simdi cemaat zamani tarikat zamani

yalan dünya

New member
s.a. arkadaslar

Üstadimizin sözü " simdi cemaat zamani, tarikat zamani degil" ne anlama geliyor.

Bazi tarikatlerden duydum ki "Seyhin olmassa seyhin seytandir diye " (Seyhin suanda yasamasi gerekiyormus)

aciklamalariniz icin simdiden allah razi olsun
selametle
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
yalan dünya ' Alıntı:
s.a. arkadaslar

Üstadimizin sözü " simdi cemaat zamani, tarikat zamani degil" ne anlama geliyor.

Bazi tarikatlerden duydum ki "Seyhin olmassa seyhin seytandir diye " (Seyhin suanda yasamasi gerekiyormus)

aciklamalariniz icin simdiden allah razi olsun
selametle

ve aleykumselam

Sorunuzu iki başlık altında ağabeyerimin sözleri ile aktaracağım :

“Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar hârika da olsalar, cemaatın şahs-ı manevîsinden gelen dehasına karşı mağlup düşebilir.” “Şahs-ı manevi” ve “şirket-i maneviye” terimlerini kısaca açıklarmısınız ?

Şahs-ı manevî, kısaca, “aynı gaye için çalışan bir topluluğun manevî şahsiyeti”, şirket-i maneviye ise “manevî kâr için ortak çalışma yapan fertlerin kazanç müessesesi” şeklinde tarif edilebilir.

“Bu zamanın cemaat zamanı olduğu,” gerçeğini hemen her yerde görmek, her levhada okumak mümkün. Şirket isimlerinde, parti, kulüp, dernek, örgüt isimlerinde hep şahs-ı manevînin ismi geçer. Fertler bu şahs-ı manevî içinde çalışır ve faaliyet gösterirler. Şahıslar gibi şahs-ı manevîlerin de iyileri yanında kötüleri, faydalıları yanında zararlıları da vardır.

İman ve Kur’ân hizmetinin karşısına çıkan şahs-ı manevîlerin başında, masonluk ve komünistlik gelir. Bu şer odaklarının birer şahs-ı manevî hâlinde çalışarak insanları küfre, dalalete ve sefahate sürüklemeleri karşısında Üstadımız, iman ve hidayet cephesinde bir şahs-ı manevî meydana getirmenin zaruretini görmüş ve telif ettiği Nur Külliyatı etrafında bir iman ve ihlâs cephesi teşekkül ettirmiştir.

Bu şahs-ı manevîye dahil olan fertler bir şirket-i manevî teşkil etmişlerdir. Bu şirketin sermayesi “ihlâs, sadakat ve muhabbet,” kazancı ise “rıza-i ilâhî ve sevaptır.” Bu manevî ortaklığa dahil olanların her biri, şirkete, tek kelimeyle “hizmet” diye özetlenen birtakım katkılarda bulunurlar. Bunların tümünden hasıl olan sevap ve nur, “iştirak-i âmâl” düsturuyla, herkesin amel defterine, bölünmeden ve eksilmeden aynen geçer. Bu ise, bu fitne ve fesat asrının ağır şartları altında, büyük bir ticaret kapısıdır.

“Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti cemaat üzerinedir.” (Hadis-i şerif)

Bunun en açık bir delili cemaatle kılınan namazlara yirmi yedi kat fazla sevap verilmesidir. Üç kişi cemaat olmuşlarsa her birisine dokuz değil, yirmi yedi kat sevap verilir. Bunun sebebi, nur ve sevabın bölünmeyi kabul etmemesidir. Nitekim okuduğumuz bir fatihayı yahut bir hatm-i şerifi bin kişiye bağışlasak, sevap bine bölünmez, her birine aynı sevap verilir.

“İhlâs Risalesinde” bu hakikat şu misâlle çok güzel aydınlatılır:

“Nasıl ki dört beş adamdan iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Her biri tam bir lâmbaya mâlik oluyor. O iştirak edenlerin her birinin bir duvarda büyük bir âyinesi varsa, her birinin noksansız, parçalanmadan birer lâmba oda ile beraber âyinesine girer.” (Lem’alar)

İslâm’a yalnız başına hizmet eden bir kimsenin kârı bir ise, bu hizmeti cemaatle yapanın kazancı binlere, milyonlara varır. Şu var ki, şahs-ı manevînin hizmetlerinden hasıl olan umum nurun her şahsın amel defterine bölünmeksizin gireceği müjdelenmekle birlikte, şöyle bir kayıt da getirilir:

“Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur.” (Kastamonu Lahikası)

Hem sevapta bölünme olmayacak, hem de toplam hizmetten herkes farklı derecede istifade edecektir. İlk bakışta birbirine zıt gibi görünen bu iki hükmü bağdaştıracak ip ucunu, yine yukarıda naklettiğimiz “lâmba misalinde” bulmak mümkündür.

“O iştirak edenlerin her birinin bir duvarda büyük bir âyinesi varsa, her birinin noksansız, parçalanmadan birer lâmba oda ile beraber âyinesine girer.” (Lem’alar)

Lâmbanın görüntüsü, herkesin aynasına bölünmeden, parçalanmadan girecektir, ama herkesin aynası gerek büyüklük ve küçüklük itibariyle, gerek parlaklık ve solgunluk yönünden farklı olabilir. Bu yüzden aynalardaki lâmba görüntülerinin verdikleri ışıklar farklılık gösterir.

İşte bu farklılığın dört sebepten ileri geldiği vurgulanıyor “Sadakat,” “hizmet,” “takva,” “içtinab-ı kebair.”


Bazıları “şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” diyorlar. bu sözü nasıl anlamak gerekir?


Bazı tarîkat kahramanlarına nispet edilen bu söz, zaman zaman yanlış kullanılmaktadır. Şöyle ki: Bu söz, bir mürşide bağlanmayı ifade eder. İnsan o sınırlı aklıyla gerçekler aleminin bütünüyle kavrayamaz. Kendisinin bir yaratıcısı olduğunu bilse bile, o yaratıcının kendisinden neler istediğini, emir ve yasaklarının neler olduğunu, önündüki ölüm yolculuğunun ötesinde ne gibi alemler bulunduğunu, hangi hallerin, fiillerin ve sözlerin onu cennete, hangilerin cehenneme götüreceğini bilemez. Bu noktada Kur’anın ve o İlâhî fermanı insanlara tebliğ eden Resulullah’ın irşadına muhtaçtır.

“Âlimler peygamberlerin varisleridir” (Aclûnî, II, 64) hadisinin hükmünce, âlimler mürşittirler. Onlara uymayıp derslerini dinlemeyen bir kişi, hocadan uzak duran bir öğrenciye benzer. Bu öğrencinin cahil kalması ve kötü yollara düşmesi kaçınılmazdır.

Nefsin terbiye edilmesi ve kalbin tasfiyesi yani bütün kötülüklerden arındırılması için de büyük mürşitlerin keşfe dayalı olarak ortaya koydukları bir takım esaslar vardır. Bir kişi o büyük zatları dikkate almadan bu yola kendi başına girdiği taktirde bir takım yanlışlıklar yapabilir ve kendisine bilmeyerek zarar verir. Tıpta bir kişi nasıl diyeti kendi aklınca yapmıyor onu bir doktorun gözetimi altında ve belli kurallara uyarak icra ediyorsa, bir kişi tarikat yoluna kendi başına girmemeli ve o yolun bir safhası olan riyazeti de kendi kendine uygulamaya kalkışmamalıdır.

Bu gerçeğe ters hareket eden bazı kimselerin riyazet yoluyla kalben terakki edeyim derken, bir takım ruhî hastalıklara maruz kaldığı çok görülmüştür. Yukarıdaki sözü, gerek cehaletten, gerekse tarikat yolundaki bu gibi tehlikeli sonuçlardan kurtulmak için “insanın kendi aklına güvenerek yalnız başına hareket etmekten kaçınması, alimlerin ve mürşitlerin tavsiyelerine uyması” gerektiği şeklinde anlamak lazımdır. Yoksa, bu ifadeyi “İlla bir tarikat şeyhine bağlanmak lazım. Yoksa, şeyhin şeytandır” şeklinde kullanmak, çok yanlış olur.

www.sorularlaislamiyet.com
Şadi Eren (Doç.Dr.)​
 
T

Tarihci19

Misafir
lemalar abim gereken açıklamayı yapmış sağolsun.. abilerin sözü üstüne bizim söz sölememiz olmaz ama bende nacizane fikrimi sölemeden edemeyeceğim ben buna biraz daha farklı bir yorum getireceğime inanıyorum..

tarikatler bu milletin içinde canlı iken tarikatlere rağbet çok iken dergah tekke zaviyeler yoğun iken, zaten islam ın farzları toplumun ekseriyeti tarafından yapılıyor ve kebair de zaten terk ediliyordu.. bunları zaten toplumun çok buyuk bir kısmı yapıyordu tarikatler ise bu kök dindarlığı daha da arttırıyordu dahada derinleştiriyordu.. zaten dergah tekke zaviyelerin yaygın olduğu tarihlere bakarsanız bunun böle olduğunu göreceksiniz..

oysaki şimdi ortam çok farklı insanlar zaten o kesin yapmaları gereken farzları ve terki kebairi yapmıyor hal böle iken bu adamı tekkeye koyup erbainmi yaptıracağız.. hayır onu cemaate sokup ona imanı anlatacağız namazı anlatacağız yani devr tarikatlerin iş yapacağı devr değildir EKSERİYET İÇİNDİR BU SÖZÜM.. bugun tarikatlere gidenler elbete vardır ama bi kıyas yaparsak toplumun kaçta kaçı cemaate kaçı tarikate gidiyor ? tarikate gidenlerin sayısı cemaate gidenlerin zekatı kadardır.. buda devrin tarikat değil cemaat devri olduğunu gösterir çünki toplumun yönelimi bu doğrultudadır.. zaman üstadın o sözünün doğru olduğunu göstermiştir...




...
 
BENDE ŞU YÖNÜYLE KONUYA DEĞİNMEK İSTERİM.cemaatler arası bir ayrım sözkonusu ve birbirlerini kıyaslama benim cemaatim şöyle seninki böyle.bunu tarikatlar arası pek görmedim tarikatlarda ahir zamanda insanlar için kurtarıcı bir flika gibi diye düşünüyorum
gemi batıyor.bizi kurtaracak ister cemaat olsun ister cemaat olsun ama bişeyler olsun yani.her ikisinide yadımamak lazım
tarikatlar işin ruhani kısmıyla çok daha ilgili gibi geliyor. ruhumuzu temizlemek temiz bir ruhla Allaha yanaşmk çok önemli.elbet emredilen ibadetlerde yapılmalı tabi.inş. bu çarkın içinde kendimizi kaybetmedenislamın gerek cemat gerekse tarikatkolundan tutar düzlüğe çıkarırız.bu yolda ALLAH YARDIMCIMIZ OLSUN İNŞ....Amin amin
 

Garib

Well-known member
Tuva[emre_itaat' Alıntı:
]
BENDE ŞU YÖNÜYLE KONUYA DEĞİNMEK İSTERİM.cemaatler arası bir ayrım sözkonusu ve birbirlerini kıyaslama benim cemaatim şöyle seninki böyle.bunu tarikatlar arası pek görmedim tarikatlarda ahir zamanda insanlar için kurtarıcı bir flika gibi diye düşünüyorum
gemi batıyor.bizi kurtaracak ister cemaat olsun ister cemaat olsun ama bişeyler olsun yani.her ikisinide yadımamak lazım
tarikatlar işin ruhani kısmıyla çok daha ilgili gibi geliyor. ruhumuzu temizlemek temiz bir ruhla Allaha yanaşmk çok önemli.elbet emredilen ibadetlerde yapılmalı tabi.inş. bu çarkın içinde kendimizi kaybetmedenislamın gerek cemat gerekse tarikatkolundan tutar düzlüğe çıkarırız.bu yolda ALLAH YARDIMCIMIZ OLSUN İNŞ....Amin amin
ağabeyim güsel söylemişsinde... ekmek yemedende meyve yenirmi yani dimi bu zaman imansızlık zamanı he doğru tarikatlar ruh temizliyorda hamd olsun nurlarda ruhları kurtarıyo önce bi ruhlar kurtulsun temizlenir abisi :))
 
T

Tarihci19

Misafir
ekmek yemeden meyve yenirmi ? husrev abi çok guzel bi söz seni tebrik ediyor ve bu cümleyi repertuarıma dahil ediyorum :) Allah razı olsun emre itaat kardeşimde aslında bizle aynı fikirde her yol İslam diyor ;)
 

TESBIHAT

Active member
Allah kendı yoluna dahıl olmus butun kullarından her nerde ne yapıyorsa razıdır
Allah bızım cemaat tarıkat ehlı oldugumuza mı ınsanlıga yakısır kullugumuza mı bakar bılemem bılmem
gıdınce görecegız
enanıyetın sagdan sagdan gelenınden
şucu bucu etıketlerının kıbrınden Allah a sıgınırım
Allah bızı ınsan eyleye
 

kprof

Yeni Üye
[
Risaleyi Nurlar,içeriğiyle,oluşturduğu cemaat yapısıyla yıllarca kapalı kutu gibi kaldı…Devrin zor koşulları içinde,büyük güçlüklerle yazılan bu eserler, milyonlarca insan tarafından döne döne okundu…Kimileri, dilinin yalın olmayışından yakındı,kimileri bu dil yapısında bir rahmet gizli olduğunu ön gördü…Risaleyi Nurların yeni bir tefsir tarzı olduğu ,Kuranın manevi tefsiri kapsamında düşünülmesi, Sünni alimler tarafından kabul görmedi,eleştiri bombardımanına tutuldu.

Risaleyi Nurların sünuhata,vehbiyete,keşfi hikmet bilgisine dayalı olarak yazıldığı,onun üstünlüğü,kutsallığı açısından nurcular tarafından sık sık dillendirilse de Sünni çevreler “İslam’da rüyanın,keşfin ölçü olmadığını” öne sürerek bu tezi reddettiler.

Sait Nursi Hazretlerinin kürt kimliği,Saidi Kürdi söylemi,kimi Türk okurlar tarafından sık sık eleştiri bombardımanına tabi tutuldu.

Nurcuların söylemiyle “Zaman tarikat zamanı değildir,hakikat zamanıdır.” Düşüncesi şu çağdaş zamanı da içine almakta mıdır?Risaleyi Nur bidatlara bulanan on iki tarikatın özü müdür?Bu eserleri okumak tarikatların altarnafi midir?Bunlar çok tartışıldı.

Biz bu makalede Risaleyi Nur talebelerinin velayet konağına girmeden,tasavvuf sahasına uğramadan yedi nefis mertebesini nasıl geçebilecekleri,bunun mümkün olup olmadığı yönü üzerinde durmayı amaçladık.

Bedüzzaman Sait Nursi Hazretleri Kuranda bildirilen yedi nefis menzilini nasıl geçti?On beş günde Kuranı hıfzeden,bir okuduğunu bir daha unutmayıp hafızaya alan üstün dehasıyla mı bunu yaptı?Bu hiç olası değil.

Risaleyi Nur külliyatı iyi tetkik edildiğinde Bedüzzaman Sait Nursi Hazretlerinin tarikatların batmayan güneşi olan Seyit Abdulkadir Geylani Hazretlerinin kutsi cazibesine kapıldığı,üveysiyet yolu ile Gavsul Azam tarafından himaye edilip yetiştirildiği çok açık.

Risaleyi Nur talebeleri bu üveysiliği örtbas etmek için bin dereden bin su getirseler de,zorlama ve akıl almaz yorumlara kapı aralasalar da ortada olan apaçık bir gerçek vardır:Siat Nursi Hazretleri geçmiş asırlarda yaşayan bir tarikat güneşinden,Gavsul Azamdan medet istemektedir.Pek çok Risaleyi Nur talebesinin şirk olarak ön gördüğü medet isteme gerçekliği Bedüzzaman Sait Nursi Hazretlerinin yaşamında da önemli bir yer tutar.

Bedüzzaman Sait Nursi tarikatla ilgisini Sikkeyi Tasdiki Gaybi adını verdiği eserde şöyle dillendirmekte:
"Ben sekiz-dokuz yaşında iken, bütün nahiyemizde ve etrafında ahali Nakşi tarikatında ve oraca meşhur Gavs-i Hizan namiyle bir zattan istimdad ederken, ben akrabama ve umum ahaliye muhalif olarak "Ya Gavs-ı Geylani" derdim. Çocukluk itibariyle elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa, "Ya Şeyh! Sana bir fatiha, sen benim bu şeyimi buldur." Acaiptir ve yemin ediyorum ki, bin defa böyle hazreti şeyh, himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiş.
Onun için bütün hayatımda umumiyetle fatiha ve ezkar ne kadar okumuş isem, Zat-ı risaletten (a.s.m.) sonra şeyhi Geylaniye hediye ediliyordu. Ben üç-dört cihetle Nakşî iken, Kadirî meşrebi ve muhabbeti bende ihtiyarsız hükmediyordu. Fakat tarikatla iştigale ilmin meşguliyeti mâni oluyordu.
Sonra bir inayet-i ilâhiyye imdadıma yetişip gafleti dağıttığı bir zamanda, Hazret-i Şeyhin "Fütuhul Gayb" namındaki kitabı hüsn-ü tesadüfle elime geçmiş. Yirmisekizinci mektubda beyan edildiği gibi, Hazreti Şeyhin himmet ve irşadiyle eski Said (r.a.) yeni Saide inkilab etmiş. O Fütuhul Gaybın tefe'ülünde en evvel şu fıkra çıktı:
"Ey biçare! Sen darül hikmeti İslâmiyede bir aza olmak cihetiyle güya bir hekimsin, Ehl-i İslâmın manevi hastalıklarını tedavi ediyorsun. Halbuki en ziyade hasta sensin. Sen, evvel kendine tabib ara, şifa bul: Sonra başkasının şifasına çalış." İşte o vakit o tefeül sırrıyle maddî hastalığım gibi manevî hastalığımı da katiyen anladım. O şeyhime dedim: "Sen tabibim ol."
Elhak, o tabibim oldu. Fakat pek şiddetli ameliyatı cerrahiye yaptı. "Fütuhul Gayb" kitabında "Ya gulam!" tabir ettiği bir talebesine pek müthiş ameliyatı cerrahiye yapıyor.
Ben kendimi o gulam yerine vaz'ettim. Fakat pek şiddetli hitab ediyordu: "Eyyühel münafık" "Ey dinini dünyaya satan riyakâr" diye diye yarısını ancak okuyabildim. Sonra o risaleyi terkettim. Bir hafta bakamadım.
Fakat ameliyatı cerrahiyenin arkasında bir lezzet geldi; iştiyak ile o mübarek eseri acı tiryak gibi veya sulfato gibi içtim. Elhamdülillah, kabahatlerimi anladım. Yaralarımı hissettim, gurur bir derece kırıldı.” (Feyz Dergisi, Sayı 5; Kasım 1991 )
Görüldüğü gibi Sait Nursi Hazretleri Gavsul Azam Seyit Abdulkadir Geylani Hazretlerinden himmet istemekte, “Ben üç-dört cihetle Nakşî iken, Kadirî meşrebi ve muhabbeti bende ihtiyarsız hükmediyordu.” Söylemiyle de hem Nakşibendi hem de Kadiri tarikatında seyri suluk yaptığını apaçık ortaya koymakta.

Bedüzzamanın Sait Nursi Hazretlerinin Nakşibendi ve Kadiri tarikatına intisap ettiği 14.Şualardaki şu paragraflarda da açıkça ortaya konmakta.

“Bütün hayatımda Nur kelimesi her yerde bana rast gelmiş. Ezcümle, karyem Nurs'tur, merhum validemin ismi Nuriye'dir. Nakşî üstadım Seyyid Nur Muhammed'dir. Kàdirî üstadlarımdan Nureddin, Kur'ân üstadlarımdan Nurî, talebelerimden benimle en ziyade alâkadar Nur isimli bulunanlarıdır. (Ne gariptir ki, mühim Nur şâkirtleri arasında Nurî isimli kimseye rastlanmamaktadır.)

Her nedense Risaleyi Nur talebelerinin ileri gelenleri Sait Nursi Hazretlerinin sufisim yoluna girmediğini,bir sufi olmadığını ispat için olağan üstü bir çaba içindeler.14.Şuada ortaya konan bu gerçeklikler için “tarikata girmedi;ama bu tarikat şeyhlerinden çeşitli dersler aldı.,düşüncesindeler.

Risaleyi Nur talebelerinin zorlama yorumları bir yana,dünyada hiçbir insanın tarikat sahasına biat etmeden nefis menzillerini geçemeyeceği Kuran ayetlerinde ortaya konan bir gerçeklik.

Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi,28.Ayet )


Her soruya cevap veren hiçbir soru sormayan Bedüzzaman Sait Nursinin,yaşamının bir kesitinde Nakşibendi tarikatına biat ettiği,daha sonrada Kadiri tarikatına girdiği,her iki tarikat usulünce Allahı çokça zikrederek velayet konaklarını geçtiği Gavsul Azamın,İmam Ali Hazretlerinin dua ve himayesi ile seyri sulukunu tamamladığı,velayet sahasında en büyük mertebe sayılan Makamı Mehdiye geldiği,bağımsız bir kutbul azam olduğu ön görülebilinir.

Bu hakikatler apaçık ortadayken,nurcuların “üstat tarikatlı değildi.” Söylemleri akla ziyan.

Risaleyi Nur talebelerinin tarikata soğuk bakmalarındaki sır, Üstad Bedüzamanın yer yer Risaleyi Nurlarda yaptığı açıklamalarda aranmalı.Ne var ki Nurcular,bu açıklamaları işlerine geldiği gibi yorumlayarak çoğunlukla gerçekleri saptırma yolunu yeğlemişlerdir.

Kastamonu Lahikalarında Üstadın tarikat ve Gavsul Azamla ilgili sözlerinden bir kesit:

Fâş etmek hatırıma gelmeyen bir sırrı, fâş etmeye mecbur oldum. Şöyle ki: Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi "Ferid" makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz'da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor. Ben, eskide, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam'da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, "Ferdiyet" dahi bulunduğundan, âhirzamanda, şakirtlerinin bağlandığı Risale-i Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır. Bu gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azime binaen Mekke-i Mükerremede dahi-farz-ı muhal olarak-Risale-i Nur'un aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse, Risale-i Nur şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medâr-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah etmek, ellerini öpmektir.” (s:196)

Burada Üstad Bedüzzaman apaçık bir şekilde bütün Risaleyi Nur talebelerinin Gavsul Azam Seyit Abdulkadir Geylani Hazretlerinin talebesi olduğunu söylemekte.Onun tasarrufu altında bulunan nur şakirtlerinin ferdiyet makamına mahzar oldukları dillendirilmekte.

Gerçek böyle olmasına karşın, bazı nur şakirtleri, Bektaşilerin “…….namaza yaklaşmayın.” Ayetinin öncesini dikkate almadan cımbızladıkları kadarıyla iman edip,namaza yaklaşmadıkları gibi, genellikle nur talebeleri için tarikatın gereksizliğine delil olarak yalnızca “…Fâş etmek hatırıma gelmeyen bir sırrı, fâş etmeye mecbur oldum. Şöyle ki: Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi "Ferid" makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz'da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil.”kısmını söyleyip durmaları oldukça manidardır.

Risaleyi Nur talebelerinin çoğu, zaman içerisinde eksik algılardan kaynaklanan söylemlerden dolayı, giderek zikir ve tarikat düşmanı olmuşlardır.İşin ilginç yanından bir diğeri de günümüzde çoğu Risaleyi Nur talebesinin Gavsul Azamı üstat bilerek onun dua ve himmetini şefaatçi etmedikleridir.Gavsul Azama fatiha bağışlayan nur talebesi bir elin parmağı sayısınca.

Allah, tarikatları kapatarak yerine Risaleyi Nuru mu getirdi?Yalnızca Risaleyi Nurları okuyarak yedi nefis mertebesini geçmek olası mı?

Risaleyi Nur talebeleri açısından evet,bu olası. “Tarikata girmeye gerek yoktur.Zaman tarikat zamanı değil hakikat zamanıdır.Tarikat meyvedir,iman ekmektir.”

İşin gerçek boyutu nurcuların sandığından çok farklı.Hiçbir insan gerçek bir mürşidi kamilden el almadan Allahın velayet konağına adım atamaz.Tarikatın alternatifi dahi Risaleyi Nur külliyatı değildir.

Fetih süresinde biata apaçık işaret vardır. “…sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir.” (Fetih süresi,10.Ayet)

Risaleyi Nur talebelerinin kahır çoğunluğu velayet sahasına adım atmadan hakikate gitme mesleği olarak Risaleyi Nur yolunu görmekteler.Şeriat,tarikat,marifet,hakikat sıralamasını atlayarak yepyeni bir duruş ön görmekteler.Bu ilköğretim,lise,üniversite,yüksek lisans,öğrenimi görmeden doğrudan doğruya doktora programı yapmaktan farksız.

Hakikatte olduğunu sanmak bir insanın enesini okşar ve şişirir.Risaleyi Nur talebelerinin hakikat algısı da tamamen yanlış.

Bir annenin biricik yavrusu ölür.Tarikata girmiş,marifeti geçmiş,hakikate ulaşmış bir veli kalp gözüyle sır perdesinin arkasındaki hakikatı görerek,onun şu haliyle cennete gittiğini,hayatta kalsaydı günahlara batıp kaybedeceğini,ehli cehennem olacağını algılar.

Risaleyi Nur talebeleri “hakikatin” ne olduğunu bilmemekteler.Hakikate ulaşmış biri, kesinlikle sıradan bir mümin değildir.Kalp gözü açılmış,olayların arka planındaki sırrı görebilen bir velidir,evliyadır.

Risaleyi Nur talebeleri açık ya da kapalı olarak zikir düşmanlığı yaparak,evliyaları,zikri hor görerek,tasarrufu altında oldukları Gavsul Azamı göz ardı ederek,hakikate geçmek şöyle dursun,emare-levvame makamının çalkantılı denizinde çırpınıp duracaklarını çok iyi bilmeliler.

Hakikat mesleği yapmak ayrı bir şey,hakikate geçtim demek apayrı bir şey.Türkiyede Risaleyi Nur okuyarak,yedi nefis menzilini geçen bir isim gösteremezsiniz.Yıllarca Risaleyi Nur okumak dahi, kalp gözünün açılması,velayetin elde edilmesi için bir senet değildir.

Tarikatlar Efendimiz Aleyhi selamın velayetinin caddesidirler.Gerçek bir evliyanın eliyle Allaha bağlanmadıktan sonra değil Risaleyi Nur okuyarak,en büyük mürşit olan Kuranı kerimi okuyarak dahi nefis konakları geçilemez.

Risaleyi Nur talebeleri büyük bir tehlike içindeler.Risaleyi Nur külliyatını döne döne okuyarak,tarikat konağına girmeden hakikate geçtiklerini sanmaktalar.En büyük zikir olan,la ilahe illallah zikrine sırt çevirmekteler.Cevşen okuyarak,tespihat yaparak,hizb okuyarak Allahı zikrettiklerini,artık tarikata gerek olmadığını düşünmekteler.

Acı ama gerçek şu:Tarikatlara intisap etmemiş bütün Risaleyi Nur talebeleri “ebrar” sınıfından olan kimselerdir.Bunlara düşen bol bol hayırlı amel işlemektir.Yüz yıl geçse de bir Risaleyi Nur talebesi “kalp zikrinden” nasipsizdir.Cezbeden,nefis konaklarını geçmeden yana da mahcup düşmüşlerdir.Levvameden ötey de geçmek kendilerine nasip olmaz.Neden mi?Allah kanunu böyle koymuş da ondan.Tarikat berzahına girmeyenin sonu hüsrandır.Bedüzzaman Sait Nursi bu gerçeği görerek iki tarikata birden intisap etmiştir.

Evet,tarikat berzahına girmeden üçüncü nefis mertebesine,mülhimeye, ulaşmak hayaldir.Selavat çekmek,Allah,la ilahe illallah zikri yapmak tarikatçılara farz değil.Bu kuranın bir emri.

Zikirle ilgili bazı ayetler:

1-) “Allah’ı zikretme en büyüktür."(Ankebut-45)

2-) “ Beni (Allah (ı) anın ki, Bende sizi anayım.” (Bakara-152)

3-) “ Ey İman edenler! Allah’ı çok zikredin.” (Ahzab-41)

4-) “Ayık olun! Kalpler, Allah’ı zikretmekle mutmain olur.” (Ra’d-28)

5-) “Allah’ı çok zikredin ki kurtulasınız.” (Cuma-10)

6-) “Onlar ayakta, oturarak ve yanlarına yatmış halde Allah’ı zikrederler ve göklerin yerini nesnelerini düşünürler.” (Al-i imran-191)

7-) “Rabbinin ismini zikret.” (Ala-15)

:cool: “Zikrim için namaza kalk!” (Tâhâ-14)

9-) “Namaz, kötülüklerden münkerden kurtarır. Zikrullah ise en büyük olandır.” (Ankebut-45)

10-) “Unuttuğun zaman Rabbini zikret!” (Kehf-24)

11-) “Ya Muhammed! Sabah akşam beni zikret.” (A’raf-205)

12-) “Sabah akşam beni tesbih et! ” (Tâhâ-130)

13-) “İster Allah deyiniz, isterse Rahman; hangisini çağırırsanız çağırın; güzel isimlerin hepsi onundur.” (İsra-110)

14-) “Güzel isimler onundur; onlarla çağırınız.” (A’raf-180)

15-) “Mü’minler onlara denir ki; Allah anıldığı zaman, kalpleri titrer.” (Enfal-2)

16-) “Bir kimsenin sinesini Allah açarsa, O Rabbi tarafından verilen bir Nur üzerine yürür. Kalpleri Allah’ı zikretmeye katılaşan kimselere yazıklar olsun!” (Zümer-22)

17-) “Sen ancak zikre uyan ve görmeden Rahman’a büyük saygı gösteren kimseleri uyarabilirsin…”(Yâ Sin-11)

1:cool: “Onlar, Allah’ın zikrine dalarlar.” (Hadid-16)

19-) “Sümme telinu cülûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillah- Sonra ciltleri yumuşar ve kalpleri Allah’ın zikrine dalar… Allah’ın zikri üzerine olurlar…” (Zümer-23)

20-) “Allah size nasıl hidayet ettiyse, Allah’ı öyle zikrediniz.” (Bakara-198)

21-) “Atalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah’ı zikredin.” (Bakara-200)

22-) “Sayılı günlerde Allah’ı zikredin (tekbir alın). ” (Bakara-203)

23-) “Bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah’ı zikredin." (Bakara-239)

24-) “Rabbini çok zikret ve sabah akşam (O’nu) tesbih et! ” (Âl-i İmran-41)

25-) “Namazı bitirdiğiniz zaman, ayakta,oturarak ve yanlarınız üzerinde (uzanarak) Allah’ı zikredin”(Nisa-103)

26-) “Rabbinin adını zikret ve bütün gönlünle O’na yönel” (Müzemmil-8)

27-) “Sabah akşam Rabbinin adını zikret” (İnsan-25)

2:cool: “Allah’ın mescidlerinde, Allah’ın adının zikredilmesine engel olan ve onların harâb olmasına çalışından daha zalim kim vardır?” (Bakara-114)

29-) “Münafıklar (iki yüzlüler) , Allah’ı (güya) aldatmağa çalışırlar. Oysa O, onları aldatır Namaza kalktıkları zaman da üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar Allah’ı pek az zikrederler.” (Nisa-142)

30-) “Şeytan, içki ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı zikretmekten ve Namaz kılmaktan alıkoymak ister (istiyor) ” (Maide-91)

31-) “Nefsini, sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut! Gözlerin dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın! Kalbini bizi anmaktan (zikretmekten) alıkoyduğumuz, keyfine uyan ve hep aşırılık olan kişiye itaat etme!” (Kehf-28)

32-) “O gün cehennemi kafirlere açıkça göstermişizdir. Onlar ki beni zikretmeye karşı gözleri perde içinde idi. Ve dinlemeye tahammül edemezlerdi” (Kehf-100-101)

33-) “Ama kim beni zikretmekten yüz çevirirse, onun için dar bir geçim vardır. Kıyamet (Haşır) günü onu kör olarak süreriz” (Tâha-124)

34-) De ki; “Gece gündüz, sizi Rahman’dan kim koruyacak? ” “Hayır! Onlar, Rablerinin zikrinden yüz çeviriyorlar” (Enbiya-42)

35-) “Allah, tek olarak anıldığı zikredildiği zaman, Âhirete inanmayanların kalpleri ürker. Ama O’ndan başka (ilâh) ları anıldığı zaman hemen sevinirler.” (Zümer-45)

36-) “Kim Rahman’ın zikrine karşı kör olursa, ona bir şeytanı saldırırız; artık o, onun arkadaşı olur.”(Zuhruf-36)

37-) “Şeytan onları kuşatmış, onlara Allah’ı zikretmeyi unutturmuştur. Onlar şeytan’ın hizbi (tarafı-yandaşı) dır. Muhakkak ki şeytan’ın hizbi kaybedecektir.” (Mücadele-19)


Bazı,Risaleyi Nurun tarikatı inkar eden şakirtleri bu ayetler karşısında ilginç tavır takınarak hemen tevil yoluna sapmaktalar. “Namaz da bir zikirdir,Kuran da bir zikirdir,Risaleyi Nur da bir zikirdir vb .”Bu teviller,Allahın zikrinden yüz çeviren,tarikat düşmanı insanların çökkün,suçlu ruh halini yansıtması bakımından oldukça ilginçtir.Böyleleri vardır.Sırf bir zan uğruna,bile bile tarikatları ve zikri inkar edip durmuşlardır.

Risaleyi Nur talebelerinin zikir düşmanı olan sınıfları,,bütün bu tevilleri Allahın zikrinden,tarikattan yüz çevirmek amaçlı yapmaktalar.Örtülü ya da açık tek emelleri vardır:Zaman tarikat zamanı değildir.Tarikat meyvedir.Tarikat gerksizdir.Risaleyi Nur en büyük tarikattır.

Risaleyi Nur talebeleri şunu çok iyi bilmeliler,gereksiz gördükleri,karşı çıktıkları tarikatlar Allaha intisap yollarıdır.Bu yollar silsile hattı ile Allaha bağlıdır.Allahın zikrinin en büyük düşmanı şeytandır.

Risaleyi Nur talebelerinin tarikat karşıtı söylemlerine son vermeleri kendi yararlarına.Günümüzde tarikatlardan herhangi birine intisap etmiş bir şakirt ya da şakirde,nur kardeşlerine bunu söyleyememkte.Farkına varıldığı an hemen yol dışına itilmekteler.Onlara vurulan bir ilginç yafta olur:MÜNTESİP. Ve eklenir, “Bir kalpte iki sevgi olmaz.”


Tarikatı gereksiz ve zararlı gören,onları öcü bilen bütün Risaleyi Nur talebeleri bilmeden şeytanın dostu olurlar.Şeytanlara yoldaş kılınırlar.Bunun da bedelini çok ağır olarak öderler.Sözümüz Allahın zikrine,tarikatlarına savaş açan nurcular için.

Tarikat vardır.Gerçek bir evliyanın elinden biat almayan,Allaha intisap etmeyenlerin hakikatle uzaktan yakından alakaları yoktur.Risaleyi Nurları okumak imanı pekiştirmeden başka bir işleve sahip değildir.Yedi nefis menzilini geçmede dahi bir vesile diğildir.Bütün Risaleyi Nur talebeleri levvame konağından başkasına asla adım atamazlar.Buna Allahın izni yok.Bundan dolayıdır ki Sait Nursi Hazretleri iki tarikata birden intisap ederek,zikir yolunu seçmiş,nefis menzillerinin tümünü geçmeye muvaffak olmuş.

Risaleyi Nur talebelerinin “hakikat caddesindeyiz” sırça köşkünden çıkarak,kendileriyle yüzleşmelerine gereksinim var.Evet,hakikat cadesindesiniz;ama asla hakikat konağında değilsiniz.Çünkü hakikat konağında olan iki zümre söz konusu olur:Kalp gözü açık veliler ve evliyalar.Gerisi sadece bir zan.

Yasal Uyarı: Yayınlanan yazının tüm hakları celcelutiye.com sitesine aittir. Kaynak gösterilse dahi yazının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan yazının bir bölümü, alıntılanan metin aktif link verilerek kullanılabilir
 
Üst