Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
RİSÂLE-İ NUR HER ŞEYE KÂFİ MİDİR? - Bir Makale
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="genc_kalem" data-source="post: 359382" data-attributes="member: 15919"><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Evet, herbir eser, husûsan zîhayât olsa, kâinâtın küçük bir misâl-i musaggarıdır ve âlemin bir çekirdeğidir ve Küre-i Arzın bir meyvesidir. Öyle ise; o misâl-i musaggarı, o çekirdeği, o meyveyi îcâd eden, herhâlde bütün kâinâtı îcâd eden yine Odur. Çünkü, meyvenin mûcidi, ağacının mûcidinden başkası olamaz. Öyle ise, herbir eser, bütün âsârı müessirine verdiği gibi; herbir fiil dahi bütün ef’âli, fâiline isnâd eder. Çünkü, görüyoruz ki, her bir fiil-i îcâdî, ekser mevcûdâtı ihâtâ edecek derecede geniş ve zerreden şümûsa kadar uzun birer kánûn-i Hallâkıyyetin ucu olarak görünüyor. </span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Demek, o cüzî fiil-i îcâdî sâhibi kim ise, o mevcûdâtı ihâtâ eden ve zerreden şümûsa kadar uzanan kánûn-i küllî ile bağlanan bütün ef’âlin fâili olmak gerektir. Evet, bir sineği ihyâ eden, bütün hevâmı ve küçük hayvânâtı îcâd eden ve Arzı ihyâ eden zât olacaktır. Hem Mevlevî gibi zerreyi döndüren kim ise, müteselsilen mevcûdâtı tahrîk edip, tâ Şemsi seyyârâtıyla gezdiren aynı zât olmak gerektir. Çünkü, kánûn bir silsiledir, ef’âl onun ile bağlıdır.</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Demek, nasıl herbir eser, bütün âsârı müessirine verir ve herbir fiil-i îcâdî, bütün ef’âli fâiline mâl eder. Aynen öyle de: Kâinâttaki tecellî eden herbir isim, bütün isimleri kendi müsemmâsına isnâd eder ve onun ünvânları olduğunu isbât eder. Çünkü, kâinâtta tecellî eden isimler, devâir-i mütedâhile gibi ve ziyâdaki elvân-ı seba gibi birbiri içine giriyor, birbirine yardım ediyor, birbirinin eserini tekmîl ediyor, tezyîn ediyor. </span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Meselâ: Muhyî ismi bir şeye tecellî ettiği vakit ve hayât verdiği dakíkada Hakîm ismi dahi tecellî ediyor, o zîhayâtın yuvası olan cesedini hikmetle tanzîm ediyor. Aynı hâlde Kerîm ismi dahi tecellî ediyor; yuvasını tezyîn eder. Aynı anda Rahîm isminin dahi tecellîsi görünüyor; o cesedin şefkatle havâicini ihzâr eder. Aynı zamânda Rezzâk ismi tecellîsi görünüyor; o zîhayâtın bekásına lâzım maddî ve ma’nevî rızkını ummadığı tarzda veriyor. Ve hâkezâ...</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Demek, Muhyî kimin ismi ise, kâinâtta nûrlu ve muhît olan Hakîm ismi de O’nundur ve bütün mahlûkátı şefkatle terbiye eden Rahîm ismi de O’nundur ve bütün zîhayâtları keremiyle iâşe eden Rezzâk ismi dahi O’nun ismidir, ünvânıdır. Ve hâkezâ...</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Demek, herbir isim, herbir fiil, herbir eser öyle bir bürhân-ı vahdâniyyettir ki; kâinâtın sahifelerinde ve asırların satırlarında yazılan ve mevcûdât denilen bütün kelimâtı, kâtibinin nakş-ı kalemi olduğuna delâlet eden birer mühr-i vahdâniyyet, birer hâtem-i ehâdiyyettir.”</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Daha evvel de îzâh ettiğimiz üzere Kur’ân ve Hadîs, maksûd-i bizzât olan ilimlerdir. Risâle-i Nûr’u ve sâir İslâmî eserleri, Kur’ân ve Hadîs’i anlamak için okumak lâzımdır.</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Fıkha gelince; Üstâd (ra) Hazretleri, yazmış olduğu “27.Söz İctihâd Risâlesi” adlı eserinde fıkhî mesâili, ulemânın fıkıh kitâblarına havâle etmiş; o noktada ictihâd yapmamış ve kendisinin “Şâfiıyyü’l-mezheb” olduğunu ifâde etmişlerdir.</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Biz, Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin hakáik-ı îmâniyyede olduğu gibi; fıkhî mesâilde de müctehidîn-i izâm kadar bir re’y sâhibi olduğunu kabûl etmekle berâber; o zât-ı muhteremin fıkhî mesâile karışmadığını; belki vazîfesinin îmânî mes’eleleri beyân ve tafsîl olduğunu bizzât o zâtın kendi ifâdelerinden anlıyoruz. Bu konuda Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin pek çok ifâdeleri bulunmakla berâber bir kaçını nümûne olarak naklediyoruz:</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Çok emârelerle anlamışız ki: Bu ulûm-i îmâniyyedeki fetvâ vazîfesiyle tavzîf edilmişiz.”</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Haddim ve hakkım değil ki ehl-i ictihâdın vazîfesine karışayım.”</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Hem ulemâ-yı İslâm, o kadar tedkíkát-ı sâibe yapmışlar ki, fürûâta dâir tedkíkát-ı amîkaya ihtiyâcları kalmamış. Eğer hakíkí ihtiyâc hissetseydim, böyle fürûâta dâir müctehidînin derin mehazlarına gidip ba’zı beyânâtta bulunacaktım.”</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Nasıl ki kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir. Yeni kapıları açmak, hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasıl ki büyük bir selin hücûmunda, ta’mîr için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesîledir. Öyle de, şu münkerât zamânında ve âdât-ı ecânibin istilâsı ânında ve bidaların kesreti vaktinde ve dalâletin tahrîbâtı hengâmında, ictihâd nâmıyla, kasr-ı İslâmiyyetten yeni kapılar açıp, duvarlarından muharriblerin girmesine vesîle olacak delikler açmak, İslâmiyyete cinâyettir.</span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></p><p><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Dinin zarûriyyâtı ki, ictihâd onlara giremez. Çünkü, katî ve muayyendirler. Hem o zarûriyyât, kút ve gıdâ hükmündedirler. Şu zamânda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler ve bütün himmet ve gayreti, onların ikámesine ve ihyâsına sarf etmek lâzım gelirken, İslâmiyyetin nazariyyât kısmında ve selefin ictihâdât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle, bütün zamânların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu hâlde, onları bırakıp heveskârâne yeni ictihâdlar yapmak, bidakârâne bir hıyânettir.”</span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="genc_kalem, post: 359382, member: 15919"] [FONT=book antiqua][SIZE=3]Evet, herbir eser, husûsan zîhayât olsa, kâinâtın küçük bir misâl-i musaggarıdır ve âlemin bir çekirdeğidir ve Küre-i Arzın bir meyvesidir. Öyle ise; o misâl-i musaggarı, o çekirdeği, o meyveyi îcâd eden, herhâlde bütün kâinâtı îcâd eden yine Odur. Çünkü, meyvenin mûcidi, ağacının mûcidinden başkası olamaz. Öyle ise, herbir eser, bütün âsârı müessirine verdiği gibi; herbir fiil dahi bütün ef’âli, fâiline isnâd eder. Çünkü, görüyoruz ki, her bir fiil-i îcâdî, ekser mevcûdâtı ihâtâ edecek derecede geniş ve zerreden şümûsa kadar uzun birer kánûn-i Hallâkıyyetin ucu olarak görünüyor. Demek, o cüzî fiil-i îcâdî sâhibi kim ise, o mevcûdâtı ihâtâ eden ve zerreden şümûsa kadar uzanan kánûn-i küllî ile bağlanan bütün ef’âlin fâili olmak gerektir. Evet, bir sineği ihyâ eden, bütün hevâmı ve küçük hayvânâtı îcâd eden ve Arzı ihyâ eden zât olacaktır. Hem Mevlevî gibi zerreyi döndüren kim ise, müteselsilen mevcûdâtı tahrîk edip, tâ Şemsi seyyârâtıyla gezdiren aynı zât olmak gerektir. Çünkü, kánûn bir silsiledir, ef’âl onun ile bağlıdır. “Demek, nasıl herbir eser, bütün âsârı müessirine verir ve herbir fiil-i îcâdî, bütün ef’âli fâiline mâl eder. Aynen öyle de: Kâinâttaki tecellî eden herbir isim, bütün isimleri kendi müsemmâsına isnâd eder ve onun ünvânları olduğunu isbât eder. Çünkü, kâinâtta tecellî eden isimler, devâir-i mütedâhile gibi ve ziyâdaki elvân-ı seba gibi birbiri içine giriyor, birbirine yardım ediyor, birbirinin eserini tekmîl ediyor, tezyîn ediyor. Meselâ: Muhyî ismi bir şeye tecellî ettiği vakit ve hayât verdiği dakíkada Hakîm ismi dahi tecellî ediyor, o zîhayâtın yuvası olan cesedini hikmetle tanzîm ediyor. Aynı hâlde Kerîm ismi dahi tecellî ediyor; yuvasını tezyîn eder. Aynı anda Rahîm isminin dahi tecellîsi görünüyor; o cesedin şefkatle havâicini ihzâr eder. Aynı zamânda Rezzâk ismi tecellîsi görünüyor; o zîhayâtın bekásına lâzım maddî ve ma’nevî rızkını ummadığı tarzda veriyor. Ve hâkezâ... “Demek, Muhyî kimin ismi ise, kâinâtta nûrlu ve muhît olan Hakîm ismi de O’nundur ve bütün mahlûkátı şefkatle terbiye eden Rahîm ismi de O’nundur ve bütün zîhayâtları keremiyle iâşe eden Rezzâk ismi dahi O’nun ismidir, ünvânıdır. Ve hâkezâ... “Demek, herbir isim, herbir fiil, herbir eser öyle bir bürhân-ı vahdâniyyettir ki; kâinâtın sahifelerinde ve asırların satırlarında yazılan ve mevcûdât denilen bütün kelimâtı, kâtibinin nakş-ı kalemi olduğuna delâlet eden birer mühr-i vahdâniyyet, birer hâtem-i ehâdiyyettir.” Daha evvel de îzâh ettiğimiz üzere Kur’ân ve Hadîs, maksûd-i bizzât olan ilimlerdir. Risâle-i Nûr’u ve sâir İslâmî eserleri, Kur’ân ve Hadîs’i anlamak için okumak lâzımdır. Fıkha gelince; Üstâd (ra) Hazretleri, yazmış olduğu “27.Söz İctihâd Risâlesi” adlı eserinde fıkhî mesâili, ulemânın fıkıh kitâblarına havâle etmiş; o noktada ictihâd yapmamış ve kendisinin “Şâfiıyyü’l-mezheb” olduğunu ifâde etmişlerdir. Biz, Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin hakáik-ı îmâniyyede olduğu gibi; fıkhî mesâilde de müctehidîn-i izâm kadar bir re’y sâhibi olduğunu kabûl etmekle berâber; o zât-ı muhteremin fıkhî mesâile karışmadığını; belki vazîfesinin îmânî mes’eleleri beyân ve tafsîl olduğunu bizzât o zâtın kendi ifâdelerinden anlıyoruz. Bu konuda Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin pek çok ifâdeleri bulunmakla berâber bir kaçını nümûne olarak naklediyoruz: “Çok emârelerle anlamışız ki: Bu ulûm-i îmâniyyedeki fetvâ vazîfesiyle tavzîf edilmişiz.” “Haddim ve hakkım değil ki ehl-i ictihâdın vazîfesine karışayım.” “Hem ulemâ-yı İslâm, o kadar tedkíkát-ı sâibe yapmışlar ki, fürûâta dâir tedkíkát-ı amîkaya ihtiyâcları kalmamış. Eğer hakíkí ihtiyâc hissetseydim, böyle fürûâta dâir müctehidînin derin mehazlarına gidip ba’zı beyânâtta bulunacaktım.” “Nasıl ki kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir. Yeni kapıları açmak, hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasıl ki büyük bir selin hücûmunda, ta’mîr için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesîledir. Öyle de, şu münkerât zamânında ve âdât-ı ecânibin istilâsı ânında ve bidaların kesreti vaktinde ve dalâletin tahrîbâtı hengâmında, ictihâd nâmıyla, kasr-ı İslâmiyyetten yeni kapılar açıp, duvarlarından muharriblerin girmesine vesîle olacak delikler açmak, İslâmiyyete cinâyettir. “Dinin zarûriyyâtı ki, ictihâd onlara giremez. Çünkü, katî ve muayyendirler. Hem o zarûriyyât, kút ve gıdâ hükmündedirler. Şu zamânda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler ve bütün himmet ve gayreti, onların ikámesine ve ihyâsına sarf etmek lâzım gelirken, İslâmiyyetin nazariyyât kısmında ve selefin ictihâdât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle, bütün zamânların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu hâlde, onları bırakıp heveskârâne yeni ictihâdlar yapmak, bidakârâne bir hıyânettir.”[/SIZE][/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
RİSÂLE-İ NUR HER ŞEYE KÂFİ MİDİR? - Bir Makale
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst