Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
RİSÂLE-İ NUR HER ŞEYE KÂFİ MİDİR? - Bir Makale
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="genc_kalem" data-source="post: 359391" data-attributes="member: 15919"><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'">Hem Bedîüzzamân Hazretlerinin “Risâle-i Nûr kâfîdir” şeklinde bir cümlesi yoktur. Belki Bedîüzzamân Hazretlerine âit olan cümle; “Risâletün-Nûr hakáik-ı İslâmiyyeye dâir ihtiyâclara kâfî geliyor, başka eserlere ihtiyâc bırakmıyor” şeklindedir. Birinci cümle, mutlak olup gizli ecnebî komitesine âittir; ikinci cümle ise Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerine âit olup, hem bu cümlede geçen “hakáik-ı İslâmiyye” kaydıyla; hem de bu cümlenin yer aldığı mektûbta geçen pek çok kayıtlarla mukayyeddir. O hâlde, “Risâle-i Nûr kâfîdir” cümlesi, o gizli ecnebî komitenin Müslümanları başta Kur’ân ve Hadîs olmak üzere sâir İslâmî kitâbları okumaktan alıkoymak için ortaya attığı sinsice bir plandır.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'">Elhâsıl: “Risâletün-Nûr hakáik-ı İslâmiyyeye dâir ihtiyâclara kâfî geliyor, başka eserlere ihtiyâc bırakmıyor” cümlesinden murâd; Risâle-i Nûr, altı erkân-ı îmâniyyenin aklî delîllerle isbâtı ve beş esâsât-ı İslâmiyyenin ma’nâ, esrâr ve hikmetinin beyânı husûsunda kâfîdir demektir. Yoksa, Risâle-i Nûr, akáidin tafsîlâtı ve fıkha dâir mesâilin îzâhatı husûsunda kâfîdir demek değildir.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'">(Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmânı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkíkí yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risâletü’n-Nûr’dadır.) Bu cümle, Risâle-i Nûr’un hangi cihetle kâfî olduğunu açıkça beyân etmektedir. Yâni, “Risâle-i Nûr, Kur’ân ve Hadîs’ten sonra îmânı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkíkí yapmak cihetinde Tasavvuf ve Kelâm ilimlerine bedel kâfîdir” demektedir. Zîrâ, Risâle-i Nûr, Tasavvuf ve Kelâm ilimlerinde tecdîdât yapmış, bu ilimleri Kur’ânî bir hâle getirmiş, asrın anlayışına göre îzâh etmiş ve Kur’ân’a bağlamıştır. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'">Evet,Tasavvuf ve Kelâm ilimleri, her ne kadar Kur’ân’dan alınmışsa da, zamânla başka şekle ifrâğ edildiğinden Kur’ânî bir ders usûlünden çıkmıştı. Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, onları tekrâr Kur’ânî bir ders usûlü hâline getirdi. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'">Bu açıklamamız, hâşâ Tasavvuf ve Kelâm ilimlerine artık ihtiyâc yoktur şeklinde anlaşılmamalıdır. Zîrâ, her mü’minin bilmesi lâzım gelen zarûriyyât-ı dîniyyesi ve Risâle-i Nûr’da geçen ba’zı ilmî ıstılâhların ma’nâları bu ilimlere dâir kaleme alınan kitâblarda mevcûddur. Bu konuların öğrenilmesi için o kitâblara mürâcaât etmeyi bizzât Müellif (ra) eserlerinde tavsiye etmiştir. Şerhü’l-Mevâkıf, Şerhü’l-Makásıd; Mîzân-ı Şa’rânî; Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî gibi. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'">(Evet, on beş sene yerine on beş haftada), yâni muvakkat bir zamânda (Risâletü’n-Nûr o yolu kestirir, îmân-ı hakíkíye îsâl eder.) Yâni, Tasavvuf ve Kelâm ilimleri vâsıtasıyla on beş senede ulaşılabilen hakáika; Risâle-i Nûr, --füruzât-ı dîniyyesini, yâni Kur’ân, Hadîs, akáid ve fıkhı bilmek şartıyla-- onu hakkıyla anlayan ve tatbîk eden talebelerini on beş haftada aynı hakáika ulaştırır. “Risâle-i Nûr kâfîdir” cümlesi mutlak olmayıp, “Îmânı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkíkí yapmak” husûsunda kâfîdir, demektir. Yâni, hakáik-ı îmâniyyenin aklî delîllerle isbâtı husûsunda kelâm ilminin serdettiği delîllere bedel; Risâle-i Nûr daha kuvvetli delîller serdetmiştir. Tasavvuftaki İmkân Âleminin keşfinden sonra Vücûb Âlemini keşfetmeye bedel; Risâle-i Nûr, Âlem-i İmkânla berâber Âlem-i Vücûbu ders vermiştir. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'">Hem, “Katî ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmânı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkíkí yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risâletün-Nûr’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risâletün-Nûr o yolu kestirir, îmân-ı hakíkíye îsâl eder” ifâdesi, kaziye-i mümkinedir. Herkes için geçerlidir, denilmez. Risâle-i Nûr’da böyle bir hakíkat var ve mümkündür. Fakat, herkes için, her zamân geçerli değildir. “Çalış, o ferd-i ferîd sen ol” demektir. Hattâ, müellif (ra), Hacı Hulusi Bey’e hıtâben yazılan Beşinci Mektûb’da şöyle buyurmaktadır: “Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile ba’zı hakáik-ı îmâniyyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakíkada o hakáika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayd kalmak, elbette kâr-ı akıl değil...” Bu Beşinci Mektûb’da beyân edilen hakíkat de kaziye-i mümkinedir. Herkes için geçerlidir, denilmez. Ancak bu hakíkat, Hacı Hulusi Bey’de tahakkuk etmiştir. Başka eşhâs hakkında da tahakkuku mümkündür.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'">Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın çok yerde îzâh ettiği gibi, zâhirden hakíkate geçmenin, yâni İmkân Âleminin arkasında tecellî eden ef’âl, esmâ ve sıfât-ı İlâhiyyeyi seyredip Cenâb-ı </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'">Hakk’ın vücûb-i vücûd ve vahdetini bulmanın ve bunun lâzımı olan diğer îmân hakíkatlerine ulaşmanın üç yolu vardır:</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"><strong>Biri:</strong> Tarîkat ve tasavvuftur ki; kalb ayağıyla hakíkate gider, zikir ve riyâzet ve tasfiye-i nefs üzerine müessestir.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"><strong>İkincisi:</strong> Mütekellimînin yoludur ki; akıl ayağıyla hakíkate gider ve imkân ve hudûs gibi delîller üzerine müessestir. Bu iki yolun esâsâtı da Kur’ân’dan alınmış, fakat zamânla başka şekle ifrâğ edilmiştir.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'book antiqua'"><strong>Üçüncüsü ve en birincisi:</strong> Kur’ân’ın doğrudan doğruya gösterdiği cadde-i kübrâsıdır ki, sahabe ve verese-i nübüvvetin yoludur. Risâle-i Nûr ise, bu yolu ta’kíb ve îzâh etmektedir. Akrebiyyet-i İlâhiyyenin inkişâfı ve velâyet-i kübrânın feyziyle; akıl ve kalbin imtizâcı ve berâber hareket etmesiyle her şeyde hakíkate, yâni esmâ-i hüsnâya bir pencere açmaktır. Bu yol “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” esâsları üzerine müessestir. Tasavvuf berzahına uğramadan ve İmkân Âleminde fazla dolaşmadan, her şeye ma’nâ-yı harfî ile nazar edip doğrudan doğruya esmâ-i hüsnâyı keşfetmektir. Bu yol, gáyet kısa ve kolay ve selâmetlidir. Çok zamân seyr u sülûke gerek kalmadan doğrudan doğruya hakáik-ı îmâniyyenin inkişâfından ibârettir.</span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="genc_kalem, post: 359391, member: 15919"] [SIZE=3][FONT=book antiqua]Hem Bedîüzzamân Hazretlerinin “Risâle-i Nûr kâfîdir” şeklinde bir cümlesi yoktur. Belki Bedîüzzamân Hazretlerine âit olan cümle; “Risâletün-Nûr hakáik-ı İslâmiyyeye dâir ihtiyâclara kâfî geliyor, başka eserlere ihtiyâc bırakmıyor” şeklindedir. Birinci cümle, mutlak olup gizli ecnebî komitesine âittir; ikinci cümle ise Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerine âit olup, hem bu cümlede geçen “hakáik-ı İslâmiyye” kaydıyla; hem de bu cümlenin yer aldığı mektûbta geçen pek çok kayıtlarla mukayyeddir. O hâlde, “Risâle-i Nûr kâfîdir” cümlesi, o gizli ecnebî komitenin Müslümanları başta Kur’ân ve Hadîs olmak üzere sâir İslâmî kitâbları okumaktan alıkoymak için ortaya attığı sinsice bir plandır. Elhâsıl: “Risâletün-Nûr hakáik-ı İslâmiyyeye dâir ihtiyâclara kâfî geliyor, başka eserlere ihtiyâc bırakmıyor” cümlesinden murâd; Risâle-i Nûr, altı erkân-ı îmâniyyenin aklî delîllerle isbâtı ve beş esâsât-ı İslâmiyyenin ma’nâ, esrâr ve hikmetinin beyânı husûsunda kâfîdir demektir. Yoksa, Risâle-i Nûr, akáidin tafsîlâtı ve fıkha dâir mesâilin îzâhatı husûsunda kâfîdir demek değildir. (Kat’î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmânı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkíkí yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risâletü’n-Nûr’dadır.) Bu cümle, Risâle-i Nûr’un hangi cihetle kâfî olduğunu açıkça beyân etmektedir. Yâni, “Risâle-i Nûr, Kur’ân ve Hadîs’ten sonra îmânı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkíkí yapmak cihetinde Tasavvuf ve Kelâm ilimlerine bedel kâfîdir” demektedir. Zîrâ, Risâle-i Nûr, Tasavvuf ve Kelâm ilimlerinde tecdîdât yapmış, bu ilimleri Kur’ânî bir hâle getirmiş, asrın anlayışına göre îzâh etmiş ve Kur’ân’a bağlamıştır. Evet,Tasavvuf ve Kelâm ilimleri, her ne kadar Kur’ân’dan alınmışsa da, zamânla başka şekle ifrâğ edildiğinden Kur’ânî bir ders usûlünden çıkmıştı. Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, onları tekrâr Kur’ânî bir ders usûlü hâline getirdi. Bu açıklamamız, hâşâ Tasavvuf ve Kelâm ilimlerine artık ihtiyâc yoktur şeklinde anlaşılmamalıdır. Zîrâ, her mü’minin bilmesi lâzım gelen zarûriyyât-ı dîniyyesi ve Risâle-i Nûr’da geçen ba’zı ilmî ıstılâhların ma’nâları bu ilimlere dâir kaleme alınan kitâblarda mevcûddur. Bu konuların öğrenilmesi için o kitâblara mürâcaât etmeyi bizzât Müellif (ra) eserlerinde tavsiye etmiştir. Şerhü’l-Mevâkıf, Şerhü’l-Makásıd; Mîzân-ı Şa’rânî; Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî gibi. (Evet, on beş sene yerine on beş haftada), yâni muvakkat bir zamânda (Risâletü’n-Nûr o yolu kestirir, îmân-ı hakíkíye îsâl eder.) Yâni, Tasavvuf ve Kelâm ilimleri vâsıtasıyla on beş senede ulaşılabilen hakáika; Risâle-i Nûr, --füruzât-ı dîniyyesini, yâni Kur’ân, Hadîs, akáid ve fıkhı bilmek şartıyla-- onu hakkıyla anlayan ve tatbîk eden talebelerini on beş haftada aynı hakáika ulaştırır. “Risâle-i Nûr kâfîdir” cümlesi mutlak olmayıp, “Îmânı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkíkí yapmak” husûsunda kâfîdir, demektir. Yâni, hakáik-ı îmâniyyenin aklî delîllerle isbâtı husûsunda kelâm ilminin serdettiği delîllere bedel; Risâle-i Nûr daha kuvvetli delîller serdetmiştir. Tasavvuftaki İmkân Âleminin keşfinden sonra Vücûb Âlemini keşfetmeye bedel; Risâle-i Nûr, Âlem-i İmkânla berâber Âlem-i Vücûbu ders vermiştir. Hem, “Katî ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, îmânı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkíkí yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risâletün-Nûr’dadır. Evet, on beş sene yerine on beş haftada Risâletün-Nûr o yolu kestirir, îmân-ı hakíkíye îsâl eder” ifâdesi, kaziye-i mümkinedir. Herkes için geçerlidir, denilmez. Risâle-i Nûr’da böyle bir hakíkat var ve mümkündür. Fakat, herkes için, her zamân geçerli değildir. “Çalış, o ferd-i ferîd sen ol” demektir. Hattâ, müellif (ra), Hacı Hulusi Bey’e hıtâben yazılan Beşinci Mektûb’da şöyle buyurmaktadır: “Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile ba’zı hakáik-ı îmâniyyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakíkada o hakáika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayd kalmak, elbette kâr-ı akıl değil...” Bu Beşinci Mektûb’da beyân edilen hakíkat de kaziye-i mümkinedir. Herkes için geçerlidir, denilmez. Ancak bu hakíkat, Hacı Hulusi Bey’de tahakkuk etmiştir. Başka eşhâs hakkında da tahakkuku mümkündür. Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın çok yerde îzâh ettiği gibi, zâhirden hakíkate geçmenin, yâni İmkân Âleminin arkasında tecellî eden ef’âl, esmâ ve sıfât-ı İlâhiyyeyi seyredip Cenâb-ı Hakk’ın vücûb-i vücûd ve vahdetini bulmanın ve bunun lâzımı olan diğer îmân hakíkatlerine ulaşmanın üç yolu vardır: [B]Biri:[/B] Tarîkat ve tasavvuftur ki; kalb ayağıyla hakíkate gider, zikir ve riyâzet ve tasfiye-i nefs üzerine müessestir. [B]İkincisi:[/B] Mütekellimînin yoludur ki; akıl ayağıyla hakíkate gider ve imkân ve hudûs gibi delîller üzerine müessestir. Bu iki yolun esâsâtı da Kur’ân’dan alınmış, fakat zamânla başka şekle ifrâğ edilmiştir. [B]Üçüncüsü ve en birincisi:[/B] Kur’ân’ın doğrudan doğruya gösterdiği cadde-i kübrâsıdır ki, sahabe ve verese-i nübüvvetin yoludur. Risâle-i Nûr ise, bu yolu ta’kíb ve îzâh etmektedir. Akrebiyyet-i İlâhiyyenin inkişâfı ve velâyet-i kübrânın feyziyle; akıl ve kalbin imtizâcı ve berâber hareket etmesiyle her şeyde hakíkate, yâni esmâ-i hüsnâya bir pencere açmaktır. Bu yol “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” esâsları üzerine müessestir. Tasavvuf berzahına uğramadan ve İmkân Âleminde fazla dolaşmadan, her şeye ma’nâ-yı harfî ile nazar edip doğrudan doğruya esmâ-i hüsnâyı keşfetmektir. Bu yol, gáyet kısa ve kolay ve selâmetlidir. Çok zamân seyr u sülûke gerek kalmadan doğrudan doğruya hakáik-ı îmâniyyenin inkişâfından ibârettir.[/FONT][/SIZE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
RİSÂLE-İ NUR HER ŞEYE KÂFİ MİDİR? - Bir Makale
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst