Risale-i Nur'lar Sharjah kitap fuarında -

uður1

Well-known member
Tarih ve Erdoğan
24 Kasım 2011 Perşembe 07:04
Dün tarihin kırılma noktalarından birinden geçtik.

Bu ülkenin başbakanı, tarihimizin en kanlı günahlarından birini belgelerle ortaya koyduktan sonra Dersim katliamı için devlet adına “özür” diledi.

Dersim’de “isyan” olmadığını, katliam için “isyanın” bahane olarak kullanıldığını söyledi.

Öldürülen insanların sayısını açıkladı.

Nasıl öldürüldüklerini anlattı.

Yetmiş yıllık kanlı bir örtüyü tarihin üzerinden çekip aldı, halka çıplak gerçeği gösterdi.

Dersim gerçeğinin böylesine ortaya çıkması, bir başbakanın büyük bir dürüstlük ve cesaretle “tarihin saklanan yüzüyle” hesaplaşması, bu toplumun önünde yeni yollar açacaktır.

Bu ülkede, uydurulan bir tarihle, günümüz ve geleceğimiz yönlendirilmek istendi hep.

Yıllarca bunda başarılı da oldular.

Başbakan Erdoğan’ın dünkü açıklaması “resmî tarihi” parçalarken, gerçekçi bir “tarih” anlayışının da canlanması için bütün topluma büyük bir fırsat yarattı.

Dersim üzerinden yürüyerek Cumhuriyet’le ilgili birçok gerçeğe ulaşabilecek toplum.

Bir diktatörlüğün bütün utanç verici suçlarını görebileceğiz. Bunları görmemiz önemli.

Çünkü bu suçları gördüğümüz vakit, bu suçları tekrarlamayacak, kana, kire, günaha bulaşmayacak yeni bir cumhuriyeti nasıl kurmamız gerektiğini de anlayacağız.

Atatürk’ü gerçek kimliğiyle ve bir diktatör olarak yaptıklarıyla değerlendirebileceğiz.

Atatürk’ü överek aslında bir “diktatörlük” rejimini öven ve bu rejimin sürmesi için Atatürk’ün adının arkasına saklananların önündeki o sahte perde kaldırılacak.

Dersim katliamının planlayıcısı, yöneticisi ve sorumlusu Mustafa Kemal’dir.

Cumhuriyet tarihi boyunca büyük bir “beyin yıkama” operasyonundan geçen bu halkın, karşılaştığı yeni gerçekleri kabulü biraz zor olacak ama yeni bir ülke ancak geçmişin günahlarıyla ve yalanlarıyla yüzleşerek kurulabilecek.

Erdoğan dünkü konuşmasıyla bu yeni gelecek büyük bir adım attı.

Kabul edelim ki ilginç bir adam bu Erdoğan, bazen bu toplumun ortalama düzeyinin çok altında kalan ilkel bir hamasetle milliyetçilik yaparken, bazen de inanılmaz bir sıçramayla bu toplumun düzeyinin çok üstüne çıkarak parıltılı bir lidere dönüşebiliyor. Büyük zirvelerle ve derin uçurumlarla dolu bir dağ silsilesi gibi. Dün onu o parlak zirvelerinden birinde izledik.

İnsan istiyor ki ülkesinin başbakanı hep bu düzeyde olsun, hep hayranlık uyandırsın, hep Willy Brandt gibi tarihe geçecek büyük jestlerin insanı olsun, toplumunun zihnini açsın, gerçeklerden korkmasın, yalanları cesaretiyle yıksın, uygarlığın sembolü haline gelsin. Her zaman böyle olmuyor tabii ama dün bütün bu özelliklere sahip bir lider gibi davrandı.

Dersim katliamıyla ilgili bütün o gerçekleri açıklamak ve özür dilemek kolay iş değil. Kolay iş olmadığı, ailesi bu katliamda büyük bir acı çekmiş olan CHP’nin Dersimli Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kıvranmalarından belli. Gerçekleri Erdoğan söylüyor, Dersimli muhalefet lideri bu gerçeklerin üstünü örtmeye çalışıyor.

Birinin cesaretine ve parıltısına hayran oluyor, diğerinin o silik zavallılığına acıyorsunuz.
Kılıçdaroğlu, geçmişin yalanlarıyla geleceğin de önünü tıkamak için çırpınıp kendi ailesinin acısını bile inkâr ediyor.

Hâlâ kendi ailesini de katleden diktatörlük rejimini savunmaya çabalıyor.

O kadarla da kalmıyor, Başbakan’ın “özrüne” katılan ve Dersim’de olanlar için özür dileyen kendi Diyarbakır teşkilatını da görevden alıyor.

Zavallı CHP, bu yalan denizinde boğulup gidecek.

Cumhuriyet tarihi, savunulabilecek bir tarih değildir, çok fazla cinayet, ölüm, baskı, zulüm vardır.

O korkunç tarihin en feci sayfalarından birini dün Başbakan’ın ağzından dinledik.

Erdoğan’ın dünkü konuşmasıyla “tarihin yırtıldığını”, o yırtıktan dehşet verici gerçeklerin göründüğünü ve yeni bir tarihe adımımızı attığımızı düşünüyorum.

Başbakan Erdoğan, tarihte yeni bir sayfa açtı. Buradan artık istesek de geriye dönemeyiz. Tarihle, yalanlarla, efsanelerle hesaplaşacağız. Bu toplumun yolu artık bu yoldur.

Başbakanının Dersim’deki katliamı açıkladığı ve bunun için özür dilediği bir ülke bugün burası. Cumhuriyet’in yalanlarının üstünü birer birer açacağız, her adımda yeni bir cumhuriyete doğru ilerleyeceğiz, özgür bir toplum yaratmak için yürüyeceğiz.

Hayat, istesek de istemesek de bizi o yolda yürümeye zorluyor çünkü.
Taraf
 

uður1

Well-known member
Said Nursi: Başöğretmenimiz annemizdir
24 Kasım 2011 / 13:43
Bediüzzaman: ''Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir.''

Fatih Karaşahan'ın haberi
RİSALE HABER - 24 Kasım öğretmenlerimizi onure etmek için ayrılmış sembolik bir gün. Öğretmenler ve öğretmenlik mesleğinin Risale-i Nur'da ve Bediüzzaman'ın hayatında önemli bir yer var.
Risale-i Nur'da daha çok "Muallim" kelimesi bir çok yerde geçmektedir. Peygamberimiz (s.a.v) için bir çok yerde Muallim-i Ekber sıfatını kullanan Bediüzzaman Hazretleri, Kur'an-ı Kerim için de muallim kelimesini kullanmaktadır.
Bununla birlikte Said Nursi, Peygamberimiz'in (s.a.v) "Cennet ayakları altındadır" diyerek övdüğü, insanın bir vesile-i hayatı olan anneleri, insanın "en birinci üstadı" ve "en tesirli muallimi" olarak nitelendirmiştir.
Bu vesileyle, anlattıkları bilim ve ilimlerle bize Allah'ı anlatan değerli öğretmenlerimizin ve bize eğitimin özünü veren annelerimizin öğretmenler gününü kutlarız.
Risale-i Nur'da konuyla ilgili geçen bazı parçalar şöyle:
MUALLİM-İ EKBER RESUL-İ EKREM'DİR
İKİNCİ MESELE: İsm-i Hakem ve Hakîm, bedâhet derecesinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletine delâlet ve istilzam ediyor denilebilir.
Evet, madem gayet mânidar bir kitap, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemal, kendini görecek ve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemalde bir san’at, teşhirci bir dellâl ister. Elbette, herbir harfinde yüzer mânâlar, hikmetler bulunan bu kitab-ı kebîr-i kâinatın muhatabı olan nev-i insan içinde, elbette bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ ki, o kitapta bulunan kudsî ve hakikî hikmetleri ders verecek; belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek; belki kâinatın hilkatindeki makasıd-ı Rabbâniyenin zuhuruna, belki husulüne vesile olacak; ve umum kâinatta Hâlık tarafından gayet ehemmiyetle izharını irade ettiği kemâl-i san’atını, cemâl-i esmâsını bildirecek, âyinedarlık edecek. Ve o Hâlık, bütün mevcudatla kendini sevdirmek ve zîşuur mahlûklarından mukabele istediğinden, o zîşuurların namına birisi o geniş tezahürât-ı rububiyete karşı geniş bir ubudiyetle mukabele edip, ber ve bahri cezbeye getirecek, semâvat ve arzı çınlatacak bir velvele-i teşhir ve takdisle o zîşuurların nazarını o san’atların Sâniine çevirecek; ve kudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i aklın kulaklarını kendine çevirecek bir Kur’ân-ı Azîmüşşanla, o Sâni-i Hakem-i Hakîmin makasıd-ı İlâhiyesini en güzel bir surette gösterecek; ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve tezahürât-ı cemâliye ve celâliyesine karşı en ekmel bir mukabele edecek bir zât, güneşin vücudu gibi bu kâinata lâzımdır, zarurîdir. [Otuzuncu Lem'a]
YEDİNCİ REŞHA
İşte, bak: Şu cezire-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıp ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zahirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukul, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu. [On Dokuzuncu Söz]
TESLİM OLDUĞUM KUR'AN-I BANA MUALLİM YAPTI
Malûmdur ki, insan, hasbelkader çok yollara sülûk eder. Ve o yolda çok musibet ve düşmanlara rastgelir. Bazan kurtulursa da, bazan da boğulur. Ben de kader-i İlâhînin sevkiyle pek acip bir yola girmiştim. Ve pek çok belâlara ve düşmanlara tesadüf ettim. Fakat acz ve fakrımı vesile yaparak Rabbime iltica ettim. İnayet-i ezeliye, beni Kur’ân’a teslim edip, Kur’ân’ı bana muallim yaptı. İşte, Kur’ân’dan aldığım dersler sâyesinde o belâlardan halâs olduğum gibi, nefis ve şeytanla yaptığım muharebelerden de muzafferen kurtuldum. [Katre]
İNSANIN EN BİRİNCİ ÜSTADI ve TESİRLİ MUALLİMİ VALİDESİDİR
Eğer hakikî şefkat sû-i istimal edilmeyerek, biçare veledini haps-i ebedî olan Cehennemden ve idam-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsa, o veledin bütün ettiği hasenâtının bir misli, validesinin defter-i a’mâline geçeceğinden, validesinin vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de, değil dâvâcı olmak, bütün ruh u canıyla şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlât olur.
Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda kat’î ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:
Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum. [Yirmi Dördüncü Lem'a]

Yayının her çeşidi sırren tenevverettir

23 Kasım 2011 / 23:55
Abdullah Yeğin ağabey ve Fevzi Allahverdi ile Risale-i Nur’daki konular üzerine bir sohbetin notları…

Röportaj: Dursun Sivri-RisaleHaber

Abdullah Yeğin ağabeyi Fevzi Allahverdi ile birlikte Ulus Hacı Bayram semtindeki AHİ Vakfına restore edilmiş mekanda dersanede ders okurken bulduk. Kastamonu Lahikasından Hoca Haşmet’in sualine, Feyzi ve Emin ağabeylerin naklettiği cevabı olan bölümü okudu. Ahir zamana dair hadislerin yorumunu yapan bazı hocalar gibi bugün de farklı yorumlar yapıyorlar. Ortaokul döneminden beri Üstad Bediüzzaman hazretlerinin yakınında bulunmuş ve el’an devam eden asırlık mânevi çınar saff-ı evvel Abdullah Yeğin ağabeyi görmüşken fırsat bulup bir iki sual sorduk.

Sonra sohbetin akışına göre memuriyet hakkında suallerimiz oldu. Zira Üstad memuriyete Münazarat’ta “Çingenelik” olarak tavsif ettiği bir ibare de vardı. Gerçi öğretmenler için işin ortası yok, ya minarenin doruğu ya da kuyunun dibi benzetmesini yapıyor. Dindar öğretmen ve aksi düşünceye sahip olanların talebelerin üzerindeki etkisini tarif etmek için. Diğer bir sualimiz de Beiüzzaman’ın kabri konusunda olmuştu. Tahiri Mutlu ağabeyin “ilânihaye gizli kalmayacak ileride Mevlâna nın kabri gibi yeri belli olacak” şeklindeki hatıra notlarını hatırlattık. Tahir abi ismi geçince öncelikle gayet nazik bir üslupla kendi mülâhazasını beyan ettiler.

Abdullah yeğin okuyor:

Azîz, Sadık, Muhterem Kardeşimiz Hoca Haşmet!
Senin, müceddid hakkındaki mektubunu hayretle okuduk ve Üstadımıza da söyledik. Üstadımız diyor ki: Evet bu zaman hem îman ve din için, hem hayat-ı içtimai ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i îmaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür.

Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor. Rivâyât-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, îmanî hakaikteki tecdid itibariyledir. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında zâhiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve siyaset-i dîniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile o nokta-i nazardan bakıyorlar, mâna veriyorlar.

Hem bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte, bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi pek uzak, âdeten kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevî'nin (A.S.M.) cemaat-ı nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdi'nin ve cemaatindeki şahs-ı mânevîde ancak içtima 'edebilir. Bu asırda, Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur'un hakikatına ve şâkirdlerinin şahs-ı mânevîsine, hakaik-i îmaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış. Yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fâtihane neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüzbinler ehl-i îmanın îmanlarını kurtardığını kırkbinler adam şehadet eder.

Amma benim gibi âciz ve zaîf bir bîçarenin, böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklemek tarzında, şahsımı medar-ı nazar etmemeli diyor ve size selâm ediyor. Biz de zâtınıza ve oradaki Risale-i Nur'la alâkadar olanlara selâm ediyoruz.
Risale-i Nur şakirdlerinden Emin, Feyzi, Kâmil…

HAYAT-I İÇTİMAİYEDE HİZMET EDENLER YAVAŞ YAVAŞ EHL-İ İMANDAN KİMSELER OLUYOR

Abdullah ağabey, bu anlamlı mektubun ardından size birkaç soru sorabilir miyiz?

Buyurun sorun… biliyorsak cevap veririz

Üstad üç mühim vazifeden bahsediyor. Hayat-ı içtimaiye ve şeriat, hukuku amme ve siyaset diğeri de hakaik-i imaniyeyi muhafaza… Bu mühim vazifelerden ilk ikisi için ehemmiyetli bir müceddidin lazım geldiğini beyan ediyor. Fakat bu iki vazifede de etkin bir müceddit bu zamanda gelemeyeceğine göre iman hakikatlerini beyan edecek olan Zatın diğer iki vazifeyi de şahs-ı manevi vasıtasıyla yerine getireceğini söylüyor. Bunu nasıl anlamlıyız?

Şimdi hayat-ı içtimaiyede hizmet edenler yavaş yavaş ehl-i imandan kimseler oluyor. Bu insanların bir çoğu Risale-i Nur okumuş kimseler. Onlar din namına, İslamiyet namına hangi hizmeti yapıyorlarsa yine hepsi Risale-i Nur hesabına yapılıyor. Şimdiki hayat-ı içtimaiyenin bu denli müsbet değişmesi Risale-i Nur’un bir meyvesi, bir kerametidir. Bir çoğu da bunun farkındadır…

ÜSTAD SİYASİLERE “SİZ İSLAM HALKINI ARKANIZA ALIN” DİYOR

Hayat-ı içtimaiye ile şeriatı birlikte zikrediyor Üstad hazretleri. Çünkü birbiriyle tamamen bağlantılı. Aynı şekilde hukuk-u amme ve siyaseti de bir kategoride değerlendiriyor…

Üstad bu mektupta soruyu soran şahsa çok güzel bir yanıt vermiş. O kişi müceddidi soruyor. Üstad ise Mehdi’yi anlatarak, bir nevi: “Senin o müceddidden beklediğini bu zamanda ancak Mehdi yapabilir” diyor. Hem imanı tecdid eden, hem hayat-ı içtimaiyeye bakan, hem de hukuk-u ammeye bakan vazifenin yerine getirilmesini, hepsini Risale-i Nur sağlıyor. Mesela Üstadın Muhakemat, Münazarat, Hutbe-i Şamiye gibi eski eserlerinin hepsi Risale-i Nur’un içinde mevcut. Şimdi hükümetten biri de onu okur, ona göre hareket ederse o vazifeler yerine gelmiş olur. Üstad Hazretleri “Siz İslam halkını arkanıza alın” diyor siyaset yapanlara. “Bu alem-i İslamın Türkiye’ye olan ihtilafı ortadan kalksın” diyor. Bunları ta en başından beri söylüyor ama daha yeni, şimdiki siyaset alem-i islamı arkasına aldı.

BAĞDAT PAKTI KURULDU DİYE ÜSTAD BAYRAM EDİYOR

O gün Menderes Irak’la, İran’la Bağdat paktı’nı kurdu diye, Üstad bayram ediyor. Üstad, “Benim hayatımda beklediğim buydu. Siz bu ırkçılığı kaldırdınız” diye onları hep tebrik ediyor. ”Alem-i İslama büyük bir kuvvettir bu” diyor. Demek şimdiki siyasete de düşen bu. Üstad, “Bu hükümet, bu millet, yakın bir gelecekte şerefini, haysiyetini, mefahir-i tarihiyesini ve mevcudiyetini Risale-i Nur’un ibrazıyla gösterecek” diyor. Şimdi bizim hükümetimiz, Diyanetimiz, gittiği bütün Arap ülkelerine: “Şu kitapları önce sen oku, sonra da gençliğine bastır ve okut” dese, bir okuyacaklar ki, “Allah Allah benim çocuğum da buna muhtaç, bütün alimlerim de buna muhtaç…” Şeriatla yönetilen ülkelere de gitse bunu duyacak, dünyadaki bütün ülkelere de gitse bunu duyacak. Mesela Hıristiyan ülkesine sorsa, “Kardeşim gençliğinizden memnun musunuz? Gençleriniz kiliseye devam ediyor mu? İstikbale nasıl bakıyorsunuz?” Cevabı yok. Çünkü mektebinde imansızlık okutuyor. İman yok, din yok…

İLERİDE GELECEK OLAN DA ZATEN NUR CEMAATİ

Bizimki dese, “Al şu kitabı bu sorunun temeli Allah’a inanmamaktan kaynaklanıyor.” Böylece hayat-ı içtimaiyeyi, hukuk-u ammeyi temin etmiş de olacaklar. Geçenlerde bir papaz itiraf etti, “Nur talebelerinin arasındaki uhuvveti biz Amerika’ya taşıyabilirsek Amerika’yı kurtarabiliriz. Yoksa biz batacağız.” Üstad hazretleri “ben şimdi bu iman hizmetini yapıyorum. O şahıs ileride gelecek” diyor. İleride gelecek olan da zaten Nur cemaati. Yine onun cemaati… Bazıları tutturmuş ileride gelecek, ileride… diye. Bu vazifeleri Risale-i Nur şimdi yapıyor zaten.

MEHDİ GELSİN DE NE YAPSIN? YAPACAĞI İŞ KALMADI Kİ

Aslında soru gelecek zat diye sorulduğu için, Üstad hazretleri de cevabında niçin “gelecek” kelimesini kullanıyor?

Fevzi Allahverdi: Bayram ağabey bazen bu konuyu sorar Üstad’a. Üstad hazretleri O’na “Üstad’ın varken hala gelecek diyorsun” diye cevap verir. Şimdi “Mehdi gelecek, ileride gelecek” deniyor. Mehdi gelsin de ne yapsın? Yapacağı iş kalmadı ki Risale-i Nurdan sonra. Eğer tarihi geri çevirip de, yeniden Osmanlı’nın yıkılışına dönersek, imansızlığın meslek haline geldiği yıllara… İmansızlığın iman olduğunu zannediyorlardı. Risale-i Nur onların kafasına vura vura imanı anlattı. En muarızları dahi imana getirdi. Dünyada bu böyle oldu. İman-ı külli… Rusya ne diyordu? “Ben Allah inancını değil ülkeden, dünyadan sileceğim.” Şimdi ne diyorlar? “Biz çöktük, yıkıldık. Memleketimizi de batırdık. Gelin caminizi de açın. Kilisenizi de açın.” Bunların hepsi Risale-i Nurlar sayesinde oldu işte.
Bazılarının iddia ettiği gibi, “Mehdi geldi, devlet idaresini eline alıyor” gibi şeyler mümkün olsaydı Üstad bu hakikatleri yazamazdı. Zamanı kalmazdı. Okurken bile şimdi koca bir külliyat…

EĞİTİM NOKTASINDA ÖYLE İNCELİKLER SUNUYOR Kİ

Şimdi Üstad İstanbul’a gelince Osmanlının kötü durumuna bakarak, bunun çaresini düşünüyor. Mesela eğitim noktasında öyle incelikler sunuyor ki, ben bir cümle okuyorum. Kafam çatlıyor yani. Eğitimde, ekonomide, rejimde, diyanette, siyasette, hepsinin hukukunu inceden inceye vazeden eserler bunlar. Mesela Üstad diyor ki, “Memurîn hakkıyla vazifesini îfa etse, memur olmayan ilcaât-ı zamana muvafık sa'yetse, sefahete vakit bulmayacaktır.” Şimdi neden insanlar sefahate vakit bulabiliyor? Sorusuna en güzel cevap bu. Çünkü akşama kadar oturuyor, vazifesini hakkıyla yerine getirmiyor. Risale-i Nur talebesi de değil ki Cevşen okusun, Kur’an okusun, Risale-i Nur okusun… Diğer tarafta Avrupa işsize para veriyor. Bu verilemez. Oturmakla para kazanıyorlar. Ya da; “Al sana bu işi yap ama mahsulünü ben alacağım” dese gene olur. Yani açıktan para vermektense, çalıştırıp karşılığını verebilir.

ÜSTAD EĞİTİMDE “TAKSİMÜL AMAL YAPIN” DİYOR

Başka bir örnek vereyim. Mesela eğitimde, “Allah kader-i ezelide her bir şahsı ayrı bir kabiliyetle yarattığından taksimül amal yapın” diyor. Şimdi Avrupa ne yapmaya çalışıyor? Çocuk yaştan bu insanın eğilimi ne tarafa diye bunu tespite çalışıyor. Meyli, zevki, keşfi, hangi tarafaysa eğitimde onu o tarafa yönlendiriyor. “Biz bunu yapmadık. Cehennem cehline muhatap olduk. Mazide bunu yaptık. İlim cennetine dahil olduk” diyor Üstad. Bakın eğitimde Avrupanın yıllarca inceleyerek bu gün ancak ulaşabildiği şeyi Üstad o zaman söylüyor. “Taksimül amal yapın” diyor. Çünkü Allah kaderi ezeli de herkesi ayrı bir kabiliyette yaratmış. Yani memleket meselelerine dair ne varsa hepsini yazmış, sorunları tesbit edip, çözüm yollarını göstermiş Üstad Hazretleri…

MEMUR OLMANIN ŞARTLARI

Abdullah Yeğin: Memur olmanın da üç şartı var;
Birincisi; mesleğini Risale-i Nura alet edecek, vasıta yapacak. Hem işini yapacak hem de etrafındaki insanlara Risale-i Nur’u tanıtacak veya hizmetinin şekline göre vesile olacak.
İkincisi:mesleğini pürüzsüz, eksiksiz, doğru-dürüst yapacak. Aldığı maaşı helal ettirecek şekilde çalışacak.
Üçüncüsü; Aldığı maaşı lüzumsuz yere harcamayacak. Yani israf etmeyecek.
Bu üçünü yapan memur olabilir.
Bunu yapmayan Nur talebesi çok zarar görür. Yani eline çok para geçiyor diye çocuğuna araba alıyor. Hanımına araba alıyor. Ben Avusturya da gördüm. Her evde iki, üç araba var. Her tarafta iki, üç katlı, bahçeli evler…

NEŞRİYATIN HER ÇEŞİDİ SIRRAN TENEVVERET…

Abdullah ağabey başta okuduğunuz mektubun sonunda Feyzi ve Emin ağabeyleri zikrettiniz. Tabi siz Üstadın zamanında yaşadınız. O günkü hizmet tarzıyla alakalı Feyzi ve Emin ağabeyler gibi talebelerle yaptığınız hizmetler ve o zamanın hizmet şartlarından biraz bahsedebilir misiniz?

Anlatacak çok şey var ama kardeşler hepsini Risale Haber’de yayınlayamazlar.

Bir ağabeyimiz “İnternet: Sırren tenevveret” diyor

Zaten Celcelutiye’de dahi buna önemli işaret ediyor: “sırran tenevveret.” Lem’alarda izah ediyor. Neşriyatın her çeşidi sırran tenevveret…

BEDİÜZZAMAN’IN CELCELUTİYE’DE OKUMADIĞI BÖLÜM

Peki Celcelutiye demişken bizzat size soralım. Üstad hazretleri Celcelutiye okurken, “Bir yer var okumuyorum, okusam bunların binini bir anda götürürürüm” diyor. O bölüm şu an mevcut mu?

O gibi şeylere pek benim aklım ermez. Ama bir yer varmış sanırım. Ben burayı okumuyorum dediği… Ama işte Üstadın mesleğinde bu yok. Dünyayı istemiyordu. Her zaman derdi: “Biz istihdam olunuyoruz. Allah (c.c) bizi çok mühim işlerde çalıştırıyor. Bizim haberimiz olmadan çalıştırılıyoruz. Ben bir kuru üzüm çubuğu gibiyim. Ben hizmetkarlıktan başka bir şeyi kabul etmiyorum.” Makam, mevki, nam, şöhret istemiyordu. Yani mezarının gizli olmasını vasiyet etmesinin sebebi de gene bu.

ÜSTADIN MEZARININ GİZLİ KALMASI İLÂNİHAYE Mİ OLACAK?

Tahir ağabeyle ilgili yazılan bir kitapta bu konu kendisine soruluyor. O da: “Olur mu kardeşim? Belli bir zaman sonra onun da Mevlana gibi türbesi olacak” diye cevaplıyor.

Tahir ağabeyin kim olduğu bellidir. Üstadın has talebelerindendir. Şimdi biz mezar ziyaretinin ne olduğunu bizzat gözümüzle Urfa’da gördük. Üstadımızı ziyarete gelenlere bakıyorsun, adam okuyor, üflüyor, oradaki çeşmeden akan suyla şerbet yapıp hastalarına içiriyor. Toprağını ceplerine koyup götürüyor. Şeker getiriyor evden mezarın üstüne bırakıyor. Biraz sonra alıp tekrar evine götürüyor. Sonra mezara karşı namaz mı kılınır? Şafii mezhebinde varmış. Düşünün, Üstad böyle ister mi? Bakın Suudi Arabistan’a neden mezarların hepsini dümdüz yapmış? Böyle Avrupa mezarlarına benzetmemiş.
Biz zat anlatmıştı. “Benim mezarımı çekiçlerle, taşlarla yapacaklar” demiş. Şimdi öyle mezarlar yapıyorlar ki çimentoyla beraber bina yapar gibi mezar yapıyorlar. Mısır’da kabirleri öyle bir yapmışlar ki. Fakir fukara hepsi mezarlıkta yatıp kalkıyor. Ev gibi yapmışlar… Yani İslamiyette mezarlığa kıymet vermek diye bir şey yok ki… Yani sağ kalanlara işaret olsun diye bir taş koyup, işte mezar burada demeye müsaade var.

www.RisaleHaber.com


Risale-i Nur'lar Sharjah kitap fuarında - FOTO

24 Kasım 2011 / 10:23
BAE'e bağlı Sharjah'da düzenlenen kitap fuarına Türkiye'den sadece 3 yayınevi katıldı.

Risale Haber - Haber Merkezi
Birleşik Arap Emirliklerine bağlı Sharjah Emirliği'nde düzenlenen kitap fuarına Türkiye'den sadece 3 yayınevi katıldı.
Risale Haber'e açıklama yapan Abdülkerim Baybara 16 Kasım'da başlayan Sharjah Kitap fuarına Türkiye'den Risale-i Nur üzerine yayın yapan Sözler Neşriyat, Nil Yayınları ve Hayrat Neşriyat'ın katıldığını belirtti. 26 Kasım'a kadar fuarın devam edeceğini bildiren Baybara, BAE'de bir kitap fuarına 3 yayınevimizin birden katılmasının önemli bir gelişme olduğunu ve hizmete vesile olmasını arzu ettiklerini ifade etti.
Sharjah Kitap fuarından fotoğraflar için TIKLAYINIZ

Atatürk: Tunceli'deki icraatlarımızın neticesi...

24 Kasım 2011 / 09:34
TBMM tutanakları, Atatürk'ün Dersim'de yaşananlardan haberdar olduğunu ortaya koydu

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün "Atatürk, Dersim Katliamından haberdardı" sözleriyle başlayan tartışma büyüyor. TBMM tutanakları, Atatürk'ün Dersim'de yaşananlardan haberdar olduğunu ortaya koydu.
CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün bir röportajında söylediği "Dersim Katliamından Atatürk'ün haberi vardı" sözleri büyük bir tartışmanın da kapısını araladı. Başbakan Erdoğan'ın da dahil olduğu tartışma, CHP içinde yeni bir Kemalizm polemiğini daha başlattı. Gündemi meşgul eden bu tartışmanın öznesi olan Atatürk'ün, gerçekten Dersim'e yönelik yapılan askeri harekâtlarda Atatürk'ün rolü var mıydı?
"Dersim halkı cahildir!"
TBMM tutanakları, Atatürk'ün Dersim'de neler yaşandığını bildiğini gösteriyor. Askeri harekâtlar henüz başlamadan önce, 1 Kasım 1935 günü TBMM'de hitap eden Atatürk, 'Dersim bölgesinde esaslı bir ıslahat programının tatbiki de düşünüldüğünü' açıklamış. Bundan 1 ay sonra Meclis'e getirilen "Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun" görüşmelerinde konuşan Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Dersimliler hakkında şu ifadeleri kullanıyor: "Halkı cahildir. Halkı fakir olur ve eli de silahlı bulunursa tabii böyle bir yerde vukuat eksik olmaz. Aşağı yukarı her memleketin elinde böyle geri kalmış yerleri vardır. Burada zuhur eden vukuatlar müteaddid harekâtı askeriyeyi icap ettirmiştir."
Meclis'te ilk Dersim tartışması
Tunceli'nin idaresi hakkında "Vilayetin yönetimi için korkomutan rütbesinde bir zat vali ve kumandan seçilir" maddesiyle başlayan kanun hakkında söz isteyen Trabzon mebusu Raif Karadeniz, neden Tunceli'ye yönelik ayrı bir kanun getirildiğini hayretle şu sözlerle soruyor: "Tunceli vilayetinde, memleketin diğer taraflarında tatbik edilen usullerden ayrı bir usul tatbik edilmesinin manası nedir? Arkadaşım bu noktaya itiraz etmemişlerdir. Fakat asil itiraz edilmesi lazım gelen mesele budur. Biz; muayyen bir mıntıkada hususi bir kanun yapıyoruz. Orada yaşayan vatandaşlar ancak bu kanun dairesinde Devletle münasebete girişecekler. Bunun manası fevkaladeliktir."
Yine söz alan Dahiliye Vekili Kaya, Karadeniz'in merakını şu sözlerle gidermeye çalışıyor: Hadiselerin ehemmiyeti nispidir. Eğer memleket 25 sene evvelki halinde olsaydı ki hepimiz o zamanı hatırlarız, bu gün Dersimin halini de normal görürdük. Bu gün Cumhuriyetin kuvveti sayesinde memleketin hiçbir yerinde bir hadise vuku bulmamakta iken, orada vukua gelen ufacık bir hadise kulaklarımıza ağır geliyor. Bunun için orada içtimai tedbirlerle asayiş ve intizamı korumak mecburiyetini hissediyoruz.
Dersim, medeniyet ve refah için bombaladı
Kemal Atatürk'ün de Dersim hareketleri hakkında meclis kürsüsünden mebuslara hitap ettiği anlaşıldı. 1 Kasım 1937 günü mecliste konuşan Atatürk, Dersim Harekâtları hakkında şu sözleri sarf ediyor: "Milletimizin layık olduğu yüksek medeniyet ve refah seviyesine varmasını alıkoyabilecek hiçbir engel bırakılmadığını ve bırakılmayacağını huzurunuzda söylemekle bahtiyarım. Tunceli'ndeki icraatımızın neticeleri, bu hakikatin yakın ifadesidir."
İnönü, "Sel seferleri" diyor
Askeri harekatların başarıya ulaştığından bahsederek, şu ifadeleri kullanıyor: "Büyük Meclisin malumudur ki Hükümet iki seneden beri Tunceli mıntıkasında hususi Islahat Programı tatbik etmektedir. Bu program, bu mıntıkayı medenileştirmek için bütün vasıtalarla ve hususi hükümler dahilinde orada geniş bir çalışma teferruatını ihtiva etmektedir. Mukavemet eden mıntıkada ne yapmalıyız? Biz buna "Sel seferleri" dedik."
Milli Gazete

Risale-i Nur okulda hangi metotla okutulacak?

20 Kasım 2011 / 23:58
Risale Akademi “Risale-i Nur Eğitimi” çalıştayı düzenliyor. Çalıştay koordinatörü B. Said Çiftçi sorularımızı cevapladı

Röportaj: Ahmet Bilgi-RisaleHaber
Risale Akademi 17 Aralık 2011 tarihinde “Risale-i Nur Eğitimi” çalıştayı düzenliyor. Çalıştay koordinatörü B. Said Çiftçi çalıştayla ilgili sorularımızı cevapladı.
“Risale-i Nur Eğitimi” üzerine bir çalıştay düzenliyorsunuz; amacınız nedir?
Risale Akademi olarak düzenlediğimiz bu çalıştayla iki amacımız var.
Birincisi, “Risale-i Nur’un eğitimi”dir ki, Bediüzzaman hazretleri hayattayken başlayan, nur dershanelerinde Risale-i Nur’un şahsi veya grupla okunması yöntemiyle anlaşılmaya çalışılması üzerine kurgulu sistemin daha etkili ve daha sistematik olarak geliştirilmesini sağlamak. Bu çerçevede “Risale-i Nur eğitiminde iyi örnekler”i paylaşmak.
İkinci amaç ise, “Risale-i Nurla eğitim”dir ki, okul ortamında öğrenilmesi amacıyla, Risalelerin öğrenme amaçlarını, yöntem ve etkinliklerini, kazanım ve öğrenme çıktılarını, ölçme ve değerlendirme (özellikle alternatif) araçlarını eğitim bilimleri içinde sistemleştirmek.
RİSALE-İ NUR OKULLARDA OKUTULSAYDI HANGİ METOTLA GERÇEKLEŞTİRİLEBİLİRDİ?
Biraz daha açar mısınız?
Risale-i Nur’un öğrenilerek manalarının hayata geçirilmesine zemin hazırlayan ve büyük nur camiasının olmazsa olmazlarından olan medrese-i Nuriyelerde verilen eğitimin pedagojik temellerini gözden geçirmek ve daha sistematik bir hale getirilmesine dair bu hizmette emeği geçmiş, hem pratiği ve hem de teorisi olan görüşleri paylaşmaktır. Bu amaca bağlı olarak, ayrıca, Risale-i Nur eğitimcisinin profilini, dershanelerdeki öğrenme ortamlarını ve öğrenme materyallerini gözden geçirmektir. Burada hedef “Daha nitelikli Risale-i Nur talebesi” yetiştirme etkinliklerini konunun uzmanlarıyla birlikte gözden geçirmektir.
İkinci amaç ise yepyeni bir hedefi olan bir çalışma. Risale-i Nur’un formel eğitim sisteminde yerini belirlemektir. Şöyle bir sorunun cevabı nedir –mesela-: “Risale-i Nur okullarda okutulsaydı, bu nasıl ve hangi metotla gerçekleştirilebilirdi?”
Buna benzer sorulara Bediüzzaman’ın izin verdiği “şerh, izah ve tanzim” boyutundan baktığımızda, eğitim bilimlerinin düsturlarından faydalanmak gerektiği ortaya çıkıyor. Onun için eğitim entelektüellerine yaptığımız çağrıdaki ana başlıklar bu amacı gösteriyor. Risale-i Nur’un öğrenme alanlarının belirlenmesi. Öğrenme alanlarının alt konularının belirlenmesi. Her konunun kazanımlarının (öğrenme çıktılarının) neler olduğunun deşifre edilmesi, öğrenme etkinliklerinin dokümante edilmesi, öğrenme materyalleri, araç ve gereçlerinin ortaya çıkarılması, öğrenmenin ölçme ve değerlendirilmesi gibi pedagojik formasyonun tüm aşamalarını kapsayan bir çalışmanın zeminini ve bunları gerçekleştirecek beyin kaynaklarını arıyoruz Risale Akademi olarak.
RİSALE-İ NUR’UN BİR EĞİTİM VİZYONU VAR
Sizi bu çalışmaya sevk eden sebepler nelerdir?
Pozitivist anlayışın ürünü olarak fen bilimleri bir dönem çok popülerdi. Çünkü merkez üssü otoriter yönetimler olan devletler, fen bilimlerini dünya egemenliğinin, sömürünün bir aracı olarak kullandılar. Teknolojiyi bu amaçlarla geliştirip dünya savaşlarına sebebiyet verdiler. Sonra sosyal bilimler ve sağlık bilimleri öne çıktı. Çünkü “insan” keşfedildi. BM ve içindeki insancıl yapılar insan topluluklarını önceleyince sosyal bilimler öne çıktı ve hala önde. Ama bu arada otoritenin bekasına beyin gücü yetiştirmekte kullanılan eğitim alanı, son çeyrekte insanı önceleyince, eğitimin amacının da insanı keşfetmek, onu anlamak ve onun fıtratına göre eğitim vermek olduğu ortaya çıktı. Hatta önceleri sosyal bilimlerin içindeyken, eğitim bilimleri bağımsızlığına bile kavuştu. Böylece eğitim döndü dolaştı Bediüzzaman’ın “insanın bu dünyaya gönderiliş gayesi taallümle tekemmül etmektir” tezine geldi. Çünkü Risale-i Nur’un bir eğitim vizyonu, bir de ulaşmak istediği bir model insan var. Bu modele de bizim ortaya çıkarmamızı istediği eğitim stratejileriyle ulaşmayı hedeflemektedir.
BİLİMSEL DELLALLIK YAPMAK
Şu anda dünyada, özellikle ABD ve Avrupa’da Eğitim Bilimleri dünyada en hızlı gelişen bir alan. Çünkü, insanla ilgili konu çok. İnsan bozulunca sosyal alanlar da bozuluyor. İnsan bozulunca insanın kullandığı teknolojinin amacı değişiyor; teknoloji insanlığı ve onun manevi ve maddi değerlerini tahrip etmekte kullanılıyor. İşte bakın, Bediüzzaman’ın ne kadar ileri görüşlü olduğunu, ana konusu “insan” olan Risale-i Nur’u yazmasından anlıyoruz. Risale Akademi olarak bizim de yaptığımız şey insan türünün aradığı bu hakikatleri duyurmak, bilimsel dellallık yapmaktır.
RİSALE-İ NUR’UN ÇOKLU ZEKÂ AÇISINDAN İNCELENMESİ DURUMUNDA…
Eğitim Bilimleri alanında dünyada hangi gelişmeler var?
Şu anda en popüler konuların başında 21. Yüzyıl insanlarının düşünme ve öğrenme üst becerilerindeki değişimler gelmektedir. Teknolojinin, özellikle internetin yaygınlaşmasıyla, alt düzey zihni beceriler doğal öğrenme yollarıyla okul dışında da kazanılıyor. İnsanın düşünme düzeyindeki kapasite o kadar yükseldi ki okullar ve okullarda okutulan müfredatlar bunları karşılamıyor. Artık ya okullara gerek kalmayacak veya okullar varlıklarını sürdürmek istiyorlarsa daha üst hedefleri olan kurumlar haline dönüşmelidir.
Üst düzey zihinsel beceriler yanında, pozitivist gelenek nedeniyle ihmal edilen “duyuşsal beceriler” de artık gündemde. Nasıl ki üst düzey zihinsel beceriler akıl dairesinin tasarrufuyla ilgiliyse, duyuşsal beceriler de kalp dairesinin tasarrufunda olan becerilerdir. Akıl-kalp birlikteliği, maddi-manevi eğitimin birlikteliği, aklın nuru ile kalbin ziyasının ittifakı artık gündemde. Duyuşsal beceriler “Duygusal zekâ” “Ruhsal zekâ” vb. olarak da ele alınıyor ve okullarda ve iş yerlerinde kullanılıyor.
Bunun yanında, uygulanmakta olan çoklu zekâ var. Risale-i Nur’un çoklu zekâ açısından incelenmesi durumunda, bir sohbette, her meslekten ve her yaş grubundan bulunan insanların nasıl ondan istifade ettikleri anlaşılacaktır. Risale-i Nur’u okul öncesi eğitim gören çocuklardan başlayarak üstün zekâlı çocukların eğitimine kadar geniş bir yelpazede yer alan öğrenci grubunun istifadesine nasıl sunabileceğimizi konuşmamız lazım. Yetişkinlerin eğitimi ve hayat boyu öğrenme perspektifinden de yine aynı soruyu tekrarlamak gerekiyor.
Risale-i Nur’u inceleyen bir eğitim bilimci onda çok farklı şeyler görecektir. Ondaki öğrenme alanları insana en gerekli alanlardır. Dünya ölçeğinde, okulların etkinliğinin kaybolmasının en temel sebeplerinden birinin, okulların (ders programlarıyla birlikte) gelen neslin temel ihtiyaçlarına cevap verememesidir. Öğrenimin sadece sayısal alan hâkimiyetiyle değil, sözel ve ruhsal alanlarla birleştirilmesi gereği gündemdedir. Onun için dünyada eğitimciler sıkça toplanıp geleceği kestirmeye, 2025, 2050, 2075’de nasıl bir insan gelecek sorusunun cevabını tahmin etmeye çalışıyorlar.
Peki, Risale-i Nur gibi eğitim bilimleri açısından hazine kaynak olan eserleri okuyanlar bu konuda neler düşünüyorlar? Kıyametin kopmasını geciktirmek istiyorsak insan üzerine daha çok yoğunlaşmak gerekiyor. Bana göre Risale-i Nur, müfredatı görünmeyen bir ders kitabıdır. Biz eğitimcilerin işi onun arka planındaki görünmeyen müfredatını ortaya koyup görünebilir yapmaktır.
HİÇBİR İNSAN RİSALESİZ KALMASIN!
Çağrınız nedir?
“Risale-i Nur’u okumak ve okutmak” gayesine matuf olarak, gelin bu hakikatleri hem geleneksel dershane eğitimi anlayışımızı eğitim bilimlerinin yöntemleriyle verelim. Hem de resmi eğitim çerçevesi içinde verebilelim. Eğitim bilimci akademisyenler başta olmak üzere bu konuda kendini yetkin, tecrübeli gören, bu konuda sözüm var diyen herkesi bu konularda kafa yormaya, düşüncelerini ve hazırlıklarını 17 Aralık 2011’de bizimle paylaşmaya davet ediyoruz. Risale Akademi olarak “Hiçbir insan Risalesiz kalmasın!” diyoruz.
www.RisaleHaber.com


Cemaatin mahsulatını bir şahsa atfetmek

24 Kasım 2011 / 00:01
Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim
İ’lem eyyühe’l-aziz!

İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki: Büyük bir cemaatin mesaisine terettüp eden—hasenatı intaç eden—semeratı bir şahsa isnad ve ona mal ederler. Bu zulümde bir şirk-i hafî vardır.
Çünkü, bir cemaatin cüz-ü ihtiyârîsiyle kesb ettikleri mahsulâtı bir şahsa atfetmek, o şahsın, icad derecesinde harikulâde bir kudrete mâlik olduğuna delâlet eder. Hattâ eski Yunanîlerin ve Vesenîlerin ilâheleri, böyle zâlimâne tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsulüdür.

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK
acip : hayret verici, tuhaf
atfetmek : bir işi veya sözü bir kimseye yüklemek, dayandırmak
besâtet : tek unsurdan meydana gelen eser, sadelik
binaenaleyh : bundan dolayı
celb eden : çeken
cemaat : topluluk
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cüz-ü ihtiyârî : insanda bulunan sınırlı irade
delâlet etmek : delil olmak, işaret etmek
ferdiyet : teklik, birlik
fesübhânallah : “Allah’ı her türlü kusur, ayıp ve eksiklerden tenzih ederim” mânâsında bir hayret ifadesi
feyiz : bereket, bolluk
feyz-i İlâhî : Allah’ın feyzi, lütfu
gaflet : dalgınlık, dinî sorumluluklarını unutup dünya ile ilgili şeylere dalma
habbe : dane, tohum
hâli : boş; uzak
halk etmek : yaratmak
hardale : hardal tanesi
harikulâde : olağanüstü
hasenat : iyi ameller, hayırlar
husûle gelmek : meydana gelmek
i’lem eyyühe’l-aziz : Ey aziz kardeşim bil ki!
icad : var etme, yapma
ihata etmek : içine almak, kapsamak
ilâhe : tanrıça
inkılâp etmek : değişmek, dönüşmek
intaç eden : sonuç veren
isnad etmek : dayandırmak
kesb etmek : kazanmak
kesret : çokluk
kudret : güç, iktidar
kuvve-i hafıza : hafıza gücü, bellek
lâtife : duyu, ince hislerden herbiri
mahal : yer
mahsul : ürün; elde edilen şey
mahsulât : ürünler; elde edilen şeyler
mal etmek : yüklemek, ait olduğunu göstermek
mâlik olmak : sahip olmak
mesai : çalışma; çalışmalar, çabalar
min haysü lâ yeş’ur : hissedilmeden; farkına varılmadan
miskinlik : zavallılık
muhtelif : çeşitli
mukavemet etmek : dayanmak, karşı koymak
nazar : bakış açısı
sahra : geniş çöl; ova
semerat : meyveler; neticeler
suret : şekil, tarz
şirk-i hafî : gizli şirk, gizli küfür
şuur : bilinç
tâbi : bağlı
tabir edilen : adlandırılan
tasavvurat-ı şeytaniye : şeytanî tasavvurlar; şeytandan gelen tasarılar, kurgular
terettüp eden : sonuç olarak çıkan
terkip : çok sayıdaki unsurların bir araya getirilmesiyle ortaya çıkan eser, birleşik
vahdet : birlik
vaziyet : durum, hâl
Vesenî : putperest
Yunanî : Eski Yunanlılar döneminde çeşitli varlıklara ve tabiat olaylarına ilâhlık veren bâtıl dinlere mensup olan
zâlimâne : zalimce
zikir : Allah’ı anma
zikreden : Allah’ı anan
zulüm : haksızlık

Şehit öğretmenler Kur'an ve dualarla anıldı

24 Kasım 2011 / 08:27
Van Depreminde şehit olan 75 öğretmen için, 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle anma programı düzenlendi

Van Depreminde şehit olan 75 öğretmen için, 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle Samsun'da düzenlenen anma programda Kur’ânı Kerim okundu, dualar edildi, ilâhiler söylendi.

Van Depremi’nde şehit olan 75 öğretmen, Türkiye’yi bir kez daha yasa boğdu. 24 Kasım Öğretmenler Günü sebebiyle Karadeniz Eğitim Yardımlaşma Derneği (KEYDER), depremde şehit olan öğretmenler için anma programı düzenledi. Afette vefet eden öğretmenlerin ailelerinin de katıldığı anma programında gözyaşı sel oldu. Geceye telefonla bağlanan Van Millî Eğitim Müdürü Ali İhsan Sayılır, depremde büyük acılar yaşadıklarını belirterek, şehit öğretmenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına ve eğitim camiasına da baş sağlığı diledi.
Anma programında hafız Mustafa Özyılmaz, dâvetlilere Kur’ân-ı Kerim tilâveti sundu. Eğitim şehitlerinin öz geçmişlerinden hazırlanan videolarının izlendiği gecede duâlar edildi. Sanatçı Süleyman Erkişi, seslendirdiği ilâhilerle geceye renk katarken, davetlilere Kur'ân-ı Kerimler dağıtılarak toplu hatim yapıldı. KEYDER Başkanı Osman Kabaş, depremde şehit olan öğretmenler için hazırladıkları anma programını, ailelerinin acısını bir nebze hafifletmeyi ve bu acıyı paylaşmak amacıyla hazırladıklarını söyledi.
Cihan


Hür Adam-Said Nursi için 20 yıl bekledik

24 Kasım 2011 / 08:44
Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezi'nde gerçekleştirilen Sinema Söyleşileri programında bu ayki konusu Hür Adam filmi oldu

Tiyatro ve sinema Oyuncusu Zuhal Öztürk'ün moderatörlüğünde gerçekleşen programın konukları; Hür Adam filminin başrol Oyuncusu Mürşüt Ağa Bağ ve filmin senaristleri Mehmet Uyar ve Ahmet Çetin oldu.
"Film İçin 20 Yıl Bekledik"
Gösterime girmeden tartışmaları da beraberinde getiren filmin senaristlerinden Mehmet Uyar, bu projenin gerçekleşmesi için 20 yıl beklendiğini ve bu uzun yılların ardından filmin çekim aşamasına geçildiğini ifade etti. Filmin diğer senaristi Ahmet Çetin ise filmin senaryosunun ortaya çıkarılması için Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili uzun soluklu araştırmalar yaptıklarını aktarırken, tarihte önemli izler bırakmış olan bu önemli şahsın hayat felsefesini anlamaya çalıştıklarını aktardı.
"Sabrı Öğrendim"
Filmin baş rol Oyuncusu olan Mürşit Ağa Bağ ise, böyle bir karakteri oynamaktan büyük bir mutluluk duyduğunu ifade ederken, "Büyük bir sorumluluk aldım ama bu sorumluluktan asla korkmadım" dedi. Ağa Bağ, film öncesi Said Nursi'yi tanımadığını ama rol teklifi geldiğinde içinde bulunduğu sorgulama anlarına ışık tuttuğunu söyledi. Ağa Bağ konuşmasında, oynağı rolle topluma faydalı olmak istediğinin altını çizerken, gelecek tepkilere de hazır olduğunu açıkladı. Ağa Bağ, "Zor ve bir o kadar da cesaret isteyen bir roldü. Rolü kabul ederken çevremden gelebilecek tüm tepkilere ise hazırdım. Bu değerli şahsı tam anlamıyla yansıtabilmek için uzun çalışmalarım oldu. Onu anlamaya ve hissetmeye çalıştım. Bu hissediş, o dönem beni sakatlığa kadar sürükleyecek olan sağlık sorunlarımı bir yana itmemi sağladı. Çekim sırasında duyduğum fiziksel acı, bana daha fazla sabırlı olmayı öğretmişti. Bu acı bu değerli şahsın çektiği acıların yanında bir hiçti. Bu rol bana çok şey kazandırdı ve umarım toplumda bu değerli şahsı daha iyi anlama şansına ulaşmıştır" dedi.
Filmin senaristlerinden Ahmet Çetin, Mürşit Ağa Bağ'ın Bediüzzaman Said Nursi'yi iyi tanıyabilmek ve onu yansıtabilmek için geceleri dahi çalıştığını aktarırken, oyuncunun çekimler öncesi yirmi kilo verdiğini söyledi. Çetin, senaryo aşaması boyunca Said Nursi'yi kimin oynayacağının merak konusu olduğu ama sonuçta seçilen Oyuncunun bu önemli şahsiyeti başarıyla beyaz perdeye taşıdığını belirtti.
Mehmet Uyar ise konuyla ilgili olarak, "Bu büyük şahsiyeti sinema karelerine sığdırmak bizim için çok zordu. Büyük bir hassasiyet içinde başlattığımız bu çalışma başrol oyuncusu ve tüm kadro ve aynı zamanda sonuç itibariyle başarılı bir çalışma oldu" dedi.
Program katılımcılardan gelen soruların cevaplandırılmasıyla son buldu.
Haberler
 
Üst