Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
Postmodern Bağlamda Bilim - Din İlişkisi
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 229262" data-attributes="member: 27"><p><span style="color: blue"><strong>III. 17. Yüzyıl ve Bilimsel Devrimler</strong></span></p><p></p><p> 17. yüzyılda felsefe ve bilim alanındaki çalışmaların sonucu yeni bir çağ başlamıştır. Bilimsel devrimler çağı olarak adlandırılan bu yeni dönemi karanlık Batı orta çağından ayırmak için Modern Çağ olarak da isimlendirilmiştir. Burada karanlık-Batı Orta çağı ayrımına dikkat edilmelidir. Zira bu kavramda öyle bir şekilde kullanılmaktadır ki, adeta aynı dönemde bütün dünya karanlıklar içindeymiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Böylece de modern çağın ve onun getirdiği değerlerin sadece Batı medeniyetinin bir ürünü ve batıda geliştiği vurgulanmaktadır. Bu dönemin getirdiği yeni değerler ayrıca tanışılabilirse de, burada açık olan bir tarihsel gerçeklik var ki onu görmezden gelemeyiz. O da şudur: Batıda Ortaçağ veya Karanlık Çağ olarak tanımlanan zaman diliminde İslam medeniyetine bakıldığında, bu medeniyetin en parlak dönemini yaşadığı görülür. Russel'ın kitabında yer verdiği ve görmezden gelemediği dönem de bu dönemdir. Ancak nedense hâlâ bazılarınca konu karıştırılmakta veya kavram karmaşasıyla daha objektif değerlendirmelerin yapılması adeta imkânsız hale getirilmektedir.</p><p></p><p></p><p> Bununla beraber bilimsel devrimler birdenbire onaya çıkmış bir olgu olmayıp, daha önce de işaret ettiğimiz gibi belli bir bilimsel zeminin ve ortamın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu yeni dönemin oluşmasında ve şekillenmesinde en büyük katkıyı ise Galileo, Kopernik, Kepler, Bacon, Descartes, Newton vb. düşünürler yapmışlardır. </p><p></p><p></p><p> Aslında modern bilim ve modern çağ kavramlaştırması, daha önceki dönemden köklü bir farklılaşmayı ve ayrışmayı göstermektedir. Artık başta bilim olmak üzere, insan kâinat, toplum ve bunların birbirleriyle olan karmaşık ilişkileri yeniden ve yeni referanslara göre tanımlanmıştır. Açık olan ise, bu yeni referansın artık ortaçağın kilise ve din otoritesine dayanan referansları tamamen reddetmesi veya en azından bunları yeni dönemin kıstaslarına göre tanımlamasıdır. Örneğin bu yeni çağın bilim felsefesinin temel amâcı Bacon'in ifade ettiği gibi bilgi=kuvvet anlayışının hakim olmasıdır. Yani bundan sonra bilimin amacı daha önceki dönemde olduğu gibi tamamen spekülatif. teorik ve kişisel entelektüellik değil. belki insanın ve insanın günlük yaşamına faydalı sonuçlar ortaya koymaktır. İnsan-tabiat mücadelesinde insana güç sağlamaktır. Böylece bilim ve teknoloji mecz edilmiş ve bunun sonucu ise bilindiği gibi sanayi devrimi olmuştur. Halbuki gerek kadim Yunan'da ve gerekse ortaçağda bilimin amacı teknoloji (zanaat) dan tamamen farklıydı ve bu anlamıyla da teknolojiyi küçümsüyordu.</p><p></p><p></p><p> Bu dönemin diğer önemli bir filozofu. daha doğrusu modern felsefenin babası olan Descartes ise bu yeni dönemin temel metafiziğini inşa etmiştir. Buna göre insan beden ve ruh'tan oluşan bir varlıktır. Kartezyen düalizm olarak da anılan bu görüşe göre bu iki cevher birbirinden tamamen farklıdır ve insanın temel niteliği ve özü ise onun düşünmesidir, yani ruhudur. "Düşünüyorum, öyleyse varım." ifadesinde özetlenen bu yeni anlayış, böylece her şeyin merkezi ve başlangıç noktası olarak "düşünün ben"i almıştır. Tanrı'nın ve kâinatın varlığı bu "ben"in varlığından sonra gelmektedir. Descartes Tanrı,yı inkâr etmiyor, ancak onun varlığının ispatı kendi varlığının ispatından sonra geliyor.32 Bununla beraber Descartes'in Tanrı'nın varlığını insana göre ikincil bir konuma koyması ve Tanrı-tabiat ilişkisini bu çerçevede temellendirmesi, daha sonra daha değişik bir mecra takip etti ve tanrının tamamen unutulmasına kadar gitti. Aslında bu o kadar da kolay bir soru değildi. Hegel bile kâinatı ve diyalektik sistemini açıklayabilmek için kendisinin mutlak ruh/zihin dediği bir referansa ihtiyaç duymuştu. Newton ise, onunla ilgili y,eni araştırmaların ortaya koyduklarına bakılırsa, bütün mekanik fiziğini Tanrı-tabiat ilişkisini kavramak için olduğunu ifade ediyordu. Başka bir ifade ile, "doğa ve Tanrının iradesinin doğasıyla ilgili olan sorun Descartes tarafından serbestçe, ancak Newton ve Hegel tarafından ciddi olarak ele alınmıştır. Tanrının yeri hem Newton ve hem de Hegel'in sistemlerinde dışlanmayarak, gerekli şekilde ele alınmıştır. Bununla beraber Descartes, Newton ve Hegel dönemini kapsayan insan, Tanrı ve doğa ilişkileriyle ilgili çok derin bir vurgu değişimi vardır".33 </p><p></p><p></p><p> Bu vurgu değişimi Batı medeniyetinin daha sonraki gelişmesine damgasını vurmuştur.. Bununla beraber bütün bu sürecin kendi içinde bazı güçlükleri bulunmaktaydı. Mekanik bir alem anlayışını ancak Newton ve 1690'ların sonlarındaki Newtoncular tasarlayabildiler. Ancak bunlar Royal Society ve Anglikan Kilisesinin resmi kurumu içerisinde bu anlayışı matematiksel ve deneysel olarak ele alabilen mekanik bir alem anlayışını tasarlayabildiler. İşin ilginç yanı, bütün bunlara rağmen, oldukça muhafâzakâr bir Tanrı kavramını korumalarıydı. Bu yeni Tanrı kavramı sadece yeni mekanik doğa felsefesini yasallaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda Francis Bacon ve Isaac Newton tarafından başlatılan bilimsel geleneğin yerleşip, kuvvetlenmesine de yardım ediyordu. Robert Boyle, Henry Oldenbourg (Royal Society'nin sekreteri) ve Newton'un kendisinden tutunda Anglikan Kilisesi Newtoncularına (Richard Bentley, William Whiston ve Samuel Clarke gibi) kadar hepsi bu yeni bilim geleneğini hem desteklediler, hem de Anglikan Hıristiyanlığının Tanrı kavramını desteklemek için bu yeni bilim geleneğini kullandılar.34 Newton ve Whinston'un Arian ve Unitaran olmaları. onları Oğul ve Ruhul Kudus'suz bir Tanrı'nın varlıgını desteklemekten alıkoyamadı. İngiltere ve Avrupa'daki bilimsel ve aynı zamanda teolojik topluluğun en büyük muhalifleri Hobbes ve Spinoza'ydı. Cambridge'teki Henry More ve genç Newton'un tesirindeki Neo-Platonistler ilkin Kartezyen olmalarına rağmen, Newton'un kendi gelişiminin sürecinde bu durumlarını değiştirdiler. Bununla beraber vurgulanmasında fayda var: Bilimde devrim ve dinde muhafazakarlık gibi ilginç bir düşünce için sadece İngiltere'de elverişli bir ortam vardı. Bu durum gerçekten müstesnaydı ve sadece Newton ve Newtoncuların degil birçok seçkin kişinin abalarının sonucuydu.35 </p><p></p><p></p><p>Prof. Gazo'ya göre, "Descartes, özellikle, halk söz konusu olunca, Tanrı anlayışında dürüst değildi. Tanrıyı, onun dışında epistemolojik olarak hiç bir şeyin mümkün olmadığı durumlarda bir cankurtaran yeleği gibi kullanmıştır." Gazo'ya göre: "Newton ve Hegel Uluhiyeti (Deity) ele alırken daha dürüsttüler. En azından Newton'un Arianism'i konusunda görüldüğü gibi daha diplomatiklerdi. (...) Hegel'in Mutlak Zihni (Mind) ve Newton'un da Pantakrator'u, bir dünya sistemi ve Wissenschaf çevresindeki ince değişimleri anlayabilmek için bir ölçüt görevi yapacaklardır."36 Bununla beraber, insan ve Tanrı arasındaki kopma henüz ne Newton'un sisteminde ne de Hegel'in Wissenchaft'ın da meydana gelmemişti. Ancak Kant tarafından yeni bir konum kazandırılmış; Marx, Feuerbach, Darıvin ve Nictzsche tarafından da bu ilişki koparılmıştı. Bu anlamda konuyla ilgili olarak Karl Löwith'in 19. yüzyıl Avrupa düşüncesiyle ilgili değerlendirmeleri doğrudur: Tanrı ve insan arasındaki klasik düzenin yıkılması Newton ve bilimsel devrimler tarafından başlatılmamıştı. Aksine seküler bir bağlamda oluşturulmuş ve teolojinin temel inançlarıyla bağdaşmayan doktrinlerin eliyle olmuştur.37 Bu olguya yukarıda işaret etmiştik. </p><p></p><p></p><p> Bununla beraber Hegel kendi zamanının teolojik. felsefi ve aynı zamanda bilimsel durumunu kuşatan en önemli sorunun farkına varmıştı: Tabiatın ikiliği. "Differenzschrift"inde şöyle diyordu: "Felsefeye olan ihtiyacın kaynağı (tabiatın) ikiliğidir."</p><p></p><p></p><p> Hegel'in uzun vadedeki amacı bu ikiliği mutlak zihin anlamında birleştirmekti. Hegel'de, Newton'da olmayan bir yabancılaşma rengi bulunmaktadır. Bununla beraber, Principia ve General Scholinı'daki dünya sistemleri arasındaki manevi sürtüşme açıktır. Her ikisi de teoloji, felsefe ve din arasındaki karşılaşma safhasının düzenlenmesindeki etkilerinden dolayı övgüye değer. Descartes 'in kendi zamanının lisanıyla net olarak açıkladığını Newton matematik kavramlarla formüle etmiş ve Hegel'e de bir çözüm sunabilme görevi kalmıştı. Fakat Tanrı hâlâ atılmamıştı. Bununla beraber, ikilik sorunu göstermektedir ki, Tanrı sonunu öyle karmaşık bir hale sokulmuştur ki günümüzde bile tamamen bir sonuca ulaşılamamıştır. </p><p></p><p></p><p> Bilim-din ilişkisini daha iyi anlayabilmek için aslında Newton bizim için en uygun örnek olabilir. Nasıl ki Bacon bu yeni dönemin bilim felsefesinin, Descartes de metafizik temelini atmışsa, Newton da bu yeni dönemin en parlak bilimi olan ve daha sonra bütün bilimlerce örnek alınan ve 300 yıla yakındır zihinlerimizi ve dünya görüşümüzü etkileyen mekanik fiziğin temellerini atarak, 2000 yıldır süren Arsito'cu fizik anlayışını ortadan kaldırmıştır. </p><p></p><p></p><p> Ayrıca Newton, pozitivist, amprist, deneyci ve doğrulamacı bilim adamlığının klasik örneği olarak takdim edilmiştir. Böylece, büyük pozitivist, fizikçi, daha doğrusu modern fiziğin kurucusu olan Newton, her türlü dini ve gizemli (occult qualites), vahiy ve Uluhiyetten soyutlanmıştır. Newton'un bugün tüm dünyada tanınan bu klasik imajını Ernst Mach'a borçluyuz. Viyana Çevresi felsefi ekolünün önde gelen otoritelerinden olan fizikçi Mach'ın 19. yüzyılın bitiminde fiziğin tarihiyle ilgili yazdığı meşhur kitabının takdim ettiği Newton'un pozitivist imajı budur.38</p><p></p><p></p><p> Ancak pozitivist felsefeye yöneltilen büyük eleştirilere ve meydan okumalara şahit olduğumuz son zamanlarda yapılan yeni araştırmalar daha önce sahip olduğumuz bir çok varsayım ve ön kabullerimizi değiştirmemiz gerektiğini gösterdiği gibi, Newton'la ilgili bildiklerimizin de yetersiz., yanlış en azından eksik oldugunu ortaya koydu. Bu araştırmalar açık bir şekilde göstermiştir ki, pozitivist Mach ve taraftarlarının bize sunduğu ve bizim inanmamızı istediği Newton imajı yanlıştır. Bu durumda araştırmacılar Newton'un bilimini dini bağlamda yeniden ortaya koymak, yeniden yorumlamak ve yeniden biçimlendirmek zorunda kalmışlardır.39</p><p></p><p> </p><p> Newton'la ilgili bu araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlar, sadece Newton'la ilgili kanaatlerimizi değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda bilim anlayışı, bilimsel devrimlerin yapısı ve yorumuyla ilgili tüm klasik anlayışları da etkilemiştir. Bundan dolayı Newton'cu bilimin içinde şekillendiği ortamın, daha doğrusu dini bağlamın aşılması için çok detaylı çalışmalar yapılmıştır.40 Bu çalışmaların bir sonucu olarak bir zamanların büyülü ve görkemli pozitivist anlayışı cazibesini yitirmiş, yerini daha makul, hoşgörülü ve kendi sınırlarını bilen bir bilim anlayışına bırakmıştır.</p><p></p><p></p><p> Kısaca burada vurgulamak istenen, Modern zamanlarda bilim ve din arasındaki ilişkinin önemini kavrayabilmek, dinin bu konudaki belirleyici rolünü (eğer böyle bir rolü varsa) ortaya koyabilmek için Newtoncu bilim anlayışının yeni verilerin ışığında ele alınması gerekmektedir. Zira bazı araştırmacıların yeni verilerin ışığında ortaya attığı görüşlere göre, daha sonraları fizik olarak adlandırılan Newtoncu doğa biliminin şekillenmesinde, dini görüşlerin çok ciddi etkileri bulunmaktadır. Bu, aynı zamanda, batı dünyasındaki bilimsel devrimi daha derinlemesine değerlendirme ve onun metafizik temellerini, Burtt'un kavramlaştırmasını ku1lanırsak, imkânını da bizlere verecektir.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 229262, member: 27"] [COLOR=blue][B]III. 17. Yüzyıl ve Bilimsel Devrimler[/B][/COLOR] 17. yüzyılda felsefe ve bilim alanındaki çalışmaların sonucu yeni bir çağ başlamıştır. Bilimsel devrimler çağı olarak adlandırılan bu yeni dönemi karanlık Batı orta çağından ayırmak için Modern Çağ olarak da isimlendirilmiştir. Burada karanlık-Batı Orta çağı ayrımına dikkat edilmelidir. Zira bu kavramda öyle bir şekilde kullanılmaktadır ki, adeta aynı dönemde bütün dünya karanlıklar içindeymiş gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Böylece de modern çağın ve onun getirdiği değerlerin sadece Batı medeniyetinin bir ürünü ve batıda geliştiği vurgulanmaktadır. Bu dönemin getirdiği yeni değerler ayrıca tanışılabilirse de, burada açık olan bir tarihsel gerçeklik var ki onu görmezden gelemeyiz. O da şudur: Batıda Ortaçağ veya Karanlık Çağ olarak tanımlanan zaman diliminde İslam medeniyetine bakıldığında, bu medeniyetin en parlak dönemini yaşadığı görülür. Russel'ın kitabında yer verdiği ve görmezden gelemediği dönem de bu dönemdir. Ancak nedense hâlâ bazılarınca konu karıştırılmakta veya kavram karmaşasıyla daha objektif değerlendirmelerin yapılması adeta imkânsız hale getirilmektedir. Bununla beraber bilimsel devrimler birdenbire onaya çıkmış bir olgu olmayıp, daha önce de işaret ettiğimiz gibi belli bir bilimsel zeminin ve ortamın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu yeni dönemin oluşmasında ve şekillenmesinde en büyük katkıyı ise Galileo, Kopernik, Kepler, Bacon, Descartes, Newton vb. düşünürler yapmışlardır. Aslında modern bilim ve modern çağ kavramlaştırması, daha önceki dönemden köklü bir farklılaşmayı ve ayrışmayı göstermektedir. Artık başta bilim olmak üzere, insan kâinat, toplum ve bunların birbirleriyle olan karmaşık ilişkileri yeniden ve yeni referanslara göre tanımlanmıştır. Açık olan ise, bu yeni referansın artık ortaçağın kilise ve din otoritesine dayanan referansları tamamen reddetmesi veya en azından bunları yeni dönemin kıstaslarına göre tanımlamasıdır. Örneğin bu yeni çağın bilim felsefesinin temel amâcı Bacon'in ifade ettiği gibi bilgi=kuvvet anlayışının hakim olmasıdır. Yani bundan sonra bilimin amacı daha önceki dönemde olduğu gibi tamamen spekülatif. teorik ve kişisel entelektüellik değil. belki insanın ve insanın günlük yaşamına faydalı sonuçlar ortaya koymaktır. İnsan-tabiat mücadelesinde insana güç sağlamaktır. Böylece bilim ve teknoloji mecz edilmiş ve bunun sonucu ise bilindiği gibi sanayi devrimi olmuştur. Halbuki gerek kadim Yunan'da ve gerekse ortaçağda bilimin amacı teknoloji (zanaat) dan tamamen farklıydı ve bu anlamıyla da teknolojiyi küçümsüyordu. Bu dönemin diğer önemli bir filozofu. daha doğrusu modern felsefenin babası olan Descartes ise bu yeni dönemin temel metafiziğini inşa etmiştir. Buna göre insan beden ve ruh'tan oluşan bir varlıktır. Kartezyen düalizm olarak da anılan bu görüşe göre bu iki cevher birbirinden tamamen farklıdır ve insanın temel niteliği ve özü ise onun düşünmesidir, yani ruhudur. "Düşünüyorum, öyleyse varım." ifadesinde özetlenen bu yeni anlayış, böylece her şeyin merkezi ve başlangıç noktası olarak "düşünün ben"i almıştır. Tanrı'nın ve kâinatın varlığı bu "ben"in varlığından sonra gelmektedir. Descartes Tanrı,yı inkâr etmiyor, ancak onun varlığının ispatı kendi varlığının ispatından sonra geliyor.32 Bununla beraber Descartes'in Tanrı'nın varlığını insana göre ikincil bir konuma koyması ve Tanrı-tabiat ilişkisini bu çerçevede temellendirmesi, daha sonra daha değişik bir mecra takip etti ve tanrının tamamen unutulmasına kadar gitti. Aslında bu o kadar da kolay bir soru değildi. Hegel bile kâinatı ve diyalektik sistemini açıklayabilmek için kendisinin mutlak ruh/zihin dediği bir referansa ihtiyaç duymuştu. Newton ise, onunla ilgili y,eni araştırmaların ortaya koyduklarına bakılırsa, bütün mekanik fiziğini Tanrı-tabiat ilişkisini kavramak için olduğunu ifade ediyordu. Başka bir ifade ile, "doğa ve Tanrının iradesinin doğasıyla ilgili olan sorun Descartes tarafından serbestçe, ancak Newton ve Hegel tarafından ciddi olarak ele alınmıştır. Tanrının yeri hem Newton ve hem de Hegel'in sistemlerinde dışlanmayarak, gerekli şekilde ele alınmıştır. Bununla beraber Descartes, Newton ve Hegel dönemini kapsayan insan, Tanrı ve doğa ilişkileriyle ilgili çok derin bir vurgu değişimi vardır".33 Bu vurgu değişimi Batı medeniyetinin daha sonraki gelişmesine damgasını vurmuştur.. Bununla beraber bütün bu sürecin kendi içinde bazı güçlükleri bulunmaktaydı. Mekanik bir alem anlayışını ancak Newton ve 1690'ların sonlarındaki Newtoncular tasarlayabildiler. Ancak bunlar Royal Society ve Anglikan Kilisesinin resmi kurumu içerisinde bu anlayışı matematiksel ve deneysel olarak ele alabilen mekanik bir alem anlayışını tasarlayabildiler. İşin ilginç yanı, bütün bunlara rağmen, oldukça muhafâzakâr bir Tanrı kavramını korumalarıydı. Bu yeni Tanrı kavramı sadece yeni mekanik doğa felsefesini yasallaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda Francis Bacon ve Isaac Newton tarafından başlatılan bilimsel geleneğin yerleşip, kuvvetlenmesine de yardım ediyordu. Robert Boyle, Henry Oldenbourg (Royal Society'nin sekreteri) ve Newton'un kendisinden tutunda Anglikan Kilisesi Newtoncularına (Richard Bentley, William Whiston ve Samuel Clarke gibi) kadar hepsi bu yeni bilim geleneğini hem desteklediler, hem de Anglikan Hıristiyanlığının Tanrı kavramını desteklemek için bu yeni bilim geleneğini kullandılar.34 Newton ve Whinston'un Arian ve Unitaran olmaları. onları Oğul ve Ruhul Kudus'suz bir Tanrı'nın varlıgını desteklemekten alıkoyamadı. İngiltere ve Avrupa'daki bilimsel ve aynı zamanda teolojik topluluğun en büyük muhalifleri Hobbes ve Spinoza'ydı. Cambridge'teki Henry More ve genç Newton'un tesirindeki Neo-Platonistler ilkin Kartezyen olmalarına rağmen, Newton'un kendi gelişiminin sürecinde bu durumlarını değiştirdiler. Bununla beraber vurgulanmasında fayda var: Bilimde devrim ve dinde muhafazakarlık gibi ilginç bir düşünce için sadece İngiltere'de elverişli bir ortam vardı. Bu durum gerçekten müstesnaydı ve sadece Newton ve Newtoncuların degil birçok seçkin kişinin abalarının sonucuydu.35 Prof. Gazo'ya göre, "Descartes, özellikle, halk söz konusu olunca, Tanrı anlayışında dürüst değildi. Tanrıyı, onun dışında epistemolojik olarak hiç bir şeyin mümkün olmadığı durumlarda bir cankurtaran yeleği gibi kullanmıştır." Gazo'ya göre: "Newton ve Hegel Uluhiyeti (Deity) ele alırken daha dürüsttüler. En azından Newton'un Arianism'i konusunda görüldüğü gibi daha diplomatiklerdi. (...) Hegel'in Mutlak Zihni (Mind) ve Newton'un da Pantakrator'u, bir dünya sistemi ve Wissenschaf çevresindeki ince değişimleri anlayabilmek için bir ölçüt görevi yapacaklardır."36 Bununla beraber, insan ve Tanrı arasındaki kopma henüz ne Newton'un sisteminde ne de Hegel'in Wissenchaft'ın da meydana gelmemişti. Ancak Kant tarafından yeni bir konum kazandırılmış; Marx, Feuerbach, Darıvin ve Nictzsche tarafından da bu ilişki koparılmıştı. Bu anlamda konuyla ilgili olarak Karl Löwith'in 19. yüzyıl Avrupa düşüncesiyle ilgili değerlendirmeleri doğrudur: Tanrı ve insan arasındaki klasik düzenin yıkılması Newton ve bilimsel devrimler tarafından başlatılmamıştı. Aksine seküler bir bağlamda oluşturulmuş ve teolojinin temel inançlarıyla bağdaşmayan doktrinlerin eliyle olmuştur.37 Bu olguya yukarıda işaret etmiştik. Bununla beraber Hegel kendi zamanının teolojik. felsefi ve aynı zamanda bilimsel durumunu kuşatan en önemli sorunun farkına varmıştı: Tabiatın ikiliği. "Differenzschrift"inde şöyle diyordu: "Felsefeye olan ihtiyacın kaynağı (tabiatın) ikiliğidir." Hegel'in uzun vadedeki amacı bu ikiliği mutlak zihin anlamında birleştirmekti. Hegel'de, Newton'da olmayan bir yabancılaşma rengi bulunmaktadır. Bununla beraber, Principia ve General Scholinı'daki dünya sistemleri arasındaki manevi sürtüşme açıktır. Her ikisi de teoloji, felsefe ve din arasındaki karşılaşma safhasının düzenlenmesindeki etkilerinden dolayı övgüye değer. Descartes 'in kendi zamanının lisanıyla net olarak açıkladığını Newton matematik kavramlarla formüle etmiş ve Hegel'e de bir çözüm sunabilme görevi kalmıştı. Fakat Tanrı hâlâ atılmamıştı. Bununla beraber, ikilik sorunu göstermektedir ki, Tanrı sonunu öyle karmaşık bir hale sokulmuştur ki günümüzde bile tamamen bir sonuca ulaşılamamıştır. Bilim-din ilişkisini daha iyi anlayabilmek için aslında Newton bizim için en uygun örnek olabilir. Nasıl ki Bacon bu yeni dönemin bilim felsefesinin, Descartes de metafizik temelini atmışsa, Newton da bu yeni dönemin en parlak bilimi olan ve daha sonra bütün bilimlerce örnek alınan ve 300 yıla yakındır zihinlerimizi ve dünya görüşümüzü etkileyen mekanik fiziğin temellerini atarak, 2000 yıldır süren Arsito'cu fizik anlayışını ortadan kaldırmıştır. Ayrıca Newton, pozitivist, amprist, deneyci ve doğrulamacı bilim adamlığının klasik örneği olarak takdim edilmiştir. Böylece, büyük pozitivist, fizikçi, daha doğrusu modern fiziğin kurucusu olan Newton, her türlü dini ve gizemli (occult qualites), vahiy ve Uluhiyetten soyutlanmıştır. Newton'un bugün tüm dünyada tanınan bu klasik imajını Ernst Mach'a borçluyuz. Viyana Çevresi felsefi ekolünün önde gelen otoritelerinden olan fizikçi Mach'ın 19. yüzyılın bitiminde fiziğin tarihiyle ilgili yazdığı meşhur kitabının takdim ettiği Newton'un pozitivist imajı budur.38 Ancak pozitivist felsefeye yöneltilen büyük eleştirilere ve meydan okumalara şahit olduğumuz son zamanlarda yapılan yeni araştırmalar daha önce sahip olduğumuz bir çok varsayım ve ön kabullerimizi değiştirmemiz gerektiğini gösterdiği gibi, Newton'la ilgili bildiklerimizin de yetersiz., yanlış en azından eksik oldugunu ortaya koydu. Bu araştırmalar açık bir şekilde göstermiştir ki, pozitivist Mach ve taraftarlarının bize sunduğu ve bizim inanmamızı istediği Newton imajı yanlıştır. Bu durumda araştırmacılar Newton'un bilimini dini bağlamda yeniden ortaya koymak, yeniden yorumlamak ve yeniden biçimlendirmek zorunda kalmışlardır.39 Newton'la ilgili bu araştırmaların ortaya koyduğu sonuçlar, sadece Newton'la ilgili kanaatlerimizi değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda bilim anlayışı, bilimsel devrimlerin yapısı ve yorumuyla ilgili tüm klasik anlayışları da etkilemiştir. Bundan dolayı Newton'cu bilimin içinde şekillendiği ortamın, daha doğrusu dini bağlamın aşılması için çok detaylı çalışmalar yapılmıştır.40 Bu çalışmaların bir sonucu olarak bir zamanların büyülü ve görkemli pozitivist anlayışı cazibesini yitirmiş, yerini daha makul, hoşgörülü ve kendi sınırlarını bilen bir bilim anlayışına bırakmıştır. Kısaca burada vurgulamak istenen, Modern zamanlarda bilim ve din arasındaki ilişkinin önemini kavrayabilmek, dinin bu konudaki belirleyici rolünü (eğer böyle bir rolü varsa) ortaya koyabilmek için Newtoncu bilim anlayışının yeni verilerin ışığında ele alınması gerekmektedir. Zira bazı araştırmacıların yeni verilerin ışığında ortaya attığı görüşlere göre, daha sonraları fizik olarak adlandırılan Newtoncu doğa biliminin şekillenmesinde, dini görüşlerin çok ciddi etkileri bulunmaktadır. Bu, aynı zamanda, batı dünyasındaki bilimsel devrimi daha derinlemesine değerlendirme ve onun metafizik temellerini, Burtt'un kavramlaştırmasını ku1lanırsak, imkânını da bizlere verecektir. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
Postmodern Bağlamda Bilim - Din İlişkisi
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst