Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
RİSÂLE-İ NUR HER ŞEYE KÂFİ MİDİR? - Bir Makale
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="genc_kalem" data-source="post: 359380" data-attributes="member: 15919"><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Demek, şerîat kitâbları, birer şeffaf cam mâhiyyetinde olmak lâzım gelirken, mürûr-i zamânla, mukallitlerin hatâsı yüzünden paslanıp hicâb olmuşlardır. Evet, bu kitâblar, Kurâna tefsîr olmak lâzımken, başlı başına tasnîfât hükmüne geçmişlerdir.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Hâcât-ı dîniyyede cumhûrun enzârını doğrudan doğruya, câzibe-i icâz ile revnaktâr ve kudsiyyetle hâledâr ve dâimâ îmân vâsıtasıyla vicdânı ihtizâza getiren hıtâb-ı Ezelînin timsâli bulunan Kurâna çevirmek üç tarîkledir:</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"><strong>“1.</strong> Ya müellifînin bihakkın lâyık oldukları derin bir hürmeti, emniyyeti tenkídle kırıp o hicâbı izâle etmektir. Bu ise tehlikedir, insafsızlıktır, zulümdür.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"><strong>“2.</strong> Yâhut, tedrîcî bir terbiye-i mahsûsayla kütüb-i şerîatı şeffaf birer tefsîr sûretine çevirip, içinde Kurânı göstermektir: Selef-i Müctehidînin kitâbları gibi, ‘Muvattâ, Fıkh-ı Ekber’ gibi. Meselâ, bir adam İbn-i Hacere nazar ettiği vakit, Kurânı anlamak ve Kurânın ne dediğini öğrenmek maksadıyla nazar etmeli. Yoksa, İbn-i Hacerin ne dediğini anlamak maksadıyla değil. Bu ikinci tarîk de zamâna muhtâctır.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"><strong>“3.</strong> Yâhut cumhûrun nazarını, ehl-i tarîkatın yaptığı gibi, o hicâbın fevkıne çıkarârak, üstünde Kurânı gösterip, Kurânın hâlis malını yalnız ondan istemek ve bilvâsıta olan ahkâmı vâsıtadan aramaktır. Bir âlim-i şerîatın vazına nisbeten, bir tarîkat şeyhinin vazındaki olan halâvet ve câzibiyyet bu sırdan neş’et eder.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Umûr-i mukarreredendir ki, efkâr-ı âmmenin birşeye verdiği mükâfat, gösterdiği rağbet ve teveccüh, ekseriyâ o şeyin kemâline nisbeten değildir; belki ona derece-i ihtiyâc nisbetindedir. Bir saatçinin bir allâmeden ziyâde ücret alması bunu te’yîd eder.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">“Eğer cemâat-i İslâmiyyenin hâcât-ı zarûriyye-i dîniyyesi bizzât Kurâna müteveccih olsaydı; o Kitâb-ı Mübîn, milyonlarca kitâblara taksîm olunan rağbetten daha şedîd bir rağbete, ihtiyâc netîcesi olan bir teveccühe mazhar olur ve bu sûretle nüfûs üzerinde bütün ma’nâsıyla hâkim ve nâfiz olurdu. Yalnız tilâvetiyle teberrük olunan bir mübârek derecesinde kalmazdı.”</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Mâdem Üstâd Bedüzzamân Hazretleri bu noktada bu kadar tahşîdât yapmıştır; o hâlde onun eserlerine de hakáik-ı îmâniyye ve İslâmiyyeyi beyân etme noktasında Kur’ân ve Hadîs’in tefsîri niyetiyle bakılmalıdır, müstakil bir eser nazarıyla bakılmamalıdır. Hem “Risâle-i Nûr, Kur’ân ve Hadîs’ten sonra en büyük bir hüccet-i îmâniyye” olarak kabûl edilmeli; Kur’ân ve Hadîs’in yerine vaz’ edilmemelidir!!!</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"><strong>Üçüncü Mes’ele:</strong> “Biz Kur’ân ve Hadîs’i anlamadığımız için Kur’ân ve Hadîs’i okumuyoruz. Risâle-i Nûr bize kâfîdir” demek çok büyük bir hatâdır. Çünkü, ulemâ-i İslâm, “Kur’ân’ın ma’nâsı anlaşılmaz” diye bir söz sarf etmenin çok tehlikeli olduğunu beyân etmiş, hattâ ba’zı ulemâ bunu elfâz-ı küfriyyeden saymışlardır. Çünkü, bu söz, <strong>وَهَـذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُّبِينٌ</strong> “Bu Kur’ân, ma’nâsı gáyet açık Arabça bir lisândır”1 gibi pek çok sarâhat-i Kur’âniyyeye ve Kur’ân’ın en büyük bir i’câzı olan belâğat ve fesâhatine muhâliftir. Fahr-i Râzî tefsîrinde ve Bedîüzzamân (ra) da bir çok eserinde husûsan “Yirmi Beşinci Söz”de Kur’ân’ın beşerin bütün tabakátına hıtâb ettiğini, hattâ en bedevî bir adamın, İbn-i Sînâ zekâsındaki bir âlimle berâber Kur’ân’dan aynı dersi aldığını ve istifâde ettiğini isbât etmişlerdir. Bu eserlere mürâcaât edilsin.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Evet, insân, câhil olarak dünyâya gelir. Sonra ilim vâsıtasıyla tekemmül eder. İlmin başı ve esâsı ise ma’rifetullah ve muhabbetullahdır. Bu ise îmân ve ubûdiyyetle elde edilir. Îmân ve ubûdiyyeti bize ders veren asıl kaynak ise Kur’ân ve Hadîs’dir. Kur’ân ve Hadîs’i anlamak için de ba’zı ilimleri öğrenmek ve bu konuda gayret sarfetmek lâzımdır. Dünyevî bir menfaat için günde elli tâne ecnebî kelimeyi öğrenen ve bir malı daha ucuza almak için elli yere soran bir insânın, saâdet-i dâreynin anahtarı olan Kur’ân ve Hadîs’i anlamak için ne kadar çalışması lâzım geldiği kıyâs edilsin.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px">Kur’ân ve Hadîs, dünyâda en rahat anlaşılan bir kitâb olmakla berâber, esrârı da bitmez ve tükenmez. Hazret-i Peygamber (asm) dışında Kur’ân’ın künh-i esrârının tamâmına kimse vâkıf olamaz. Peygamber (asm)’dan sonra ise; bir şahıs tek başına Kur’ân’ın ma’nâsını tamâmıyla anlayamaz. Asr-ı saâdetten tâ kıyâmete kadar bütün ulemâ-i ümmet birleşse, ancak Kur’ân’ın künh-i esrârını tamâmen anlayabilir. Çünkü, Kur’ân, her asrın maddî ve ma’nevî ihtiyâclarına cevâb veren bir Kitâb-ı Mukaddestir. Ulemâ-i İslâm ise, Kur’ân’ın kendi asırlarına bakan vücûhunu menbaından alıp o asrın anlayışına göre ders vermişlerdir.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'book antiqua'"><span style="font-size: 12px"><strong>Dördüncü Mes’ele:</strong> Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın “Muhâkemât” ve “İşârâtü’l-İ’câz” adlı eserlerinde îzâh ettiği üzere; Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’daki müşkîlât, lâfzın muğlâk olmasından değil; belki ma’nânın dakík ve derin olmasından kaynaklanmaktadır. Belâğat-ı Kur’âniyye ise, lâfzın altında gizli olan o dakík ve derin ma’nâları mümkün olan en kolay ve anlaşılır sûrette beyân eden bir anahtar mesâbesindedir. İlm-i belâğatı bilmeyen, o derin ma’nâları anlayamaz.</span></span></strong></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="genc_kalem, post: 359380, member: 15919"] [B][FONT=book antiqua][SIZE=3]“Demek, şerîat kitâbları, birer şeffaf cam mâhiyyetinde olmak lâzım gelirken, mürûr-i zamânla, mukallitlerin hatâsı yüzünden paslanıp hicâb olmuşlardır. Evet, bu kitâblar, Kurâna tefsîr olmak lâzımken, başlı başına tasnîfât hükmüne geçmişlerdir. “Hâcât-ı dîniyyede cumhûrun enzârını doğrudan doğruya, câzibe-i icâz ile revnaktâr ve kudsiyyetle hâledâr ve dâimâ îmân vâsıtasıyla vicdânı ihtizâza getiren hıtâb-ı Ezelînin timsâli bulunan Kurâna çevirmek üç tarîkledir: [B]“1.[/B] Ya müellifînin bihakkın lâyık oldukları derin bir hürmeti, emniyyeti tenkídle kırıp o hicâbı izâle etmektir. Bu ise tehlikedir, insafsızlıktır, zulümdür. [B]“2.[/B] Yâhut, tedrîcî bir terbiye-i mahsûsayla kütüb-i şerîatı şeffaf birer tefsîr sûretine çevirip, içinde Kurânı göstermektir: Selef-i Müctehidînin kitâbları gibi, ‘Muvattâ, Fıkh-ı Ekber’ gibi. Meselâ, bir adam İbn-i Hacere nazar ettiği vakit, Kurânı anlamak ve Kurânın ne dediğini öğrenmek maksadıyla nazar etmeli. Yoksa, İbn-i Hacerin ne dediğini anlamak maksadıyla değil. Bu ikinci tarîk de zamâna muhtâctır. [B]“3.[/B] Yâhut cumhûrun nazarını, ehl-i tarîkatın yaptığı gibi, o hicâbın fevkıne çıkarârak, üstünde Kurânı gösterip, Kurânın hâlis malını yalnız ondan istemek ve bilvâsıta olan ahkâmı vâsıtadan aramaktır. Bir âlim-i şerîatın vazına nisbeten, bir tarîkat şeyhinin vazındaki olan halâvet ve câzibiyyet bu sırdan neş’et eder. “Umûr-i mukarreredendir ki, efkâr-ı âmmenin birşeye verdiği mükâfat, gösterdiği rağbet ve teveccüh, ekseriyâ o şeyin kemâline nisbeten değildir; belki ona derece-i ihtiyâc nisbetindedir. Bir saatçinin bir allâmeden ziyâde ücret alması bunu te’yîd eder. “Eğer cemâat-i İslâmiyyenin hâcât-ı zarûriyye-i dîniyyesi bizzât Kurâna müteveccih olsaydı; o Kitâb-ı Mübîn, milyonlarca kitâblara taksîm olunan rağbetten daha şedîd bir rağbete, ihtiyâc netîcesi olan bir teveccühe mazhar olur ve bu sûretle nüfûs üzerinde bütün ma’nâsıyla hâkim ve nâfiz olurdu. Yalnız tilâvetiyle teberrük olunan bir mübârek derecesinde kalmazdı.” Mâdem Üstâd Bedüzzamân Hazretleri bu noktada bu kadar tahşîdât yapmıştır; o hâlde onun eserlerine de hakáik-ı îmâniyye ve İslâmiyyeyi beyân etme noktasında Kur’ân ve Hadîs’in tefsîri niyetiyle bakılmalıdır, müstakil bir eser nazarıyla bakılmamalıdır. Hem “Risâle-i Nûr, Kur’ân ve Hadîs’ten sonra en büyük bir hüccet-i îmâniyye” olarak kabûl edilmeli; Kur’ân ve Hadîs’in yerine vaz’ edilmemelidir!!! [B]Üçüncü Mes’ele:[/B] “Biz Kur’ân ve Hadîs’i anlamadığımız için Kur’ân ve Hadîs’i okumuyoruz. Risâle-i Nûr bize kâfîdir” demek çok büyük bir hatâdır. Çünkü, ulemâ-i İslâm, “Kur’ân’ın ma’nâsı anlaşılmaz” diye bir söz sarf etmenin çok tehlikeli olduğunu beyân etmiş, hattâ ba’zı ulemâ bunu elfâz-ı küfriyyeden saymışlardır. Çünkü, bu söz, [B]وَهَـذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُّبِينٌ[/B] “Bu Kur’ân, ma’nâsı gáyet açık Arabça bir lisândır”1 gibi pek çok sarâhat-i Kur’âniyyeye ve Kur’ân’ın en büyük bir i’câzı olan belâğat ve fesâhatine muhâliftir. Fahr-i Râzî tefsîrinde ve Bedîüzzamân (ra) da bir çok eserinde husûsan “Yirmi Beşinci Söz”de Kur’ân’ın beşerin bütün tabakátına hıtâb ettiğini, hattâ en bedevî bir adamın, İbn-i Sînâ zekâsındaki bir âlimle berâber Kur’ân’dan aynı dersi aldığını ve istifâde ettiğini isbât etmişlerdir. Bu eserlere mürâcaât edilsin. Evet, insân, câhil olarak dünyâya gelir. Sonra ilim vâsıtasıyla tekemmül eder. İlmin başı ve esâsı ise ma’rifetullah ve muhabbetullahdır. Bu ise îmân ve ubûdiyyetle elde edilir. Îmân ve ubûdiyyeti bize ders veren asıl kaynak ise Kur’ân ve Hadîs’dir. Kur’ân ve Hadîs’i anlamak için de ba’zı ilimleri öğrenmek ve bu konuda gayret sarfetmek lâzımdır. Dünyevî bir menfaat için günde elli tâne ecnebî kelimeyi öğrenen ve bir malı daha ucuza almak için elli yere soran bir insânın, saâdet-i dâreynin anahtarı olan Kur’ân ve Hadîs’i anlamak için ne kadar çalışması lâzım geldiği kıyâs edilsin. Kur’ân ve Hadîs, dünyâda en rahat anlaşılan bir kitâb olmakla berâber, esrârı da bitmez ve tükenmez. Hazret-i Peygamber (asm) dışında Kur’ân’ın künh-i esrârının tamâmına kimse vâkıf olamaz. Peygamber (asm)’dan sonra ise; bir şahıs tek başına Kur’ân’ın ma’nâsını tamâmıyla anlayamaz. Asr-ı saâdetten tâ kıyâmete kadar bütün ulemâ-i ümmet birleşse, ancak Kur’ân’ın künh-i esrârını tamâmen anlayabilir. Çünkü, Kur’ân, her asrın maddî ve ma’nevî ihtiyâclarına cevâb veren bir Kitâb-ı Mukaddestir. Ulemâ-i İslâm ise, Kur’ân’ın kendi asırlarına bakan vücûhunu menbaından alıp o asrın anlayışına göre ders vermişlerdir. [B]Dördüncü Mes’ele:[/B] Üstâd Bedîüzzamân (ra)’ın “Muhâkemât” ve “İşârâtü’l-İ’câz” adlı eserlerinde îzâh ettiği üzere; Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’daki müşkîlât, lâfzın muğlâk olmasından değil; belki ma’nânın dakík ve derin olmasından kaynaklanmaktadır. Belâğat-ı Kur’âniyye ise, lâfzın altında gizli olan o dakík ve derin ma’nâları mümkün olan en kolay ve anlaşılır sûrette beyân eden bir anahtar mesâbesindedir. İlm-i belâğatı bilmeyen, o derin ma’nâları anlayamaz.[/SIZE][/FONT][/B] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
RİSÂLE-İ NUR HER ŞEYE KÂFİ MİDİR? - Bir Makale
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst