Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Bunları Biliyormusunuz
Tarihden Bir Yaprak
Osmanlı Akılcılığı
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 231689" data-attributes="member: 27"><p><strong>Osmanlı Akılcılığının Kaynakları </strong></p><p><strong></strong></p><p>Osmanlı toplumsal kurumlarının oluşumunda akılcılığın hangi düzeyde etkili olduğunu belirleyebilmek için bireyin zihniyetinin geriplanını oluşturan dinî ve felsefî sistemin ne olduğunun ortaya çıkartılması gerekir. Aynı şekilde yöneticilerin, askeri ve sivil bürokrasinin yönetim anlayışı ve vatandaşa bakış tarzının hangi ahlaki ve siyasi kaynaklardan beslendiği, özellikle entellektüel ve aydın kesimin düşünce yapısının belirleyici unsurlarının nelerden ibaret olduğu incelenmelidir. </p><p></p><p></p><p> <strong>Osmanlı Toplumsal Zihniyetinin Oluşumunda Ulemanın Rolü </strong></p><p><strong></strong></p><p> Osmanlı kurumlarından özellikle yönetim kurumlarında, insanı şaşırtıcı düzeyde bir metodizmin, disiplinin, hiyerarşinin ve akılcılığın var olduğu görülmektedir. Bu akılcılığın halk kültürüne ne kadar sirayet edebildiği başka bir çalışmanın konusudur, ancak böyle bir akılcılığın bürokrasi ve aydın kesimde önemli ölçüde gelişmiş, hatta müesseseleşmiş olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bürokrasideki bu akılcılığın çeşitli tezahürlerini aşağıda pratik örnekleriyle inceleyeceğiz, burada ilk olarak böyle bir akılcılığın hangi kaynak veya kaynaklardan beslenmiş olabileceğini ortaya koymaya çalışalım. </p><p></p><p></p><p> Osmanlı akılcılığının geniş ölçüde medreseden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Cumhuriyet sonrası dönemi saymazsak Türk-İslâm tarihinde toplumsal hayatın yapılanması ve inşasında ulemaya ve genel olarak bilim adamlarına çok önemli bir rol verilmiştir. Bilgi kaynakları ve bilgi felsefesinin üretilmesi, Allah ve evren hakkında inanç ve düşüncenin inşası, ahlaki normların belirlenmesi, yasaların yapılma yöntemlerinin geliştirilmesi ve yasama çalışmalarının yapılması, yasaların yorumlanması ve değiştirilmesi, meşruiyet sınırları ve kriterlerinin ortaya konması, toplumun etrafında kenetleneceği ve bütünleşeceği genel ilkelerin tespit edilip toplum katlarında yaygınlaştırılması, bürokratik kadrolardan vatandaş kesimlerine yönelebilecek her türlü açık ve kapalı baskı ve dayatmanın önlenmeye çalışılması, siyasi iktidarın kanun ve yasalar çerçevesinde icraatta bulunup bulunmadığının denetlenmesi, bulunmadıklarının ortaya çıkması durumunda yöneticilerin uygun bir dille uyarılması... gibi son derece kapsamlı ve anlamlı görevler, ulemanın yetki ve sorumlulukları arasında sayılmıştır. Doğal olarak ulemanın rol ve etkinlik derecesi her zaman ve mekânda aynı düzeyde gerçekleşmemiştir. Toplumsal hayatın niteliğine bağlı ve paralel olarak bu etkinlik düzeyi sürekli değişmiştir. Kimi dönemlerde ulema da diğer toplum kesimleri gibi resmi ideoloji tarafından baskı altına alınarak etkisiz hale getirilmiştir, ancak çoğunlukla ulema etkin bir konumda bulunmuştur. Gerçekten Osmanlılarda söz konusu sürecin değişmeden altı yüz sene işlediğini iddia etmek doğru olmaz. Mesela 17. yy’a kadar ulema etkin bir konumda iken izleyen yüzyıllarda etkinliği giderek azalmış, Tanzimat’tan sonra ise asgariye inmiştir. Etkinliğinin azalması daha önceki dönemlere kıyasladır. Yoksa 19.yy’ın başında bile toplumsal olaylarda ulema sosyal hayatın çok önemli belirleyicisi pozisyonundadır. Mesela Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasında hala en etkin kurumun ulema kurumu olduğunu hayretle görüyoruz. Ocağın kaldırılması ile ilgili örgütlenmelere gidilirken sürekli toplantıların Şeyhülislamın konağında yapılması, toplantıya davet edilen üyelerin çoğunun ulemadan olması; hatta Yeniçerilerin bile ulemayı yanlarına çekmek için sürekli çaba göstermesi ulemanın ne ölçüde etkin ve belirleyici bir güç olduğunu gösterir. (Ahmet Cevdet Paşa, c. 6, s. 2946) </p><p></p><p></p><p> <strong>Ulema Akılcılığı </strong></p><p><strong></strong></p><p> Genel olarak sanıldığının aksine Osmanlı uleması incelediğimiz dönemde aşırı diyebileceğimiz düzeyde akılcıydı. Ulemanın akılcılığı genel anlamda Kur’an Akılcılığı (Nebevi Akılcılık Kur’an Akılcılığı’na dahildir)’na, dar anlamda Gazali Akılcılığı’na, daha dar anlamda da Taftazanî-Cürcanî Akılcılığı’na dayanıyordu. Kur’an Akılcılığı’nın genel ilkeleri; iman, bilgi, adalet, şefkat, güvenlik, ilim adamına saygı ve iktisat gibi ilkelerdi. Bugün de evrensel boyuta sahip olan bu ilkelerin toplumsal ve bireysel hayatta nasıl uygulanacağı ulema aklına bırakılmıştır. Gazalî gibi yüksek iman, takva, bilgi ve mantık gücüne sahip ulema da bunları akıl yoluyla sistematize ederek uygulanabilir hale getirmişlerdir. Gazalî Akılcılığı’nın nitelikleri ise geniş bir hoşgörü, katıksız ve tavizsiz bir tevhid inancı, ulaşılması zor bir manevi iç tecrübe ve takva, gerçeğe derinlemesine nüfuz eden bir bilgi felsefesi gibi niteliklerdir. Gazali, yüksek bilgi çağının zorunlu sonucu olarak ortaya çıkan çok sayıda düşünce ve fikir akımlarının neden olduğu kaosu ortadan kaldırmış, hızla birbirine yabancılaşan İslamî disiplinlerin hemen hepsine İslamî zeminde bir yer açmıştır. Her fırka veya ekol birbirini küfürle itham ederek dışlarken ve birbirinden hızla yabancılaşırken, özellikle “Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, zındıklar hariç hepsi cennetliktir” hadis-i şerifine dayanarak tüm İslamî fırkaları küfürle ithamdan kurtararak meşrulaştırmış, hepsinin Müslüman olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Gazaliyle tasavvuf, mantık ve felsefe disiplinleri Müslüman bilginlerin düşünce dünyasında meşrulaşmış, özellikle mantık ve felsefe disiplinleri eğitim-öğretim sürecinde resmi programa dahil edilmeye başlanmıştır. Mantık yöntemlerini kullanmaksızın sağlıklı bilgiye ulaşılamayacağını vurgulayarak Gazalî, mantık ilkelerini İslamî bilimlerin analizinde temel bir araç olarak devreye sokmuştur. El-Mustasfa adlı kitabında mantığın temel ilkelerini kullanarak naslardan (Kur’an ayetleri ve hadislerden) akıl yoluyla nasıl bilgi üretilebileceğinin yöntemini geliştirmiştir. Hukuk usulüyle ilgili olan bu kitapla mantık ilkeleri yasa yapma sürecinde yoğun olarak kullanılmıştır. Bu yöntem, izleyen yüzyıllarda bilginlerin başvurduğu bir yöntem olacaktır. Bu yöntemi Diyarbakırlı ünlü allame Amidî daha da geliştirecek ve El-İhkam fi usulu’l Ahkam kitabını yazacaktır. Bu yöntemi taçlandıran ise Fatih Sultan Mehmed’in âlimlerinden ceddimiz Molla Husrev olacaktır. Molla Husrev Mirkatü’l Vusul adlı kitabında felsefe ve mantığın en rafine ilkelerini yüksek bir performansla kullanarak yasa yapma tekniklerinin akılcı yöntemlerini ortaya koymuştur. </p><p></p><p></p><p> Gazalî sonrası dönemde Gazalî’nin açtığı çığır giderek daha da müesseseleşmiş, felsefi konular kelami konularla karışarak yepyeni bir bilim disiplini üretilmiştir. Fahreddin-i Razî ünlü Mebahısü’l Meşrıkıyye kitabını yazarak belli noktalarda Gazalî’yi felsefe alanında aşmıştır. Razi’den sonra felsefi konularla kelamî konular harmanlanmış olarak incelenmeye başlanmıştır. Gazali’de şöyle bir değinilip geçilen bilgi felsefesi Razî’de alabildiğine derinlik kazanmıştır. Razî’nin bu alanda yazdığı Kitabu’l Muhassal ve Metalibu’l Aliye adlı eserleri gerçekten insanı onurlandıracak boyutta bilgi felsefesini işleyen eserlerdir. Razî sonrası dönemde ceddimiz Azudiddin Icî’nin Mevakıf’ı, belki de bundan çok daha önemli olan Cürcanî’nin Mevakıf Şerhi Gazali düşüncesini iyice müesseseleştiren çalışmalar olmuştur. Bilgi, varlık felsefesi ve ilahiyat konularında bütün bu geleneği taçlandıran ise yine ceddimiz Taftazanî olacaktır. Şerhu’l Makasıd adlı dev eseriyle Taftazanî asırları etki-lemiştir. Osmanlı akılcılığının temel refe-rans kaynaklarından biri, belki en önemlilerinden biri Taftazani’dir. Diğer allamalerin kitaplarıyla birlikte (özellikle Cürcanî’nin kitapları) Taftazani’nin eserle-rine ayrı bir önem verilmiştir. İlgili kitabı yüksek medreselerde ve yüksek bilginlerin elinde temel referans kitabı olmuştur. Ömer Nesefi’nin kitabının şerhi olan Akaid Şerhi adlı daha basit ve kolay anlaşılır kitabı ise en sıradan bilginlerin bile başvuru kitabıdır. Günümüzde İslam dünyasının bir çok yerinde ve ülkemizde hala Taftazani’nin Şerhu’l Akaid’i ders kitabı olarak okutulmaktadır. </p><p></p><p></p><p> Taftazanî, Şerhu’l Makasıd adlı kitabında sadece bilgi bahsine 120 sayfa ayırmıştır. Bilginin tanımlanıp tanımlanamayacağından başlayarak, bilgi kaynaklarından akıl yürütme yoluyla (nazar) elde edilen bilginin, iç ve dış duyu yoluyla elde edilen bilginin, mütevatir haberle elde edilen bilginin, sezgi yoluyla elde edilen bilginin kesinlik derecelerinin olup olmadığı, kesin olmayanların neden kesin olmadığı gibi son derece zor konuları derinliğine incelemiş, bu çalışmasıyla modern çağ rasyonalistleri ve ampiristlerine zemin hazırlamıştır denilebilir. Mantığın ve felsefenin temel ilkelerinin eşliğinde yürütülen analizler, ciddi bir felsefi birikim ve aşırı bir zihinsel yoğunlaşmayı gerektirdiğinden, Ali Tusî, Kadızade-i Rumî, Hocazade ve Bediüzzaman gibi sınırlı alimi hariç tutarsak düşünürün bilgi felsefesi ne Osmanlı uleması ne de günümüz bilim adamlarının fazla ilgisini çekmemiştir, denilebilir. </p><p></p><p></p><p> Taftazanî bilgi bahsinden sonra yine felsefi bir konu olan varlık-yokluk bahsine geçmiş, yaklaşık 80 sayfayı varlık felsefesine tahsis etmiştir. İzleyen bahislerde ise illet-ma’lul ilişkisi, mantığın temel ilkelerinden olan teselsül (zincirleme), araz, zaman, mekan, duyusal algılar, ışık, renk, ses... gibi konuları incelemiştir. Analizinde düşünür çağının ulaştığı bilimsel gelişmenin tüm verilerini kullanmıştır. Daha sonraki bahiste nefis-idrak ilişkisini ele almış, insan ve Allah’ın iradelerini incelemiştir. Aynı şekilde töz (cevher), varlıkların durumları, kimyasal reaksiyonlar ve gezegenlerin durumlarını incelemiştir. Geri kalan sadece üçte birlik bir bölümde ilahiyat konularını incelemiştir. </p><p></p><p></p><p> Taftazani kesinlikle her türlü lafazanlıktan uzak, en ufak akıl ve mantıkdışılığa pirim vermeyen, aşırı ölçüde mantık ve akılcı bir düşünce sistemi geliştirmiştir. Doğal olarak Razi ve Taftazani gibi bilginlerin inşa ettiği bir bilimsel ortamda Uluğbey ve Ali Kuşçu gibi matematikçiler, Hocazade ve Tusi gibi felsefeci ve kelamcılar, Molla Husrev gibi mantıkçı hukuk usulcüleri yetişecektir. Yine böyle bir akılcı ortamda ırkçılığın, akraba kayırmacılığının, din ve mezhep taassubunun, asalet ve soy aristokratlığının yeri olmayacaktır. Devlet yönetimi keyfilik, ideolojik körlük, mezhepsel bağnazlık gibi akıldışı tarzlarla olamazdı. Taftazani, Molla Husrev ve Ali Kuşçu gibi bilginlere son derece itibar gösteren bir yönetim elbette onların önerdiği yönetim ilkelerini de devreye sokmak isteyecektir. Nitekim Osmanlı devlet yönetimi tamamen akılcılığın ve bilimin ilkeleri istikametinde dizayn edilmiştir. Aşağıda bu konudaki gelişmeler yabancı bir araştırmacının yaklaşımı esas alınarak incelenecektir.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 231689, member: 27"] [B]Osmanlı Akılcılığının Kaynakları [/B] Osmanlı toplumsal kurumlarının oluşumunda akılcılığın hangi düzeyde etkili olduğunu belirleyebilmek için bireyin zihniyetinin geriplanını oluşturan dinî ve felsefî sistemin ne olduğunun ortaya çıkartılması gerekir. Aynı şekilde yöneticilerin, askeri ve sivil bürokrasinin yönetim anlayışı ve vatandaşa bakış tarzının hangi ahlaki ve siyasi kaynaklardan beslendiği, özellikle entellektüel ve aydın kesimin düşünce yapısının belirleyici unsurlarının nelerden ibaret olduğu incelenmelidir. [B]Osmanlı Toplumsal Zihniyetinin Oluşumunda Ulemanın Rolü [/B] Osmanlı kurumlarından özellikle yönetim kurumlarında, insanı şaşırtıcı düzeyde bir metodizmin, disiplinin, hiyerarşinin ve akılcılığın var olduğu görülmektedir. Bu akılcılığın halk kültürüne ne kadar sirayet edebildiği başka bir çalışmanın konusudur, ancak böyle bir akılcılığın bürokrasi ve aydın kesimde önemli ölçüde gelişmiş, hatta müesseseleşmiş olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bürokrasideki bu akılcılığın çeşitli tezahürlerini aşağıda pratik örnekleriyle inceleyeceğiz, burada ilk olarak böyle bir akılcılığın hangi kaynak veya kaynaklardan beslenmiş olabileceğini ortaya koymaya çalışalım. Osmanlı akılcılığının geniş ölçüde medreseden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Cumhuriyet sonrası dönemi saymazsak Türk-İslâm tarihinde toplumsal hayatın yapılanması ve inşasında ulemaya ve genel olarak bilim adamlarına çok önemli bir rol verilmiştir. Bilgi kaynakları ve bilgi felsefesinin üretilmesi, Allah ve evren hakkında inanç ve düşüncenin inşası, ahlaki normların belirlenmesi, yasaların yapılma yöntemlerinin geliştirilmesi ve yasama çalışmalarının yapılması, yasaların yorumlanması ve değiştirilmesi, meşruiyet sınırları ve kriterlerinin ortaya konması, toplumun etrafında kenetleneceği ve bütünleşeceği genel ilkelerin tespit edilip toplum katlarında yaygınlaştırılması, bürokratik kadrolardan vatandaş kesimlerine yönelebilecek her türlü açık ve kapalı baskı ve dayatmanın önlenmeye çalışılması, siyasi iktidarın kanun ve yasalar çerçevesinde icraatta bulunup bulunmadığının denetlenmesi, bulunmadıklarının ortaya çıkması durumunda yöneticilerin uygun bir dille uyarılması... gibi son derece kapsamlı ve anlamlı görevler, ulemanın yetki ve sorumlulukları arasında sayılmıştır. Doğal olarak ulemanın rol ve etkinlik derecesi her zaman ve mekânda aynı düzeyde gerçekleşmemiştir. Toplumsal hayatın niteliğine bağlı ve paralel olarak bu etkinlik düzeyi sürekli değişmiştir. Kimi dönemlerde ulema da diğer toplum kesimleri gibi resmi ideoloji tarafından baskı altına alınarak etkisiz hale getirilmiştir, ancak çoğunlukla ulema etkin bir konumda bulunmuştur. Gerçekten Osmanlılarda söz konusu sürecin değişmeden altı yüz sene işlediğini iddia etmek doğru olmaz. Mesela 17. yy’a kadar ulema etkin bir konumda iken izleyen yüzyıllarda etkinliği giderek azalmış, Tanzimat’tan sonra ise asgariye inmiştir. Etkinliğinin azalması daha önceki dönemlere kıyasladır. Yoksa 19.yy’ın başında bile toplumsal olaylarda ulema sosyal hayatın çok önemli belirleyicisi pozisyonundadır. Mesela Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasında hala en etkin kurumun ulema kurumu olduğunu hayretle görüyoruz. Ocağın kaldırılması ile ilgili örgütlenmelere gidilirken sürekli toplantıların Şeyhülislamın konağında yapılması, toplantıya davet edilen üyelerin çoğunun ulemadan olması; hatta Yeniçerilerin bile ulemayı yanlarına çekmek için sürekli çaba göstermesi ulemanın ne ölçüde etkin ve belirleyici bir güç olduğunu gösterir. (Ahmet Cevdet Paşa, c. 6, s. 2946) [B]Ulema Akılcılığı [/B] Genel olarak sanıldığının aksine Osmanlı uleması incelediğimiz dönemde aşırı diyebileceğimiz düzeyde akılcıydı. Ulemanın akılcılığı genel anlamda Kur’an Akılcılığı (Nebevi Akılcılık Kur’an Akılcılığı’na dahildir)’na, dar anlamda Gazali Akılcılığı’na, daha dar anlamda da Taftazanî-Cürcanî Akılcılığı’na dayanıyordu. Kur’an Akılcılığı’nın genel ilkeleri; iman, bilgi, adalet, şefkat, güvenlik, ilim adamına saygı ve iktisat gibi ilkelerdi. Bugün de evrensel boyuta sahip olan bu ilkelerin toplumsal ve bireysel hayatta nasıl uygulanacağı ulema aklına bırakılmıştır. Gazalî gibi yüksek iman, takva, bilgi ve mantık gücüne sahip ulema da bunları akıl yoluyla sistematize ederek uygulanabilir hale getirmişlerdir. Gazalî Akılcılığı’nın nitelikleri ise geniş bir hoşgörü, katıksız ve tavizsiz bir tevhid inancı, ulaşılması zor bir manevi iç tecrübe ve takva, gerçeğe derinlemesine nüfuz eden bir bilgi felsefesi gibi niteliklerdir. Gazali, yüksek bilgi çağının zorunlu sonucu olarak ortaya çıkan çok sayıda düşünce ve fikir akımlarının neden olduğu kaosu ortadan kaldırmış, hızla birbirine yabancılaşan İslamî disiplinlerin hemen hepsine İslamî zeminde bir yer açmıştır. Her fırka veya ekol birbirini küfürle itham ederek dışlarken ve birbirinden hızla yabancılaşırken, özellikle “Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, zındıklar hariç hepsi cennetliktir” hadis-i şerifine dayanarak tüm İslamî fırkaları küfürle ithamdan kurtararak meşrulaştırmış, hepsinin Müslüman olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Gazaliyle tasavvuf, mantık ve felsefe disiplinleri Müslüman bilginlerin düşünce dünyasında meşrulaşmış, özellikle mantık ve felsefe disiplinleri eğitim-öğretim sürecinde resmi programa dahil edilmeye başlanmıştır. Mantık yöntemlerini kullanmaksızın sağlıklı bilgiye ulaşılamayacağını vurgulayarak Gazalî, mantık ilkelerini İslamî bilimlerin analizinde temel bir araç olarak devreye sokmuştur. El-Mustasfa adlı kitabında mantığın temel ilkelerini kullanarak naslardan (Kur’an ayetleri ve hadislerden) akıl yoluyla nasıl bilgi üretilebileceğinin yöntemini geliştirmiştir. Hukuk usulüyle ilgili olan bu kitapla mantık ilkeleri yasa yapma sürecinde yoğun olarak kullanılmıştır. Bu yöntem, izleyen yüzyıllarda bilginlerin başvurduğu bir yöntem olacaktır. Bu yöntemi Diyarbakırlı ünlü allame Amidî daha da geliştirecek ve El-İhkam fi usulu’l Ahkam kitabını yazacaktır. Bu yöntemi taçlandıran ise Fatih Sultan Mehmed’in âlimlerinden ceddimiz Molla Husrev olacaktır. Molla Husrev Mirkatü’l Vusul adlı kitabında felsefe ve mantığın en rafine ilkelerini yüksek bir performansla kullanarak yasa yapma tekniklerinin akılcı yöntemlerini ortaya koymuştur. Gazalî sonrası dönemde Gazalî’nin açtığı çığır giderek daha da müesseseleşmiş, felsefi konular kelami konularla karışarak yepyeni bir bilim disiplini üretilmiştir. Fahreddin-i Razî ünlü Mebahısü’l Meşrıkıyye kitabını yazarak belli noktalarda Gazalî’yi felsefe alanında aşmıştır. Razi’den sonra felsefi konularla kelamî konular harmanlanmış olarak incelenmeye başlanmıştır. Gazali’de şöyle bir değinilip geçilen bilgi felsefesi Razî’de alabildiğine derinlik kazanmıştır. Razî’nin bu alanda yazdığı Kitabu’l Muhassal ve Metalibu’l Aliye adlı eserleri gerçekten insanı onurlandıracak boyutta bilgi felsefesini işleyen eserlerdir. Razî sonrası dönemde ceddimiz Azudiddin Icî’nin Mevakıf’ı, belki de bundan çok daha önemli olan Cürcanî’nin Mevakıf Şerhi Gazali düşüncesini iyice müesseseleştiren çalışmalar olmuştur. Bilgi, varlık felsefesi ve ilahiyat konularında bütün bu geleneği taçlandıran ise yine ceddimiz Taftazanî olacaktır. Şerhu’l Makasıd adlı dev eseriyle Taftazanî asırları etki-lemiştir. Osmanlı akılcılığının temel refe-rans kaynaklarından biri, belki en önemlilerinden biri Taftazani’dir. Diğer allamalerin kitaplarıyla birlikte (özellikle Cürcanî’nin kitapları) Taftazani’nin eserle-rine ayrı bir önem verilmiştir. İlgili kitabı yüksek medreselerde ve yüksek bilginlerin elinde temel referans kitabı olmuştur. Ömer Nesefi’nin kitabının şerhi olan Akaid Şerhi adlı daha basit ve kolay anlaşılır kitabı ise en sıradan bilginlerin bile başvuru kitabıdır. Günümüzde İslam dünyasının bir çok yerinde ve ülkemizde hala Taftazani’nin Şerhu’l Akaid’i ders kitabı olarak okutulmaktadır. Taftazanî, Şerhu’l Makasıd adlı kitabında sadece bilgi bahsine 120 sayfa ayırmıştır. Bilginin tanımlanıp tanımlanamayacağından başlayarak, bilgi kaynaklarından akıl yürütme yoluyla (nazar) elde edilen bilginin, iç ve dış duyu yoluyla elde edilen bilginin, mütevatir haberle elde edilen bilginin, sezgi yoluyla elde edilen bilginin kesinlik derecelerinin olup olmadığı, kesin olmayanların neden kesin olmadığı gibi son derece zor konuları derinliğine incelemiş, bu çalışmasıyla modern çağ rasyonalistleri ve ampiristlerine zemin hazırlamıştır denilebilir. Mantığın ve felsefenin temel ilkelerinin eşliğinde yürütülen analizler, ciddi bir felsefi birikim ve aşırı bir zihinsel yoğunlaşmayı gerektirdiğinden, Ali Tusî, Kadızade-i Rumî, Hocazade ve Bediüzzaman gibi sınırlı alimi hariç tutarsak düşünürün bilgi felsefesi ne Osmanlı uleması ne de günümüz bilim adamlarının fazla ilgisini çekmemiştir, denilebilir. Taftazanî bilgi bahsinden sonra yine felsefi bir konu olan varlık-yokluk bahsine geçmiş, yaklaşık 80 sayfayı varlık felsefesine tahsis etmiştir. İzleyen bahislerde ise illet-ma’lul ilişkisi, mantığın temel ilkelerinden olan teselsül (zincirleme), araz, zaman, mekan, duyusal algılar, ışık, renk, ses... gibi konuları incelemiştir. Analizinde düşünür çağının ulaştığı bilimsel gelişmenin tüm verilerini kullanmıştır. Daha sonraki bahiste nefis-idrak ilişkisini ele almış, insan ve Allah’ın iradelerini incelemiştir. Aynı şekilde töz (cevher), varlıkların durumları, kimyasal reaksiyonlar ve gezegenlerin durumlarını incelemiştir. Geri kalan sadece üçte birlik bir bölümde ilahiyat konularını incelemiştir. Taftazani kesinlikle her türlü lafazanlıktan uzak, en ufak akıl ve mantıkdışılığa pirim vermeyen, aşırı ölçüde mantık ve akılcı bir düşünce sistemi geliştirmiştir. Doğal olarak Razi ve Taftazani gibi bilginlerin inşa ettiği bir bilimsel ortamda Uluğbey ve Ali Kuşçu gibi matematikçiler, Hocazade ve Tusi gibi felsefeci ve kelamcılar, Molla Husrev gibi mantıkçı hukuk usulcüleri yetişecektir. Yine böyle bir akılcı ortamda ırkçılığın, akraba kayırmacılığının, din ve mezhep taassubunun, asalet ve soy aristokratlığının yeri olmayacaktır. Devlet yönetimi keyfilik, ideolojik körlük, mezhepsel bağnazlık gibi akıldışı tarzlarla olamazdı. Taftazani, Molla Husrev ve Ali Kuşçu gibi bilginlere son derece itibar gösteren bir yönetim elbette onların önerdiği yönetim ilkelerini de devreye sokmak isteyecektir. Nitekim Osmanlı devlet yönetimi tamamen akılcılığın ve bilimin ilkeleri istikametinde dizayn edilmiştir. Aşağıda bu konudaki gelişmeler yabancı bir araştırmacının yaklaşımı esas alınarak incelenecektir. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Bunları Biliyormusunuz
Tarihden Bir Yaprak
Osmanlı Akılcılığı
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst