Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Cemaati
Risale-i Nur ve Nur Cemaati
Risale-i Nur'a Yardımcı Kaynaklar - Görüş ve Tavsi
Risale-i Nur'u Nasıl Daha İyi Anlayabiliriz?
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Nur_Yazar" data-source="post: 204057" data-attributes="member: 1007299"><p><strong><span style="color: #003366"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">RİSALE-İ NURUN ANLAŞILMAMA SEBEBİ </span></span></strong></p><p></p><p> </p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><strong><span style="font-size: 12px">1- Zamanı anlamamak:</span></strong></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Maatteessüf benim ile şu zamanın kıt'asında iştirak eden cümlesi; eğer çendan, sureten onüçüncü asrın evlâdıdırlar, fakat fikir ve terakki cihetiyle kurûn-u vustânın yadigârlarıdırlar. Güya muasırlarımız, üçüncü asrın nihayetinden onüçüncü asra kadar geçmiş olan asırların fihristesi veyahut enmuzeci veyahut melez bir kavimdirler. Hattâ bu zamanın çok bedihiyatı, onlarca mevhumat sayılır.</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Muhakemat Mukaddimesinden. </span></span></span></p><p><strong><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">2- Risale-i Nuru anlamak için değil de başka bir garazla okumak:</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Tenbih: İltizam-ı hilaf ve taassub-u bârid ve meyl-üt tefevvuk ve hiss-i tarafdarlık ve vehmini bir asla irca' ile kendine özür göstermek, arzusuna muvafık olan zayıf şeyleri kavî görmek ve gayrın tenkisiyle kendi kemalini göstermek ve gayrı tekzib veya tadlil etmekle kendi sıdk ve istikametini ilân etmek gibi sefil ve süflî emirlerin menşei olan hubb-u nefis ile böyle makamlarda mugalata ederek çok bahaneler bulabilir. ( Muhakemat:48 )</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px"> Hakikatın keşfine mani olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı muhalif ve tarafdar-ı nefis cihetiyle asılsız evhamını bir asla irca' etmekle kendini mazur göstermek ve müşterinin nazarı gibi yalnız meayibi görmek ve çocuk tabiatı gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile şartıma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle<img src="data:image/gif;base64,R0lGODlhAQABAIAAAAAAAP///yH5BAEAAAAALAAAAAABAAEAAAIBRAA7" class="smilie smilie--sprite smilie--sprite3" alt=":(" title="Frown :(" loading="lazy" data-shortname=":(" /> Muhakemat:118 )</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Maatteessüf benim ile şu zamanın kıt'asında iştirak eden cümlesi; eğer çendan, sureten onüçüncü asrın evlâdıdırlar, fakat fikir ve terakki cihetiyle kurûn-u vustânın yadigârlarıdırlar. Güya muasırlarımız, üçüncü asrın nihayetinden onüçüncü asra kadar geçmiş olan asırların fihristesi veyahut enmuzeci veyahut melez bir kavimdirler. Hattâ bu zamanın çok bedihiyatı, onlarca mevhumat sayılır. (Muhakemat Mukaddimesinden.)</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">İltizam-ı hilaf ve taassub-u bârid ve meyl-üt tefevvuk ve hiss-i tarafdarlık ve vehmini bir asla irca' ile kendine özür göstermek, arzusuna muvafık olan zayıf şeyleri kavî görmek ve gayrın tenkisiyle kendi kemalini göstermek ve gayrı tekzib veya tadlil etmekle kendi sıdk ve istikametini ilân etmek gibi sefil ve süflî emirlerin menşei olan hubb-u nefis ile böyle makamlarda mugalata ederek çok bahaneler bulabilir. ( Muhakemat:48 )</span></span></span></p><p> </p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Hakikatın keşfine mani olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı muhalif ve tarafdar-ı nefis cihetiyle asılsız evhamını bir asla irca' etmekle kendini mazur göstermek ve müşterinin nazarı gibi yalnız meayibi görmek ve çocuk tabiatı gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile şartıma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle: ( Muhakemat:118 )</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Kur’anı Kerimde "Yer yüzünde haksız yere kibirlenenleri, ayetlerimi anlamaktan çevireceğim." (A’raf :146.) buyrulmuştur. Bu ayet gösteriyor ki Kuranı hakkıyla anlayabilmek ancak güzel ahlakla mümkündür. Bu ayete dayanarak, bazı alimler Kuranı tefsir edecek bir kimsede güzel ahlakın olmasını şart koşmuşlardır. (El-itkan: c.2.s:463). Risale-i Nurda Kur’anın bir tefsiri olması hasebiyle güzel Ahlaka sahip olmayanlar, ihlas hasletinden uzak olanlar da, Risalei Nuru anlamaktan mahrum kalırlar. Tabii ki bunu söylerken bütünüyle, hiç anlamazlar manasında söylemiyoruz. Elbette herkes -hatta dinsiz bile- kendince bir şeyler anlar, ama onu bütün yönleriyle, bütün incelikleriyle anlamaktan mahrum kalırlar. Bu hususta Şamlı Hafız Tevfikin Risale-i Nurda anlattığı hadiseyi aşağıya alıyoruz :Ben itiraf ediyorum ki: Hizmet-i Kur'aniyedeki kemal-i ihlas ve sırf livechillah için hizmeti, iki vaziyetim ihlâl ediyordu. Şiddetli bir tokat yedim. Çünki ben bu memlekette garib hükmündeyim, garibim. Hem şekva olmasın, Üstadımın en mühim bir düsturu olan iktisada ve kanaata riayet etmediğimden fakr-ı hale maruzum. Hodbin, mağrur insanlarla ihtilata mecbur olduğumdan -Cenab-ı Hak afvetsin- mürüvvetkârane bir surette riyaya ve tabasbusa da mecbur oluyordum. Üstadım çok defa beni ikaz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf kendimi kurtaramıyordum. Halbuki Kur'an-ı Hakîm'in ruh-u hizmetine zıd olan bu vaziyetimden şeytan-ı cinnî ve insî istifade etmekle beraber hizmetimize de bir soğukluk, bir fütur veriyordu.</span></span></span></p><p> </p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">İşte ben bu kusuruma karşı şiddetli, fakat inşâallah şefkatli bir tokat yedim. Şübhemiz kalmadı ki; bu tokat, o kusura binaen gelmiş. O tokat da şudur: Sekiz senedir ben, Üstadımın hem muhatabı, hem müsevvidi, hem mübeyyizi olduğum halde, sekiz ay kadar nurlardan istifade edemedim. Bu hale hayret ettik. Ben de ve Üstadım da "Bu neden böyle oluyor?" diye esbab arıyorduk. Şimdi kat'î kanaatımız geldi ki: O hakaik-i Kur'aniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor. Onun için bu nurların hakikatlarının meali, benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak, bana yabanî görünüyor, yabanî kalıyordu. Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum ki: Bundan sonra Cenab-ı Hak bana o hizmete lâyık ihlas ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu' ve riyadan kurtarsın. Başta Üstadım olarak, kardeşlerimden dua rica ediyorum.Pür-kusurŞamlı Hâfız Tevfik“Kırk gün helal yiyenin kalbini Allah nurlandırır ve hikmet kaynaklarını, pınarlarını kalbinden lisanına akıtır.” (İhya. C.2.s235.) İbrahim Edhemde şöyle demiştir “kemale erenler ancak midelerine gireni kontrol etmekle kemale erebilmiştir. (ihya.c.2.s239.) bir velide şöyle der “haram lokma yiyenin a’zaları isyan eder. Yediği helal olanın da azaları kendisine itaat eder ve hayırlı işleri yapmağa muvaffak olur. (İhya : c.2.s.240)</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Üstad ihlasın hassalarından bahsederken “en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir dua-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd” olduğunu söyler. Başka bir yerde de “velayetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır” der. İlim öğrenmede ihlas bir esas olduğu gibi, en büyük yardımcıdır da. İhlaslı olanlar Allahın inayetlerine mazhar olurlar ve Allah onlara kolay ve kısa yoldan ilim öğretir.İbni haldun meşhur mukaddimesinin son kısımlarını eğitime ayırmıştır. Orada ilim taliblerine güzel tavsiyelerde bulunur. 31. fasılda şöyle söyler: “sen böyle bir hale düçar olur, duraklar veya şüphelerden dolayı akıl ve fikrinde bir karışıklık husule gelirse, akıl ve fikrinden, zihnini perdeleyen bu sözlerin engellerini ve mantığı bir tarafa atarak düşüncenin yaratılışından gelen ve tabii olan fiilinin hükmüne başvur. Senden önceki büyükler gibi temiz kalp ve ihlasla Allahın yardımına sığın. Allah onlara ilham ettiği ve bilmediklerini bildirdiği gibi, senin kalbinide aydınlatır. Bu aydınlık sayesinde istediğini elde edersin, bu düşüncenin gerektirdiği vasıta sana ilham olunur. (…). Sen buna dikkat et. Ne zaman sana meseleleri anlamak güçleşirse, o zaman sen Allahın yardımına başvur. O sana doğru yolu gösterecek ve aydınlatacak olan nurları sana bağışlayacaktır. O doğru yolu göstermek suretiyle kullarını rahmetine kavuşturur, ilim ancak onun tarafından bağışlanır. ( c.3.s.150. cd.534-6.ar)Kur’anı Kerimde "Yer yüzünde haksız yere kibirlenenleri, ayetlerimi anlamaktan çevireceğim." (A’raf :146.) buyrulmuştur. Bu ayet gösteriyor ki Kuranı hakkıyla anlayabilmek ancak güzel ahlakla mümkündür. Bu ayete dayanarak, bazı alimler Kuranı tefsir edecek bir kimsede güzel ahlakın olmasını şart koşmuşlardır. (El-itkan: c.2.s:463). Risale-i Nurda Kur’anın bir tefsiri olması hasebiyle güzel Ahlaka sahip olmayanlar, ihlas hasletinden uzak olanlar da, Risalei Nuru anlamaktan mahrum kalırlar. Tabii ki bunu söylerken bütünüyle, hiç anlamazlar manasında söylemiyoruz. Elbette herkes -hatta dinsiz bile- kendince bir şeyler anlar, ama onu bütün yönleriyle, bütün incelikleriyle anlamaktan mahrum kalırlar. Bu hususta Şamlı Hafız Tevfikin Risale-i Nurda anlattığı hadiseyi aşağıya alıyoruz :Ben itiraf ediyorum ki: Hizmet-i Kur'aniyedeki kemal-i ihlas ve sırf livechillah için hizmeti, iki vaziyetim ihlâl ediyordu. Şiddetli bir tokat yedim. Çünki ben bu memlekette garib hükmündeyim, garibim. Hem şekva olmasın, Üstadımın en mühim bir düsturu olan iktisada ve kanaata riayet etmediğimden fakr-ı hale maruzum. Hodbin, mağrur insanlarla ihtilata mecbur olduğumdan -Cenab-ı Hak afvetsin- mürüvvetkârane bir surette riyaya ve tabasbusa da mecbur oluyordum. Üstadım çok defa beni ikaz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf kendimi kurtaramıyordum. Halbuki Kur'an-ı Hakîm'in ruh-u hizmetine zıd olan bu vaziyetimden şeytan-ı cinnî ve insî istifade etmekle beraber hizmetimize de bir soğukluk, bir fütur veriyordu.</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">İşte ben bu kusuruma karşı şiddetli, fakat inşâallah şefkatli bir tokat yedim. Şübhemiz kalmadı ki; bu tokat, o kusura binaen gelmiş. O tokat da şudur: Sekiz senedir ben, Üstadımın hem muhatabı, hem müsevvidi, hem mübeyyizi olduğum halde, sekiz ay kadar nurlardan istifade edemedim. Bu hale hayret ettik. Ben de ve Üstadım da "Bu neden böyle oluyor?" diye esbab arıyorduk. Şimdi kat'î kanaatımız geldi ki: O hakaik-i Kur'aniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor. Onun için bu nurların hakikatlarının meali, benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak, bana yabanî görünüyor, yabanî kalıyordu. Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum ki: Bundan sonra Cenab-ı Hak bana o hizmete lâyık ihlas ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu' ve riyadan kurtarsın. Başta Üstadım olarak, kardeşlerimden dua rica ediyorum.Pür-kusurŞamlı Hâfız Tevfik“Kırk gün helal yiyenin kalbini Allah nurlandırır ve hikmet kaynaklarını, pınarlarını kalbinden lisanına akıtır.” (İhya. C.2.s235.) İbrahim Edhemde şöyle demiştir “kemale erenler ancak midelerine gireni kontrol etmekle kemale erebilmiştir. (ihya.c.2.s239.) bir velide şöyle der “haram lokma yiyenin a’zaları isyan eder. Yediği helal olanın da azaları kendisine itaat eder ve hayırlı işleri yapmağa muvaffak olur. (İhya : c.2.s.240)</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Her mesleğin kendine göre bir takım şartları vardır. Bu şartlara riayet etmeyenler o meslekte yol katedemedikleri gibi, o meslekce bir müntesip olarak da kabul görmezler. Mesela tarikatte şeyhe intisap bir esastır. Ehli Tarikat “bu esas olmadan bir insanın tasavvufi feyzlere mazhar olması mümkün değildir” derler. İmam-ı Şarani şöyle der : “Tarikat ehli zatlar, şu fikirde birleştiler : kalben, ilahi huzura dalmasına engel olan sıfatların giderilmesine yardımcı olabilecek bir şeyhe, her insanın ihtiyacı vardır.” (Adap: s.16) Ehli tarikat şeyhsiz tarikat faaliyeti olmayacağına, hatta şeyhsiz yalnızca kitap okumakla bu yola düşenlerin şeytanlar tarafından aldatılacağını söylerler. İsterse o şahıs binlerce kitap okusun. (bkz: adap.s.17) Şeyh Abdülhakim Arvasi bir tasavvuf muhibbine yazdığı mektupta şöyle söyler : “kamil bir mürşidden (…) usulü ve şekli öğrenilmeksizin zikir ile uğraşılacak olursa, faidesi az ve belki hiç olur. Zira izinli zikir mukarrebin işi, izinsiz zikir ise ebrarın amelidir.” (Rabıta-i şerife: s.)Üstad Bediüzzamanda ahir zaman fitneleri içerisinde, insanların imanını kurtaran ve onları hakikate isal eden ulaştıran bir çığır açmıştır. Üstadın açtığı bu çığır tarikat değildir. Fakat tarikatın insana kazandırmış olduğu şeyleri daha zengin bir şekilde müntesiplerine kazandırır. Bu çığırında kendine mahsus şartları, esasları vardır. Bu esasları da bizzat üstadın kendisi vaz’ etmiştir. Risale-i Nurdan a’zami derecede istifade etmek isteyenler, bu şartlara riayet etmelidirler. Risale-i Nura intisap şartı nedir? . ( Kastamonu Lahikası: )Üstad tarikattaki şeyhin yerine kur’anın tefsiri olan Risaleleri koymuştur. Bu manevi şeyhten istifade şartıda onu yazmak ve yazdırmaktır.Tabii ki burada üstad yazan yazdıran derken “kur’an harfleriyle” olan yazmayı, yazdırmayı kastetmektedir. Çünki Risale-i Nurun bir çok yerinde bu mevzuyla ilgili yerler vardır. Burada maksadımız Risale-i Nurdan a’zami istifade olduğu için “yazı” hakkında tafsilata geçmiyoruz. Üstad 28. lemada 3 sahifede Kur’an hurufatının maddi tesirlerinden bahseder ve mevzuyu şöyle bitirir. : “Mevcudât-ı havâiye olan hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe; yani; âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur'ân hurûfâtı olmakla âhizelik vaziyetini aldığından ve düğmeler hükmüne geçtiğinden ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezî ukdeleri, ve düğümleri ve hassas düğmeleri olduğundan; vücud-ı havâîleri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, dahi bu hâsiyetten hassaları vardır. Demek o hurufların , maddî ilâç gibi şifâ ve başkâ maksatlar hâsıl olabilir.”Yukardaki ifadeye dikkat edilirse kuran hurufatının okunması ve yazılmasıyla, adeta bu harflerin elektrik gibi insana tesir ettiğinden bahsedilir. Tıpkı bir müridin şeyhinden feyz alması gibi Risaleleri kuran hurufatından okuyan ve yazanlar da böyle bir tesiri üzerlerine celbederler. Bu hal onların risaleleri daha iyi anlamalarına da vesile olur. Üstad Bediüzzamanın en mühim talebesi ve kendisinden sonrada hizmetini tavizsiz bir şekilde devam ettiren Ahmed Husrev Altınbaşak üstadına yazdığı mektubunda şöyle söyler : “Sevgili Üstadım, herhangi bir risaleyi açıp okuyacak olsam, hissem kadar dersimi alıyorum. Halbuki evvelce bu risaleleri tamamen yazdığım için, okumağa pek az vakit bulabiliyordum ve el'an da öyleyim. Evvelce okuduğum zamanlar istifadem az oluyordu. Şimdi ise, Nurların hakikatlerini gördükçe minnet ve şükrüm tezayüd ediyor, kalbim nurlar ile doluyor, ruhum nurlarla istirahat ediyor, letaifim bu Nurlar ile hisseleri kadar feyizyab oluyor. Ve yine Cenab-ı Hak'tan ümid ediyorum ki, hissem ve istifadem, gün geçtikçe çoğalacaktır ve nasibim artacaktır. Bu hâdisat gösteriyor ki, bedi' âsârın büyük bir hâsiyeti ve bir kerametidir ki, talebelerini başka ellere vermiyor ve nurlandırmak için başka kapılara boyun büktürmüyor. ... Talebeniz </span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">İlim öğrenmede cehd ve gayretin rolü inkar edilemez. Zaten bir ayette de “insan için çalıştığından başkası yoktur” buyrulmuştur. İlim öğrenmek isteyenlerin, bilhassa bu asırda tecdid faaliyeti yapan ve Allahın rızasına mazhar olmuş bir eseri öğrenmek isteyenlerin bu cehd ve gayret yanında, manevi bazı şeylere de dikkat etmeleri gerekir. Risale-i Nur’un telifi vehbi bir tarzda olmuştur. Anlaşılmasında da vehbi hallerin tesiri büyüktür. Her mesleğin kendine göre bir takım şartları vardır. Bu şartlara riayet etmeyenler o meslekte yol katedemedikleri gibi, o meslekce bir müntesip olarak da kabul görmezler. Mesela tarikatte şeyhe intisap bir esastır. Ehli Tarikat “bu esas olmadan bir insanın tasavvufi feyzlere mazhar olması mümkün değildir” derler. İmam-ı Şarani şöyle der : “Tarikat ehli zatlar, şu fikirde birleştiler : kalben, ilahi huzura dalmasına engel olan sıfatların giderilmesine yardımcı olabilecek bir şeyhe, her insanın ihtiyacı vardır.” (Adap: s.16) Ehli tarikat şeyhsiz tarikat faaliyeti olmayacağına, hatta şeyhsiz yalnızca kitap okumakla bu yola düşenlerin şeytanlar tarafından aldatılacağını söylerler. İsterse o şahıs binlerce kitap okusun. (bkz: adap.s.17) Şeyh Abdülhakim Arvasi bir tasavvuf muhibbine yazdığı mektupta şöyle söyler : “kamil bir mürşidden (…) usulü ve şekli öğrenilmeksizin zikir ile uğraşılacak olursa, faidesi az ve belki hiç olur. Zira izinli zikir mukarrebin işi, izinsiz zikir ise ebrarın amelidir.” (Rabıta-i şerife: s.)Üstad Bediüzzamanda ahir zaman fitneleri içerisinde, insanların imanını kurtaran ve onları hakikate isal eden ulaştıran bir çığır açmıştır. Üstadın açtığı bu çığır tarikat değildir. Fakat tarikatın insana kazandırmış olduğu şeyleri daha zengin bir şekilde müntesiplerine kazandırır. Bu çığırında kendine mahsus şartları, esasları vardır. Bu esasları da bizzat üstadın kendisi vaz’ etmiştir. Risale-i Nurdan a’zami derecede istifade etmek isteyenler, bu şartlara riayet etmelidirler. Risale-i Nura intisap şartı nedir? . ( Kastamonu Lahikası: )Üstad tarikattaki şeyhin yerine kur’anın tefsiri olan Risaleleri koymuştur. Bu manevi şeyhten istifade şartıda onu yazmak ve yazdırmaktır.Tabii ki burada üstad yazan yazdıran derken “kur’an harfleriyle” olan yazmayı, yazdırmayı kastetmektedir. Çünki Risale-i Nurun bir çok yerinde bu mevzuyla ilgili yerler vardır. Burada maksadımız Risale-i Nurdan a’zami istifade olduğu için “yazı” hakkında tafsilata geçmiyoruz. Üstad 28. lemada 3 sahifede Kur’an hurufatının maddi tesirlerinden bahseder ve mevzuyu şöyle bitirir. : “Mevcudât-ı havâiye olan hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe; yani; âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur'ân hurûfâtı olmakla âhizelik vaziyetini aldığından ve düğmeler hükmüne geçtiğinden ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezî ukdeleri, ve düğümleri ve hassas düğmeleri olduğundan; vücud-ı havâîleri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, dahi bu hâsiyetten hassaları vardır. Demek o hurufların , maddî ilâç gibi şifâ ve başkâ maksatlar hâsıl olabilir.”Yukardaki ifadeye dikkat edilirse kuran hurufatının okunması ve yazılmasıyla, adeta bu harflerin elektrik gibi insana tesir ettiğinden bahsedilir. Tıpkı bir müridin şeyhinden feyz alması gibi Risaleleri kuran hurufatından okuyan ve yazanlar da böyle bir tesiri üzerlerine celbederler. Bu hal onların risaleleri daha iyi anlamalarına da vesile olur. Üstad Bediüzzamanın en mühim talebesi ve kendisinden sonrada hizmetini tavizsiz bir şekilde devam ettiren Ahmed Husrev Altınbaşak üstadına yazdığı mektubunda şöyle söyler : “Sevgili Üstadım, herhangi bir risaleyi açıp okuyacak olsam, hissem kadar dersimi alıyorum. Halbuki evvelce bu risaleleri tamamen yazdığım için, okumağa pek az vakit bulabiliyordum ve el'an da öyleyim. Evvelce okuduğum zamanlar istifadem az oluyordu. Şimdi ise, Nurların hakikatlerini gördükçe minnet ve şükrüm tezayüd ediyor, kalbim nurlar ile doluyor, ruhum nurlarla istirahat ediyor, letaifim bu Nurlar ile hisseleri kadar feyizyab oluyor. Ve yine Cenab-ı Hak'tan ümid ediyorum ki, hissem ve istifadem, gün geçtikçe çoğalacaktır ve nasibim artacaktır. Bu hâdisat gösteriyor ki, bedi' âsârın büyük bir hâsiyeti ve bir kerametidir ki, talebelerini başka ellere vermiyor ve nurlandırmak için başka kapılara boyun büktürmüyor. ... Talebeniz </span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Çinliler şöyle demiş “sana bir balık ziyafeti çeksem, yarın senin karnın yine acıkır. Ben sana balık tutmasını öğreteyim, karnın acıktığında balık tutup yersin.” Risale-i Nur eğitiminde de bir kısım insanlar balık tutup ziyafet çekiyor, bir kısımda balığı afiyetle yiyor. Fakat çoğunluğun balık yiyenler olduğu da bir gerçek. Uzun yıllar risaleleri tanıdığı halde, hala balık yemekden başka bir şey bilmeyenler maalesef bir hayli fazla. Aslında herkesin balık yiyen değilde balık tutan olmaya çalışması gerekir. Olması gereken, ideal olan budur. Fakat bunun pratiğe aktarılması da gerçekten zor. İnsanların ekseriyetinin hizmeti imaniyye ve kuraniyyede aktif olmayışının bir çok sebepleri vardır. Bunların bir kısmının haklılık payı elbette vardır. Ama çoklarının pasif olmasının temelinde onların tembelliklerinden başka bir şey yoktur. Elbette her insanın durumu bir değildir. Fakat biz elden geldiği kadar eğitime aktif olarak katılanların sayısını artırmamız gerekir. Kabiliyetli olanları açmaya çalışmadığımız takdirde onlarıda pasifliğe iteriz. Eğitimde pasiflik ise verimi düşürür. İstifadeyi azaltır. İşte anlatım metodu eğitime katılanların aktif hale gelmesinin en mühim bir sebebidir. Fakat bu metod (eğitimin her alanında olduğu gibi) kolaydan zora, azdan çoğa doğru bir seyr takip etmelidir. Aksi halde bunu uygulamak ve devam ettirebilmek zor olur. Başlangıçta üç kişiye kısa birer konu verilir. Çalışmaları için belli bir süre tanınır. Daha sonra biraraya gelindiğinde, sırayla herkesin konusunu beş dakika da anlatmaları istenir. Anlatmada ifrat ve tefrite kaçmamakta bir esas olmalıdır. Anlatmanın sonunda bir değerlendirme (anlatanları kırmadan, rencide etmeden) yapılmalıdır. Böylelikle eksikler ve güzellikler tezahür eder.</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Bu anlatım başlangıçta beş dakika olursa kolay olduğu için tatbik edilebilir. Daha sonra bu süre on, onbeşe de çıkarılabilir. Şahıslar olarak da başlangıçta kabiliyetli birkaç kişi bunu yapar ve tutturulabilirse, bu hal diğerlerinide kamçılar, onlarda bu tarz çalışmaya aktif olarak katılmak isterler. Başlangıçta bazı hatalar olabilirsede onların cesaretlerinide kırmamak gerekir.</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">İsti’datlar, tecrübeyle inkişaf eder. Anlatım metodu talebelerin hitabet kabiliyyetini geliştirir ve isti’dadlarını inkişaf ettirir. (Mal vermekle azalır, ilim vermekle çoğalır.). Kullanılmayan bilgiler ise çok çabuk unutulur. Aynı zamanda anlatılan mevzu hem anlaşılır, hemde akılda daha çok kalır. Aynı zamanda bu öğrenmeyi zevkli bir hale getirir.Ayeti kerimede “Ey iman edenler! Nefsinizi ve ailenizi yakacağı insanlarla taşlar olan bir ateşten koruyun” (Tahrim : 6) buyrulmuştur. İslam alimleride bu “koruma”nın “kişinin İslamı öğrenmesi, yaşaması ve aile efradına öğretip, onlarında yaşamasına vesile olmasıdır” diye izah ediyorlar. Bu hususta peygamberimiz (asv) da “hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes’ulsünüz” buyurmuştur. Bu ayet ve hadistende anlaşıldığı gibi, her anne, her baba kendi çocuğuna dinini öğretmekle mükelleftir. Günümüzde islami şuura sahip bir kısım anne ve babalar bile bu mevzuda ihmalkar olabiliyor veya işi başkalarına havale edebiliyorlar. Tabii bunun yanında ifrat ederek baskıcı zora dayalı bir üslupla çoluk ve çocuğunu dinden imandan nefret edecek bir hale getirenlerde yok değil. Müslüman olarak biz ailemize İslami bir eğitimi vermekle mükellefiz. Başta bunu başkalarına havale edilemeyecek kadar önemli bir vazife telakki etmeliyiz. Fakat bu vazifeyi tatbik ederken önce yaşayarak, ikincisinde ise ikna ederek ve sevdirerek yapmamız gerekir. Her anne her baba evinde bir ders faaliyeti başlatabilir. Mesela evde haftada birde olsa bu yapılabilir. Üstad “Hanımlar Rehberi” adlı kitabında şöyle der: Risale-i Nur onlara der ki: Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçı olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlâd olsunlar. Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faidesiz ve âhirette davacı olarak "Ne için imanımı kurtarmadınız?" diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin hikmetine münafî olur.Risale-i Nur üç şekilde okunabilir (okunmalıdır). Birincide anlaşılsada anlaşılmasada sırf okumuş olmak için okuma. Bu tarz okuma faideden halideğildir. Günde 10 sahife okuyan şahıs senede 3650 sahife okumuş olacaktır. 5 sahife okuyan 1825 sahife okumuş olacaktır ki hiçte az değil. Bu tarz okuma risale mevzularının tazeliğini zihinde daima korumasına yardımcı olur. Veya unuttuğumuz şeyleri hatırlamaya vesile olur.</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">İkinci okuma tarzı da, mevzu araştırması şeklindedir. Mesela “Risale-i Nurda nefis terbiyesi” nasıldır. Tevhid, risalet ilh. Her bir mevzu bir araştırma mevzuu (tez) olarak ele alınarak bu mevzuun derli toplu bir hale getirilmesine çalışılabilir. Bu tür çalışmalar kafamızdaki mevzuların dağınıklıkdan kurtulmasına vesile olur.</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Üçüncü tarz okuma ise, bazı imani risaleleri vird edinme şeklinde okumaktır. “Ayet El-Kübra” “Haşr” “Münacat” gibi imani risaleler, ehli tarikatın yaptığı gibi vird edilerek okunduğu takdirde çok büyük feyzlere ve imanın inkişafına vesiledir. Ehli tarikat zikrin 3 mertebe olduğunu söyler. Onlara göre birinci mertebede mürid “diliyle” zikreder. Bu esnada zihin başka yerlerdedir. Fakat bu zikre devam ede ede neticede “dil” ve “kalp” birleşir. Dil “Allah” derken kalpte dağınıklıktan kurtulmuş bir halde dile refakat ederek o da “Allah” der. Bu zikre devam neticesinde ise artık “zikr” kalbe yerleşir. Zaten zikirden gayede bu hale erebilmektir. Bu merhalede “dil” sussa bile, kalp devamlı zikr üzeredir. Dünyevi haller onu zikirden alıkoymaz. Nakşibendi tarikatında “halvet der encümen” “kalabalığın içinde Allahla beraber olma” esasıda bu zikre işaret eder. Nur suresindeki “Öyle erler (ki) mallar ve alış veriş onları Allahı zikirden alıkoymaz” ayetini bu hale delil olarak zikrederler. Risale-i Nurun imani bahislerinide vird ederek okumak, bize daha çabuk ve daha geniş iman halini telkin eder. Birinci derecede belki okurken “gözlerimiz” okur, zihnimiz başka yerlerde olur. Fakat bu okumayı hergün (veya gün aşırı) devam ettirirsek, neticede zihnimiz toparlanır, gözümüz, aklımız ve kalbimizle okumaya başlarız. Buna da devam ede ede neticede artık öyle bir hale gelirizki, okuduğumuz şeyler bir metin, bir kitap olmaktan çıkar zihnimizin bir hali olur. Risalelerin anlattığı şeyleri zevkeder, onları aklen değil vicdanen hissederiz. Okuduğumuz şeyler üstadın anlattığı şeyler değil, artık bizim kendi hissiyatımız, kendi düşüncelerimiz olur. Bu maddede bahsedeceğimiz mevzu risaleleri yeni okumuşlar için değil. Risaleleri uzun bir müddet okumuş ve onun ne olduğunu ve ne olmadığını anlamış kimselerle ilgilidir. Şöyleki; Eğitimciler ve psikologlar öğrenim esnasında öğrenim görenlerin belli bir öğrenim devresinden sonra bir duraklama dönemine girdiklerini, fakat bunun geçici olduğunu, yine bir müddet sonra öğrenim görenlerin tekrar öğrenimde mesafe katetmeye başladıklarını söylerler. Psikologlar bu duraklama dönemini “yayla” olarak isimlendirirler. Risale-i nur öğreniminde de adeta böyle “yayla” tabir edebileceğimiz hallere rastlıyoruz. Bazen bazı kimseler belli bir zaman risaleleri okuduktan sonra, artık “ben biliyorum, bilmediğim şey kalmadı, bundan sonraki okuyuşum luzumsuz ve gereksiz” gibi bir duyguya kapılırlar ve risalelerle iştigali bırakırlar. Hatta meşgul oldukları zaman bir bıkkınlık haline bile düçar olurlar. Bazıları bu dönemden sonra inişe de geçebilirler. Devam edenler ise büyük bir hazine kazanırlar.Vazgeçenleri aldatan Risale-i Nuru yalnızca akla hitap eden, basit diğer kitaplar gibi zannetmeleridir. Halbuki Risale-i Nur insanın yalnızca aklına değil, ruhunun bütün latifelerine hitap eden fevkalade bir tefsirdir. Onu bir iki kere okumakla insan elbette çok istifade eder, fakat inceliklerini, sırlarını bir kere okumakla da kavrayamaz. Ondan istifade etmenin şartı ona mahrem olmakla mümkündür. İffetli hanımlar kendilerini namahremden nasıl gizliyorlarsa, risalelerde kendilerini namahreme vermez, mahrem olmanızı isterler. Ona mahrem olmakta ciddiyet ve sabırla, onu mütalaa etmek ve vazgeçmemekle olur.Aşağıya risalelerde bu mevzuyla ilgili bazı yerleri alıyoruz.Sure-i İhlas'ı arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki: Bendeki manevî duyguların bir kısmı birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve gibi bir kısım dahi, bir zaman mana tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve gibi bir kısım, manevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder. Ve hâkeza... Git gide o tekrarda yalnız kalır ki; pek geç usanıyor, devam eder, daha manaya ve tedkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi, ona zarar vermiyor. Lafız ve lafz-ı müşebbi' olduğu bir meal-i icmalî ile ve isim ve alem bulundukları mana-yı örfî, onlara kâfi geliyor. Eğer manayı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir. Ve o devam eden latifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cild hükmündeki lafızları onlara kâfi geliyor ve mana vazifesini görüyorlar. Ve bilhassa o Arabî lafızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-ü İlahî olduğunu tahattur etmekle, .26. mektup. 4. mebhasın 8. meselesi.“İman hakikatlarının izahı olduğu için; hem ilim, hem marifetullah, hem huzur, hem ibadettir. ibadete muhtaç veya marifete müştak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir derstir. (gençlik rehberi: )Hem de ilim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibariyle inşâallah o cümledendir. (Barla Lahikası : 260)Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasılki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a'saba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. ( Mektubat : 26. mektup. 4. mebhasın 2. meselesinden. )Onuncu Söz'ün kıymeti tamamıyla takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî, belki elli defa mütalaa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir risaleyi bazıları bir defa okuyup, sair ilmî risaleler gibi yeter der, bırakır. Halbuki bu risale ulûm-u imaniyedendir. Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi' ilme her vakit ihtiyaç var. Bu risaleye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celbetmeyi ruhum arzu ediyordu. ( Barla: s. 310)Şu Otuzüç Pencereli olan Otuzüçüncü Mektub, imanı olmayanı inşâallah imana getirir. İmanı zaîf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana bütün kemalât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir; daha nurani, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, "Bir pencere bana kâfi geldi, yeter" diyemezsin. Çünki senin kanaat geldi, hissesini aldı ise; de hissesini ister, da hissesini ister. Hattâ de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh herbir pencerenin ayrı ayrı faideleri vardır. (Mektubat: Pencereler<img src="data:image/gif;base64,R0lGODlhAQABAIAAAAAAAP///yH5BAEAAAAALAAAAAABAAEAAAIBRAA7" class="smilie smilie--sprite smilie--sprite1" alt=":)" title="Smile :)" loading="lazy" data-shortname=":)" /></span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">İslambola geldim gördüm ki sair şuubata nispeten medaris terakki etmemiştir. Bunun da sebebi kitaba nazarla istinbatı mesele etmek olan istidadı, meleke-i ilim yerinde ikame olunmuş... Ve talebelerde sebebiyle şevksizlik ve melekesizlik ve atalet gibi bazı hali intaç etmiş... Bunun da ya bir himmeti ali veya bir tevağğulu tam veya müsabakayı muntiç olan gibi bir şevki kasri ve harici lazımdır. (Asarı Bediiyye.s:326) Dikkat edilirse üstadda İbni Haldunun bahsettiği aynı şeylerden bahsediyor. Eğitimde motivasyonun (teşvikin) ehemmiyeti büyüktür. Eğitim zevkli, eğlenceli bir hale getirilirse öğrenen şahsiyetlerin daha iyi, daha çabuk öğrendiği görülür. Müzakere ve münazara gibi soru cevap usulünün de insanları şevklendiren bir özelliği vardır. Bir metni mütalaa ettikten sonra, o mevzu hakkında mütalaanın hemen arkasından veya daha sonraları yapılacak soru cevap usulü hem şahısları teşvik eden, hemde mevzunun anlaşılıp anlaşılmadığını ortaya çıkaran bir yöntemdir. Eğitimde ölçme ve değerlendirmenin ehemmiyeti büyüktür ve bu ancak soru cevap usulü ile olur. Soru cevap risalelerden çıkarılan çeşitli meselelerden adeta bir genel malumat tarzında olabilir. Veya daha önce değindiğimiz gibi bir metni mütalaadan sonrada olabilir.Bir metni incelerken şu mevzular üzerinde durunuz : </span></span></span></p><p> </p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">a) Konunun anafikri ne? Hangi mesaj verilmek isteniyor? Bunu anlamaya çalışınız.</span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">b) Bilemediğimiz kelimelerin manalarını öğreniniz. </span></span></span></p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">c) Metinle ilgili sorular çıkarınız ve kendi aranızda imtihanlar yapınız.Çinliler şöyle demiş “sana bir balık ziyafeti çeksem, yarın senin karnın yine acıkır. Ben sana balık tutmasını öğreteyim, karnın acıktığında balık tutup yersin.” Risale-i Nur eğitiminde de bir kısım insanlar balık tutup ziyafet çekiyor, bir kısımda balığı afiyetle yiyor. Fakat çoğunluğun balık yiyenler olduğu da bir gerçek. Uzun yıllar risaleleri tanıdığı halde, hala balık yemekden başka bir şey bilmeyenler maalesef bir hayli fazla. Aslında herkesin balık yiyen değilde balık tutan olmaya çalışması gerekir. Olması gereken, ideal olan budur. Fakat bunun pratiğe aktarılması da gerçekten zor. İnsanların ekseriyetinin hizmeti imaniyye ve kuraniyyede aktif olmayışının bir çok sebepleri vardır. Bunların bir kısmının haklılık payı elbette vardır. Ama çoklarının pasif olmasının temelinde onların tembelliklerinden başka bir şey yoktur. Elbette her insanın durumu bir değildir. Fakat biz elden geldiği kadar eğitime aktif olarak katılanların sayısını artırmamız gerekir. Kabiliyetli olanları açmaya çalışmadığımız takdirde onlarıda pasifliğe iteriz. Eğitimde pasiflik ise verimi düşürür. İstifadeyi azaltır.</span></span></span></p><p> </p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">İşte anlatım metodu eğitime katılanların aktif hale gelmesinin en mühim bir sebebidir. Fakat bu metod (eğitimin her alanında olduğu gibi) kolaydan zora, azdan çoğa doğru bir seyr takip etmelidir. Aksi halde bunu uygulamak ve devam ettirebilmek zor olur. Başlangıçta üç kişiye kısa birer konu verilir. Çalışmaları için belli bir süre tanınır. Daha sonra biraraya gelindiğinde, sırayla herkesin konusunu beş dakika da anlatmaları istenir. Anlatmada ifrat ve tefrite kaçmamakta bir esas olmalıdır. Anlatmanın sonunda bir değerlendirme (anlatanları kırmadan, rencide etmeden) yapılmalıdır. Böylelikle eksikler ve güzellikler tezahür eder. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Bu anlatım başlangıçta beş dakika olursa kolay olduğu için tatbik edilebilir. Daha sonra bu süre on, onbeşe de çıkarılabilir. Şahıslar olarak da başlangıçta kabiliyetli birkaç kişi bunu yapar ve tutturulabilirse, bu hal diğerlerinide kamçılar, onlarda bu tarz çalışmaya aktif olarak katılmak isterler. Başlangıçta bazı hatalar olabilirsede onların cesaretlerinide kırmamak gerekir. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">İsti’datlar, tecrübeyle inkişaf eder. Anlatım metodu talebelerin hitabet kabiliyyetini geliştirir ve isti’dadlarını inkişaf ettirir. (Mal vermekle azalır, ilim vermekle çoğalır.). Kullanılmayan bilgiler ise çok çabuk unutulur. Aynı zamanda anlatılan mevzu hem anlaşılır, hemde akılda daha çok kalır. Aynı zamanda bu öğrenmeyi zevkli bir hale getirir.Ayeti kerimede “Ey iman edenler! Nefsinizi ve ailenizi yakacağı insanlarla taşlar olan bir ateşten koruyun” (Tahrim : 6) buyrulmuştur. İslam alimleride bu “koruma”nın “kişinin İslamı öğrenmesi, yaşaması ve aile efradına öğretip, onlarında yaşamasına vesile olmasıdır” diye izah ediyorlar. Bu hususta peygamberimiz (asv) da “hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes’ulsünüz” buyurmuştur. Bu ayet ve hadistende anlaşıldığı gibi, her anne, her baba kendi çocuğuna dinini öğretmekle mükelleftir. Günümüzde islami şuura sahip bir kısım anne ve babalar bile bu mevzuda ihmalkar olabiliyor veya işi başkalarına havale edebiliyorlar. Tabii bunun yanında ifrat ederek baskıcı zora dayalı bir üslupla çoluk ve çocuğunu dinden imandan nefret edecek bir hale getirenlerde yok değil. Müslüman olarak biz ailemize İslami bir eğitimi vermekle mükellefiz. Başta bunu başkalarına havale edilemeyecek kadar önemli bir vazife telakki etmeliyiz. Fakat bu vazifeyi tatbik ederken önce yaşayarak, ikincisinde ise ikna ederek ve sevdirerek yapmamız gerekir. Her anne her baba evinde bir ders faaliyeti başlatabilir. Mesela evde haftada birde olsa bu yapılabilir. Üstad “Hanımlar Rehberi” adlı kitabında şöyle der: Risale-i Nur onlara der ki: Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçı olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlâd olsunlar. Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faidesiz ve âhirette davacı olarak "Ne için imanımı kurtarmadınız?" diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin hikmetine münafî olur.Risale-i Nur üç şekilde okunabilir (okunmalıdır). Birincide anlaşılsada anlaşılmasada sırf okumuş olmak için okuma. Bu tarz okuma faideden halideğildir. Günde 10 sahife okuyan şahıs senede 3650 sahife okumuş olacaktır. 5 sahife okuyan 1825 sahife okumuş olacaktır ki hiçte az değil. Bu tarz okuma risale mevzularının tazeliğini zihinde daima korumasına yardımcı olur. Veya unuttuğumuz şeyleri hatırlamaya vesile olur. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">İkinci okuma tarzı da, mevzu araştırması şeklindedir. Mesela “Risale-i Nurda nefis terbiyesi” nasıldır. Tevhid, risalet ilh. Her bir mevzu bir araştırma mevzuu (tez) olarak ele alınarak bu mevzuun derli toplu bir hale getirilmesine çalışılabilir. Bu tür çalışmalar kafamızdaki mevzuların dağınıklıkdan kurtulmasına vesile olur. </span></span></span></p><p> </p><p><span style="color: black"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="font-size: 12px">Üçüncü tarz okuma ise, bazı imani risaleleri vird edinme şeklinde okumaktır. “Ayet El-Kübra” “Haşr” “Münacat” gibi imani risaleler, ehli tarikatın yaptığı gibi vird edilerek okunduğu takdirde çok büyük feyzlere ve imanın inkişafına vesiledir. Ehli tarikat zikrin 3 mertebe olduğunu söyler. Onlara göre birinci mertebede mürid “diliyle” zikreder. Bu esnada zihin başka yerlerdedir. Fakat bu zikre devam ede ede neticede “dil” ve “kalp” birleşir. Dil “Allah” derken kalpte dağınıklıktan kurtulmuş bir halde dile refakat ederek o da “Allah” der. Bu zikre devam neticesinde ise artık “zikr” kalbe yerleşir. Zaten zikirden gayede bu hale erebilmektir. Bu merhalede “dil” sussa bile, kalp devamlı zikr üzeredir. Dünyevi haller onu zikirden alıkoymaz. Nakşibendi tarikatında “halvet der encümen” “kalabalığın içinde Allahla beraber olma” esasıda bu zikre işaret eder. Nur suresindeki “Öyle erler (ki) mallar ve alış veriş onları Allahı zikirden alıkoymaz” ayetini bu hale delil olarak zikrederler. Risale-i Nurun imani bahislerinide vird ederek okumak, bize daha çabuk ve daha geniş iman halini telkin eder. Birinci derecede belki okurken “gözlerimiz” okur, zihnimiz başka yerlerde olur. Fakat bu okumayı hergün (veya gün aşırı) devam ettirirsek, neticede zihnimiz toparlanır, gözümüz, aklımız ve kalbimizle okumaya başlarız. Buna da devam ede ede neticede artık öyle bir hale gelirizki, okuduğumuz şeyler bir metin, bir kitap olmaktan çıkar zihnimizin bir hali olur. Risalelerin anlattığı şeyleri zevkeder, onları aklen değil vicdanen hissederiz. Okuduğumuz şeyler üstadın anlattığı şeyler değil, artık bizim kendi hissiyatımız, kendi düşüncelerimiz olur. Bu maddede bahsedeceğimiz mevzu risaleleri yeni okumuşlar için değil. Risaleleri uzun bir müddet okumuş ve onun ne olduğunu ve ne olmadığını anlamış kimselerle ilgilidir. Şöyleki; Eğitimciler ve psikologlar öğrenim esnasında öğrenim görenlerin belli bir öğrenim devresinden sonra bir duraklama dönemine girdiklerini, fakat bunun geçici olduğunu, yine bir müddet sonra öğrenim görenlerin tekrar öğrenimde mesafe katetmeye başladıklarını söylerler. Psikologlar bu duraklama dönemini “yayla” olarak isimlendirirler. Risale-i nur öğreniminde de adeta böyle “yayla” tabir edebileceğimiz hallere rastlıyoruz. Bazen bazı kimseler belli bir zaman risaleleri okuduktan sonra, artık “ben biliyorum, bilmediğim şey kalmadı, bundan sonraki okuyuşum luzumsuz ve gereksiz” gibi bir duyguya kapılırlar ve risalelerle iştigali bırakırlar. Hatta meşgul oldukları zaman bir bıkkınlık haline bile düçar olurlar. Bazıları bu dönemden sonra inişe de geçebilirler. Devam edenler ise büyük bir hazine kazanırlar.Vazgeçenleri aldatan Risale-i Nuru yalnızca akla hitap eden, basit diğer kitaplar gibi zannetmeleridir. Halbuki Risale-i Nur insanın yalnızca aklına değil, ruhunun bütün latifelerine hitap eden fevkalade bir tefsirdir. Onu bir iki kere okumakla insan elbette çok istifade eder, fakat inceliklerini, sırlarını bir kere okumakla da kavrayamaz. Ondan istifade etmenin şartı ona mahrem olmakla mümkündür. İffetli hanımlar kendilerini namahremden nasıl gizliyorlarsa, risalelerde kendilerini namahreme vermez, mahrem olmanızı isterler. Ona mahrem olmakta ciddiyet ve sabırla, onu mütalaa etmek ve vazgeçmemekle olur.Aşağıya risalelerde bu mevzuyla ilgili bazı yerleri alıyoruz.Sure-i İhlas'ı arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki: Bendeki manevî duyguların bir kısmı birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve gibi bir kısım dahi, bir zaman mana tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve gibi bir kısım, manevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder. Ve hâkeza... Git gide o tekrarda yalnız kalır ki; pek geç usanıyor, devam eder, daha manaya ve tedkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi, ona zarar vermiyor. Lafız ve lafz-ı müşebbi' olduğu bir meal-i icmalî ile ve isim ve alem bulundukları mana-yı örfî, onlara kâfi geliyor. Eğer manayı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir. Ve o devam eden latifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cild hükmündeki lafızları onlara kâfi geliyor ve mana vazifesini görüyorlar. Ve bilhassa o Arabî lafızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-ü İlahî olduğunu tahattur etmekle, .26. mektup. 4. mebhasın 8. meselesi.“İman hakikatlarının izahı olduğu için; hem ilim, hem marifetullah, hem huzur, hem ibadettir. ibadete muhtaç veya marifete müştak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir derstir. (gençlik rehberi: )Hem de ilim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibariyle inşâallah o cümledendir. (Barla Lahikası : 260)Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasılki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a'saba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. ( Mektubat : 26. mektup. 4. mebhasın 2. meselesinden. )Onuncu Söz'ün kıymeti tamamıyla takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî, belki elli defa mütalaa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir risaleyi bazıları bir defa okuyup, sair ilmî risaleler gibi yeter der, bırakır. Halbuki bu risale ulûm-u imaniyedendir. Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi' ilme her vakit ihtiyaç var. Bu risaleye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celbetmeyi ruhum arzu ediyordu. ( Barla: s. 310)Şu Otuzüç Pencereli olan Otuzüçüncü Mektub, imanı olmayanı inşâallah imana getirir. İmanı zaîf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana bütün kemalât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir; daha nurani, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, "Bir pencere bana kâfi geldi, yeter" diyemezsin. Çünki senin kanaat geldi, hissesini aldı ise; de hissesini ister, da hissesini ister. Hattâ de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh herbir pencerenin ayrı ayrı faideleri vardır. (Mektubat: Pencereler<img src="data:image/gif;base64,R0lGODlhAQABAIAAAAAAAP///yH5BAEAAAAALAAAAAABAAEAAAIBRAA7" class="smilie smilie--sprite smilie--sprite1" alt=":)" title="Smile :)" loading="lazy" data-shortname=":)" /></span></span></span></p><p> </p><p> </p><p>SİYAHNUR.COM</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Nur_Yazar, post: 204057, member: 1007299"] [B][COLOR=#003366][FONT=Comic Sans MS]RİSALE-İ NURUN ANLAŞILMAMA SEBEBİ [/FONT][/COLOR][/B] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][B][SIZE=3]1- Zamanı anlamamak:[/SIZE][/B][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Maatteessüf benim ile şu zamanın kıt'asında iştirak eden cümlesi; eğer çendan, sureten onüçüncü asrın evlâdıdırlar, fakat fikir ve terakki cihetiyle kurûn-u vustânın yadigârlarıdırlar. Güya muasırlarımız, üçüncü asrın nihayetinden onüçüncü asra kadar geçmiş olan asırların fihristesi veyahut enmuzeci veyahut melez bir kavimdirler. Hattâ bu zamanın çok bedihiyatı, onlarca mevhumat sayılır.[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Muhakemat Mukaddimesinden. [/SIZE][/FONT][/COLOR] [B][COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]2- Risale-i Nuru anlamak için değil de başka bir garazla okumak:[/SIZE][/FONT][/COLOR][/B] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Tenbih: İltizam-ı hilaf ve taassub-u bârid ve meyl-üt tefevvuk ve hiss-i tarafdarlık ve vehmini bir asla irca' ile kendine özür göstermek, arzusuna muvafık olan zayıf şeyleri kavî görmek ve gayrın tenkisiyle kendi kemalini göstermek ve gayrı tekzib veya tadlil etmekle kendi sıdk ve istikametini ilân etmek gibi sefil ve süflî emirlerin menşei olan hubb-u nefis ile böyle makamlarda mugalata ederek çok bahaneler bulabilir. ( Muhakemat:48 )[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] Hakikatın keşfine mani olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı muhalif ve tarafdar-ı nefis cihetiyle asılsız evhamını bir asla irca' etmekle kendini mazur göstermek ve müşterinin nazarı gibi yalnız meayibi görmek ve çocuk tabiatı gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile şartıma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle:( Muhakemat:118 )[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Maatteessüf benim ile şu zamanın kıt'asında iştirak eden cümlesi; eğer çendan, sureten onüçüncü asrın evlâdıdırlar, fakat fikir ve terakki cihetiyle kurûn-u vustânın yadigârlarıdırlar. Güya muasırlarımız, üçüncü asrın nihayetinden onüçüncü asra kadar geçmiş olan asırların fihristesi veyahut enmuzeci veyahut melez bir kavimdirler. Hattâ bu zamanın çok bedihiyatı, onlarca mevhumat sayılır. (Muhakemat Mukaddimesinden.)[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]İltizam-ı hilaf ve taassub-u bârid ve meyl-üt tefevvuk ve hiss-i tarafdarlık ve vehmini bir asla irca' ile kendine özür göstermek, arzusuna muvafık olan zayıf şeyleri kavî görmek ve gayrın tenkisiyle kendi kemalini göstermek ve gayrı tekzib veya tadlil etmekle kendi sıdk ve istikametini ilân etmek gibi sefil ve süflî emirlerin menşei olan hubb-u nefis ile böyle makamlarda mugalata ederek çok bahaneler bulabilir. ( Muhakemat:48 )[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Hakikatın keşfine mani olan arzu-yu hilaf ve iltizam-ı muhalif ve tarafdar-ı nefis cihetiyle asılsız evhamını bir asla irca' etmekle kendini mazur göstermek ve müşterinin nazarı gibi yalnız meayibi görmek ve çocuk tabiatı gibi bahane ile mahane tutmak gibi emirlerden nefsini tecrid ile şartıma müraat edebilirsen huzur-u kalb ile dinle: ( Muhakemat:118 )[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Kur’anı Kerimde "Yer yüzünde haksız yere kibirlenenleri, ayetlerimi anlamaktan çevireceğim." (A’raf :146.) buyrulmuştur. Bu ayet gösteriyor ki Kuranı hakkıyla anlayabilmek ancak güzel ahlakla mümkündür. Bu ayete dayanarak, bazı alimler Kuranı tefsir edecek bir kimsede güzel ahlakın olmasını şart koşmuşlardır. (El-itkan: c.2.s:463). Risale-i Nurda Kur’anın bir tefsiri olması hasebiyle güzel Ahlaka sahip olmayanlar, ihlas hasletinden uzak olanlar da, Risalei Nuru anlamaktan mahrum kalırlar. Tabii ki bunu söylerken bütünüyle, hiç anlamazlar manasında söylemiyoruz. Elbette herkes -hatta dinsiz bile- kendince bir şeyler anlar, ama onu bütün yönleriyle, bütün incelikleriyle anlamaktan mahrum kalırlar. Bu hususta Şamlı Hafız Tevfikin Risale-i Nurda anlattığı hadiseyi aşağıya alıyoruz :Ben itiraf ediyorum ki: Hizmet-i Kur'aniyedeki kemal-i ihlas ve sırf livechillah için hizmeti, iki vaziyetim ihlâl ediyordu. Şiddetli bir tokat yedim. Çünki ben bu memlekette garib hükmündeyim, garibim. Hem şekva olmasın, Üstadımın en mühim bir düsturu olan iktisada ve kanaata riayet etmediğimden fakr-ı hale maruzum. Hodbin, mağrur insanlarla ihtilata mecbur olduğumdan -Cenab-ı Hak afvetsin- mürüvvetkârane bir surette riyaya ve tabasbusa da mecbur oluyordum. Üstadım çok defa beni ikaz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf kendimi kurtaramıyordum. Halbuki Kur'an-ı Hakîm'in ruh-u hizmetine zıd olan bu vaziyetimden şeytan-ı cinnî ve insî istifade etmekle beraber hizmetimize de bir soğukluk, bir fütur veriyordu.[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]İşte ben bu kusuruma karşı şiddetli, fakat inşâallah şefkatli bir tokat yedim. Şübhemiz kalmadı ki; bu tokat, o kusura binaen gelmiş. O tokat da şudur: Sekiz senedir ben, Üstadımın hem muhatabı, hem müsevvidi, hem mübeyyizi olduğum halde, sekiz ay kadar nurlardan istifade edemedim. Bu hale hayret ettik. Ben de ve Üstadım da "Bu neden böyle oluyor?" diye esbab arıyorduk. Şimdi kat'î kanaatımız geldi ki: O hakaik-i Kur'aniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor. Onun için bu nurların hakikatlarının meali, benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak, bana yabanî görünüyor, yabanî kalıyordu. Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum ki: Bundan sonra Cenab-ı Hak bana o hizmete lâyık ihlas ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu' ve riyadan kurtarsın. Başta Üstadım olarak, kardeşlerimden dua rica ediyorum.Pür-kusurŞamlı Hâfız Tevfik“Kırk gün helal yiyenin kalbini Allah nurlandırır ve hikmet kaynaklarını, pınarlarını kalbinden lisanına akıtır.” (İhya. C.2.s235.) İbrahim Edhemde şöyle demiştir “kemale erenler ancak midelerine gireni kontrol etmekle kemale erebilmiştir. (ihya.c.2.s239.) bir velide şöyle der “haram lokma yiyenin a’zaları isyan eder. Yediği helal olanın da azaları kendisine itaat eder ve hayırlı işleri yapmağa muvaffak olur. (İhya : c.2.s.240)[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Üstad ihlasın hassalarından bahsederken “en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir dua-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd” olduğunu söyler. Başka bir yerde de “velayetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır” der. İlim öğrenmede ihlas bir esas olduğu gibi, en büyük yardımcıdır da. İhlaslı olanlar Allahın inayetlerine mazhar olurlar ve Allah onlara kolay ve kısa yoldan ilim öğretir.İbni haldun meşhur mukaddimesinin son kısımlarını eğitime ayırmıştır. Orada ilim taliblerine güzel tavsiyelerde bulunur. 31. fasılda şöyle söyler: “sen böyle bir hale düçar olur, duraklar veya şüphelerden dolayı akıl ve fikrinde bir karışıklık husule gelirse, akıl ve fikrinden, zihnini perdeleyen bu sözlerin engellerini ve mantığı bir tarafa atarak düşüncenin yaratılışından gelen ve tabii olan fiilinin hükmüne başvur. Senden önceki büyükler gibi temiz kalp ve ihlasla Allahın yardımına sığın. Allah onlara ilham ettiği ve bilmediklerini bildirdiği gibi, senin kalbinide aydınlatır. Bu aydınlık sayesinde istediğini elde edersin, bu düşüncenin gerektirdiği vasıta sana ilham olunur. (…). Sen buna dikkat et. Ne zaman sana meseleleri anlamak güçleşirse, o zaman sen Allahın yardımına başvur. O sana doğru yolu gösterecek ve aydınlatacak olan nurları sana bağışlayacaktır. O doğru yolu göstermek suretiyle kullarını rahmetine kavuşturur, ilim ancak onun tarafından bağışlanır. ( c.3.s.150. cd.534-6.ar)Kur’anı Kerimde "Yer yüzünde haksız yere kibirlenenleri, ayetlerimi anlamaktan çevireceğim." (A’raf :146.) buyrulmuştur. Bu ayet gösteriyor ki Kuranı hakkıyla anlayabilmek ancak güzel ahlakla mümkündür. Bu ayete dayanarak, bazı alimler Kuranı tefsir edecek bir kimsede güzel ahlakın olmasını şart koşmuşlardır. (El-itkan: c.2.s:463). Risale-i Nurda Kur’anın bir tefsiri olması hasebiyle güzel Ahlaka sahip olmayanlar, ihlas hasletinden uzak olanlar da, Risalei Nuru anlamaktan mahrum kalırlar. Tabii ki bunu söylerken bütünüyle, hiç anlamazlar manasında söylemiyoruz. Elbette herkes -hatta dinsiz bile- kendince bir şeyler anlar, ama onu bütün yönleriyle, bütün incelikleriyle anlamaktan mahrum kalırlar. Bu hususta Şamlı Hafız Tevfikin Risale-i Nurda anlattığı hadiseyi aşağıya alıyoruz :Ben itiraf ediyorum ki: Hizmet-i Kur'aniyedeki kemal-i ihlas ve sırf livechillah için hizmeti, iki vaziyetim ihlâl ediyordu. Şiddetli bir tokat yedim. Çünki ben bu memlekette garib hükmündeyim, garibim. Hem şekva olmasın, Üstadımın en mühim bir düsturu olan iktisada ve kanaata riayet etmediğimden fakr-ı hale maruzum. Hodbin, mağrur insanlarla ihtilata mecbur olduğumdan -Cenab-ı Hak afvetsin- mürüvvetkârane bir surette riyaya ve tabasbusa da mecbur oluyordum. Üstadım çok defa beni ikaz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf kendimi kurtaramıyordum. Halbuki Kur'an-ı Hakîm'in ruh-u hizmetine zıd olan bu vaziyetimden şeytan-ı cinnî ve insî istifade etmekle beraber hizmetimize de bir soğukluk, bir fütur veriyordu.[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]İşte ben bu kusuruma karşı şiddetli, fakat inşâallah şefkatli bir tokat yedim. Şübhemiz kalmadı ki; bu tokat, o kusura binaen gelmiş. O tokat da şudur: Sekiz senedir ben, Üstadımın hem muhatabı, hem müsevvidi, hem mübeyyizi olduğum halde, sekiz ay kadar nurlardan istifade edemedim. Bu hale hayret ettik. Ben de ve Üstadım da "Bu neden böyle oluyor?" diye esbab arıyorduk. Şimdi kat'î kanaatımız geldi ki: O hakaik-i Kur'aniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor. Onun için bu nurların hakikatlarının meali, benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak, bana yabanî görünüyor, yabanî kalıyordu. Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum ki: Bundan sonra Cenab-ı Hak bana o hizmete lâyık ihlas ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu' ve riyadan kurtarsın. Başta Üstadım olarak, kardeşlerimden dua rica ediyorum.Pür-kusurŞamlı Hâfız Tevfik“Kırk gün helal yiyenin kalbini Allah nurlandırır ve hikmet kaynaklarını, pınarlarını kalbinden lisanına akıtır.” (İhya. C.2.s235.) İbrahim Edhemde şöyle demiştir “kemale erenler ancak midelerine gireni kontrol etmekle kemale erebilmiştir. (ihya.c.2.s239.) bir velide şöyle der “haram lokma yiyenin a’zaları isyan eder. Yediği helal olanın da azaları kendisine itaat eder ve hayırlı işleri yapmağa muvaffak olur. (İhya : c.2.s.240)[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Her mesleğin kendine göre bir takım şartları vardır. Bu şartlara riayet etmeyenler o meslekte yol katedemedikleri gibi, o meslekce bir müntesip olarak da kabul görmezler. Mesela tarikatte şeyhe intisap bir esastır. Ehli Tarikat “bu esas olmadan bir insanın tasavvufi feyzlere mazhar olması mümkün değildir” derler. İmam-ı Şarani şöyle der : “Tarikat ehli zatlar, şu fikirde birleştiler : kalben, ilahi huzura dalmasına engel olan sıfatların giderilmesine yardımcı olabilecek bir şeyhe, her insanın ihtiyacı vardır.” (Adap: s.16) Ehli tarikat şeyhsiz tarikat faaliyeti olmayacağına, hatta şeyhsiz yalnızca kitap okumakla bu yola düşenlerin şeytanlar tarafından aldatılacağını söylerler. İsterse o şahıs binlerce kitap okusun. (bkz: adap.s.17) Şeyh Abdülhakim Arvasi bir tasavvuf muhibbine yazdığı mektupta şöyle söyler : “kamil bir mürşidden (…) usulü ve şekli öğrenilmeksizin zikir ile uğraşılacak olursa, faidesi az ve belki hiç olur. Zira izinli zikir mukarrebin işi, izinsiz zikir ise ebrarın amelidir.” (Rabıta-i şerife: s.)Üstad Bediüzzamanda ahir zaman fitneleri içerisinde, insanların imanını kurtaran ve onları hakikate isal eden ulaştıran bir çığır açmıştır. Üstadın açtığı bu çığır tarikat değildir. Fakat tarikatın insana kazandırmış olduğu şeyleri daha zengin bir şekilde müntesiplerine kazandırır. Bu çığırında kendine mahsus şartları, esasları vardır. Bu esasları da bizzat üstadın kendisi vaz’ etmiştir. Risale-i Nurdan a’zami derecede istifade etmek isteyenler, bu şartlara riayet etmelidirler. Risale-i Nura intisap şartı nedir? . ( Kastamonu Lahikası: )Üstad tarikattaki şeyhin yerine kur’anın tefsiri olan Risaleleri koymuştur. Bu manevi şeyhten istifade şartıda onu yazmak ve yazdırmaktır.Tabii ki burada üstad yazan yazdıran derken “kur’an harfleriyle” olan yazmayı, yazdırmayı kastetmektedir. Çünki Risale-i Nurun bir çok yerinde bu mevzuyla ilgili yerler vardır. Burada maksadımız Risale-i Nurdan a’zami istifade olduğu için “yazı” hakkında tafsilata geçmiyoruz. Üstad 28. lemada 3 sahifede Kur’an hurufatının maddi tesirlerinden bahseder ve mevzuyu şöyle bitirir. : “Mevcudât-ı havâiye olan hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe; yani; âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur'ân hurûfâtı olmakla âhizelik vaziyetini aldığından ve düğmeler hükmüne geçtiğinden ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezî ukdeleri, ve düğümleri ve hassas düğmeleri olduğundan; vücud-ı havâîleri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, dahi bu hâsiyetten hassaları vardır. Demek o hurufların , maddî ilâç gibi şifâ ve başkâ maksatlar hâsıl olabilir.”Yukardaki ifadeye dikkat edilirse kuran hurufatının okunması ve yazılmasıyla, adeta bu harflerin elektrik gibi insana tesir ettiğinden bahsedilir. Tıpkı bir müridin şeyhinden feyz alması gibi Risaleleri kuran hurufatından okuyan ve yazanlar da böyle bir tesiri üzerlerine celbederler. Bu hal onların risaleleri daha iyi anlamalarına da vesile olur. Üstad Bediüzzamanın en mühim talebesi ve kendisinden sonrada hizmetini tavizsiz bir şekilde devam ettiren Ahmed Husrev Altınbaşak üstadına yazdığı mektubunda şöyle söyler : “Sevgili Üstadım, herhangi bir risaleyi açıp okuyacak olsam, hissem kadar dersimi alıyorum. Halbuki evvelce bu risaleleri tamamen yazdığım için, okumağa pek az vakit bulabiliyordum ve el'an da öyleyim. Evvelce okuduğum zamanlar istifadem az oluyordu. Şimdi ise, Nurların hakikatlerini gördükçe minnet ve şükrüm tezayüd ediyor, kalbim nurlar ile doluyor, ruhum nurlarla istirahat ediyor, letaifim bu Nurlar ile hisseleri kadar feyizyab oluyor. Ve yine Cenab-ı Hak'tan ümid ediyorum ki, hissem ve istifadem, gün geçtikçe çoğalacaktır ve nasibim artacaktır. Bu hâdisat gösteriyor ki, bedi' âsârın büyük bir hâsiyeti ve bir kerametidir ki, talebelerini başka ellere vermiyor ve nurlandırmak için başka kapılara boyun büktürmüyor. ... Talebeniz [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]İlim öğrenmede cehd ve gayretin rolü inkar edilemez. Zaten bir ayette de “insan için çalıştığından başkası yoktur” buyrulmuştur. İlim öğrenmek isteyenlerin, bilhassa bu asırda tecdid faaliyeti yapan ve Allahın rızasına mazhar olmuş bir eseri öğrenmek isteyenlerin bu cehd ve gayret yanında, manevi bazı şeylere de dikkat etmeleri gerekir. Risale-i Nur’un telifi vehbi bir tarzda olmuştur. Anlaşılmasında da vehbi hallerin tesiri büyüktür. Her mesleğin kendine göre bir takım şartları vardır. Bu şartlara riayet etmeyenler o meslekte yol katedemedikleri gibi, o meslekce bir müntesip olarak da kabul görmezler. Mesela tarikatte şeyhe intisap bir esastır. Ehli Tarikat “bu esas olmadan bir insanın tasavvufi feyzlere mazhar olması mümkün değildir” derler. İmam-ı Şarani şöyle der : “Tarikat ehli zatlar, şu fikirde birleştiler : kalben, ilahi huzura dalmasına engel olan sıfatların giderilmesine yardımcı olabilecek bir şeyhe, her insanın ihtiyacı vardır.” (Adap: s.16) Ehli tarikat şeyhsiz tarikat faaliyeti olmayacağına, hatta şeyhsiz yalnızca kitap okumakla bu yola düşenlerin şeytanlar tarafından aldatılacağını söylerler. İsterse o şahıs binlerce kitap okusun. (bkz: adap.s.17) Şeyh Abdülhakim Arvasi bir tasavvuf muhibbine yazdığı mektupta şöyle söyler : “kamil bir mürşidden (…) usulü ve şekli öğrenilmeksizin zikir ile uğraşılacak olursa, faidesi az ve belki hiç olur. Zira izinli zikir mukarrebin işi, izinsiz zikir ise ebrarın amelidir.” (Rabıta-i şerife: s.)Üstad Bediüzzamanda ahir zaman fitneleri içerisinde, insanların imanını kurtaran ve onları hakikate isal eden ulaştıran bir çığır açmıştır. Üstadın açtığı bu çığır tarikat değildir. Fakat tarikatın insana kazandırmış olduğu şeyleri daha zengin bir şekilde müntesiplerine kazandırır. Bu çığırında kendine mahsus şartları, esasları vardır. Bu esasları da bizzat üstadın kendisi vaz’ etmiştir. Risale-i Nurdan a’zami derecede istifade etmek isteyenler, bu şartlara riayet etmelidirler. Risale-i Nura intisap şartı nedir? . ( Kastamonu Lahikası: )Üstad tarikattaki şeyhin yerine kur’anın tefsiri olan Risaleleri koymuştur. Bu manevi şeyhten istifade şartıda onu yazmak ve yazdırmaktır.Tabii ki burada üstad yazan yazdıran derken “kur’an harfleriyle” olan yazmayı, yazdırmayı kastetmektedir. Çünki Risale-i Nurun bir çok yerinde bu mevzuyla ilgili yerler vardır. Burada maksadımız Risale-i Nurdan a’zami istifade olduğu için “yazı” hakkında tafsilata geçmiyoruz. Üstad 28. lemada 3 sahifede Kur’an hurufatının maddi tesirlerinden bahseder ve mevzuyu şöyle bitirir. : “Mevcudât-ı havâiye olan hurûfât, kudsiyet kesb ettikçe; yani; âhizelik vaziyetini aldıkça, yani, Kur'ân hurûfâtı olmakla âhizelik vaziyetini aldığından ve düğmeler hükmüne geçtiğinden ve sûrelerin başlarındaki hurûfat daha ziyade o münâsebât-ı hafiyenin uçlarının merkezî ukdeleri, ve düğümleri ve hassas düğmeleri olduğundan; vücud-ı havâîleri bu hâsiyete mâlik olduğu gibi, dahi bu hâsiyetten hassaları vardır. Demek o hurufların , maddî ilâç gibi şifâ ve başkâ maksatlar hâsıl olabilir.”Yukardaki ifadeye dikkat edilirse kuran hurufatının okunması ve yazılmasıyla, adeta bu harflerin elektrik gibi insana tesir ettiğinden bahsedilir. Tıpkı bir müridin şeyhinden feyz alması gibi Risaleleri kuran hurufatından okuyan ve yazanlar da böyle bir tesiri üzerlerine celbederler. Bu hal onların risaleleri daha iyi anlamalarına da vesile olur. Üstad Bediüzzamanın en mühim talebesi ve kendisinden sonrada hizmetini tavizsiz bir şekilde devam ettiren Ahmed Husrev Altınbaşak üstadına yazdığı mektubunda şöyle söyler : “Sevgili Üstadım, herhangi bir risaleyi açıp okuyacak olsam, hissem kadar dersimi alıyorum. Halbuki evvelce bu risaleleri tamamen yazdığım için, okumağa pek az vakit bulabiliyordum ve el'an da öyleyim. Evvelce okuduğum zamanlar istifadem az oluyordu. Şimdi ise, Nurların hakikatlerini gördükçe minnet ve şükrüm tezayüd ediyor, kalbim nurlar ile doluyor, ruhum nurlarla istirahat ediyor, letaifim bu Nurlar ile hisseleri kadar feyizyab oluyor. Ve yine Cenab-ı Hak'tan ümid ediyorum ki, hissem ve istifadem, gün geçtikçe çoğalacaktır ve nasibim artacaktır. Bu hâdisat gösteriyor ki, bedi' âsârın büyük bir hâsiyeti ve bir kerametidir ki, talebelerini başka ellere vermiyor ve nurlandırmak için başka kapılara boyun büktürmüyor. ... Talebeniz [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Çinliler şöyle demiş “sana bir balık ziyafeti çeksem, yarın senin karnın yine acıkır. Ben sana balık tutmasını öğreteyim, karnın acıktığında balık tutup yersin.” Risale-i Nur eğitiminde de bir kısım insanlar balık tutup ziyafet çekiyor, bir kısımda balığı afiyetle yiyor. Fakat çoğunluğun balık yiyenler olduğu da bir gerçek. Uzun yıllar risaleleri tanıdığı halde, hala balık yemekden başka bir şey bilmeyenler maalesef bir hayli fazla. Aslında herkesin balık yiyen değilde balık tutan olmaya çalışması gerekir. Olması gereken, ideal olan budur. Fakat bunun pratiğe aktarılması da gerçekten zor. İnsanların ekseriyetinin hizmeti imaniyye ve kuraniyyede aktif olmayışının bir çok sebepleri vardır. Bunların bir kısmının haklılık payı elbette vardır. Ama çoklarının pasif olmasının temelinde onların tembelliklerinden başka bir şey yoktur. Elbette her insanın durumu bir değildir. Fakat biz elden geldiği kadar eğitime aktif olarak katılanların sayısını artırmamız gerekir. Kabiliyetli olanları açmaya çalışmadığımız takdirde onlarıda pasifliğe iteriz. Eğitimde pasiflik ise verimi düşürür. İstifadeyi azaltır. İşte anlatım metodu eğitime katılanların aktif hale gelmesinin en mühim bir sebebidir. Fakat bu metod (eğitimin her alanında olduğu gibi) kolaydan zora, azdan çoğa doğru bir seyr takip etmelidir. Aksi halde bunu uygulamak ve devam ettirebilmek zor olur. Başlangıçta üç kişiye kısa birer konu verilir. Çalışmaları için belli bir süre tanınır. Daha sonra biraraya gelindiğinde, sırayla herkesin konusunu beş dakika da anlatmaları istenir. Anlatmada ifrat ve tefrite kaçmamakta bir esas olmalıdır. Anlatmanın sonunda bir değerlendirme (anlatanları kırmadan, rencide etmeden) yapılmalıdır. Böylelikle eksikler ve güzellikler tezahür eder.[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Bu anlatım başlangıçta beş dakika olursa kolay olduğu için tatbik edilebilir. Daha sonra bu süre on, onbeşe de çıkarılabilir. Şahıslar olarak da başlangıçta kabiliyetli birkaç kişi bunu yapar ve tutturulabilirse, bu hal diğerlerinide kamçılar, onlarda bu tarz çalışmaya aktif olarak katılmak isterler. Başlangıçta bazı hatalar olabilirsede onların cesaretlerinide kırmamak gerekir.[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]İsti’datlar, tecrübeyle inkişaf eder. Anlatım metodu talebelerin hitabet kabiliyyetini geliştirir ve isti’dadlarını inkişaf ettirir. (Mal vermekle azalır, ilim vermekle çoğalır.). Kullanılmayan bilgiler ise çok çabuk unutulur. Aynı zamanda anlatılan mevzu hem anlaşılır, hemde akılda daha çok kalır. Aynı zamanda bu öğrenmeyi zevkli bir hale getirir.Ayeti kerimede “Ey iman edenler! Nefsinizi ve ailenizi yakacağı insanlarla taşlar olan bir ateşten koruyun” (Tahrim : 6) buyrulmuştur. İslam alimleride bu “koruma”nın “kişinin İslamı öğrenmesi, yaşaması ve aile efradına öğretip, onlarında yaşamasına vesile olmasıdır” diye izah ediyorlar. Bu hususta peygamberimiz (asv) da “hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes’ulsünüz” buyurmuştur. Bu ayet ve hadistende anlaşıldığı gibi, her anne, her baba kendi çocuğuna dinini öğretmekle mükelleftir. Günümüzde islami şuura sahip bir kısım anne ve babalar bile bu mevzuda ihmalkar olabiliyor veya işi başkalarına havale edebiliyorlar. Tabii bunun yanında ifrat ederek baskıcı zora dayalı bir üslupla çoluk ve çocuğunu dinden imandan nefret edecek bir hale getirenlerde yok değil. Müslüman olarak biz ailemize İslami bir eğitimi vermekle mükellefiz. Başta bunu başkalarına havale edilemeyecek kadar önemli bir vazife telakki etmeliyiz. Fakat bu vazifeyi tatbik ederken önce yaşayarak, ikincisinde ise ikna ederek ve sevdirerek yapmamız gerekir. Her anne her baba evinde bir ders faaliyeti başlatabilir. Mesela evde haftada birde olsa bu yapılabilir. Üstad “Hanımlar Rehberi” adlı kitabında şöyle der: Risale-i Nur onlara der ki: Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçı olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlâd olsunlar. Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faidesiz ve âhirette davacı olarak "Ne için imanımı kurtarmadınız?" diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin hikmetine münafî olur.Risale-i Nur üç şekilde okunabilir (okunmalıdır). Birincide anlaşılsada anlaşılmasada sırf okumuş olmak için okuma. Bu tarz okuma faideden halideğildir. Günde 10 sahife okuyan şahıs senede 3650 sahife okumuş olacaktır. 5 sahife okuyan 1825 sahife okumuş olacaktır ki hiçte az değil. Bu tarz okuma risale mevzularının tazeliğini zihinde daima korumasına yardımcı olur. Veya unuttuğumuz şeyleri hatırlamaya vesile olur.[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]İkinci okuma tarzı da, mevzu araştırması şeklindedir. Mesela “Risale-i Nurda nefis terbiyesi” nasıldır. Tevhid, risalet ilh. Her bir mevzu bir araştırma mevzuu (tez) olarak ele alınarak bu mevzuun derli toplu bir hale getirilmesine çalışılabilir. Bu tür çalışmalar kafamızdaki mevzuların dağınıklıkdan kurtulmasına vesile olur.[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Üçüncü tarz okuma ise, bazı imani risaleleri vird edinme şeklinde okumaktır. “Ayet El-Kübra” “Haşr” “Münacat” gibi imani risaleler, ehli tarikatın yaptığı gibi vird edilerek okunduğu takdirde çok büyük feyzlere ve imanın inkişafına vesiledir. Ehli tarikat zikrin 3 mertebe olduğunu söyler. Onlara göre birinci mertebede mürid “diliyle” zikreder. Bu esnada zihin başka yerlerdedir. Fakat bu zikre devam ede ede neticede “dil” ve “kalp” birleşir. Dil “Allah” derken kalpte dağınıklıktan kurtulmuş bir halde dile refakat ederek o da “Allah” der. Bu zikre devam neticesinde ise artık “zikr” kalbe yerleşir. Zaten zikirden gayede bu hale erebilmektir. Bu merhalede “dil” sussa bile, kalp devamlı zikr üzeredir. Dünyevi haller onu zikirden alıkoymaz. Nakşibendi tarikatında “halvet der encümen” “kalabalığın içinde Allahla beraber olma” esasıda bu zikre işaret eder. Nur suresindeki “Öyle erler (ki) mallar ve alış veriş onları Allahı zikirden alıkoymaz” ayetini bu hale delil olarak zikrederler. Risale-i Nurun imani bahislerinide vird ederek okumak, bize daha çabuk ve daha geniş iman halini telkin eder. Birinci derecede belki okurken “gözlerimiz” okur, zihnimiz başka yerlerde olur. Fakat bu okumayı hergün (veya gün aşırı) devam ettirirsek, neticede zihnimiz toparlanır, gözümüz, aklımız ve kalbimizle okumaya başlarız. Buna da devam ede ede neticede artık öyle bir hale gelirizki, okuduğumuz şeyler bir metin, bir kitap olmaktan çıkar zihnimizin bir hali olur. Risalelerin anlattığı şeyleri zevkeder, onları aklen değil vicdanen hissederiz. Okuduğumuz şeyler üstadın anlattığı şeyler değil, artık bizim kendi hissiyatımız, kendi düşüncelerimiz olur. Bu maddede bahsedeceğimiz mevzu risaleleri yeni okumuşlar için değil. Risaleleri uzun bir müddet okumuş ve onun ne olduğunu ve ne olmadığını anlamış kimselerle ilgilidir. Şöyleki; Eğitimciler ve psikologlar öğrenim esnasında öğrenim görenlerin belli bir öğrenim devresinden sonra bir duraklama dönemine girdiklerini, fakat bunun geçici olduğunu, yine bir müddet sonra öğrenim görenlerin tekrar öğrenimde mesafe katetmeye başladıklarını söylerler. Psikologlar bu duraklama dönemini “yayla” olarak isimlendirirler. Risale-i nur öğreniminde de adeta böyle “yayla” tabir edebileceğimiz hallere rastlıyoruz. Bazen bazı kimseler belli bir zaman risaleleri okuduktan sonra, artık “ben biliyorum, bilmediğim şey kalmadı, bundan sonraki okuyuşum luzumsuz ve gereksiz” gibi bir duyguya kapılırlar ve risalelerle iştigali bırakırlar. Hatta meşgul oldukları zaman bir bıkkınlık haline bile düçar olurlar. Bazıları bu dönemden sonra inişe de geçebilirler. Devam edenler ise büyük bir hazine kazanırlar.Vazgeçenleri aldatan Risale-i Nuru yalnızca akla hitap eden, basit diğer kitaplar gibi zannetmeleridir. Halbuki Risale-i Nur insanın yalnızca aklına değil, ruhunun bütün latifelerine hitap eden fevkalade bir tefsirdir. Onu bir iki kere okumakla insan elbette çok istifade eder, fakat inceliklerini, sırlarını bir kere okumakla da kavrayamaz. Ondan istifade etmenin şartı ona mahrem olmakla mümkündür. İffetli hanımlar kendilerini namahremden nasıl gizliyorlarsa, risalelerde kendilerini namahreme vermez, mahrem olmanızı isterler. Ona mahrem olmakta ciddiyet ve sabırla, onu mütalaa etmek ve vazgeçmemekle olur.Aşağıya risalelerde bu mevzuyla ilgili bazı yerleri alıyoruz.Sure-i İhlas'ı arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki: Bendeki manevî duyguların bir kısmı birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve gibi bir kısım dahi, bir zaman mana tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve gibi bir kısım, manevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder. Ve hâkeza... Git gide o tekrarda yalnız kalır ki; pek geç usanıyor, devam eder, daha manaya ve tedkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi, ona zarar vermiyor. Lafız ve lafz-ı müşebbi' olduğu bir meal-i icmalî ile ve isim ve alem bulundukları mana-yı örfî, onlara kâfi geliyor. Eğer manayı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir. Ve o devam eden latifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cild hükmündeki lafızları onlara kâfi geliyor ve mana vazifesini görüyorlar. Ve bilhassa o Arabî lafızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-ü İlahî olduğunu tahattur etmekle, .26. mektup. 4. mebhasın 8. meselesi.“İman hakikatlarının izahı olduğu için; hem ilim, hem marifetullah, hem huzur, hem ibadettir. ibadete muhtaç veya marifete müştak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir derstir. (gençlik rehberi: )Hem de ilim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibariyle inşâallah o cümledendir. (Barla Lahikası : 260)Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasılki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a'saba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. ( Mektubat : 26. mektup. 4. mebhasın 2. meselesinden. )Onuncu Söz'ün kıymeti tamamıyla takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî, belki elli defa mütalaa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir risaleyi bazıları bir defa okuyup, sair ilmî risaleler gibi yeter der, bırakır. Halbuki bu risale ulûm-u imaniyedendir. Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi' ilme her vakit ihtiyaç var. Bu risaleye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celbetmeyi ruhum arzu ediyordu. ( Barla: s. 310)Şu Otuzüç Pencereli olan Otuzüçüncü Mektub, imanı olmayanı inşâallah imana getirir. İmanı zaîf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana bütün kemalât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir; daha nurani, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, "Bir pencere bana kâfi geldi, yeter" diyemezsin. Çünki senin kanaat geldi, hissesini aldı ise; de hissesini ister, da hissesini ister. Hattâ de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh herbir pencerenin ayrı ayrı faideleri vardır. (Mektubat: Pencereler:)[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]İslambola geldim gördüm ki sair şuubata nispeten medaris terakki etmemiştir. Bunun da sebebi kitaba nazarla istinbatı mesele etmek olan istidadı, meleke-i ilim yerinde ikame olunmuş... Ve talebelerde sebebiyle şevksizlik ve melekesizlik ve atalet gibi bazı hali intaç etmiş... Bunun da ya bir himmeti ali veya bir tevağğulu tam veya müsabakayı muntiç olan gibi bir şevki kasri ve harici lazımdır. (Asarı Bediiyye.s:326) Dikkat edilirse üstadda İbni Haldunun bahsettiği aynı şeylerden bahsediyor. Eğitimde motivasyonun (teşvikin) ehemmiyeti büyüktür. Eğitim zevkli, eğlenceli bir hale getirilirse öğrenen şahsiyetlerin daha iyi, daha çabuk öğrendiği görülür. Müzakere ve münazara gibi soru cevap usulünün de insanları şevklendiren bir özelliği vardır. Bir metni mütalaa ettikten sonra, o mevzu hakkında mütalaanın hemen arkasından veya daha sonraları yapılacak soru cevap usulü hem şahısları teşvik eden, hemde mevzunun anlaşılıp anlaşılmadığını ortaya çıkaran bir yöntemdir. Eğitimde ölçme ve değerlendirmenin ehemmiyeti büyüktür ve bu ancak soru cevap usulü ile olur. Soru cevap risalelerden çıkarılan çeşitli meselelerden adeta bir genel malumat tarzında olabilir. Veya daha önce değindiğimiz gibi bir metni mütalaadan sonrada olabilir.Bir metni incelerken şu mevzular üzerinde durunuz : [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]a) Konunun anafikri ne? Hangi mesaj verilmek isteniyor? Bunu anlamaya çalışınız.[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]b) Bilemediğimiz kelimelerin manalarını öğreniniz. [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]c) Metinle ilgili sorular çıkarınız ve kendi aranızda imtihanlar yapınız.Çinliler şöyle demiş “sana bir balık ziyafeti çeksem, yarın senin karnın yine acıkır. Ben sana balık tutmasını öğreteyim, karnın acıktığında balık tutup yersin.” Risale-i Nur eğitiminde de bir kısım insanlar balık tutup ziyafet çekiyor, bir kısımda balığı afiyetle yiyor. Fakat çoğunluğun balık yiyenler olduğu da bir gerçek. Uzun yıllar risaleleri tanıdığı halde, hala balık yemekden başka bir şey bilmeyenler maalesef bir hayli fazla. Aslında herkesin balık yiyen değilde balık tutan olmaya çalışması gerekir. Olması gereken, ideal olan budur. Fakat bunun pratiğe aktarılması da gerçekten zor. İnsanların ekseriyetinin hizmeti imaniyye ve kuraniyyede aktif olmayışının bir çok sebepleri vardır. Bunların bir kısmının haklılık payı elbette vardır. Ama çoklarının pasif olmasının temelinde onların tembelliklerinden başka bir şey yoktur. Elbette her insanın durumu bir değildir. Fakat biz elden geldiği kadar eğitime aktif olarak katılanların sayısını artırmamız gerekir. Kabiliyetli olanları açmaya çalışmadığımız takdirde onlarıda pasifliğe iteriz. Eğitimde pasiflik ise verimi düşürür. İstifadeyi azaltır.[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]İşte anlatım metodu eğitime katılanların aktif hale gelmesinin en mühim bir sebebidir. Fakat bu metod (eğitimin her alanında olduğu gibi) kolaydan zora, azdan çoğa doğru bir seyr takip etmelidir. Aksi halde bunu uygulamak ve devam ettirebilmek zor olur. Başlangıçta üç kişiye kısa birer konu verilir. Çalışmaları için belli bir süre tanınır. Daha sonra biraraya gelindiğinde, sırayla herkesin konusunu beş dakika da anlatmaları istenir. Anlatmada ifrat ve tefrite kaçmamakta bir esas olmalıdır. Anlatmanın sonunda bir değerlendirme (anlatanları kırmadan, rencide etmeden) yapılmalıdır. Böylelikle eksikler ve güzellikler tezahür eder. [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Bu anlatım başlangıçta beş dakika olursa kolay olduğu için tatbik edilebilir. Daha sonra bu süre on, onbeşe de çıkarılabilir. Şahıslar olarak da başlangıçta kabiliyetli birkaç kişi bunu yapar ve tutturulabilirse, bu hal diğerlerinide kamçılar, onlarda bu tarz çalışmaya aktif olarak katılmak isterler. Başlangıçta bazı hatalar olabilirsede onların cesaretlerinide kırmamak gerekir. [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]İsti’datlar, tecrübeyle inkişaf eder. Anlatım metodu talebelerin hitabet kabiliyyetini geliştirir ve isti’dadlarını inkişaf ettirir. (Mal vermekle azalır, ilim vermekle çoğalır.). Kullanılmayan bilgiler ise çok çabuk unutulur. Aynı zamanda anlatılan mevzu hem anlaşılır, hemde akılda daha çok kalır. Aynı zamanda bu öğrenmeyi zevkli bir hale getirir.Ayeti kerimede “Ey iman edenler! Nefsinizi ve ailenizi yakacağı insanlarla taşlar olan bir ateşten koruyun” (Tahrim : 6) buyrulmuştur. İslam alimleride bu “koruma”nın “kişinin İslamı öğrenmesi, yaşaması ve aile efradına öğretip, onlarında yaşamasına vesile olmasıdır” diye izah ediyorlar. Bu hususta peygamberimiz (asv) da “hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mes’ulsünüz” buyurmuştur. Bu ayet ve hadistende anlaşıldığı gibi, her anne, her baba kendi çocuğuna dinini öğretmekle mükelleftir. Günümüzde islami şuura sahip bir kısım anne ve babalar bile bu mevzuda ihmalkar olabiliyor veya işi başkalarına havale edebiliyorlar. Tabii bunun yanında ifrat ederek baskıcı zora dayalı bir üslupla çoluk ve çocuğunu dinden imandan nefret edecek bir hale getirenlerde yok değil. Müslüman olarak biz ailemize İslami bir eğitimi vermekle mükellefiz. Başta bunu başkalarına havale edilemeyecek kadar önemli bir vazife telakki etmeliyiz. Fakat bu vazifeyi tatbik ederken önce yaşayarak, ikincisinde ise ikna ederek ve sevdirerek yapmamız gerekir. Her anne her baba evinde bir ders faaliyeti başlatabilir. Mesela evde haftada birde olsa bu yapılabilir. Üstad “Hanımlar Rehberi” adlı kitabında şöyle der: Risale-i Nur onlara der ki: Haneniz bir küçük Medrese-i Nuriye, bir mekteb-i irfan olsun ki; bu sünnet tam yerine gelsin. Sünnet-i seniyenin meyvesi olan çocuklar âhirette size şefaatçı olsunlar. Dünyada da iman dersini alıp size hakikî evlâd olsunlar. Yoksa bu otuz senede kısmen olduğu gibi, o çocuklara yalnız terbiye-i medeniye verilse, bir cihette o çocuklar dünyada faidesiz ve âhirette davacı olarak "Ne için imanımı kurtarmadınız?" diyeceklerinden peder ve vâlidelerini mahzun etmek, sünnet-i seniyenin hikmetine münafî olur.Risale-i Nur üç şekilde okunabilir (okunmalıdır). Birincide anlaşılsada anlaşılmasada sırf okumuş olmak için okuma. Bu tarz okuma faideden halideğildir. Günde 10 sahife okuyan şahıs senede 3650 sahife okumuş olacaktır. 5 sahife okuyan 1825 sahife okumuş olacaktır ki hiçte az değil. Bu tarz okuma risale mevzularının tazeliğini zihinde daima korumasına yardımcı olur. Veya unuttuğumuz şeyleri hatırlamaya vesile olur. [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]İkinci okuma tarzı da, mevzu araştırması şeklindedir. Mesela “Risale-i Nurda nefis terbiyesi” nasıldır. Tevhid, risalet ilh. Her bir mevzu bir araştırma mevzuu (tez) olarak ele alınarak bu mevzuun derli toplu bir hale getirilmesine çalışılabilir. Bu tür çalışmalar kafamızdaki mevzuların dağınıklıkdan kurtulmasına vesile olur. [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3]Üçüncü tarz okuma ise, bazı imani risaleleri vird edinme şeklinde okumaktır. “Ayet El-Kübra” “Haşr” “Münacat” gibi imani risaleler, ehli tarikatın yaptığı gibi vird edilerek okunduğu takdirde çok büyük feyzlere ve imanın inkişafına vesiledir. Ehli tarikat zikrin 3 mertebe olduğunu söyler. Onlara göre birinci mertebede mürid “diliyle” zikreder. Bu esnada zihin başka yerlerdedir. Fakat bu zikre devam ede ede neticede “dil” ve “kalp” birleşir. Dil “Allah” derken kalpte dağınıklıktan kurtulmuş bir halde dile refakat ederek o da “Allah” der. Bu zikre devam neticesinde ise artık “zikr” kalbe yerleşir. Zaten zikirden gayede bu hale erebilmektir. Bu merhalede “dil” sussa bile, kalp devamlı zikr üzeredir. Dünyevi haller onu zikirden alıkoymaz. Nakşibendi tarikatında “halvet der encümen” “kalabalığın içinde Allahla beraber olma” esasıda bu zikre işaret eder. Nur suresindeki “Öyle erler (ki) mallar ve alış veriş onları Allahı zikirden alıkoymaz” ayetini bu hale delil olarak zikrederler. Risale-i Nurun imani bahislerinide vird ederek okumak, bize daha çabuk ve daha geniş iman halini telkin eder. Birinci derecede belki okurken “gözlerimiz” okur, zihnimiz başka yerlerde olur. Fakat bu okumayı hergün (veya gün aşırı) devam ettirirsek, neticede zihnimiz toparlanır, gözümüz, aklımız ve kalbimizle okumaya başlarız. Buna da devam ede ede neticede artık öyle bir hale gelirizki, okuduğumuz şeyler bir metin, bir kitap olmaktan çıkar zihnimizin bir hali olur. Risalelerin anlattığı şeyleri zevkeder, onları aklen değil vicdanen hissederiz. Okuduğumuz şeyler üstadın anlattığı şeyler değil, artık bizim kendi hissiyatımız, kendi düşüncelerimiz olur. Bu maddede bahsedeceğimiz mevzu risaleleri yeni okumuşlar için değil. Risaleleri uzun bir müddet okumuş ve onun ne olduğunu ve ne olmadığını anlamış kimselerle ilgilidir. Şöyleki; Eğitimciler ve psikologlar öğrenim esnasında öğrenim görenlerin belli bir öğrenim devresinden sonra bir duraklama dönemine girdiklerini, fakat bunun geçici olduğunu, yine bir müddet sonra öğrenim görenlerin tekrar öğrenimde mesafe katetmeye başladıklarını söylerler. Psikologlar bu duraklama dönemini “yayla” olarak isimlendirirler. Risale-i nur öğreniminde de adeta böyle “yayla” tabir edebileceğimiz hallere rastlıyoruz. Bazen bazı kimseler belli bir zaman risaleleri okuduktan sonra, artık “ben biliyorum, bilmediğim şey kalmadı, bundan sonraki okuyuşum luzumsuz ve gereksiz” gibi bir duyguya kapılırlar ve risalelerle iştigali bırakırlar. Hatta meşgul oldukları zaman bir bıkkınlık haline bile düçar olurlar. Bazıları bu dönemden sonra inişe de geçebilirler. Devam edenler ise büyük bir hazine kazanırlar.Vazgeçenleri aldatan Risale-i Nuru yalnızca akla hitap eden, basit diğer kitaplar gibi zannetmeleridir. Halbuki Risale-i Nur insanın yalnızca aklına değil, ruhunun bütün latifelerine hitap eden fevkalade bir tefsirdir. Onu bir iki kere okumakla insan elbette çok istifade eder, fakat inceliklerini, sırlarını bir kere okumakla da kavrayamaz. Ondan istifade etmenin şartı ona mahrem olmakla mümkündür. İffetli hanımlar kendilerini namahremden nasıl gizliyorlarsa, risalelerde kendilerini namahreme vermez, mahrem olmanızı isterler. Ona mahrem olmakta ciddiyet ve sabırla, onu mütalaa etmek ve vazgeçmemekle olur.Aşağıya risalelerde bu mevzuyla ilgili bazı yerleri alıyoruz.Sure-i İhlas'ı arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki: Bendeki manevî duyguların bir kısmı birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur. Ve gibi bir kısım dahi, bir zaman mana tarafına müteveccih olur, hissesini alır, o da durur. Ve gibi bir kısım, manevî bir zevke medar bazı mefhumlar cihetinde hissesini alır, o da sükût eder. Ve hâkeza... Git gide o tekrarda yalnız kalır ki; pek geç usanıyor, devam eder, daha manaya ve tedkikata hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi, ona zarar vermiyor. Lafız ve lafz-ı müşebbi' olduğu bir meal-i icmalî ile ve isim ve alem bulundukları mana-yı örfî, onlara kâfi geliyor. Eğer manayı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir. Ve o devam eden latifeler, taallüme ve tefehhüme muhtaç değiller; belki tahattura, teveccühe ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cild hükmündeki lafızları onlara kâfi geliyor ve mana vazifesini görüyorlar. Ve bilhassa o Arabî lafızlar ile, kelâmullah ve tekellüm-ü İlahî olduğunu tahattur etmekle, .26. mektup. 4. mebhasın 8. meselesi.“İman hakikatlarının izahı olduğu için; hem ilim, hem marifetullah, hem huzur, hem ibadettir. ibadete muhtaç veya marifete müştak veya huzur ister. Onun için herkese lüzumlu bir derstir. (gençlik rehberi: )Hem de ilim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibariyle inşâallah o cümledendir. (Barla Lahikası : 260)Hem iman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasılki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif a'saba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesail-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sırr, nefis ve hâkeza letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. ( Mektubat : 26. mektup. 4. mebhasın 2. meselesinden. )Onuncu Söz'ün kıymeti tamamıyla takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî, belki elli defa mütalaa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir risaleyi bazıları bir defa okuyup, sair ilmî risaleler gibi yeter der, bırakır. Halbuki bu risale ulûm-u imaniyedendir. Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi' ilme her vakit ihtiyaç var. Bu risaleye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celbetmeyi ruhum arzu ediyordu. ( Barla: s. 310)Şu Otuzüç Pencereli olan Otuzüçüncü Mektub, imanı olmayanı inşâallah imana getirir. İmanı zaîf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana bütün kemalât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir; daha nurani, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, "Bir pencere bana kâfi geldi, yeter" diyemezsin. Çünki senin kanaat geldi, hissesini aldı ise; de hissesini ister, da hissesini ister. Hattâ de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh herbir pencerenin ayrı ayrı faideleri vardır. (Mektubat: Pencereler:)[/SIZE][/FONT][/COLOR] [COLOR=black][FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT][/COLOR] [FONT=Comic Sans MS][SIZE=3] [/SIZE][/FONT] SİYAHNUR.COM [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Cemaati
Risale-i Nur ve Nur Cemaati
Risale-i Nur'a Yardımcı Kaynaklar - Görüş ve Tavsi
Risale-i Nur'u Nasıl Daha İyi Anlayabiliriz?
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst