Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale Analiz ve Çalışmalar
Risale Açıklamalı
Risale Açıklamalı 38 - İlmi ve Dini Geçim Kaynağı Olarak Kullanmak
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="topraktoprak" data-source="post: 408718" data-attributes="member: 11795"><p><strong>Cevap: Açıklamalı Risale 14 - İlmi ve Dini Geçim Kaynağı Olarak Kullanmak</strong></p><p></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Ve aleyküm selam hocam güzel bir konu Allah c.c razı olsun inşl...</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">[BILGI]"İlmini muhtaç olandan esirgeyene, gökteki kuşlar ve denizdeki balıklar lanet eder."[/BILGI] hadisi şerifi emrince her Müslüman bildiklerini diğer insanlarla paylaşmak zorundadır.İyiliği emretmek, kötülükten nehy etmek Müslüman için bir mutlaka yerine getirmesi gereken bir vazifedir.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Peki bu paylaşım veya tebliği karşılığında ücret alabilir mi ?</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Bu konu asrımızın en etkili tebliğcilerinden olan merhum Bediüzzaman Said Nursiye talebeleri tarafından mektupla sorulmuştur.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Üstadımız çok güzel ifade etmiştir.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">[TAVSIYE]<span style="font-family: 'Times New Roman'"><strong>Birincisi:</strong> Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle itham ediyorlar, "İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar" deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır. </span></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">[/TAVSIYE]</span>[DIKKAT]<span style="font-family: 'Times New Roman'"><strong>İkincisi:</strong> Neşr-i hak için enbiyaya ittibâ etmekle mükellefiz. Kur'ân-ı Hakîmde , hakkı neşredenler "Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah'a aittir." (Yunus Sûresi:72, Hûd Sûresi: 29)</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">diyerek insanlardan istiğnâ göstermişler . Sûre-i Yâsin'de “Doğru yolda olan ve sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun" cümlesi meselemiz hakkında çok manidardır. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px">[/DIKKAT]<span style="font-family: 'Times New Roman'">[BILGI] Üçüncüsü:</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Birinci Sözde beyan edildiği gibi, Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Halbuki, ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; <strong>Mün'im-i Hakikî</strong>ye ait şükrü, senâyı zâhirî esbaba verir, hata eder.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">[/BILGI]</span></span></p><p><span style="font-size: 12px">[DIKKAT]<span style="font-family: 'Times New Roman'"><strong>Dördüncüsü:</strong> Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzâk-ı Zülcelâle yüz binler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiye-i ömrümü de o kaideyle geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px">[/DIKKAT]</span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">[DIKKAT]<span style="font-family: 'Times New Roman'"><strong>Beşincisi</strong></span></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'"><span style="font-family: 'Times New Roman'"><strong></strong>memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor; belki dokunduruluyor, yedirilmiyor, Bazen bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamaya mânen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir. </span></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'"><span style="font-family: 'Times New Roman'"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Hem bende bir tevahhuş var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor. O da hoşuma gitmiyor. Hem tasannu ve temellükten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor. </span></span></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'"><span style="font-family: 'Times New Roman'"></span>[/DIKKAT] </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'"></span>[DIKKAT]<span style="font-family: 'Times New Roman'"><strong>Altıncısı:</strong> </span><span style="font-family: 'Times New Roman'">Bir iki senedir çok emâreler ve tecrübelerle katî kanaatim oldu ki, halkların malını, hususan zenginlerin ve <span style="font-family: 'Times New Roman'">Ve istiğnâ sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber olan İbn-i Hâcer diyor ki: "Salâhat niyetiyle sana verilen bir şey sâlih olmazsan kabul etmek haramdır." </span></span>[/DIKKAT]</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama' yüzünden, küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçareyi, sâlih veya velî tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer (hâşâ) ben kendimi sâlih bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir. Hem âhirete müteveccih a'mâle mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Yine aynı konuda Bediüzzaman vefatına yakın yazdırdığı [NOT]<strong><em>“Konuşan yalnız hakikattir”</em></strong> [/NOT]başlıklı risalesinde konuyu mükemmel bir şekilde ele almıştır:</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Risale-i Nur'da isbat edilmiştir ki, bazan zulüm içinde adalet tecelli eder. Yâni, insan bir sebeple bir haksızlığa, bir zulme maruz kalır, başına bir felâket gelir, hapse de mahkûm olur, zindana da atılır. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vakıa adaletin tecellisine bir vesile olur. Kader-i İlâhî başka bir sebepten dolayı cezaya mahkûmiyete istihkak kesbetmiş olan kimseyi bu defa bir zâlim eliyle cezaya çarptırır, felâkete sürer. Bu, adalet-i İlâhiyenin bir nevi tecellisidir. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Ben şimdi düşünüyorum... Yirmisekiz senedir vilâyet vilâyet, kasaba kasaba dolaştırılıyor, mahkemeden mahkemeye sevkediliyorum. Bana bu zâlimane işkenceleri yapanların atfettikleri suç nedir? Dini, siyasete âlet yapmak mı? Fakat niçin bunu tahakkuk ettiremiyorlar? Çünki, hakikat-ı halde böyle bir şey yoktur. Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkûm etmeye uğraşıyor. O bırakıyor.. diğer bir mahkeme aynı meseleden dolayı beni tekrar muhakeme altına alıyor. Bir müddet de o uğraşıyor.. beni tazyik ediyor… türlü türlü işkencelere mâruz kılıyor. O da netice elde edemiyor, bırakıyor. Bu defa bir üçüncüsü yakama yapışıyor. Böylece musibetten musibete felâketten felâkete sürüklenip gidiyorum. Yirmisekiz sene ömrüm böyle geçti. Bana isnad ettikleri suçun aslı, esası olmadığını nihayet kendileri de anladılar. Onlar bu ithamı kasden mi yaptılar, yoksa bir vehme mi kapıldılar. İster kasıd, ister vehim olsun, benim böyle bir suçla münasebet ve alâkam olmadığını kemal-i kat'iyetle yakînen ve vicdanen biliyorum ya.. dini siyasete âlet edecek bir adam olmadığımı bütün insaf dünyası da biliyor ya.. hattâ beni bu suçla ittiham edenler de biliyor ya.. O halde neden bana bu zulmü yapmakta ısrar edip durdular? Neden ben suçsuz ve masum olduğum halde böyle devamlı bir zulme ve muannid bir işkenceye maruz kaldım? Neden bu musibetlerden kurtulamadım? Bu ahval,Adalet-i İlâhiyyeye muhalif düşmez mi?</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Bir çeyrek asırdır bu suallerin cevaplarını bulamıyordum; üzülüyordum, muzdarip oluyordum. Bana zulüm ve işkence yaptıklarının hakiki sebebini şimdi bildim. Ben, kemal-i teessürle söylerim ki; benim suçum hizmet-i Kur'aniyemi maddî manevî terakkiyatıma, kemâlâta âlet yapmakmış.. şimdi bunu anlıyorum, hissediyorum. ALLAH'a binlerle şükrediyorum ki; uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i îmaniyemi maddî ve manevî kemalât ve terakkiyatıma, azaptan, cehennemden kurtulmaklığıma, hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma yahut herhangi bir maksada âlet yapmaklığıma mânevi gayet kuvvetli mânialar beni menediyordu. Bu derûnî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde bıraktı. Herkes hoşlandığı mânevî makamatı ve uhrevî saadetleri âmâl-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak herkesin meşrû hakkı olduğu hem de hiç kimseye hiçbir zararı bulunmadığı halde ben, ruhen ve kalben bu ahvalden menediliyordum. Rıza-i İlâhiden başka fıtrî vazife-i ilmiyyenin sevkiyle yalnız ve yalnız îmana hizmet hususu bana gösterildi. Çünki, bu zamanda hiç bir şeye âlet ve tâbi olmıyan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i îmaniyeyi fıtrî ubudiyetle bilmiyenlere, bilmek ihtiyacında olanlara te'sirli bir surette bildirmek, bu keşmekeş dünyasında îmanı kurtaracak ve muannidlere kat'î kanaat verecek bu tarzda, yani hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda bir Kur'an dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı dalâleti kırsın; herkese kat'î kanaat verebilsin. Bu kanaat da, bu zamanda, bu şerait dahilinde dinin hiçbir şahsî, uhrevî, dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir; yoksa komitecilik ve cemiyetçilikten tevellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i mâneviyesine karşı çıkan bir şahıs en büyük mânevî bir mertebede bulunsa yine vesveseleri bütün bütün izale edemez; çünki, imana girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki: «O şahıs dehasıyla, hârika makamiyle bizi kandırdı.» böyle der ve içinde şüphesi kalır. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Allah'a binlerce şükür olsun ki: Yirmisekiz senedir dini siyasete âlet ittihamı altında kader-i İlâhi ihtiyarım haricinde dini, hiç bir şahsî şeye âlet etmemek için beşerin zâlimane eliyle mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor, ikaz ediyor. Sakın diyor, îman hakikatını kendi şahsına âlet yapma; tâ ki, îmana muhtaç olanlar anlasınlar ki, yalnız hakikat konuşuyor, nefsin evhamı, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">İşte Nur Risalelerinin, büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüller üzerinde husule getirdiği heyecanın kalblerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı budur; başka bir şey değil. Risale-i Nur'un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler yüzbinlerce kitaplar daha beliğâne neşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur; Said'in kudret ve ehliyeti de yoktur; konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i îmaniyedir. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Madem ki: Nur-u hakikat, îmana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor.. bir Said değil, bin Said feda olsun. Yirmisekiz sene çektiğim eza ve cefalar, mâruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler helâl olsun. Bana zulüm edenlerin, beni kasaba kasaba dolaştıranların, hakaret edenlerin, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlerin, zindanlarda bana yer hazırlayanların hepsine hakkımı helâl ettim. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Âdil kadere de derim ki: Ben senin bu şefkatli tokatlarına müstahak idim. Yoksa, herkes gibi gayet meşrû ve zararsız olan bir yol tutarak şahsımı düşünseydim, maddî mânevî füyuzat hislerimi feda etmeseydim, îman hizmetinde bu büyük ve mânevî kuvveti kaybedecektim. Ben, maddî ve mânevî her şeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede, hakikat-ı îmaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüzbinlerce belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda hizmet-i îmaniyede onlar devam edeceklerdir; ve benim, maddî ve mânevî her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır; yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Bize işkence edenler bilmiyerek, kader-i İlâhinin sırlarına, derin tecellilerine akıl erdiremeyerek hakikat-ı îmaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Ben çok hastayım; ne yazmaya ne söylemeye takatim kalmadı; belki de bunlar son sözlerim olur. Medresetüzzehra'nın Risale-i Nur talebeleri bu vasiyetimi unutmasınlar. </span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Evet dostlar, konu önemli, derin. Bu sebeple sözü belki fazla uzattık. İşte asrın en büyük tebliğcilerinden birisinin konuya yaklaşımı.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'Times New Roman'">Arife işaret yeter.</span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="topraktoprak, post: 408718, member: 11795"] [b]Cevap: Açıklamalı Risale 14 - İlmi ve Dini Geçim Kaynağı Olarak Kullanmak[/b] [SIZE=3][FONT=Times New Roman]Ve aleyküm selam hocam güzel bir konu Allah c.c razı olsun inşl... [BILGI]"İlmini muhtaç olandan esirgeyene, gökteki kuşlar ve denizdeki balıklar lanet eder."[/BILGI] hadisi şerifi emrince her Müslüman bildiklerini diğer insanlarla paylaşmak zorundadır.İyiliği emretmek, kötülükten nehy etmek Müslüman için bir mutlaka yerine getirmesi gereken bir vazifedir. [/FONT] [FONT=Times New Roman]Peki bu paylaşım veya tebliği karşılığında ücret alabilir mi ? [/FONT] [FONT=Times New Roman]Bu konu asrımızın en etkili tebliğcilerinden olan merhum Bediüzzaman Said Nursiye talebeleri tarafından mektupla sorulmuştur. Üstadımız çok güzel ifade etmiştir. [/FONT] [FONT=Times New Roman][TAVSIYE][FONT=Times New Roman][B]Birincisi:[/B] Ehl-i dalâlet, ehl-i ilmi, ilmi vasıta-i cer etmekle itham ediyorlar, "İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar" deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzip lâzımdır. [/FONT] [/TAVSIYE][/FONT][DIKKAT][FONT=Times New Roman][B]İkincisi:[/B] Neşr-i hak için enbiyaya ittibâ etmekle mükellefiz. Kur'ân-ı Hakîmde , hakkı neşredenler "Benim mükâfâtımı vermek ancak Allah'a aittir." (Yunus Sûresi:72, Hûd Sûresi: 29) diyerek insanlardan istiğnâ göstermişler . Sûre-i Yâsin'de “Doğru yolda olan ve sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun" cümlesi meselemiz hakkında çok manidardır. [/FONT] [/DIKKAT][FONT=Times New Roman][BILGI] Üçüncüsü: Birinci Sözde beyan edildiği gibi, Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Halbuki, ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; [B]Mün'im-i Hakikî[/B]ye ait şükrü, senâyı zâhirî esbaba verir, hata eder. [/BILGI][/FONT] [DIKKAT][FONT=Times New Roman][B]Dördüncüsü:[/B] Tevekkül, kanaat ve iktisat öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şeyle değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzâk-ı Zülcelâle yüz binler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiye-i ömrümü de o kaideyle geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum. [/FONT] [/DIKKAT] [FONT=Times New Roman][DIKKAT][FONT=Times New Roman][B]Beşincisi [/B]memurların hediyelerini almaya mezun değilim. Bazıları bana dokunuyor; belki dokunduruluyor, yedirilmiyor, Bazen bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamaya mânen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir. [FONT=Times New Roman]Hem bende bir tevahhuş var. Herkesi her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor. O da hoşuma gitmiyor. Hem tasannu ve temellükten beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en âlâ baklavasını yemek, en murassâ libasını giymek ve onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nâhoş geliyor. [/FONT] [/FONT][/DIKKAT] [/FONT][DIKKAT][FONT=Times New Roman][B]Altıncısı:[/B] [/FONT][FONT=Times New Roman]Bir iki senedir çok emâreler ve tecrübelerle katî kanaatim oldu ki, halkların malını, hususan zenginlerin ve [FONT=Times New Roman]Ve istiğnâ sebebinin en mühimi, mezhebimizce en muteber olan İbn-i Hâcer diyor ki: "Salâhat niyetiyle sana verilen bir şey sâlih olmazsan kabul etmek haramdır." [/FONT][/FONT][/DIKKAT] [FONT=Times New Roman]İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tama' yüzünden, küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir biçareyi, sâlih veya velî tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar. Eğer (hâşâ) ben kendimi sâlih bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir. Hem âhirete müteveccih a'mâle mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.[/FONT] [FONT=Times New Roman]Yine aynı konuda Bediüzzaman vefatına yakın yazdırdığı [NOT][B][I]“Konuşan yalnız hakikattir”[/I][/B] [/NOT]başlıklı risalesinde konuyu mükemmel bir şekilde ele almıştır:[/FONT] [FONT=Times New Roman]Risale-i Nur'da isbat edilmiştir ki, bazan zulüm içinde adalet tecelli eder. Yâni, insan bir sebeple bir haksızlığa, bir zulme maruz kalır, başına bir felâket gelir, hapse de mahkûm olur, zindana da atılır. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vakıa adaletin tecellisine bir vesile olur. Kader-i İlâhî başka bir sebepten dolayı cezaya mahkûmiyete istihkak kesbetmiş olan kimseyi bu defa bir zâlim eliyle cezaya çarptırır, felâkete sürer. Bu, adalet-i İlâhiyenin bir nevi tecellisidir. [/FONT] [FONT=Times New Roman]Ben şimdi düşünüyorum... Yirmisekiz senedir vilâyet vilâyet, kasaba kasaba dolaştırılıyor, mahkemeden mahkemeye sevkediliyorum. Bana bu zâlimane işkenceleri yapanların atfettikleri suç nedir? Dini, siyasete âlet yapmak mı? Fakat niçin bunu tahakkuk ettiremiyorlar? Çünki, hakikat-ı halde böyle bir şey yoktur. Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkûm etmeye uğraşıyor. O bırakıyor.. diğer bir mahkeme aynı meseleden dolayı beni tekrar muhakeme altına alıyor. Bir müddet de o uğraşıyor.. beni tazyik ediyor… türlü türlü işkencelere mâruz kılıyor. O da netice elde edemiyor, bırakıyor. Bu defa bir üçüncüsü yakama yapışıyor. Böylece musibetten musibete felâketten felâkete sürüklenip gidiyorum. Yirmisekiz sene ömrüm böyle geçti. Bana isnad ettikleri suçun aslı, esası olmadığını nihayet kendileri de anladılar. Onlar bu ithamı kasden mi yaptılar, yoksa bir vehme mi kapıldılar. İster kasıd, ister vehim olsun, benim böyle bir suçla münasebet ve alâkam olmadığını kemal-i kat'iyetle yakînen ve vicdanen biliyorum ya.. dini siyasete âlet edecek bir adam olmadığımı bütün insaf dünyası da biliyor ya.. hattâ beni bu suçla ittiham edenler de biliyor ya.. O halde neden bana bu zulmü yapmakta ısrar edip durdular? Neden ben suçsuz ve masum olduğum halde böyle devamlı bir zulme ve muannid bir işkenceye maruz kaldım? Neden bu musibetlerden kurtulamadım? Bu ahval,Adalet-i İlâhiyyeye muhalif düşmez mi?[/FONT] [FONT=Times New Roman]Bir çeyrek asırdır bu suallerin cevaplarını bulamıyordum; üzülüyordum, muzdarip oluyordum. Bana zulüm ve işkence yaptıklarının hakiki sebebini şimdi bildim. Ben, kemal-i teessürle söylerim ki; benim suçum hizmet-i Kur'aniyemi maddî manevî terakkiyatıma, kemâlâta âlet yapmakmış.. şimdi bunu anlıyorum, hissediyorum. ALLAH'a binlerle şükrediyorum ki; uzun seneler ihtiyarım haricinde olarak hizmet-i îmaniyemi maddî ve manevî kemalât ve terakkiyatıma, azaptan, cehennemden kurtulmaklığıma, hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmaklığıma yahut herhangi bir maksada âlet yapmaklığıma mânevi gayet kuvvetli mânialar beni menediyordu. Bu derûnî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde bıraktı. Herkes hoşlandığı mânevî makamatı ve uhrevî saadetleri âmâl-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak herkesin meşrû hakkı olduğu hem de hiç kimseye hiçbir zararı bulunmadığı halde ben, ruhen ve kalben bu ahvalden menediliyordum. Rıza-i İlâhiden başka fıtrî vazife-i ilmiyyenin sevkiyle yalnız ve yalnız îmana hizmet hususu bana gösterildi. Çünki, bu zamanda hiç bir şeye âlet ve tâbi olmıyan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i îmaniyeyi fıtrî ubudiyetle bilmiyenlere, bilmek ihtiyacında olanlara te'sirli bir surette bildirmek, bu keşmekeş dünyasında îmanı kurtaracak ve muannidlere kat'î kanaat verecek bu tarzda, yani hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda bir Kur'an dersi vermek lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı dalâleti kırsın; herkese kat'î kanaat verebilsin. Bu kanaat da, bu zamanda, bu şerait dahilinde dinin hiçbir şahsî, uhrevî, dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir; yoksa komitecilik ve cemiyetçilikten tevellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i mâneviyesine karşı çıkan bir şahıs en büyük mânevî bir mertebede bulunsa yine vesveseleri bütün bütün izale edemez; çünki, imana girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki: «O şahıs dehasıyla, hârika makamiyle bizi kandırdı.» böyle der ve içinde şüphesi kalır. [/FONT] [FONT=Times New Roman]Allah'a binlerce şükür olsun ki: Yirmisekiz senedir dini siyasete âlet ittihamı altında kader-i İlâhi ihtiyarım haricinde dini, hiç bir şahsî şeye âlet etmemek için beşerin zâlimane eliyle mahz-ı adalet olarak beni tokatlıyor, ikaz ediyor. Sakın diyor, îman hakikatını kendi şahsına âlet yapma; tâ ki, îmana muhtaç olanlar anlasınlar ki, yalnız hakikat konuşuyor, nefsin evhamı, şeytanın desiseleri kalmasın, sussun. [/FONT] [FONT=Times New Roman]İşte Nur Risalelerinin, büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüller üzerinde husule getirdiği heyecanın kalblerde ve ruhlarda yaptığı tesirin sırrı budur; başka bir şey değil. Risale-i Nur'un bahsettiği hakikatlerin aynını binlerce âlimler yüzbinlerce kitaplar daha beliğâne neşrettikleri halde yine küfr-ü mutlakı durduramıyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar ağır şerait altında Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sırrı işte budur. Said yoktur; Said'in kudret ve ehliyeti de yoktur; konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i îmaniyedir. [/FONT] [FONT=Times New Roman]Madem ki: Nur-u hakikat, îmana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor.. bir Said değil, bin Said feda olsun. Yirmisekiz sene çektiğim eza ve cefalar, mâruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler helâl olsun. Bana zulüm edenlerin, beni kasaba kasaba dolaştıranların, hakaret edenlerin, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlerin, zindanlarda bana yer hazırlayanların hepsine hakkımı helâl ettim. [/FONT] [FONT=Times New Roman]Âdil kadere de derim ki: Ben senin bu şefkatli tokatlarına müstahak idim. Yoksa, herkes gibi gayet meşrû ve zararsız olan bir yol tutarak şahsımı düşünseydim, maddî mânevî füyuzat hislerimi feda etmeseydim, îman hizmetinde bu büyük ve mânevî kuvveti kaybedecektim. Ben, maddî ve mânevî her şeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede, hakikat-ı îmaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüzbinlerce belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda hizmet-i îmaniyede onlar devam edeceklerdir; ve benim, maddî ve mânevî her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır; yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.[/FONT] [FONT=Times New Roman]Bize işkence edenler bilmiyerek, kader-i İlâhinin sırlarına, derin tecellilerine akıl erdiremeyerek hakikat-ı îmaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Ben çok hastayım; ne yazmaya ne söylemeye takatim kalmadı; belki de bunlar son sözlerim olur. Medresetüzzehra'nın Risale-i Nur talebeleri bu vasiyetimi unutmasınlar. [/FONT] [FONT=Times New Roman]Evet dostlar, konu önemli, derin. Bu sebeple sözü belki fazla uzattık. İşte asrın en büyük tebliğcilerinden birisinin konuya yaklaşımı. Arife işaret yeter.[/FONT][/SIZE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale Analiz ve Çalışmalar
Risale Açıklamalı
Risale Açıklamalı 38 - İlmi ve Dini Geçim Kaynağı Olarak Kullanmak
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst