Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale Analiz ve Çalışmalar
Risale Açıklamalı
Muhakemat
Muhakemat 5. Ders: Kur'an'ın Takip Ettiği Dört Maksad
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 392059" data-attributes="member: 27"><p>[NOT]Şimdi tahakkuk etmiş, şu şöyledir. Öyleyse, şek ve şüphe etmemek lâzımdır ki, mu’ciz ve en yüksek derece-i belâgatte olan Kur’ân-ı mürşid, esâlib-i Araba en muvafıkı ve tarik-i istidlâlin en müstakîm ve en vâzıhı ve en kısasını ihtiyar edecektir. Demek, hissiyat-ı âmmeyi tefhim ve irşad için bir derece ihtiram edecektir. Demek, delil olan intizam-ı kâinatı öyle bir vech ile zikredecek ki, onlarca mâruf ve akıllarına me’nûs ola. Yoksa delil, müddeâdan daha hafî olmuş olur.[/NOT]</p><p></p><p></p><p> Kur'an, kainatın teşekkülatında var olan mevcudattan, unsurlardan, onları tanıtmak için bahsetmiyor. Onları, Allah'ın varlığına ve birliğine delil olması için mevzu yapıyor. Aksi takdirde, insanlarca malum olmayan bir çok şeyin teferruatına inmek, delil olunanı yani Cenab-ı Hakkın cc. varlığını ve birliğini unuttururdu. </p><p></p><p></p><p>[NOT]Bu ise, tarik-i irşada ve meslek-i belâgata ve mezheb-i i’câza muhaliftir. Meselâ, eğer Kur’ân deseydi, “Yâ eyyühennas! Fezada uçan meczup ve misafir ve müteharrik olan küre-i zemine ve cereyanıyla beraber müstakarrında istikrar eden şemse ve ecram-ı ulviyeyi birbiriyle bağlayan cazibe-i umumiyeye ve feza-yı gayr-ı mütenahîde dal ve budakları münteşir olan şecere-i hilkatten, anasır-ı kesireden olan münasebat-ı kimyeviyeye nazar ve tedebbür ediniz-tâ Sâni-i Âlemin azametini tasavvur edesiniz.” Veyahut, “O kadar küçüklüğüyle beraber bir âlem-i hayvanat-ı hurdebiniyeyi istiab eden bir katre suya, aklın hurdebiniyle temaşa ediniz-tâ Sâni-i Kâinatın herşeye kâdir olduğunu tasdik edesiniz.” Acaba, o halde delil müddeâdan daha hafî ve daha muhtac-ı izah olmaz mıydı? Hem de onlarca muzlim bir şeyle, hakikatı tenvir etmek veyahut onların bedahet-i hislerine karşı mugalâta-i nefis gibi bir emr-i gayr-ı mâkule teklif olmaz mıydı? Halbuki i’câz-ı Kur’ân pek yüksek ve pek münezzehtir ki, onun safî ve parlak dâmenine ihlâl-i ifham olan gubar konabilsin.[/NOT]</p><p></p><p></p><p> Mesela güneşin içinde yanan ateşin derecesinden, güneşin çapından, ağırlığından, yakıtının ne olduğundan, bize olan uzaklığından, dönüyor mu dönmüyor mu gibi meselelerinden bahsetseydi, bu bahis Allah'ı unutturur ve güneş, Allahın kudretine delil olmaktan çıkardı. Veya gözle görünmeyen mikroplardan, bakterilerden ayrıntılı bir şekilde bahsetseydi ya da atomlardan, hücrelerden bahsetseydi, henüz bunların ortaya çıkmadığı ve teknolojinin o kadar gelişmediği dönemdeki insanlar, bunları akıllarına sığıştıramazlardı. Ve bu şekilde her bir mevcud için, belki bir Kur'an yazmak icab ederdi.</p><p></p><p></p><p> Kur'an ise mürşiddir, irşad edicidir. Muhatabı ise bütün insanlardır. O halde bütün insanlara hitap edecek özelliği olmalıdır. Mesela bir sohbet yapılsa ve sohbette her sınıftan insan olsa, sohbeti yapan kişi ortamda bulunan bir kaç ilim ehline göre konuşup, diğerlerinin seviyesine inmese, sohbet manasız olur. Kur'an'ın ekser muhatabı avamdır ve onların anlıyabileceği şekilde bir üslubu vardır. En avamdan en havassa kadar her insanın, Kur'an'ın her ayetinden, kendine mahsus istifadesi vardır. </p><p></p><p></p><p>[TAVSIYE]Eğer desen: “Acaba neden Kur’ân-ı Hakîm, felsefenin mevcudattan bahsettiği gibi etmiyor? Bazı mesâili mücmel bırakır; bazısını, nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı tâciz edip yormayacak bir suret-i basitâne-i zahirânede söylüyor.” </p><p></p><p></p><p>Cevaben deriz ki: Felsefe hakikatin yolunu şaşırmış; onun için... Hem geçmiş derslerden ve Sözlerden elbette anlamışsın ki, Kur’ân-ı Hakîm şu kâinattan bahsediyor, tâ Zât ve sıfât ve esmâ-i İlâhiyeyi bildirsin. Yani, bu kitab-ı kâinatın maânîsini anlattırıp, tâ Hâlıkını tanıttırsın. Demek, mevcudata kendileri için değil, belki Mûcidleri için bakıyor. Hem umuma hitap ediyor. İlm-i hikmet ise mevcudata mevcudat için bakıyor. Hem hususan ehl-i fenne hitap ediyor. </p><p></p><p></p><p>Öyle ise, madem ki Kur’ân-ı Hakîm mevcudatı delil yapıyor, burhan yapıyor; delil zahirî olmak, nazar-ı umuma çabuk anlaşılmak gerektir. Hem madem ki Kur’ân-ı Mürşid bütün tabakat-ı beşere hitap eder. Kesretli tabaka ise tabaka-i avamdır. Elbette, irşad ister ki, lüzumsuz şeyleri ipham ile icmal etsin; ve dakik şeyleri temsil ile takrib etsin; ve muğâlatalara düşürmemek için, zahirî nazarlarında bedihî olan şeyleri lüzumsuz, belki zararlı bir surette tağyir etmemektir. </p><p></p><p></p><p> Meselâ güneşe der, “Döner bir siracdır, bir lâmbadır.” Zira, güneşten, güneş için, mahiyeti için bahsetmiyor. Belki bir nevi intizamın zembereği ve nizamın merkezi olduğundan, intizam ve nizam ise Sâniin âyine-i marifeti olduğundan bahsediyor. </p><p></p><p></p><p> Evet, der: <span style="font-family: 'trebuchet ms'"><span style="font-size: 22px">اَلشَّمْسُ تَجْرِى</span></span> 1 “Güneş döner.” Bu “döner” tabiriyle, kış-yaz, gece-gündüzün deverânındaki muntazam tasarrufât-ı kudreti ihtar ile azamet-i Sânii ifham eder. İşte, bu “dönmek” hakikati ne olursa olsun, maksud olan ve hem mensuc, hem meşhud olan intizama tesir etmez. </p><p></p><p></p><p>Hem der: <span style="font-family: 'trebuchet ms'"><span style="font-size: 22px">وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِراَجاً</span></span> 2 Şu “sirac” tabiriyle, âlemi bir kasır suretinde, içinde olan eşya ise insana ve zîhayata ihzar edilmiş müzeyyenat ve mat’ûmat ve levazımat olduğunu ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtar ile, rahmet ve ihsan-ı Hâlıkı ifham eder. </p><p></p><p></p><p>Şimdi bak, şu sersem ve geveze felsefe ne der? Bak, diyor ki: “Güneş bir kütle-i azîme-i mâyia-i nâriyedir. Ondan fırlamış olan seyyârâtı etrafında döndürüp, cesâmeti bu kadar, mahiyeti böyledir, şöyledir...” Mûhiş bir dehşetten, müthiş bir hayretten başka, ruha bir kemâl-i ilmî vermiyor. Bahs-i Kur’ân gibi etmiyor. </p><p></p><p></p><p>Buna kıyasen, bâtınen kof, zâhiren mutantan felsefî meselelerin ne kıymette olduğunu anlarsın. Onun şaşaa-i surisine aldanıp Kur’ân’ın gayet mu’ciznümâ beyanına karşı hürmetsizlik etme. </p><p></p><p></p><p> 1 : Yâsin Sûresi, 36:38. </p><p>2 : “Güneşi bir kandil yaptı.” Nuh Sûresi, 71:16. </p><p></p><p></p><p> <strong>On Dokuzuncu Söz</strong>[/TAVSIYE]</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 392059, member: 27"] [NOT]Şimdi tahakkuk etmiş, şu şöyledir. Öyleyse, şek ve şüphe etmemek lâzımdır ki, mu’ciz ve en yüksek derece-i belâgatte olan Kur’ân-ı mürşid, esâlib-i Araba en muvafıkı ve tarik-i istidlâlin en müstakîm ve en vâzıhı ve en kısasını ihtiyar edecektir. Demek, hissiyat-ı âmmeyi tefhim ve irşad için bir derece ihtiram edecektir. Demek, delil olan intizam-ı kâinatı öyle bir vech ile zikredecek ki, onlarca mâruf ve akıllarına me’nûs ola. Yoksa delil, müddeâdan daha hafî olmuş olur.[/NOT] Kur'an, kainatın teşekkülatında var olan mevcudattan, unsurlardan, onları tanıtmak için bahsetmiyor. Onları, Allah'ın varlığına ve birliğine delil olması için mevzu yapıyor. Aksi takdirde, insanlarca malum olmayan bir çok şeyin teferruatına inmek, delil olunanı yani Cenab-ı Hakkın cc. varlığını ve birliğini unuttururdu. [NOT]Bu ise, tarik-i irşada ve meslek-i belâgata ve mezheb-i i’câza muhaliftir. Meselâ, eğer Kur’ân deseydi, “Yâ eyyühennas! Fezada uçan meczup ve misafir ve müteharrik olan küre-i zemine ve cereyanıyla beraber müstakarrında istikrar eden şemse ve ecram-ı ulviyeyi birbiriyle bağlayan cazibe-i umumiyeye ve feza-yı gayr-ı mütenahîde dal ve budakları münteşir olan şecere-i hilkatten, anasır-ı kesireden olan münasebat-ı kimyeviyeye nazar ve tedebbür ediniz-tâ Sâni-i Âlemin azametini tasavvur edesiniz.” Veyahut, “O kadar küçüklüğüyle beraber bir âlem-i hayvanat-ı hurdebiniyeyi istiab eden bir katre suya, aklın hurdebiniyle temaşa ediniz-tâ Sâni-i Kâinatın herşeye kâdir olduğunu tasdik edesiniz.” Acaba, o halde delil müddeâdan daha hafî ve daha muhtac-ı izah olmaz mıydı? Hem de onlarca muzlim bir şeyle, hakikatı tenvir etmek veyahut onların bedahet-i hislerine karşı mugalâta-i nefis gibi bir emr-i gayr-ı mâkule teklif olmaz mıydı? Halbuki i’câz-ı Kur’ân pek yüksek ve pek münezzehtir ki, onun safî ve parlak dâmenine ihlâl-i ifham olan gubar konabilsin.[/NOT] Mesela güneşin içinde yanan ateşin derecesinden, güneşin çapından, ağırlığından, yakıtının ne olduğundan, bize olan uzaklığından, dönüyor mu dönmüyor mu gibi meselelerinden bahsetseydi, bu bahis Allah'ı unutturur ve güneş, Allahın kudretine delil olmaktan çıkardı. Veya gözle görünmeyen mikroplardan, bakterilerden ayrıntılı bir şekilde bahsetseydi ya da atomlardan, hücrelerden bahsetseydi, henüz bunların ortaya çıkmadığı ve teknolojinin o kadar gelişmediği dönemdeki insanlar, bunları akıllarına sığıştıramazlardı. Ve bu şekilde her bir mevcud için, belki bir Kur'an yazmak icab ederdi. Kur'an ise mürşiddir, irşad edicidir. Muhatabı ise bütün insanlardır. O halde bütün insanlara hitap edecek özelliği olmalıdır. Mesela bir sohbet yapılsa ve sohbette her sınıftan insan olsa, sohbeti yapan kişi ortamda bulunan bir kaç ilim ehline göre konuşup, diğerlerinin seviyesine inmese, sohbet manasız olur. Kur'an'ın ekser muhatabı avamdır ve onların anlıyabileceği şekilde bir üslubu vardır. En avamdan en havassa kadar her insanın, Kur'an'ın her ayetinden, kendine mahsus istifadesi vardır. [TAVSIYE]Eğer desen: “Acaba neden Kur’ân-ı Hakîm, felsefenin mevcudattan bahsettiği gibi etmiyor? Bazı mesâili mücmel bırakır; bazısını, nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı tâciz edip yormayacak bir suret-i basitâne-i zahirânede söylüyor.” Cevaben deriz ki: Felsefe hakikatin yolunu şaşırmış; onun için... Hem geçmiş derslerden ve Sözlerden elbette anlamışsın ki, Kur’ân-ı Hakîm şu kâinattan bahsediyor, tâ Zât ve sıfât ve esmâ-i İlâhiyeyi bildirsin. Yani, bu kitab-ı kâinatın maânîsini anlattırıp, tâ Hâlıkını tanıttırsın. Demek, mevcudata kendileri için değil, belki Mûcidleri için bakıyor. Hem umuma hitap ediyor. İlm-i hikmet ise mevcudata mevcudat için bakıyor. Hem hususan ehl-i fenne hitap ediyor. Öyle ise, madem ki Kur’ân-ı Hakîm mevcudatı delil yapıyor, burhan yapıyor; delil zahirî olmak, nazar-ı umuma çabuk anlaşılmak gerektir. Hem madem ki Kur’ân-ı Mürşid bütün tabakat-ı beşere hitap eder. Kesretli tabaka ise tabaka-i avamdır. Elbette, irşad ister ki, lüzumsuz şeyleri ipham ile icmal etsin; ve dakik şeyleri temsil ile takrib etsin; ve muğâlatalara düşürmemek için, zahirî nazarlarında bedihî olan şeyleri lüzumsuz, belki zararlı bir surette tağyir etmemektir. Meselâ güneşe der, “Döner bir siracdır, bir lâmbadır.” Zira, güneşten, güneş için, mahiyeti için bahsetmiyor. Belki bir nevi intizamın zembereği ve nizamın merkezi olduğundan, intizam ve nizam ise Sâniin âyine-i marifeti olduğundan bahsediyor. Evet, der: [FONT=trebuchet ms][SIZE=6]اَلشَّمْسُ تَجْرِى[/SIZE][/FONT] 1 “Güneş döner.” Bu “döner” tabiriyle, kış-yaz, gece-gündüzün deverânındaki muntazam tasarrufât-ı kudreti ihtar ile azamet-i Sânii ifham eder. İşte, bu “dönmek” hakikati ne olursa olsun, maksud olan ve hem mensuc, hem meşhud olan intizama tesir etmez. Hem der: [FONT=trebuchet ms][SIZE=6]وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِراَجاً[/SIZE][/FONT] 2 Şu “sirac” tabiriyle, âlemi bir kasır suretinde, içinde olan eşya ise insana ve zîhayata ihzar edilmiş müzeyyenat ve mat’ûmat ve levazımat olduğunu ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtar ile, rahmet ve ihsan-ı Hâlıkı ifham eder. Şimdi bak, şu sersem ve geveze felsefe ne der? Bak, diyor ki: “Güneş bir kütle-i azîme-i mâyia-i nâriyedir. Ondan fırlamış olan seyyârâtı etrafında döndürüp, cesâmeti bu kadar, mahiyeti böyledir, şöyledir...” Mûhiş bir dehşetten, müthiş bir hayretten başka, ruha bir kemâl-i ilmî vermiyor. Bahs-i Kur’ân gibi etmiyor. Buna kıyasen, bâtınen kof, zâhiren mutantan felsefî meselelerin ne kıymette olduğunu anlarsın. Onun şaşaa-i surisine aldanıp Kur’ân’ın gayet mu’ciznümâ beyanına karşı hürmetsizlik etme. 1 : Yâsin Sûresi, 36:38. 2 : “Güneşi bir kandil yaptı.” Nuh Sûresi, 71:16. [B]On Dokuzuncu Söz[/B][/TAVSIYE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale Analiz ve Çalışmalar
Risale Açıklamalı
Muhakemat
Muhakemat 5. Ders: Kur'an'ın Takip Ettiği Dört Maksad
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst