Kuvveti ihlasta bilmek

muvafýk

Member
Kuvveti ihlasta bilmek






KOLAYCA ANLAŞILIR türdeki güzel cümlelerin beni ürküten bir tarafı vardır. Cümlenin basit, sade ve anlaşılır olması, nedense, bizi o cümle üzerinde hassasiyetle durmaktan alıkoyar. Her açıdan kavramak için cümlenin üzerinde durmak yerine, “Anladım” der geçeriz.

Yakınlarda, ‘kolayca anladığımı’ düşünegeldiğim, öyle ki seneler senesi ezberime yerleşmiş böyle bir cümleyi yeniden keşfettim. Cümle basit ve kolay: “Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz.” Aynı zamanda çok önemli bir cümle olmalı ki, imanın kâmil mânâda yaşanmasının yolunu ve usulünü gösteren İhlas Risalesi’ne, hem de bir ihlas düsturu olarak alınmış.

Fakat, bunca yıldır ezberime yerleşmiş olmasına rağmen, “Ben bu cümleden neler anlıyorum?” diye sorduğumda, kendi kendime bir cevap getiremedim ve ancak bundan sonra, sözkonusu cümle üzerinde bir nebze düşünebildim.

Meğer ki, “Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz” cümlesinin açılması ve anlaşılması için, cümleye mefhum-u muhalifiyle yaklaşmak gerekiyormuş.

Biraz açarsak: “Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz” cümlesi, “Bütün kuvvetinizi ihlastan ve haktan başka birşeyde bilmemelisiniz” anlamını da içinde taşıyor.

Sözgelimi, kuvveti sayı çokluğunda, ‘kesret-i etba’da bilip, ‘çok kuvvetli’ olmak için sayıca çoğalmanın yollarını aramaya başlamışsak, en başta zihnen, peşisıra fiilen ihlas çizgisinden sapmalar başgösteriyor.

Aynı şekilde, kuvveti maddî imkânların çokluğunda, şöhret sahibi olmakta, kitleler nezdinde meşhur veya muteber olmakta, belli güç odaklarıyla yakın ve sıcak ilişkiler geliştirmekte, yahut bütün bu unsurların değişik dozlarda dahil olduğu birtakım terkiplerde biliyor ve arıyorsak, ihlastan ve haktan uzaklaşmanın zihnî temelleri hazırlanmış, bunun fiiliyata taşınması zamanı da yaklaşmış oluyor.

Nitekim, bugün ehl-i din içindeki birçok kişinin ve cemaatin, hakka hizmet arzusu ve samimiyetle yola koyulmuş olsa dahi zamanla tavsamasında, hatta ihlasa bütün bütün zıt birtakım tavırlar geliştirmesinde, böyle bir vâkıanın kesin bir rolü bulunuyor.

Ne yazık ki, hakka daha fazla hizmet için ‘daha kuvvetli’ olmayı hedefleyen; ‘daha kuvvetli’ olmanın yolunu ise ‘hakta ve ihlasta’ değil de maddî imkân, sayı çokluğu, şöhret, kitleler nezdinde itibar kazanma, medyanın gözüne girme, güç odaklarıyla iyi ilişkiler geliştirme.. gibi şeylerde aradığı için de, ihlastan uzaklaşan, hatta çizginin ötesine geçen haller sergileyen kişiler ve gruplar görülüyor.

Bu vâkıanın eşliğinde bakıldığında, “Bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz” cümlesindeki ölçü nasıl da güneş gibi parlıyor!


21/11/2007


© 2007 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu
 

istiðna

Active member
ÜÇÜNCÜ DÜSTURUNUZ

Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz.

Evet, kuvvet haktadır ve ihlâstadır. Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.

Evet, kuvvet hakta ve ihlâsta olduğuna bir delil, şu hizmetimizdir. Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu dâvâyı ispat eder ve kendi kendine delil olur. Çünkü, yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul'da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada, yedi sekiz senede yüz derece fazla edildi. Halbuki, kendi memleketimde ve İstanbul'da, burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garip, yarım ümmî; insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında, yedi sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakiyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine kat'iyen şüphem kalmadı.

Hem itiraf ediyorum ki, samimî ihlâsınızla, şan ve şeref perdesi altında nefsimi okşayan riyâdan beni bir derece kurtardınız. İnşaallah tam ihlâsa muvaffak olursunuz, beni de tam ihlâsa sokarsınız.

Bilirsiniz ki, Hazret-i Ali (r.a.), o mucizevâri kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) o harika keramet-i gaybiyesiyle, sizlere bu sırr-ı ihlâsa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkârâne teselli verip hizmetinizi mânen alkışlıyorlar. Evet, hiç şüphe etmeyiniz ki, bu teveccühleri ihlâsa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlâsı kırsanız, onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem'adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz.

Böyle mânevî kahramanları arkanızda zahîr, başınızda üstad bulmak isterseniz,
sırrıyla ihlâs-ı tâmmı kazanınız. Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ, en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü'mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer "Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim" arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar
gelebilir
Allah'a emanet olun...
 
Üst