş Efendinin bu anlattıkları da günümüzden olan ikinci örneğimiz olsun: </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>“Bilhassa taht-ı terbiyesinde bulundurdukları kimselerin yerli yersiz konuşmalarını hiç istemezlerdi. Hadimlerinden birisi der ki:</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>‘İntisâbımın ilk günlerinde üstaza sık sık sualler sormak suretiyle bazı noksanlıklarımı öğrenmek ve bu suretle telâfi etmek niyetinde idim. Fakirin bu halini beyenmeyen muhterem Üstaz hazretlerinin kaşları çatıldı, sima-i âlilerinde büyük bir neş’esizlik zuhur etti. Böyle ma’nasız suallerin bir sâlik için yersiz olduğunu ima ettiler. Hatamı anladım, bundan sonra böyle sualler sormaktan ise edebi muhafaza etmenin luzumunu anladım. Cenab-ı Hakk’ın lutfu olarak huzurlarında uzun seneler kaldı isem de en zaruri sözler hariç, bu müddet zarfında kendilerinden bir sual sormak cür’etini bulamadım…’</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Takriben 20-22 sene geçmişti. Bir gün cesarete gelip:</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>-Efendim, hayli zamandan beri huzurunuzda bulunmaktayım. Buna rağmen herhangi bir şey sormağa cesaret edemedim. Halbuki bir çok kimseler sizinle hayli görüşmeler yapıyorlar ve fazlası ile istifade ediyorlar. Acaba fakirin hali ne ola ki? dedim. Cevaben buyurdular: </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>- Teslim ehli için sorgu ve suale lüzum yoktur. Bu, gavsu’l A’zam Abdulkadir Geylanî hazretlerinin sözleridir.”55</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Bu olay üzerine Dr. İbrahim Es şu yorumu yapar: “Hz. Musa, Hz. Hızır'a talebe olunca, kendisinden soru sormaması istenmiş, ancak buna dayanmasının da zor olacağı söylenmişti: "Benimle beraber olmaya (talebeliğe) güç yetiremezsin!" "Ben sana sonunda hikmetini açıp anlatmadıkça, bana hiç bir konuda asla soru sorma!"56</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Yani Hz. Musa (a.s)'dan susmak istenmişti. Zahirî ilimlerde soru, bilgiyi artırırken, batınî yolda soru, durumu tam tersine çevirir. Çünkü soru, kafadaki şüpheyi gösterir. Maneviyat yolu da saf bir inanç ister, şüphe imanla bir arada olmaz. Onun için soru sorulmaz.”57 </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Şaşılacak bir durum da birbirlerini ziyarete giden bazı zatlar, bir hayli zaman beraber kaldıkları halde, bazen konuştukları hiç olmaz, bazen de bütün konuşmaları sadece girerken ve çıkarken verdikleri selamdan ibaret kalır. </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Bu tür olaylara da biri geçmişten, biri de zamanımızdan iki örnek verelim:</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>“Bir yaz günü Sıhranlı Şeyh Ali Efendi isminde mübârek bir zât elli iki talebesiyle hacdan geldi. Öğleye yakın İsmâil Fakîrullah hazretlerinin huzûruna girdi. Ali Efendi içeriye girince selâm vermedi, konuşmadı, el öpmedi, müsafehâ yapmadı. Edeple bir köşeye oturdu, başını önüne eğip öğle namazına kadar huzurda kaldı. </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Namazdan sonra da Allah'a ısmarladık demeden, selâm vermeden huzurdan ayrıldı ve bizim kaldığımız odaya geldi. Yine selâm vermeden, konuşmadan, başını önüne eğip oturdu. İkindiye kadar Molla Osman ile murâkabe yaptılar. </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Akşam iftarında her yemekten birer lokma veya kaşık aldı. Molla Osman, Ali Efendiye çok hürmet gösterdi ve hizmet etti. Gece Molla Osman ile sabaha kadar murâkabe edip iç âlemlerine daldılar. O geceyi de böyle ihyâ ettiler. </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Sabahleyin yine İsmâil Fakîrullah'ın huzûru ile şereflendi. Yine sessizce oturdu, dinledi ve bir müddet sonra ayağa kalktı. İsmâil Fakîrullah da ayağa kalkıp ona duâ etti. Hacı Ali Efendi el öpüp, konuşmadan dışarı çıktı. İsmâil Fakîrullah'ın talebeleri de Ali Efendiye hürmet edip, elini öptüler. Atına bindirerek Tillo'dan çıkıncaya kadar arkasından gidip onu uğurladılar. Orada uğurlayanlarla vedâlaştı ve talebeleriyle memleketine gitti. </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Eve gelince Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretleri babası Molla Osman’a; </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>-Efendim! Bu nasıl misâfirdir ki, herkesten çok izzet ve hürmet bulmuştur? dedi. Babası da:</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>- Bu misâfir diğerlerine benzemez. Kâmil, olgun bir velî olup gönül sâhibidir. Bizim muhterem hocamızın hal ve şânına yakın bir derecesi vardır. Zîrâ bu hâlini merâk ettiğin zât; "Uzun zamandan beri âlemi dolaşırım. Çok memleketler gezdim. Elli seneden beri pekçok evliyâyı ziyâret ettim. Zâhirde bilinmeyen evliyâ ile mânevî meclislerde görüştüm. Ancak bu mübârek zâtın cümlesinden üstün derecelere sâhip, Gavs-ı âzam makâmında olduğunu müşâhede ettim. Bu muhterem hocamızın vücûd-i şerîfini Allahü teâlânın aşkı yakmıştır. Buraya gelip İsmâil Fakîrullah hazretlerinin mübârek yüzünü gördüğümde, kendimi onun gönül aynasında gördüm. İşte benim seyâhatim tamam oldu ve murâdıma kavuştum." dedi.</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>İbrâhim Hakkı babasına; </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>- Bu hiç konuşmayan misâfir, bunları size ne zaman söyledi? diye sordu. Cevâbında; </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>- Biz kalplerimizle konuştuk. Hatta bundan başka daha pekçok hikmetler üzerinde uzun uzun sohbet ettik." dedi.”58</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Günümüzden örneği de Sultanu’l Arifin eş-Şeyh Mahmud Sami Ramazanoğlu’ndan alalım. Uzun yıllar O’na hizmet eden Üstad Musa Topbaş Efendi şunları yazar:</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>”Medine-i Münevvere’de, pek sevdikleri Mevlana Ziyaeddin Kadirî hazretlerinin ziyaretlerine giderler ve bu kalbî mülakat yarım saat sürerdi. Bu müddet zarfında, bir girişte, “esselamu aleykum”, bir de ayrılırken “esselamu aleykum” denirdi. Hepsi bu kadar…”59</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Söz Sami efendiden açılmışken O’nun kalb sohbetine bir misal verelim. Sami efendi sükutu seven bir ariftir. “Zaruret olmazsa saatlerce konuşmadığı olurdu. Bu sessizlik hallerinde daimi olarak zikir ve murakabe ile meşgul olurlardı… yanlarında bulunanlar huzurlarında aynı hali yaşarlar, ayrılınca da devam ettiremezlerdi.”60 </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>İşte vermek istediğimiz olay: </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>“Dr. Semih Bey anlatıyor: Yaklaşık otuz beş sene önceydi. Mevsim sanırım sonbahara doğruydu. Üsküdar'da geniş salonlu bir evde sohbet için toplanmış, Muhterem Sami Efendi Hazretlerinin gelişini bekliyorduk. Şöyle kabaca bir rakam vermek gerekirse elli kişi kadardık, diyebilirim. </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Fazla sürmedi, nur yüzlü, asîl mürşid, Sami Efendi Hazretleri teşrif buyurdular. Mütebessim ve mütevazi hâliyle selam verdiler, salondaki sedire diz üstü oturarak yerlerini aldılar. Orada bulunan bir hafız efendiye Kur'an-ı Kerim okuttular. Ardından eûzü besmele, hamdele ve salvele ile, “bu günkü mevzûmuz sükût (susma) tur,” diyerek, mübarek başlarını öne eğip, murakabe tarzında sukût vaziyeti aldılar. Sohbet yârânı da aynı hâle tâbi olup, sükût pozisyonuna girdiler. Artık Efendi Hazretleri ve bizler susarak, susma sohbetine başlamıştık.</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Anlaşılıyor ki bize sükût eğitimini kavlen değil hâlen yaptırıyorlardı. Hepimiz, derin bir vecd içinde sükûta gömüldük. Sükût Sohbeti elli dakika kadar sürdü. Sonunda Efendi Hazretleri, "Elhamdülillah sohbetimiz bitti, Allah (c.c.) kabul buyursun, dediler." </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Hayatımda o sohbetten aldığım feyzi, başka hiçbir sohbetten almadım, elhamdülillah, bârek<img src="http://www.islamiforum.info/images/smilies/Allah.gif" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" />".61 </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Belli bir dereceye varan velilerin, sözleri kadar halleri ve nazarları da etkilidir. Sıdk makamına eren insanlar, “kal” lisanından çok, “hal” diliyle konuşurlar. Fiilleri ve hali etkili olmayanın, söyledikleri hiç etkili olmaz. Sözün nuraniliği kalbin nuraniliği kadardır. Kalbin nuraniliği ise, istikamet ve kulluk görevini yerine getirmeğe bağlıdır. İlim ve irfanı ile manevi derinlik kazanmış mürşidlerin nazarı, mürid üzerinde panzehir etkisi yapar. </strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Böyleleri, sadık bir müride nazar ettiğinde basiret nurları saliki güzel itikat sahibi yapar; Allah tealanın mevahib-i sübhaniyyesine layık hale getirir. Bu manevî alış veriş sayesinde sadık müridin sevgisi ermiş velinin gönlüne düşer. Bu bir mürid için en büyük kazançtır. Hatta “Allah’a giden en kestirme yol, bir velînin kalbine girmektir.” sözü meşhurdur. Çünkü oraya Allah tecellî eder. Böylece kestirmeden buluşmuş olurlar. Onun için bir şeyhin basiret ve muhabbet nazarıyla bakışı, müride güzel bir hal kazandırarak hoş bir etki yapar.</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Yunus “Hepisinden iyice, bir gönüle girmektedir” demiş. Suhreverdi’nin şeyhi Mina’da, Mescidu’l hayf’ın etrafında insanların yüzlerine bakarak dolaşırken kendisine “neden öyle insanların yüzlerine baktığı” soruldu. Şu cevabı verdi: “Allah’ın öyle kulları vardır ki, nazar kıldıkları kimseye saadet ve hafiflik kazandırırlar. Ben öyle birirni arıyorum.” Bilenler bir gönül ve bir nazar için nasıl çırpınıyorlar?62</strong></span></p><p><span style="color: blue"><strong>Zaten beşeri eğitimde de en etkili yol, örnek olmak suretiyle yapılan canlı ve doğrudan eğitimdir. “Mü’min, mü’minin aynasıdır.”63 Hadisinde ifade edildiği şekilde kişinin güzel huylarla donanması, o huylara sahip temiz kimselerle beraber bulunmasına bağlıdır.64</strong></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="İlim-irfan, post: 175473, member: 8679"] [B]Kalbî Sohbet: [/B][COLOR=blue][B]İnsan sosyal bir varlık olduğundan fizik çevreden de etkilenmektedir. Bugün insanların etrafına “aura” denilen bir takım ışınlar yaydığı bilinmektedir. Bu ışınlar insanın çevresinde bir etki alanı meydana getirir. Ayrıca psikolojik haller saridir. Yani sirayet edici, bulaşıcıdır. Korkmuş ve üzüntüye uğramış insanların yanında bulunanlar, o kişinin bu halinden etkilendikleri gibi, sevinç ve neşe içinde bulunanlar da çevrelerini etkilerler. Bu açıdan sohbet bir duygu alış verişidir.51 Bu, tasavvufta sıkça kullanılan “kalbi sohbet, kalp sohbeti ve ruh’ani sohbet”in bir ifadesidir. Gönül sohbetleri, temiz bir gönülden, ilgi, istek ve samimiyet dolu alıcı gönüllere hal sirayet etmesidir. Şeyh ile mürid arasında en güzel kaynaşma, hatta aynileşme, müridin batınına işleyen manevi haller sayesinde gerçekleşir. “Dil dudak deprenmeden, manayı anlamak” diye ifade edilen bu kalbi sohbetler, tasavvufta fevkalede önemlidir. Bu kalbi sohbetler içten içe sürerken, dıştan görünen ise sadece sükuttur. Sükut, mürşitlerin münacaat ettikleri en güzel sohbet türlerindendir. Onlarda görülen bu uzun sükutu anlamayan yabancılara karşı söyledikleri, “halimizden anlamayan, kal’imizden hiç anlamaz” sözü çok meşhurdur. Gerçekten, zaruret olmadıkça onların meclislerinde saatlerce susup konuşmamaları, her istifadeyi sözden bekleyenlerce pek anlaşılacak bir şey değildir. “Teslim ehli için sorgu suale lüzum yoktur.” Sözü de, tarikatlarda yaygındır. İnsanlar şeyhin meclisinde, bir çok sorularına söz yada ilhamla, sormadan cevap alırlar. Hal böyle olunca soruya ne hacet? Buna rağmen soru, teslimiyete ters düşer. Bu yüzden tarikatlarda şeyhe soru hoş karşılanmaz. Buna bir eskilerden, bir de yenilerden iki örnek verelim. “Eşrefoğlu Rumî Hazretleri malum mezarı İznik'de[IMG]http://www.islamiforum.info/images/smilies/nokta.gif[/IMG]. Hacı Bayram-ı Velî'nin Hayrünnisa adlı kızıyla evlenmiş, Hacı Bayram Camiinin ilk imamı bir Allah dostu. Anadolu Kâdirîlerinin de pîr-i sânîsi. Bakın bu yüce zat-ı şerif de tıpkı Musa Efendi Hazretlerinin (ks) yaşadığını yaşamış, aynı yoldan geçmiş. Eşrefoğlu Rumi Hazretleri (ks) şöyle anlatıyor başından geçenleri:52 "Şeyhim lüzumsuz söz konuşmaktan hoşlanmazdı. Bir gün ona izinsiz dünyevî bir konu arzettim. Bize: "Çok söyleme küstahlık olur. Sen, edebsiz olursun. Şeyhler huzurunda, müridlere çok söylemek ayıp olur, diye cevap verdi."53 “Musa Efendi Hazretlerinin (ks) yaşadığını yaşamış diyorsunuz. Evet ama O neyi yaşamıştı?” dediğinizi duyar gibiyim. Musa Topbaş Efendi yaşadığını, üstadı için yazdığı “Sultanu’l Ârifîn eş-Şeyh Mahmud Sami Ramazanoğlu” adlı eserinde anlatıyor.54 Dr. İbrahim Es oradan almış, aklında kalanı yazmış. Bizim içimize sinmedi, aslından alarak yazalım istedik. Musa Topbaş Efendinin bu anlattıkları da günümüzden olan ikinci örneğimiz olsun: “Bilhassa taht-ı terbiyesinde bulundurdukları kimselerin yerli yersiz konuşmalarını hiç istemezlerdi. Hadimlerinden birisi der ki: ‘İntisâbımın ilk günlerinde üstaza sık sık sualler sormak suretiyle bazı noksanlıklarımı öğrenmek ve bu suretle telâfi etmek niyetinde idim. Fakirin bu halini beyenmeyen muhterem Üstaz hazretlerinin kaşları çatıldı, sima-i âlilerinde büyük bir neş’esizlik zuhur etti. Böyle ma’nasız suallerin bir sâlik için yersiz olduğunu ima ettiler. Hatamı anladım, bundan sonra böyle sualler sormaktan ise edebi muhafaza etmenin luzumunu anladım. Cenab-ı Hakk’ın lutfu olarak huzurlarında uzun seneler kaldı isem de en zaruri sözler hariç, bu müddet zarfında kendilerinden bir sual sormak cür’etini bulamadım…’ Takriben 20-22 sene geçmişti. Bir gün cesarete gelip: -Efendim, hayli zamandan beri huzurunuzda bulunmaktayım. Buna rağmen herhangi bir şey sormağa cesaret edemedim. Halbuki bir çok kimseler sizinle hayli görüşmeler yapıyorlar ve fazlası ile istifade ediyorlar. Acaba fakirin hali ne ola ki? dedim. Cevaben buyurdular: - Teslim ehli için sorgu ve suale lüzum yoktur. Bu, gavsu’l A’zam Abdulkadir Geylanî hazretlerinin sözleridir.”55 Bu olay üzerine Dr. İbrahim Es şu yorumu yapar: “Hz. Musa, Hz. Hızır'a talebe olunca, kendisinden soru sormaması istenmiş, ancak buna dayanmasının da zor olacağı söylenmişti: "Benimle beraber olmaya (talebeliğe) güç yetiremezsin!" "Ben sana sonunda hikmetini açıp anlatmadıkça, bana hiç bir konuda asla soru sorma!"56 Yani Hz. Musa (a.s)'dan susmak istenmişti. Zahirî ilimlerde soru, bilgiyi artırırken, batınî yolda soru, durumu tam tersine çevirir. Çünkü soru, kafadaki şüpheyi gösterir. Maneviyat yolu da saf bir inanç ister, şüphe imanla bir arada olmaz. Onun için soru sorulmaz.”57 Şaşılacak bir durum da birbirlerini ziyarete giden bazı zatlar, bir hayli zaman beraber kaldıkları halde, bazen konuştukları hiç olmaz, bazen de bütün konuşmaları sadece girerken ve çıkarken verdikleri selamdan ibaret kalır. Bu tür olaylara da biri geçmişten, biri de zamanımızdan iki örnek verelim: “Bir yaz günü Sıhranlı Şeyh Ali Efendi isminde mübârek bir zât elli iki talebesiyle hacdan geldi. Öğleye yakın İsmâil Fakîrullah hazretlerinin huzûruna girdi. Ali Efendi içeriye girince selâm vermedi, konuşmadı, el öpmedi, müsafehâ yapmadı. Edeple bir köşeye oturdu, başını önüne eğip öğle namazına kadar huzurda kaldı. Namazdan sonra da Allah'a ısmarladık demeden, selâm vermeden huzurdan ayrıldı ve bizim kaldığımız odaya geldi. Yine selâm vermeden, konuşmadan, başını önüne eğip oturdu. İkindiye kadar Molla Osman ile murâkabe yaptılar. Akşam iftarında her yemekten birer lokma veya kaşık aldı. Molla Osman, Ali Efendiye çok hürmet gösterdi ve hizmet etti. Gece Molla Osman ile sabaha kadar murâkabe edip iç âlemlerine daldılar. O geceyi de böyle ihyâ ettiler. Sabahleyin yine İsmâil Fakîrullah'ın huzûru ile şereflendi. Yine sessizce oturdu, dinledi ve bir müddet sonra ayağa kalktı. İsmâil Fakîrullah da ayağa kalkıp ona duâ etti. Hacı Ali Efendi el öpüp, konuşmadan dışarı çıktı. İsmâil Fakîrullah'ın talebeleri de Ali Efendiye hürmet edip, elini öptüler. Atına bindirerek Tillo'dan çıkıncaya kadar arkasından gidip onu uğurladılar. Orada uğurlayanlarla vedâlaştı ve talebeleriyle memleketine gitti. Eve gelince Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretleri babası Molla Osman’a; -Efendim! Bu nasıl misâfirdir ki, herkesten çok izzet ve hürmet bulmuştur? dedi. Babası da: - Bu misâfir diğerlerine benzemez. Kâmil, olgun bir velî olup gönül sâhibidir. Bizim muhterem hocamızın hal ve şânına yakın bir derecesi vardır. Zîrâ bu hâlini merâk ettiğin zât; "Uzun zamandan beri âlemi dolaşırım. Çok memleketler gezdim. Elli seneden beri pekçok evliyâyı ziyâret ettim. Zâhirde bilinmeyen evliyâ ile mânevî meclislerde görüştüm. Ancak bu mübârek zâtın cümlesinden üstün derecelere sâhip, Gavs-ı âzam makâmında olduğunu müşâhede ettim. Bu muhterem hocamızın vücûd-i şerîfini Allahü teâlânın aşkı yakmıştır. Buraya gelip İsmâil Fakîrullah hazretlerinin mübârek yüzünü gördüğümde, kendimi onun gönül aynasında gördüm. İşte benim seyâhatim tamam oldu ve murâdıma kavuştum." dedi. İbrâhim Hakkı babasına; - Bu hiç konuşmayan misâfir, bunları size ne zaman söyledi? diye sordu. Cevâbında; - Biz kalplerimizle konuştuk. Hatta bundan başka daha pekçok hikmetler üzerinde uzun uzun sohbet ettik." dedi.”58 Günümüzden örneği de Sultanu’l Arifin eş-Şeyh Mahmud Sami Ramazanoğlu’ndan alalım. Uzun yıllar O’na hizmet eden Üstad Musa Topbaş Efendi şunları yazar: ”Medine-i Münevvere’de, pek sevdikleri Mevlana Ziyaeddin Kadirî hazretlerinin ziyaretlerine giderler ve bu kalbî mülakat yarım saat sürerdi. Bu müddet zarfında, bir girişte, “esselamu aleykum”, bir de ayrılırken “esselamu aleykum” denirdi. Hepsi bu kadar…”59 Söz Sami efendiden açılmışken O’nun kalb sohbetine bir misal verelim. Sami efendi sükutu seven bir ariftir. “Zaruret olmazsa saatlerce konuşmadığı olurdu. Bu sessizlik hallerinde daimi olarak zikir ve murakabe ile meşgul olurlardı… yanlarında bulunanlar huzurlarında aynı hali yaşarlar, ayrılınca da devam ettiremezlerdi.”60 İşte vermek istediğimiz olay: “Dr. Semih Bey anlatıyor: Yaklaşık otuz beş sene önceydi. Mevsim sanırım sonbahara doğruydu. Üsküdar'da geniş salonlu bir evde sohbet için toplanmış, Muhterem Sami Efendi Hazretlerinin gelişini bekliyorduk. Şöyle kabaca bir rakam vermek gerekirse elli kişi kadardık, diyebilirim. Fazla sürmedi, nur yüzlü, asîl mürşid, Sami Efendi Hazretleri teşrif buyurdular. Mütebessim ve mütevazi hâliyle selam verdiler, salondaki sedire diz üstü oturarak yerlerini aldılar. Orada bulunan bir hafız efendiye Kur'an-ı Kerim okuttular. Ardından eûzü besmele, hamdele ve salvele ile, “bu günkü mevzûmuz sükût (susma) tur,” diyerek, mübarek başlarını öne eğip, murakabe tarzında sukût vaziyeti aldılar. Sohbet yârânı da aynı hâle tâbi olup, sükût pozisyonuna girdiler. Artık Efendi Hazretleri ve bizler susarak, susma sohbetine başlamıştık. Anlaşılıyor ki bize sükût eğitimini kavlen değil hâlen yaptırıyorlardı. Hepimiz, derin bir vecd içinde sükûta gömüldük. Sükût Sohbeti elli dakika kadar sürdü. Sonunda Efendi Hazretleri, "Elhamdülillah sohbetimiz bitti, Allah (c.c.) kabul buyursun, dediler." Hayatımda o sohbetten aldığım feyzi, başka hiçbir sohbetten almadım, elhamdülillah, bârek[IMG]http://www.islamiforum.info/images/smilies/Allah.gif[/IMG]".61 Belli bir dereceye varan velilerin, sözleri kadar halleri ve nazarları da etkilidir. Sıdk makamına eren insanlar, “kal” lisanından çok, “hal” diliyle konuşurlar. Fiilleri ve hali etkili olmayanın, söyledikleri hiç etkili olmaz. Sözün nuraniliği kalbin nuraniliği kadardır. Kalbin nuraniliği ise, istikamet ve kulluk görevini yerine getirmeğe bağlıdır. İlim ve irfanı ile manevi derinlik kazanmış mürşidlerin nazarı, mürid üzerinde panzehir etkisi yapar. Böyleleri, sadık bir müride nazar ettiğinde basiret nurları saliki güzel itikat sahibi yapar; Allah tealanın mevahib-i sübhaniyyesine layık hale getirir. Bu manevî alış veriş sayesinde sadık müridin sevgisi ermiş velinin gönlüne düşer. Bu bir mürid için en büyük kazançtır. Hatta “Allah’a giden en kestirme yol, bir velînin kalbine girmektir.” sözü meşhurdur. Çünkü oraya Allah tecellî eder. Böylece kestirmeden buluşmuş olurlar. Onun için bir şeyhin basiret ve muhabbet nazarıyla bakışı, müride güzel bir hal kazandırarak hoş bir etki yapar. Yunus “Hepisinden iyice, bir gönüle girmektedir” demiş. Suhreverdi’nin şeyhi Mina’da, Mescidu’l hayf’ın etrafında insanların yüzlerine bakarak dolaşırken kendisine “neden öyle insanların yüzlerine baktığı” soruldu. Şu cevabı verdi: “Allah’ın öyle kulları vardır ki, nazar kıldıkları kimseye saadet ve hafiflik kazandırırlar. Ben öyle birirni arıyorum.” Bilenler bir gönül ve bir nazar için nasıl çırpınıyorlar?62 Zaten beşeri eğitimde de en etkili yol, örnek olmak suretiyle yapılan canlı ve doğrudan eğitimdir. “Mü’min, mü’minin aynasıdır.”63 Hadisinde ifade edildiği şekilde kişinin güzel huylarla donanması, o huylara sahip temiz kimselerle beraber bulunmasına bağlıdır.64[/B][/COLOR] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Tasavvuf
Geylani Hz. ve Kadirilik
Sohbet
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst