Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Kütüphane
İslami Kütüphane
İhyau Ulumid-din -- İlim Babı--
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="genc_kalem" data-source="post: 177726" data-attributes="member: 15919"><p><strong><span style="font-size: 18px"><span style="color: red">Halkın İlm-i Hilâfa Yönelmesinin Nedenleri, Cedel ve Münazaranın Âfetleri ve Mübah Olmasının Şartları</span></span></strong></p><p></p><p></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Allah'ın Rasûlü'nden sonra hilâfet makamına, râşid halifeler geçtiler. Onlar Allah'ı bileqn âlimlerin önderleri idiler, ahkâm il minde birer büyük fakihtiler. Karşılarına çıkan meseleler hakkında tek başlarına fetva verecek güçteydiler. </strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İstişare edilmesi lâzım gelen konularda istişareye ehil olan sahabîlerle istişare ederler ve sahabenin fakihlerinden yardım isterlerdi.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Böyle olduğu halde o devrin âlimleri tamamen âhiret ilmine yönelmiş kişilerdi. Daima bu ilmi tahsil etmeye çalışırlardı. Fetva istendiği zaman kendisinden fetva istenen kişi, isteyeni başkalarına gönderirdi. Dünya ile ilgili bir sual soranı, biri diğerine havale ederdi. İctihadda tamamen Allah'a yönelmişlerdi. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Nitekim sîretleri (biyografileri) ile ilgili kaynaklarda bu şekilde bil dirilmektedir.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hilâfet makamı, râşid halifelerden sonra haksız bir şekilde başkalarının eline geçtiği zaman, bu kaide değişti. Çünkü bu ma kama yeni geçenler fetva ve ahkâm ilminde tek başlarına hareket etme imkânından mahrum kimselerdi. Böyle olduğu için bu kişiler fakihlerden yardım istemek zorunda kaldılar. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hükümleri uygulayabilmek için onlardan fetva almaya ve onlarla arkadaşlık yapmaya mecbur kaldılar. Fakat o devirde sahabe-i kirâma benze yen insanlar vardı. Tâbiîn-i kirâmdan birçok âlim, dinin saf ta rafına yönelir, seleften dinlediklerini olduğu gibi naklederlerdi. Tâbiîn-i kirâmdan olan âlimlere fetva sorulduğu zaman fetva vermekten kaçınırlardı. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Öyle ki, sultanlar bu zatları kadılık ve hâ kimlik yapmaya zorlarlardı. O günün insanları, bu âlimlerin ne denli aziz kimseler olduklarını, sultanların kendilerine nasıl ihti yaç duyduklarını ve onların buna rağmen makam ve mansıbdan nasıl kaçındıklarını gayet iyi bilirlerdi. Fakat ne yazık ki, onlardan sonra gelenler, fetva ve ahkâm ilmini izzet ve ikbale, rütbe ve mansıba ulaşmak için elde etmeye başladılar.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bütün vakitlerini ömürlerini feda etmek pahasına fetva ilmine vakfettiler ve kendilerini bu ilimle sultanlara takdim ederek onlardan rütbe ve atiyeler istediler. Bazıları bu isteklerine nail olma imkânı buldular. Bazıları da bu arzularını tahakkuk ettir meye muvaffak olamadılar. Fakat ilim sahibi olanlar da kendile rini atiyeler istemek zilletinden kurtaramadılar. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bir zamanlar sultanlar tarafından aranılan fakihler, bu sefer sultanları aramak zilletine düştüler. Tam tersi bir durum hâsıl olmuştu. Sultanlardan yüzçevirmekle aziz olan fakihler, bu sefer makam mansıb istedikleri için zillet içine yuvarlandılar. Allah Teâlâ'nın kendilerini muhafaza ettiği âlimler ise bu hükmün dışında müta laa edilmelidir.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>O asırlarda kaza ve hükümlerde fetva ve ahkâm ilimlerine şiddetle ihtiyaç duyulduğu için o devrin birçok âlimleri, bu ilimlere daha çok sarılmak mecburiyetinde kaldılar. Onlardan sonra bazı yöneticiler ortaya çıktılar. Bunlar akâidin esasları hakkında sarfe dilen sözlere kulak verip, bu sözleri ispatilayıcı deliller aramaya başladılar. Yöneticilerin, Kelâm ilmindeki tartışmalara eğilim duydukları herkes tarafından anlaşılmıştı.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İşte bunun için halk da kelâm ilmine yöneldi. Bu sahada birçok kitap telif edildi. Bu ilmin tartışma yolları tesbit edildi. Karşılıklı konuşmalarda, sözleri değiştirme, tersyüz etme yöntemlerine ulaşıldı ve böylece bir başka ilim ihdas edilmiş oldu. Bu işlerle uğraşanlara soracak olsanız, size Allah'ın dinini müdafaa ettikle rini, Sünnet-i seniyyeyi ihya etmek, bid'atçıları susturmak için çalıştıklarını söyleyeceklerdir. Kendi seleflerinin de fetva ilmiyle meşgul olduklarını ve böylece müslümanların dinî işlerini üzerine alarak halka nasihat edip, onlara büyük iyilikler yapmış olduk larını ileri süreceklerdir.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Daha sonra gelen yöneticiler, kelâm ilmine dalmayı ve insan lara münazara kapılarını açmayı hoş görmeyip, doğru bul madılar. Çünkü kapı açıldığı zaman büyük taassublar doğduğunu, bu taassubun insanları birbirine düşürdüğünü ve masum kan ların dökülmesine sebep olacak husûmetler meydana getirdiğini gördüler... </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bunlar da fıkhı konularda münakaşa etmeye; Şâfiî mezhebinin mi, yoksa Hanefî mezhebinin mi üstün olduğu konusunu tartışmaya eğilim duyuyorlardı. Böyle olunca, bu sefer halk da aynı havaya girmiş, kelâm ve onunla ilgili bütün ilim dallarını bırakarak Şâfiîler ile Hanefîler arasındaki ihtilâflı meselelere dalmışlardı.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İmam Mâlik, Süfyân es-Sevrî, İmam Ahmed ve diğer büyük âlimlerin arasındaki ihtilâflı meselelere de el attılar. Kendilerine bu hatalı tutuma niçin girdikleri sorulduğunda da 'Bunu yapmak taki gayemiz, şeriatın inceliklerini ortaya çıkarmak, mezhebin in celiklerini bildirmek ve fetva usûlünün yayılmasını sağlamaktır' diyerek kendilerini haklı çıkarmaya çalışmışlardır.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu konuda sayısız eser telif edilmiş, birçok istinbatlar yapılmış, mücadele ve telifât çeşitleri yazılmıştır. Günümüzde de bu durum hâlâ devam edip gitmektedir. Bundan sonraki asırların daha neler getireceğini ise henüz bilmiyoruz.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İşte ihtilaflı meselelere ve tartışmalara dalmanın tüm sebep leri yukarıda saydıklarımızdan başkası değildir. Eğer dünyevî gücü elinde tutanlar; yani yöneticiler fakihlerden İmam Şâfiî ile imam Ebu Hanife'den başkalarının ihtilâflarını tartışmaya eğilim duysalardı veya başka ilimlere yönelselerdi, onlardan dünyalık bekleyen âlimler, onların tarafına meyleder ve çalışmalarını bu isteğe göre değiştirirlerdi. Onlar yine kendilerini haklı göstermek için, meşgul oldukları ilmi, dinî ilimlerden sayacaklar ve asla susup yerlerinde oturmayacaklardı. Yine bu ilimleri elde etmekle Allah'ın rızasına ulaştıklarını, çünkü bundan başka bir gaye taşımadıklarını ileri süreceklerdi...</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>Bu Tartışmaları, Sahabe-i Kirâmın Meşvereti ve Selefin Müzakeresi ile Karıştırmak</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu kişiler halka 'Bizim gayemiz bu tartışmalarla hakkı ara mak ve vuzûha kavuşturmaktır. Zira hakkın aranması gerekir, ilmî görüşlerde yardımlaşma ve birkaç kişinin hatırındaki fikirle rin aynı hedefe yönelmesi fayda verici ve tesir edicidir. Ashabın âdetleri de meşveretti. Meselâ ölenin dedesiyle kardeşlerin feraiz deki durumlarını bildiren, içkinin cezasını beyan eden ve imamın (devlet başkanının) hatasının malî mesuliyeti icab ettirdiğini belir ten meşveretleri gibi... İmamın hatasının malî mesuliyeti icab et tirmesine misal Olarak, Hz. Ömer'den korkarak karnındaki çocuğu zâyi eden kadının diyetini, Hz. Ömer'in ödediği naklolunmuştur. Feraiz meselelerinde ve başka konularda da aynı şekilde sahabenin istişarelerine ilişkin birçok olay rivayet edilmiştir. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Yine İmam Şâfiî, İmam Ahmed, Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî ve başka âlimlerden de bu şekil münazaralar, münakaşalar ve meşveretler nakledilmiştir.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu sözün, bir telbis (hakkı bâtılla karıştırmak veya bâtılı hak olarak göstermek) olduğunu göstermeye çalışacağım ki hakikatler malûmunuz olsun!</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Dinin hak olan meseleleri üzerinde yapılacak araştırmalarda yardımlaşma vardır. Fakat bunun sekiz şart ve alâmeti vardır:</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>1. Farz-ı aynları yerine getirmeyen bir kişi farz-ı kifâye olan münazaraya girişmemelidir. Farz-ı ayn olarak yapması gereken vazifeleri bulunan bir kimse 'Benim gayem hakkın bilinmesidir'diyerek farz-ı kifâye ile meşgul olursa, bu kişi yalan söylüyor demektir. Böyle bir kimse, tıpkı namazı terkettiği halde, başkalarına giymek için elbise imal eden bir kişinin 'Benim bu elbiseleri imal etmemin sebebi, şayet çıplak insan varsa onun örtünmesini temin ederek namaz kılmasına vesile olmaktır' deyip kendisini temize çıkarmasına benzer.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Böyle bir kimsenin iddiası pek ender hallerde doğru olabilir. Tıpkı nadir de olsa vukûu mümkün meseleler hakkında ihtilâflara dalan fakihin iddiası gibi... Münazara ilmiyle iştigal edenler, bü tün ulemanın ittifakla varmış olduğu hükme göre, farz-ı ayn olan birçok hususları ihmal ederler...</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Yerine verilmesi gereken bir emaneti elinde bulunduran bir kimse, insanları Allah'a yaklaştırmakta en müessir âmil olan namaza başlayıp, emaneti yerine teslim etmeyi ihmal ederse Allah'a isyan etmiş olur. Kişinin taat nev'înden bir iş yapması, onun Allah'a itaat eden bir kul olduğunu ispatlamaz. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Fakat o fiillerde, şartlarda, zamana ve tertibe riayet ediyorsa, o zaman iş değişir.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>2. Kişinin münazaradan daha önemli bir farz-ı kifâyeyi yerine getirme mecburiyeti yoksa münazara edebilir Şayet kişi münazaradan daha önemli bir farz-ı kifâyeyi yerine getirmesi gerektiğini bildiği halde, gerekeni yapmaz ve münazaraya dalarsa, yapmış olduğu iş Allah'a isyandan başka bir mânâ taşımaz. Böyle bir adamın durumunu şöyle bir misalle açıklayabiliriz: Bir kişi, ölecek derecede susamış bir topluluk görür. Herkes bu topluluğu içine düştüğü feci durumla başbaşa bırakmıştır. Bu vaziyeti gören kimse de onlara su vererek yardım etmeye muktedir iken, bunu yapmaz da, meselâ hacamat (kan aldırma) sanatını öğrenmekle meşgul olur. Kendi zannına göre kan aldırmak farz-ı kifâye olan bir ilimdir. Bir memlekette bu sanatı bilen olmadığı takdirde halkın helâk olacağını söyleyerek kendisini haklı göstermeye çalışır. şayet kemlisine 'sen bu hacamat işiyle çok meşgul olma, çünkü bu işi yapan daha birçok kimse var; bunun yerine sen o su samış insanların derdine çare bulmaya çalış' denilecek olursa, o yine kendi fikrinde ısrar eder ve "Kan alıcıların bulunması, bu ilmi farz-ı kifaye olmaktan çıkarmaz. Dolayısıyla bu sanatı öğrenmem farz-ı kifayeyi yerine getirmektir' der. İşte aslî vazifesini ihmal eden böyle bir kimsenin hâli, tıpkı ülke çapındaki farz-ı kifayeleri ihmal edip, münazara yapmakla meşgul olan kimsenin haline benzer.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Fetva ilmine gelince, bu ilimle meşgul olan topluluklar da vardır. Fakat hiçbir memleket yoktur ki, orada farz-ı kifaye hük münde olan birçok ilim ihmal edilmiş olmasın. Fakihler, bu farz-ı kifayelere dönüp bakmayı bile bir külfet sayarlar, biraz olsun uğraşmaya tenezzül etmezler. İhmal edilen farz-ı kifaye hükmün deki ilimlerin en başında tıp ilmi gelir. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Günümüzde, İslâm di yârının birçok yerlerinde tıbbî meselelerde fikrine itimad edilecek, tavsiyesine güvenilecek bir müslüman doktor mevcut değildir. Buna rağmen hiçbir fakihin bu ilimle meşgul olduğunu göremez sin. Emr-i bil-maruf, nehy-i an'il-münker de böyledir. Bu vazifeyi yerine getirmek de farz-ı kifaye hükmündedir. Tartışmacı çok za man münazara meclisine iştirak edenlerin ipekli kumaşlardan elbiseleri olduğunu, yine ipeklilerden yapılmış minderler üzerinde oturulduğunu görür. Buna rağmen susar ve hayatta olması ihti mal dahilinde bulunmayan bir mesele üzerinde münazaraya da lar. Şayet meydana gelme ihtimali çok az olan tartışma konusu mesele, meydana gelecek olsa onu halledecek fakihler oldukça bol dur. Buna rağmen münazara eder. Ondan sonra da kalkıp yapmış olduğu münazara farz-ı kifaye olduğu için Allah'a mânen yaklaştığını iddia eder. Bu münazarayla Allah rızasını kasdettiğini ileri sürer,</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hz. Enes şöyle rivayet etmektedir:</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Allah'ın Rasûlü'ne emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i anil-mün ker'in ne zaman terkedileceği sorulduğunda, Hz. Peygamber (s.a) şöyle cevap verdi: 'Ne zaman iyilerinizde müdahene (yağcılık), kötülerinizde fahşa başgösterir; yöne tim küçüklerinizin eline geçer ve fıkıh da en rezillerinizin malı haline gelirse, işte o zaman terk edilir'.162</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>3. Tartışmacı müctehid olmalı, Şâfiî, Hanefi veya diğer mez heplere uygun değil, kendi ictihadıyla fetva verebilmelidir. Hanefî mezhebinin bir meselede haklı olduğunu görürse, o meselede Şafiî mezhebine bağlanmaktan vazgeçip (sahabenin ve büyük imam ların yaptığı gibi) haklı gördüğü şekilde fetva vermelidir.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İctihad mertebesine çıkmayan bir kimse ise ki asrımızdaki bü tün tartışmacıların durumu budur bunlar sorulan suallere kendi imamlarının mezhebinden nakiller yaparak cevap verebilirler an cak. Kendilerine bağlı oldukları imamın görüşü sağlam görün mese bile, imamlarının görüşünden ayrılmaları doğru olmaz. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Böyle bir insanın münazarasında ne fayda olabilir? Çünkü böyle bir adamın mezhebi malûmdur ve bağlı olduğu mezhebin fetvaları dışında bir hüküm vermeye yetkisi yoktur. Böyle bir adam kendine müşkil görünen bir mesele hakkında 'Ümid ederim ki bu mesele hakkında bağlı bulunduğum imamın bir cevabı vardır. Şayet yoksa, ben Şer'î meselelerde tek başıma ictihad etme kudretine sa hip olmadığım için bu soruya cevap veremem' demelidir. Herhangi bir meselede bağlı olduğu imam iki çeşit görüş ileri sürmüşse, bu görüşler üzerinde münazara yapması hakikate daha uygun bir hal olur. Zira kendisi bu iki görüşten birine meyyal olabilir. Münazara ederken öbür tarafın daha kuvvetli olduğunu görerek belki de istifade eder. Kendisinin meylettiği hükmün doğruluğu hakkında münazaraya girişini yersiz ve lüzumsuz bulur. Aşağı yukarı bütün tartışmacılar iki taraflı meseleleri terke dip hakkında kesin ihtilâflar olan meselelere dalıyorlar ki bu sa yede çok konuşabilme imkânı bulabilsinler ve muhalifleriyle mü cadele edebilsinler.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>4. Ancak vukûu çok olan veya her an ortaya çıkması muhtemel bulunan meseleler hakkında münazara edilebilir. Zira ashab-ı kiram sık sık ortaya çıkan meseleler üzerinde müşavere eder ve fikirlerini beyan ederlerdi.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Biz ise, günümüzdeki tartışmacıların halkın ihtiyacı olan ko nularda ve halka umumi bir belâ getiren meselelerde fetva vermek için gayret gösterdiklerini pek de göremiyoruz. Onlar sadece kendi lerini şöhrete ulaştıracak meseleleri araştırıyorlar. Bunun için de halledilmesi elzem meseleler üzerine eğilmek imkânını bu lamıyorlar ve arkasından da diyorlar ki; 'Bu mesele imamlar ta rafından kesin nasslardan alınan bir meseledir veya bu mesele üzerindeki konuşmalar ancak tenhalarda yapılabilir. Bu mesele toplanarak üzerinde tartışma yapılacak bir mesele değildir'.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Ele alınması gereken bir mesele olsun da daha önce hakkında söz söylenmiş olduğu için ele alınarak üzerinde durulmasın... Hakikatini bildirmek için hiçbir gayret gösterilmesin... </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu kadar saçma bir iddia olabilir mi? Bunlar şunu diyemiyorlar:'Biz şöhrete ulaştırmayan, uzun konuşma imkânı vermeyen meseleler üze rinde tartışma yapmayız. Uzun konuşmalara sebep olmayan me seleler bizi ilgilendirmiyor'. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bunu söyleseler ne kadar acaip bir du ruma düşeceklerini gayet iyi bilirler. Halbuki hak ve hakikati bil dirmek için kısa konuşmak ve kestirme yollardan hedefe varmak lâzımdır. Sözü uzatmak hiçbir zaman doğru değildir.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>5. Bir tartışmacı yapmış olduğu münazarayı mümkün olduğu</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>kadar az bir cemaat önünde yapmaktan haz duymalı, münazaraya çok insanın dinleyici olarak katılmasından zevk almamalıdır. Zira tenha yerlerde münazara yapmak, sultanlar ve sair büyükler yanında münazara yapmaktan daha faydalıdır. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Çünkü tenha yerlerde tartışmacı düşündüklerini daha iyi toplar; daha iyi anlatmaya muktedir olur, idrâki daha berrak ve kavrayışı yüksek olur.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Cemaat huzurunda yapılan münazara, tartışmacıları riyaya itebilir. Çünkü cemaat huzurunda münazara yapanlar mağlub olmak korkusuyla yanlışlarında direnmeyi sonuna kadar götürürler. İster haklı olsun, isterse haksız hep kendilerini haklı çıkarmaya bakarlar. Bu tartışmacıların kalabalık huzurunda tartışma yapmak istemeleri, Allah rızasını kazanmak niyetiyle değildir. Çünkü bu tartışmacılar kendi başlarına kaldıkları zaman kalabalıkta tartıştıkları konuyu katiyyen aralarında tartışmıyor lar. O kadar ki, çok zaman arkadaşı kendisinden sual sorduğu zaman cevap bile vermiyor. Fakat bir cemaat huzurunda oldukları zaman hile yayında, ne kadar ok varsa birbirlerinin göğsüne sap lamaya çalışıyorlar ki konuşmada üstad kabul edilsinler!</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>6. Münazara sadece hakkı bulmak ve anlamak için yapılmalıdır. Aynen kaybolan malını arayan bir insanın duru muna benzer bir durum.. O kaybolan mal bulunsun da ne olursa olsun. Bunu kendisinin veya arkadaşının bulması önemli değil, önemli olan malın bulunmasıdır. Demek ki bir tartışmacı kendi siyle münazara eden arkadaşını hasım değil, bir yardımcı olarak görmelidir. Kendisine hakkı bildirdiği için arkadaşına teşekkür et meyi bir borç bilmelidir. Nasıl ki inalını kaybetmiş bir insan, kay bolan malını arayıp bulamadığı ve geri dönmeye karar verdiği bir anda; bir arkadaşı kendisine gelip kaybetmiş olduğu malını bu yolda değil, şu yolda araması gerektiğini söylediği zaman kendisine teşekkür etmesi lâzım geliyorsa, böyle bir adamı azarlamayı düşünmüyorsa, kendisine malını bulmak için yol gösterene ik ramda bulunuyorsa... Birbirini hak namına ikaz eden sahabe-i kiramın meşvereti de zâten böyle idi.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bir kadın, Hz. Ömer'e itirazda bulunmuş ve ona hak yolu gös termiştir. Cemaat huzurunda hutbe irad eden Hz. Ömer, kadının yaptığı bu ikazdan sonra cemaata şöyle der: 'Bu kadın hakkı söy ledi, Ömer ise yanıldı'.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bir kişi Hz. Ali'ye (r.a) bir sual sorar: Hz. Ali, sorulan suale ce vap verdiğinde, suali soran kişi şöyle söyler: 'Ey emîr'ul mü'minîn! Verdiğin cevap yanlış! Bence bu suale şöyle cevap veri lebilir...</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bunun üzerine Hz. Ali: 'Sen haklısın, ben ise yanıldım' diyerek adamın hakkını itiraf eder ve kendisini ikaz ettiği için ona teşekkür ederek sözlerini şöyle sürdürür: 'Her ilim sahibinden daha büyük bir ilim sahibi çıkabilir.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İbn Mes'ud, Ebu Musa el-Eş-'ar'ı'ye yanıldığım hatırlatınca Ebu Musa cemaate şöyle hitab eder: 'bu büyük âlim aranızda iken bana sual sormayın'.Kûfe valisi Ebu Musa'ya, </strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Allah yolunda savaşıp öldürülen bir kimsenin hali sorulur, o da cennetlik olduğunu söyler. Bunun üze rine mecliste hazır bulunan Abdullah b. Mes'ud ayağa kalkar ve sual sorana hitaben şöyle der: 'Valiye sualini ikinci kez tekrarla! Sualini iyi anlamamış olmalı'. Bu ikaz üzerine adam sualini tek rarlar ve Ebu Musa yine aynı cevabı verir. İbn Mes'ud ise şöyle der: 'Ben sizin verdiğiniz cevabı doğru bulmuyorum. Bence böyle bir kimse Allah yolunda hakkı bularak öldürülmüşse cennetlik olur'. Bunun üzerine Ebu Musa İbn Mes'ud doğru söylüyor' der. Esasında hak arayıcıları da böyle insaflı olmalılar...</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Buna benzer bir itiraz zamanımızın en düşük fakihine yapılsa, kendisine itiraz edilen fakih hiddete kapılır ve yapılan itirazı hiçbir suretle kabul etmez. Kendisinin yanılma ihtimalini katiyyen kabul etmeyerek der ki; "Ayrıca İsabet etmişse' demeye gerek yoktur. Çünkü Allah yolunda öldürülen bir kişinin hakka isabet ettiği herkesçe malûmdur".</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Günümüzün insafsız tartışmacılarının haline bir bakınız! Şayet hak, hasımlarının elinde ise ve onun dilinden ifade edilmişse, yüzü nasıl kızarır ve nasıl mahcub olur? Böyle olunca da son haddine kadar hakkı kabul etmemek için nasıl direnir? Bütün hayatı boyunca kendisim mağlup eden insan hakkında nasıl kötü konuşur ve onu küçük düşürmeye çalışır? Bütün bun lardan sonra da kalkıp kendini hakkın ortaya çıkması için yardımlaşan sahabîlere benzetmekten hiç de utanmaz.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>7. Karşısındaki kimseyi; yani kendisiyle münazara edeni bir delilden diğer delile, bir müşkilden diğer bir müşkile geçmesini engellemeye çalışmamalıdır. Zira selefin aralarındaki münazara lar bu şekilde cereyan ediyordu.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İster lehinde olsun, ister aleyhinde, bid'at olan cedelin bütün inceliklerini, konuşmasının dışında tutmalıdır. 'Bu söz beni bağlamaz, tenakuza düştün' gibi sözlerden kaçınmalıdır. Önceki sözünü nakzediyor diye, doğru sözü reddetmek yanlıştır.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Halbuki sen tartışmacıların bütün toplantılarının mücadele ve münakaşa içinde geçtiğini görürsün. Hatta delil getiren bir insan, bilinen bir kaidenin üzerine zannettiği bir illete dayanarak kıyas etmeye kalkıştığı zaman, derhal karşıdaki mücadeleci tarafından kendisine, asıldaki hükmün hangi illetle mâlül olduğuna dair delil sorulur. Delil getiren zat 'Ben bu şekilde düşünüyorum. Şayet sen bundan daha isabetli bir görüşe sahip isen, delillerini söyle de birlikte tedkik edelim' diye cevap verir. Bunun üzerine itiraz eden kişi şöyle der: 'Senin bildiğin ve zikrettiğin mânâlardan başka daha nice mânâlar var burada... Fakat bunları söylemek üzerime düşen bir vazife olmadığından söyleyemeyeceğim.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Delil getiren taraf yine şöyle konuşmaya devam eder: </strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>'Bundan başka bir iddian var ise, beyan et ki malûmatımız olsun'. İtiraz eden kişi 'Hakîkat senin söylediğinden başkadır ve ben bunu biliyo rum. Fakat söylemek üzerime düşen bir vazife değildir' fikrinde ısrar eder. Böylece münazara meclislerinde bir netice alınmadan tartışmalar devam eder gider.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu miskin itirazcı bilmez ki; 'Ben bilirim, fakat söylemem, çünkü söylemek mecburiyetinde değilim' sözü şeriata yapılan bir iftiradan başka birşey değildir. Şöyle ki: Şayet itirazcı, söylenen de lilin mânâsını bilmiyor ve ancak hasmını susturmak için kuru bir iddiada bulunuyorsa, böyle bir adam fâsıktır, kâzibdir, Allah'a is yan etmiştir ve bu hâlinden dolayı Allah'ın gazabını üzerine çekmiştir. Zira bilmediği bir şeyi biliyor görünmeye çalışmıştır. Şayet hakikaten biliyor da söylemiyor ise yine fâsık olur. Çünkü şeriatın bir emrini gizlemiş olur. Halbuki bu emri gizlemese, belki de bir müslüman kardeşini yanlış düşünmekten kurtaracak, doğrunun yayılmasına vesile olacaktır. Şayet itirazcının görüşü zayıf ise, karşısındaki kendisine iddiasının zayıf olduğunu izah edecek ve böylece itirazcı cehaletin karanlığından bilginin aydınlığına çıkmaya imkân bulacaktır. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hiç kuşkusuz dinî ilimlere ait bir husus sorulduğu zaman mutlaka cevap verilmelidir. O halde bu itirazcının 'Bunu söylemek mecburiyetinde değilim' de mesi, 'Bizler tarafından ihdas edilen bid'atlarm bid'at olarak kal masını temin eden cedellerin devamını sağlamak için bunu söy lemiyorum' demekten başka birşey değildir. Şayet bu laf, bu an lama gelmezse ne anlama gelir? Oysa Allah'ın şeriatını açıkça bildirmek gerekir. Söylemeyen kişi ya fâsıktır, ya da yalancı...</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu nedenle sahabe-i kiramın meşveretini ve selef-i sâlihînin bir mesele hakkındaki müzakeresini tedkik et! Acaba onlar da, se nin anladığın bu mânâda bir münazara ve mücadele görür mü sün? Acaba ashab-ı kirâm ve selef-i salihînden birisi, herhangi bir arkadaşını bir delilden diğerine, bir kıyasdan başka birine, bir haberden diğer bir ayete geçmekten alıkoymuş mudur? Hayır! Binlerce kere hayır! İşte sahabenin ve selefin bütün münazaraları bu cinstendi. Çünkü onlar kalplerine geleni olduğu gibi söyler, düşündüklerini olduğu gibi ortaya döker ve ona göre müzakere ederlerdi.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>8. Kendisine faydası dokunacak bir ilimle meşgul olan kişilerle münazara etmelidir. Halbuki tartışmacıların çoğunu, âlimlerle ve ilimde otorite sahibi olanlarla münazara etmekten kaçınır görür sünüz. Çünkü hakkın onların dilinde meydana geleceğinden endişe duyarlar. Onun için de tartışmacılar ilim ve bilgi bakımından daha aşağıda olanlarla tartışmayı tercih ederler. Zira kendi bâtıllarını ancak bilgide ilerleyememiş insanlara kabul et tirme imkânları vardır.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Münazara etme hususunda bu sekiz şarttan başka daha nice ince şartlar vardır. Fakat bu sekiz şartı iyice öğrendikten sonra, kimlerin Allah için münazara ettiklerini, kimlerin etmediklerini gayet iyi teşhis edebilirsin.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Kısaca, şiddetli düşmanını; tasallutçu ve felâket hazırlayıcısı olan şeytanı bırakıp, müctehidin isabet ettiği veya edenle ecirde or tak olduğu meselelerde münazaraya dalan bir kimseye şeytan gü ler. O kişi şeytana gülünç, ihlâs ehline de ibret alınacak bir ders olur. Bu sebebe binaen şeytan onu, daha ilerideki bölümlerde sa yacağımız âfetlerin karanlığına götürmüştür. O felâketlerden ile ride uzun uzun bahsedeceğiz. Tevfîk ve yardım Allah'tandır.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>Münazaranın ve Münazaradan Doğan Kötü Ahlâkın Yol Açtığı Sonuçlar</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Başkasını mağlûp etmek, susturmak, fazilet ve şerefim gös termek için halk arasında bağırarak konuşmak; halkın teveccü hünden istifade etmek için yapılan münazaralar, Allah'ın çirkin saydığı, buna mukabil Allah düşmanı şeytanın güzel gördüğü bir münazara tarzıdır. Bu münazaralar; kibir, ucûb, hased, münafese, nefsi temize çıkarmak, rütbe düşkünlüğü ve benzeri bâtın fuhşiyat gibidir.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İçki içmek ile diğer fuhşiyatları yapmak arasında muhayyer bırakılan bir kişi, İçkiyi daha ehven görüp onu içerse, bununla kalmayıp içki onu diğer fuhşiyata nasıl zorlarsa; aynen bunun gibi başkasını susturmak, münazarada galip gelmek, rütbe aramak ve iftira etmek sevgisi de kime galip gelirse; bu sevgi o kişiyi bütün pisliklerin içine sürükler, kötülükleri nefsinde toplamaya başlar. Yine bu sevgi bütün kötü ahlâkların bu adamda toplanmasına vesile olur.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu ahlakların tamamının çirkin olduğunu izah eden deliller, daha ileride ayet ve hadislere dayandırılarak Mühlikât bölümünde zikredilecektir. Fakat biz şimdi menfî münazaranın tahrik ettiği kotu ahlâkın bir Kısmına işaret edelim:</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>1. Hased</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">Hased, ateşin odunları yemesi gibi, sevapları yiyerek biti</span></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">rir.163</span></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red"></span></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red"></span></strong></span></span><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tartışmacı kendisini hasedden katiyyen kurtaramaz. Çünkü bir tartışmacı, bazen galip gelir, bazen de mağlup olur. Onun için bazen onun konuşması övülür, bazen de karşısındaki muarızın... </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Öyleyse bu dünya ilminde kuvvetli ve görüşlerinin isabetli olduğu kabul edilen biri oldukça; veya 'Filân adam senden daha iyi görü yor ve senden daha isabetli kararlar veriyor' denilme ihtimali bu lundukça, böyle bir adamın hased duyacağı muhakkaktır. Kendisine tafdil edilen adamı küçültmeye ve ona teveccüh eden kalpleri kendisine çevirmeye yarayacak bütün faaliyetleri göstermeye çalışır.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hased, helâk edici bir ateştir. Hased ateşiyle yanan bir kişi, bu dünyada büyük bir ızdırap içindedir. Ahiretteki azabı ise, dünya dakinden kat be kat fazla olacaktır. İşte bunu anlatmak için İbn Abbas (r.a) şöyle buyurmuştur: 'İlmi nerede bulursanız alınız. Fakihlerin birbirinin aleyhindeki sözlerine kulak vermeyiniz. Çünkü onlar ağıldaki tekeler gibi dövüşmektedirler'.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>2. Kibir ve Tekebbür</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>Kim büyüklenirse, Allah onu alçaltır; kim tevazu gösterirse onu yükseltir.164</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Yine Allah'ın Rasûlü (s.a) Allah Teâlâ'dan hikâye ederek bir hadis-i kudsîde şöyle buyurmuştur:</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Azamet benim izarım, kibriya ise benim abanidir. İşte bu nun içindir ki bu iki şeyde bana ortak olmaya yeltenenin be lini kırarım!165</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>(Hadîste geçen izar ve abâ kelimeleri zahirî anlamda düşünülmemelidir).</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tartışmacı, emsallerinden üstün görünmek hastalığından hiçbir zaman kurtulamaz. Olduğundan çok daha üstün görünmek ister. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hatta bu büyüklük budalaları, münakaşa meclislerinin her hangi bir yeri için kavga ederler. Meclisin başında oturmak; baş koltuğun kendilerine ait olduğunu iddia etmek peşindedirler. Kendilerinden başkasına bu yerleri lâyık görmedikleri için itişip kakışırlar, dar bir yoldan geçildiği zaman ben önde giderim, sen önde gidersin diye itişir dururlar. Böyle tartışmacıların kurnazları ise: 'Biz böyle davranmakla ilmin izzetini koruyoruz; zira âlimin, özellikle müzmin bir âlimin kendi nefsini zelil etmesi yasak lanmıştır' şeklinde konuşmalar yaparak akılları sıra kendilerini müdafaa ederler.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bilmezler ki, Allah ve Rasûlü tevazuu methetmişlerdir ve ken dileri Allah'ın ve Rasûlü'nün medhettikleri bir hasleti zillet kabul eder duruma düşmüşlerdir! Yine Allah ve Rasûlü'nün buğz ettiği bir hâl olan tekebbüre de izzet gömleğini giydiriyor ve böylece Allah'a ve Rasûlu ne zıd düşüyorlar. Böylece güzel kelimeleri tah rif ederek halkın dalâlete sapmasına vesile oluyorlar! Nitekim hikmet, ilim ve benzeri kelimeleri de tahrif etmişler ve halkın dalâ lete düşmelerine sebep olmuşlardır!...</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>3. Hıkd (Kin)</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tartışmacı kimse, kendisini kin tutmaktan kurtaramaz. Halbuki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur;'Kâmil</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>mü'min kinci değildir'.166 </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Kini zemmeden o kadar çok hadîs vardır ki, gizlenmesi müm kün değildir. Bir münazara esnasında hasmını tasdik edercesine başını sallayarak ona kin tutmayan hiçbir tartışmacıya rastla madık. Çünkü bir tartışmacı diğer tartışmacının sözlerini dinle miyor, bu sözleri iyi niyetle karşılamıyor. İşte bundan dolayıdır ki bir tartışmacı, diğer tartışmacıya kin tutmaya mecbur oluyor. O kini nefsinde taşıdığı halde gizli tutması ancak nifakla mümkün olmaktadır. Fakat çoğu zaman beslenen kin, apaçık ortaya çıkıyor ve bunu herkes müşahede ediyor. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tartışmacı bu durumda kendi sini kin tutmaktan nasıl kurtarabilir? Bütün dinleyenlerin ona hak vermeleri imkânı yoktur. Ortaya koyduğu delilleri dinleyenler makbul saymak durumunda da değildir... Onun için hasmı, sö zünü biraz da olsun hafife alırsa, bu hareketi affedemez, bundan dolayı duyduğu kini hayatının sonuna kadar kalbinden söküp atamaz. (İşte bu, felâketin tâ kendisidir).</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>4. Gıybet</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Allah Teâlâ, gıybet etmeyi ölü eti yemeye benzetmiştir. Halbuki tartışmacı, ölü eti yemekten, kendini bir türlü kurtaramaz. Çünkü o her zaman hasmının konuşmasını naklederek aleyhinde bulu nur. Kendisini bu halden kurtarmak için ne kadar titiz davranırsa davransın, hasmının söylediği sözleri ne kadar doğru naklederse nakletsin, kendisini gıybet etmekten alıkoyamaz. Çünkü hasmının konuşmasının yanlış olduğunu söylemek suretiyle gıybet yapmış olur. Bu konuşmasının hasmının âcizliğini gösterdiğini ve kendi sinden daha eksik olduğunu söyleyerek gıybet yapmış olur. Yahut da daha kötüsü hasmının söylemediğini naklederek bir de yalancı durumuna düşer. Aynı zamanda bir müfteri olur. Kendi</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>konuşmasına önem vermeyip, hasmının kelâmına kulak verenin haysiyetine tecavüz etmekten dilini bir türlü kurtaramaz. Onları cehalet, hamakat ve dar anlayışlılıkla itham eder!</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>5. Nefsi temize çıkarmak</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Allah Teâlâ bizi, nefsimizi temize çıkarmamaya davet etmek tedir.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Nefislerinizi temize çıkarmayınız; Allah kendisinden kor kanın kim olduğunu çok iyi bilendir.(Necm/32)</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hakîm bir zata 'Çirkin olan doğru nedir?' diye sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir: 'Kişinin nefsini övmesidir'.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tartışmacı kuvvetli olmakla, galip gelmekle ve fazilet bakımından emsâllerinden üstün olmakla kendini övmekten kurtaramaz. Münazara esnasında hiç olmazsa şu kadarcık bir söz söylemekten kendini alıkoyamaz: 'Ben bütün bu işleri bilmeyenler den değilim. Ben ilimlerde ileri gitmiş bir kimseyim. Her ilmin usûlünü ve metodunu bilirim. Birçok hadîs hıfzetmişim'. İşte buna benzer cümlelerle kendisini metheder durur. Bazen de konuşmasını itibara alsınlar diye, böyle cümleler sarfetmeye mec bur kalır. Halbuki herkes bilir ki kendisini ahmakça övmek ve herhangi bir sebepten dolayı nefsini tezkiye etmek şer'an ve aklen çirkin sayılmıştır.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>6. Tecessüs</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Allah Teâlâ şöyle buyurur.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Araştırmayın, bir kısmınız diğer bir kısmınızı çekiştirmesin.(Hucurât/12)</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tartışmacı, emsâlinin ayıplarını araştırır, hasmının kusur larını bulmak için durmadan çalışır. Hatta tartışmacıya 'Senin memleketine bir tartışmacı geldi' dendiği zaman, hemen adam larından birini göndererek gelen tartışmacının hususiyetlerini öğrenmeye çalışır. Gizli suçlarını araştırır. Öyle ki, münazara yapmak üzere karşı karşıya geldikleri zaman rakibim hususî ha yatındaki ayıplarından dolayı mahcup vaziyete düşürebilsin. Münazarada rakibini alt edebilmek için, bunları bir silâh olarak kullanabilsin...</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tabidir ki, bu silâhlar rakibe karşı ihtiyaç zamanında kul lanılır... Hatta tartışmacı rakibinin suçlarını aramakta o kadar ileri gider ki, çocukluk zamanında yaptıklarını bile ortaya çıkarmaya çabalar... Bedenî kusurlarını dahi bulmaya çalışır. Belki çocukluğunda bir suç işlemiş olabilir veya vücudunda bir ku sur bulunabilir. Meselâ kel olması gibi... Sağır olması gibi.. Bunları, münazarada mağlup olma tehlikesi ile Karşılaştığı za man, rakibinin bu kusurlarına temas ederek onu mahcup etmeye çalışır. Şayet münazara bahsinde muktedir bir kişi ise, bu sefer de rakibinin kusurlarını ima yoluyla belirterek söyler. Şayet mağrur ve mağrur olduğundan ötürü de ahmak biri ise, bütün bu kusur larını rakibinin yüzüne karşı bağıra bağıra söyler.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tartışmacıların önde gelen şahsiyetlerine ait buna benzer hikâyeler çok çok anlatılmaktadır.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>7. Karşısındaki kimselerin kötü duruma düşmeleri sebebiyle sevinmek, iyi durumlarına da yerinmek ve üzülmek</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İslâmiyet'te kendisi için istemediğini diğer din kardeşi için de istememek, kendisi için istediğini, diğer din kardeşi için de iste mek ahlâkı vardır. Faziletlerini öne sürerek başkalarına karşı övünmek durumunda olan kimseler, arkadaşının ayağının kay masına sevinir. Çünkü ilim ve fazilette kendilerine denk gördük leri herkes bir nevi rakipleri olduğu için bilhassa onların birbirle rine karşı aldıkları tavır, tıpkı iki kuma kadının birbirlerine karşı aldıkları tavıra benzer. Nasıl ki bir kuma, öbürünü gördüğünde titremeye başlar ve katiyyen onu görmeye tahammül edemezse, tıpkı bunun gibi bir tartışmacı da öbürünü gördüğü zaman kuma kadın gibi beti benzi atar, tirtir titrer ve onu görmek istemez. Sanki karşısındaki hilekâr bir şeytan veya kanını emmeye çalışan bir canavardır!</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>O halde soruyoruz! Hani İslâmiyet'in istediği yakınlık ve ünsi yet? Hani din âlimlerinin birbirlerine karşı gösterdikleri saygı ve sevgi? Hani her hangi bir müşkilde din âlimlerinin birbirlerine yaptıkları yardımlar? Hani kardeşlik, yardım ve muhabbet?</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hatta İmam Şâfiî şöyle buyuruyor: 'Fazilet ve akıl erbabı arasında ilim, onları birbirine bağlayan bir zincirdir'.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>O halde soruyoruz! İlmi, düşmanlık vesilesi yapan kişiler, kendilerinin İmam Şâfiî'nin takipçisi olduklarını nasıl söyleyebi lirler? Acaba arkadaşını mağlup etmekle övünen bir cemiyette, kardeşlik, ünsiyet ve arkadaşlığın tesisi mümkün müdür? Elbette hiçbir şekilde mümkün değildir!</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İnsanların bozulmasına, mü'min ve muttaki kulların ah lâkından çıkarıp, münafıkların ahlâkına iten şerrin bu kadarı ye ter de artar bile...</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>8. Nifak</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Nifakın kötü olduğunu bildirmek için delil getirmeye ve kö tülüğünü delillerle ispat etmeye ihtiyaç yoktur.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tartışmacılar âdeta nifaka düşmeye mecburdurlar. Çünkü, hasımlarla ve hasımların dostlarıyla her an karşılaşmak mecbu riyetinde kalırlar. Lisanen ve görünüşte onlara sevgi göstermek ve muhabbetini izhar etmek zorundadırlar. Onların derece ve halle rini dikkate almak ve onları kırmamaya, tersine kazanmaya çalışmak lâzımdır. Halbuki kendisiyle konuşan, dil döken ve dinle yen kişiler, bu sözlerin hepsinin yalan olduğunu bilirler. Bilirler ki bu insan bir hasım olduğuna göre nifak, iftira ve fısk-u fücur yap maktadır. Çünkü münâzaracılar ancak dilleriyle birbirlerine sevgi gösterisinde bulunurlar. Kalplerinde ise, birbirlerine karşı silin mez bir buğz taşımaktadırlar. Biz böyle bir nifaktan şânı yüce Allah'a sığınırız!</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur:</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">İnsanlar ilmi öğrendikleri ve ameli terkettikleri, dil ile sevişip kalplerinde buğz taşıdıkları ve aralarında sıla-i rahmi kestikleri aman, Allah onlara lânet edip kulaklarını sağır ve gözlerini kör eder!137</span></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Günümüzde gördüğümüz manzaralar da bu hadîsin mâ nâsını doğrulamaktadır.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>9. Haktan yüz çevirmek ve nefret etmek</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tartışmacı düşmanlık hırsı taşır. Tartışmacının en nefret ettiği şey hakkın, hasmının ağzından çıkmasıdır. Her ne zaman hak, hasmının ağzından çıkarsa, onu var kuvvetiyle reddetmeye ve hasmını bu haktan caydırmaya çabalar. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Demek ki düşmanlık ve hakkı reddetmek, tartışmacının tabiî ve normal hâli olmaktadır, O ister hak olsun, isterse bâtıl, ne dinlerse sanki onu reddetmekle mükelleftir. Hatta o kadar ki Kur'an'dan getirilen delillere dahi itiraz etme isteği kabarır içinde. Şeriat tâbirlerine bile karşı koyar. Kesin nasslardan birini diğer biriyle nakzetmeye çalışır. Halbuki bâtılı müdafaa etmek, çok mahzurlu ve çok tehlikelidir.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Allah'ın Rasûlü (s.a) şöyle buyurmuştur:</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hatasını anlayıp cedeli terkeden bir kimseye, Allah Teâlâ cennetin ortasında bir köşk ihsan eder. Haklı olduğu halde cedeli terkeden bir kimseye ise, cennetin en yükseğinde bir köşk ihsan eder.168</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Allah Teâlâ, iftira eden ve hakka yalan diyeni bir tutmuştur:</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Allah'a iftira ederek yalan uyduran veya O'nun ayetlerini yalan sayandan daha zâlim kim olabilir? Şüphe yok ki o zâ limler kurtuluşa eremezler.(En'am/21)</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Artık o kimseden daha zâlim kim olabilir ki, Allah'a karşı yalan söylemiş, doğruyu (Kur'an'ı) da kendisine geldiği za man yalanlamıştır. Kâfirlerin yeri cehennem değil midir?</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>(Zümer/32) </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>10. Riya, (halka gösteriş yapmak ve halkın kalbini kendine çekme gayretine düşmek)</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Riya, insanı en büyük günahlara iten korkunç hastalığın adıdır. Bu hakikat, Riya bölümünde uzun uzun anlatılacaktır.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tartışmacının bütün gayreti, yapmış olduğu münazara ile halkın gönlünü çelmek ve kendisine taraftar toplamaktır. Bu ne denle onlar, halkın hoşlandığı fikirlerin savunucusu olmayı her zaman başarırlar.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İşte saydığımız bu on hastalık, bâtınî fuhşiyâtın esas larındandır. Tartışmacılarda bu on menfî hasletten başka daha nice kötü hasletler vardır... Bu kötü hasletler, kendisim zabtetme yen tartışmacıları sonunda vuruşmaya, yumruklaşmaya, tırmıklamaya, elbise yırtmaya, sakal yolmaya, anaya ve babaya küfretmeye, hocalara küfretmeye ve açık açık birbirlerine iftira at maya sürükler. Böylelerini insan saymadığımız için burada söz konusu etmedik!</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Yukarıda saydığımız on menfî haslet, tartışmacıların büyükle rinin hemen hemen hepsinde (en akıllılarında dahi) vardır. Bütün bunlara rağmen bir kısım tartışmacılar bu kötü hasletlerden uzak kalabilirler. Fakat bu iyiliği ancak kendisinden çok aşağı veya yu karı; yahut memleket itibarıyla kendisinden çok uzak, maişet ko nusunda da kendisiyle çatışmayan kimselere gösterir. Kendisiyle aynı ayarda olan akranlarına bu iyiliği göstermesi imkansızdır.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu on hasletin her birinden on tane başka rezalet doğar. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Biz bunların hepsini teker teker sayarak konuyu uzatmak istemedik. Meselâ herbirinden şu rezaletler doğar: Kendini müdafaa etmek gayreti, öfke, tamah, buğz, rütbe ve mal isteme ihtirası, hasmına galip gelmekten dolayı düşülen gurur, nimeti inkar etmek, ifrata kaçmak, zenginlere ve sultanlara hürmetkâr olmak, onlarla sıkı münasebetlere girişmek, onların haram yollardan elde ettiği şeylerden almak, atlarla, bineklerle ve mahzurlu elbiselerle süs lenmek, kibir ve azametinden dolayı herkesi hakir görmek, mâlâ yani hususlara dalmak, çok konuşmak, korkuyu kalpten çıkarmak, kalbindeki rahmet duygusunu söküp atmak, ifrat dere cede gaflete düşüp bir namaz içinde ne kadar namaz kıldığını, neyi okuduğunu ve kime münacaatta bulunduğunu tefrik edememek, münazarasında kendisine yardım eden ilimler üzerinde bir ömür tükettiği halde kalbinde haşyet hissinin teşekkül etmemesi ki böyle İilimlerin ahirette hiçbir faydası yoktur ibareleri güzel oku</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>mak, kelimeleri kafiyeli sarfetmek, olması ender hâdiseleri ve hik âyeleri ezberlemek gibi saymakla bitmeyecek kadar felâketler doğurur.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Tartışmacılar, derecelerine göre münazara ilminde başarı gös terirler. Bu mesleğin çeşitli dereceleri vardır. Fakat din, ilim, akıl ve fazilet bakımından en büyükleri dahi bu yukarıda saydığımız kötü huyların bir kısmından yakalarım kurtaramazlar. Ancak el lerinden geldiği kadar kötülüklerini örtmeye çalışmak ve bu kötü lükleri nefsinden söküp atmak için büyük bir gayretle mücadele etmek gayesini güderler.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu rezaletlerin sadece tartışmacılara ait vasıflar olmadığı bi linmelidir. Va'z ve nasihatta bulunanlarda da bu çirkin hasletler bulunabilir. Şayet halka hoş görünmek, va'z ve nasihatından ötürü bir paye kazanmak, yapmış olduğu işten dünyalık sahibi olmak gayretine düşmüş ise, böyle bir vâizde yukarıda sıraladığımız kötü hasletler bulunur.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu rezaletler, fetva ve mezhep ilmiyle uğraşanlarda da bulu nur. Şayet bu ilimle meşgul olmaktaki gayesi kadılık makamını işgal etmek, evkaf dairesinde büyük memuriyetler almak, akran larından daha fazla yöneticilerin gözlerine girmek ise, böyle bir in sanda da yukarıda saydığımız kötü ahlâkların çoğu bulunabilir.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Kısaca ilmiyle Allah'ın rızasından başka şeyler bekleyen her insan da bu kötü hasletler bulunur. Demek ki ilim, âlimin yakasını bırakmaz. Onu ya ebediyyen herşeyden mahrum ederek helâk ol masına sebep olur veya ebedî hayatın saadetine garkeder. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İşte bu sırrı anlatmak için Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur:</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>İlminden menfaat görmeyen âlim, kıyamette, en şiddetli azaba mâruz bırakılır.169</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Böyle kimselerin ilmi, kendilerine bir fayda vermediği gibi, üs telik çok büyük zararlar verir. Keşke böyle bir kimse, başına büyük felâketler getirecek ilimden kurtulmuş olsaydı. </strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Fakat ne yazık ki, bundan kurtulması mümkün değildir. İlim tehlikesi çok büyüktür. İlmi talep eden, ebedi mülkü ve serveti talep ediyor. Onun için bu talipler ya mülk ve servetten veya felâketten yakalarını kurtaramazlar. Âlimin hâli, tıpkı dünyada mülk isteyen diğer insanların hâline benziyor... Eğer servet peşinde koşan, servete ulaşmak im kânı bulamazsa kendini zilletten kurtaramaz. Belki zilletin de öte sinde büyük girdaplara düşer.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Eğer 'Münazara etmeye ruhsat vermekte, halkı ilme teşvik et mek gibi büyük fayda vardır. Şayet baş olmak arzusu bulunmazsa hiç kimse ilme heves etmez ve ilim de böylece inkıraza uğrar' der sen, bu sözünde bir noktada çok haklısın. Fakat cedelin esasında fayda yoktur. Zira top ve kuşlarla oynamak va'di olmasaydı, çocuk lar mektebe gitmezdi. Fakat çocukları avutmak ve mektebe çekmek için icad edilmiş bu şeylerin bizzat kendisinden bir fayda geldiğine delâlet eden bir mânâ yoktur.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Şayet riyaset hırsı olmasaydı, ilim gerçekten inkıraza uğrardı. Fakat ilmiyle riyaset talep eden bir kişi kurtulmuş sayamaz ken dini. Tam aksine, ilmiyle riyaset talep eden kimse Hz. Peygamberin aşağıdaki hadis-i şerifte bildirmiş olduğu zümreye dahil olmuş olur.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hiç kuşkusuz Allah Teâlâ bu dini, nasipsiz kimselerle de takviye eder.170</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Hiç kuşkusuz Allah Teâla, bu dini yalancı bir kişiyle de tak viye eder.171</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Demek ki ilmiyle riyaset talep eden, gerçekte helâk olmuş bir kimsedir. Fakat böyle bir kimsenin delâletiyle başkaları kurtuluşa erebilir. Eğer o kişi insanları dünyayı terke dâvet ediyorsa...</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Kendisi helâk olup başkalarının kurtuluşlarına sebep olan âlim, görünüşte selef âlimlerine benzer. Fakat onlardan ayrı olan tarafı, içinde yanan rütbe ateşidir, O bir makam elde edebilmek için yanıp tutuşan bir âlimdir. Böyle kişilerin misâli, mum misâ line benzer. Mum, etrafını aydınlatmak için yanar, kendisini mah veder. Eğer insanları dünyaya bağlanmaya götürüyorsa, o zaman hem kendini ve hem de başkalarını yakan bir ateş olur...</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">Âlimler üç sınıfa ayrılır:</span></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>1. Hem kendilerini ve hem de başkalarını helâk edenler.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bunlar açık bir şekilde dünya nimetlerini isterler ve onlara dalarlar.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>2. Hem kendilerini ve hem de başkalarını saadete erdiren âlimler. Bunlar bâtın ve zâhirde insanları Allah'a dâvet ederler.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>3. Kendilerini helâk eden ve fakat başkalarının kurtuluşuna vesile olan âlimler. Fakat bunlar, halkın kalbini kazanmak, halkın gözüne girmek, şan ve şöhret kazanabilmek için uğraşırlar.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu nedenle ey müslüman! Hangi zümreden olduğunu düşün ve bul! Kime düşmanlık yaptığını idrâk etmeye çalış! Allah'ın, kendisi için yapılan amelden başkasını kabul edeceğini hiçbir za man aklına getirme...</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>Bu konudaki tatmin edici deliller, Riya bölümünün bir kısmında ve Mühlikât bölümünde inşaallah gösterilecektir.</strong></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>162) İbn Mâce, (hasen bir senedle)</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>163) Ebu Dâvud, (Ebu Hüreyre'den)</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>164) Hatip,(hz. Ömer'den sahih bir senedle)</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>165) Ebu Dâvud, İbn Mâce ve İbn Hibban, (Ebu Hüreyre'den)</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>166) Irâkî bu hadîse vâkıf olamamıştır.</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>167) Taberânî, (Selmân-ı Fârisî'den zayıf bir senedle)</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>168) Tirmizî ve İbn Mâce (Enes!den)</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>169) Taberânî ve Beyhâkî, (Ebu Hüreyre'deıı zayıf bir senedle)</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>170) Nesâi(Enes'den sahih bir senedle)</strong></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><strong>171) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den sahih bir senedle)</strong></span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="genc_kalem, post: 177726, member: 15919"] [B][SIZE=5][COLOR=red]Halkın İlm-i Hilâfa Yönelmesinin Nedenleri, Cedel ve Münazaranın Âfetleri ve Mübah Olmasının Şartları[/COLOR][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Allah'ın Rasûlü'nden sonra hilâfet makamına, râşid halifeler geçtiler. Onlar Allah'ı bileqn âlimlerin önderleri idiler, ahkâm il minde birer büyük fakihtiler. Karşılarına çıkan meseleler hakkında tek başlarına fetva verecek güçteydiler. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]İstişare edilmesi lâzım gelen konularda istişareye ehil olan sahabîlerle istişare ederler ve sahabenin fakihlerinden yardım isterlerdi.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Böyle olduğu halde o devrin âlimleri tamamen âhiret ilmine yönelmiş kişilerdi. Daima bu ilmi tahsil etmeye çalışırlardı. Fetva istendiği zaman kendisinden fetva istenen kişi, isteyeni başkalarına gönderirdi. Dünya ile ilgili bir sual soranı, biri diğerine havale ederdi. İctihadda tamamen Allah'a yönelmişlerdi. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Nitekim sîretleri (biyografileri) ile ilgili kaynaklarda bu şekilde bil dirilmektedir.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hilâfet makamı, râşid halifelerden sonra haksız bir şekilde başkalarının eline geçtiği zaman, bu kaide değişti. Çünkü bu ma kama yeni geçenler fetva ve ahkâm ilminde tek başlarına hareket etme imkânından mahrum kimselerdi. Böyle olduğu için bu kişiler fakihlerden yardım istemek zorunda kaldılar. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hükümleri uygulayabilmek için onlardan fetva almaya ve onlarla arkadaşlık yapmaya mecbur kaldılar. Fakat o devirde sahabe-i kirâma benze yen insanlar vardı. Tâbiîn-i kirâmdan birçok âlim, dinin saf ta rafına yönelir, seleften dinlediklerini olduğu gibi naklederlerdi. Tâbiîn-i kirâmdan olan âlimlere fetva sorulduğu zaman fetva vermekten kaçınırlardı. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Öyle ki, sultanlar bu zatları kadılık ve hâ kimlik yapmaya zorlarlardı. O günün insanları, bu âlimlerin ne denli aziz kimseler olduklarını, sultanların kendilerine nasıl ihti yaç duyduklarını ve onların buna rağmen makam ve mansıbdan nasıl kaçındıklarını gayet iyi bilirlerdi. Fakat ne yazık ki, onlardan sonra gelenler, fetva ve ahkâm ilmini izzet ve ikbale, rütbe ve mansıba ulaşmak için elde etmeye başladılar.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bütün vakitlerini ömürlerini feda etmek pahasına fetva ilmine vakfettiler ve kendilerini bu ilimle sultanlara takdim ederek onlardan rütbe ve atiyeler istediler. Bazıları bu isteklerine nail olma imkânı buldular. Bazıları da bu arzularını tahakkuk ettir meye muvaffak olamadılar. Fakat ilim sahibi olanlar da kendile rini atiyeler istemek zilletinden kurtaramadılar. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bir zamanlar sultanlar tarafından aranılan fakihler, bu sefer sultanları aramak zilletine düştüler. Tam tersi bir durum hâsıl olmuştu. Sultanlardan yüzçevirmekle aziz olan fakihler, bu sefer makam mansıb istedikleri için zillet içine yuvarlandılar. Allah Teâlâ'nın kendilerini muhafaza ettiği âlimler ise bu hükmün dışında müta laa edilmelidir. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]O asırlarda kaza ve hükümlerde fetva ve ahkâm ilimlerine şiddetle ihtiyaç duyulduğu için o devrin birçok âlimleri, bu ilimlere daha çok sarılmak mecburiyetinde kaldılar. Onlardan sonra bazı yöneticiler ortaya çıktılar. Bunlar akâidin esasları hakkında sarfe dilen sözlere kulak verip, bu sözleri ispatilayıcı deliller aramaya başladılar. Yöneticilerin, Kelâm ilmindeki tartışmalara eğilim duydukları herkes tarafından anlaşılmıştı.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]İşte bunun için halk da kelâm ilmine yöneldi. Bu sahada birçok kitap telif edildi. Bu ilmin tartışma yolları tesbit edildi. Karşılıklı konuşmalarda, sözleri değiştirme, tersyüz etme yöntemlerine ulaşıldı ve böylece bir başka ilim ihdas edilmiş oldu. Bu işlerle uğraşanlara soracak olsanız, size Allah'ın dinini müdafaa ettikle rini, Sünnet-i seniyyeyi ihya etmek, bid'atçıları susturmak için çalıştıklarını söyleyeceklerdir. Kendi seleflerinin de fetva ilmiyle meşgul olduklarını ve böylece müslümanların dinî işlerini üzerine alarak halka nasihat edip, onlara büyük iyilikler yapmış olduk larını ileri süreceklerdir.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Daha sonra gelen yöneticiler, kelâm ilmine dalmayı ve insan lara münazara kapılarını açmayı hoş görmeyip, doğru bul madılar. Çünkü kapı açıldığı zaman büyük taassublar doğduğunu, bu taassubun insanları birbirine düşürdüğünü ve masum kan ların dökülmesine sebep olacak husûmetler meydana getirdiğini gördüler... [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bunlar da fıkhı konularda münakaşa etmeye; Şâfiî mezhebinin mi, yoksa Hanefî mezhebinin mi üstün olduğu konusunu tartışmaya eğilim duyuyorlardı. Böyle olunca, bu sefer halk da aynı havaya girmiş, kelâm ve onunla ilgili bütün ilim dallarını bırakarak Şâfiîler ile Hanefîler arasındaki ihtilâflı meselelere dalmışlardı.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]İmam Mâlik, Süfyân es-Sevrî, İmam Ahmed ve diğer büyük âlimlerin arasındaki ihtilâflı meselelere de el attılar. Kendilerine bu hatalı tutuma niçin girdikleri sorulduğunda da 'Bunu yapmak taki gayemiz, şeriatın inceliklerini ortaya çıkarmak, mezhebin in celiklerini bildirmek ve fetva usûlünün yayılmasını sağlamaktır' diyerek kendilerini haklı çıkarmaya çalışmışlardır.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu konuda sayısız eser telif edilmiş, birçok istinbatlar yapılmış, mücadele ve telifât çeşitleri yazılmıştır. Günümüzde de bu durum hâlâ devam edip gitmektedir. Bundan sonraki asırların daha neler getireceğini ise henüz bilmiyoruz. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]İşte ihtilaflı meselelere ve tartışmalara dalmanın tüm sebep leri yukarıda saydıklarımızdan başkası değildir. Eğer dünyevî gücü elinde tutanlar; yani yöneticiler fakihlerden İmam Şâfiî ile imam Ebu Hanife'den başkalarının ihtilâflarını tartışmaya eğilim duysalardı veya başka ilimlere yönelselerdi, onlardan dünyalık bekleyen âlimler, onların tarafına meyleder ve çalışmalarını bu isteğe göre değiştirirlerdi. Onlar yine kendilerini haklı göstermek için, meşgul oldukları ilmi, dinî ilimlerden sayacaklar ve asla susup yerlerinde oturmayacaklardı. Yine bu ilimleri elde etmekle Allah'ın rızasına ulaştıklarını, çünkü bundan başka bir gaye taşımadıklarını ileri süreceklerdi...[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]Bu Tartışmaları, Sahabe-i Kirâmın Meşvereti ve Selefin Müzakeresi ile Karıştırmak[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu kişiler halka 'Bizim gayemiz bu tartışmalarla hakkı ara mak ve vuzûha kavuşturmaktır. Zira hakkın aranması gerekir, ilmî görüşlerde yardımlaşma ve birkaç kişinin hatırındaki fikirle rin aynı hedefe yönelmesi fayda verici ve tesir edicidir. Ashabın âdetleri de meşveretti. Meselâ ölenin dedesiyle kardeşlerin feraiz deki durumlarını bildiren, içkinin cezasını beyan eden ve imamın (devlet başkanının) hatasının malî mesuliyeti icab ettirdiğini belir ten meşveretleri gibi... İmamın hatasının malî mesuliyeti icab et tirmesine misal Olarak, Hz. Ömer'den korkarak karnındaki çocuğu zâyi eden kadının diyetini, Hz. Ömer'in ödediği naklolunmuştur. Feraiz meselelerinde ve başka konularda da aynı şekilde sahabenin istişarelerine ilişkin birçok olay rivayet edilmiştir. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Yine İmam Şâfiî, İmam Ahmed, Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî ve başka âlimlerden de bu şekil münazaralar, münakaşalar ve meşveretler nakledilmiştir. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu sözün, bir telbis (hakkı bâtılla karıştırmak veya bâtılı hak olarak göstermek) olduğunu göstermeye çalışacağım ki hakikatler malûmunuz olsun![/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Dinin hak olan meseleleri üzerinde yapılacak araştırmalarda yardımlaşma vardır. Fakat bunun sekiz şart ve alâmeti vardır: [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]1. Farz-ı aynları yerine getirmeyen bir kişi farz-ı kifâye olan münazaraya girişmemelidir. Farz-ı ayn olarak yapması gereken vazifeleri bulunan bir kimse 'Benim gayem hakkın bilinmesidir'diyerek farz-ı kifâye ile meşgul olursa, bu kişi yalan söylüyor demektir. Böyle bir kimse, tıpkı namazı terkettiği halde, başkalarına giymek için elbise imal eden bir kişinin 'Benim bu elbiseleri imal etmemin sebebi, şayet çıplak insan varsa onun örtünmesini temin ederek namaz kılmasına vesile olmaktır' deyip kendisini temize çıkarmasına benzer.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Böyle bir kimsenin iddiası pek ender hallerde doğru olabilir. Tıpkı nadir de olsa vukûu mümkün meseleler hakkında ihtilâflara dalan fakihin iddiası gibi... Münazara ilmiyle iştigal edenler, bü tün ulemanın ittifakla varmış olduğu hükme göre, farz-ı ayn olan birçok hususları ihmal ederler... Yerine verilmesi gereken bir emaneti elinde bulunduran bir kimse, insanları Allah'a yaklaştırmakta en müessir âmil olan namaza başlayıp, emaneti yerine teslim etmeyi ihmal ederse Allah'a isyan etmiş olur. Kişinin taat nev'înden bir iş yapması, onun Allah'a itaat eden bir kul olduğunu ispatlamaz. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Fakat o fiillerde, şartlarda, zamana ve tertibe riayet ediyorsa, o zaman iş değişir.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]2. Kişinin münazaradan daha önemli bir farz-ı kifâyeyi yerine getirme mecburiyeti yoksa münazara edebilir Şayet kişi münazaradan daha önemli bir farz-ı kifâyeyi yerine getirmesi gerektiğini bildiği halde, gerekeni yapmaz ve münazaraya dalarsa, yapmış olduğu iş Allah'a isyandan başka bir mânâ taşımaz. Böyle bir adamın durumunu şöyle bir misalle açıklayabiliriz: Bir kişi, ölecek derecede susamış bir topluluk görür. Herkes bu topluluğu içine düştüğü feci durumla başbaşa bırakmıştır. Bu vaziyeti gören kimse de onlara su vererek yardım etmeye muktedir iken, bunu yapmaz da, meselâ hacamat (kan aldırma) sanatını öğrenmekle meşgul olur. Kendi zannına göre kan aldırmak farz-ı kifâye olan bir ilimdir. Bir memlekette bu sanatı bilen olmadığı takdirde halkın helâk olacağını söyleyerek kendisini haklı göstermeye çalışır. şayet kemlisine 'sen bu hacamat işiyle çok meşgul olma, çünkü bu işi yapan daha birçok kimse var; bunun yerine sen o su samış insanların derdine çare bulmaya çalış' denilecek olursa, o yine kendi fikrinde ısrar eder ve "Kan alıcıların bulunması, bu ilmi farz-ı kifaye olmaktan çıkarmaz. Dolayısıyla bu sanatı öğrenmem farz-ı kifayeyi yerine getirmektir' der. İşte aslî vazifesini ihmal eden böyle bir kimsenin hâli, tıpkı ülke çapındaki farz-ı kifayeleri ihmal edip, münazara yapmakla meşgul olan kimsenin haline benzer.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Fetva ilmine gelince, bu ilimle meşgul olan topluluklar da vardır. Fakat hiçbir memleket yoktur ki, orada farz-ı kifaye hük münde olan birçok ilim ihmal edilmiş olmasın. Fakihler, bu farz-ı kifayelere dönüp bakmayı bile bir külfet sayarlar, biraz olsun uğraşmaya tenezzül etmezler. İhmal edilen farz-ı kifaye hükmün deki ilimlerin en başında tıp ilmi gelir. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Günümüzde, İslâm di yârının birçok yerlerinde tıbbî meselelerde fikrine itimad edilecek, tavsiyesine güvenilecek bir müslüman doktor mevcut değildir. Buna rağmen hiçbir fakihin bu ilimle meşgul olduğunu göremez sin. Emr-i bil-maruf, nehy-i an'il-münker de böyledir. Bu vazifeyi yerine getirmek de farz-ı kifaye hükmündedir. Tartışmacı çok za man münazara meclisine iştirak edenlerin ipekli kumaşlardan elbiseleri olduğunu, yine ipeklilerden yapılmış minderler üzerinde oturulduğunu görür. Buna rağmen susar ve hayatta olması ihti mal dahilinde bulunmayan bir mesele üzerinde münazaraya da lar. Şayet meydana gelme ihtimali çok az olan tartışma konusu mesele, meydana gelecek olsa onu halledecek fakihler oldukça bol dur. Buna rağmen münazara eder. Ondan sonra da kalkıp yapmış olduğu münazara farz-ı kifaye olduğu için Allah'a mânen yaklaştığını iddia eder. Bu münazarayla Allah rızasını kasdettiğini ileri sürer,[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hz. Enes şöyle rivayet etmektedir: [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Allah'ın Rasûlü'ne emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i anil-mün ker'in ne zaman terkedileceği sorulduğunda, Hz. Peygamber (s.a) şöyle cevap verdi: 'Ne zaman iyilerinizde müdahene (yağcılık), kötülerinizde fahşa başgösterir; yöne tim küçüklerinizin eline geçer ve fıkıh da en rezillerinizin malı haline gelirse, işte o zaman terk edilir'.162[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]3. Tartışmacı müctehid olmalı, Şâfiî, Hanefi veya diğer mez heplere uygun değil, kendi ictihadıyla fetva verebilmelidir. Hanefî mezhebinin bir meselede haklı olduğunu görürse, o meselede Şafiî mezhebine bağlanmaktan vazgeçip (sahabenin ve büyük imam ların yaptığı gibi) haklı gördüğü şekilde fetva vermelidir.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]İctihad mertebesine çıkmayan bir kimse ise ki asrımızdaki bü tün tartışmacıların durumu budur bunlar sorulan suallere kendi imamlarının mezhebinden nakiller yaparak cevap verebilirler an cak. Kendilerine bağlı oldukları imamın görüşü sağlam görün mese bile, imamlarının görüşünden ayrılmaları doğru olmaz. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Böyle bir insanın münazarasında ne fayda olabilir? Çünkü böyle bir adamın mezhebi malûmdur ve bağlı olduğu mezhebin fetvaları dışında bir hüküm vermeye yetkisi yoktur. Böyle bir adam kendine müşkil görünen bir mesele hakkında 'Ümid ederim ki bu mesele hakkında bağlı bulunduğum imamın bir cevabı vardır. Şayet yoksa, ben Şer'î meselelerde tek başıma ictihad etme kudretine sa hip olmadığım için bu soruya cevap veremem' demelidir. Herhangi bir meselede bağlı olduğu imam iki çeşit görüş ileri sürmüşse, bu görüşler üzerinde münazara yapması hakikate daha uygun bir hal olur. Zira kendisi bu iki görüşten birine meyyal olabilir. Münazara ederken öbür tarafın daha kuvvetli olduğunu görerek belki de istifade eder. Kendisinin meylettiği hükmün doğruluğu hakkında münazaraya girişini yersiz ve lüzumsuz bulur. Aşağı yukarı bütün tartışmacılar iki taraflı meseleleri terke dip hakkında kesin ihtilâflar olan meselelere dalıyorlar ki bu sa yede çok konuşabilme imkânı bulabilsinler ve muhalifleriyle mü cadele edebilsinler.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]4. Ancak vukûu çok olan veya her an ortaya çıkması muhtemel bulunan meseleler hakkında münazara edilebilir. Zira ashab-ı kiram sık sık ortaya çıkan meseleler üzerinde müşavere eder ve fikirlerini beyan ederlerdi.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Biz ise, günümüzdeki tartışmacıların halkın ihtiyacı olan ko nularda ve halka umumi bir belâ getiren meselelerde fetva vermek için gayret gösterdiklerini pek de göremiyoruz. Onlar sadece kendi lerini şöhrete ulaştıracak meseleleri araştırıyorlar. Bunun için de halledilmesi elzem meseleler üzerine eğilmek imkânını bu lamıyorlar ve arkasından da diyorlar ki; 'Bu mesele imamlar ta rafından kesin nasslardan alınan bir meseledir veya bu mesele üzerindeki konuşmalar ancak tenhalarda yapılabilir. Bu mesele toplanarak üzerinde tartışma yapılacak bir mesele değildir'.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Ele alınması gereken bir mesele olsun da daha önce hakkında söz söylenmiş olduğu için ele alınarak üzerinde durulmasın... Hakikatini bildirmek için hiçbir gayret gösterilmesin... [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu kadar saçma bir iddia olabilir mi? Bunlar şunu diyemiyorlar:'Biz şöhrete ulaştırmayan, uzun konuşma imkânı vermeyen meseleler üze rinde tartışma yapmayız. Uzun konuşmalara sebep olmayan me seleler bizi ilgilendirmiyor'. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bunu söyleseler ne kadar acaip bir du ruma düşeceklerini gayet iyi bilirler. Halbuki hak ve hakikati bil dirmek için kısa konuşmak ve kestirme yollardan hedefe varmak lâzımdır. Sözü uzatmak hiçbir zaman doğru değildir.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]5. Bir tartışmacı yapmış olduğu münazarayı mümkün olduğu kadar az bir cemaat önünde yapmaktan haz duymalı, münazaraya çok insanın dinleyici olarak katılmasından zevk almamalıdır. Zira tenha yerlerde münazara yapmak, sultanlar ve sair büyükler yanında münazara yapmaktan daha faydalıdır. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Çünkü tenha yerlerde tartışmacı düşündüklerini daha iyi toplar; daha iyi anlatmaya muktedir olur, idrâki daha berrak ve kavrayışı yüksek olur.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Cemaat huzurunda yapılan münazara, tartışmacıları riyaya itebilir. Çünkü cemaat huzurunda münazara yapanlar mağlub olmak korkusuyla yanlışlarında direnmeyi sonuna kadar götürürler. İster haklı olsun, isterse haksız hep kendilerini haklı çıkarmaya bakarlar. Bu tartışmacıların kalabalık huzurunda tartışma yapmak istemeleri, Allah rızasını kazanmak niyetiyle değildir. Çünkü bu tartışmacılar kendi başlarına kaldıkları zaman kalabalıkta tartıştıkları konuyu katiyyen aralarında tartışmıyor lar. O kadar ki, çok zaman arkadaşı kendisinden sual sorduğu zaman cevap bile vermiyor. Fakat bir cemaat huzurunda oldukları zaman hile yayında, ne kadar ok varsa birbirlerinin göğsüne sap lamaya çalışıyorlar ki konuşmada üstad kabul edilsinler![/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]6. Münazara sadece hakkı bulmak ve anlamak için yapılmalıdır. Aynen kaybolan malını arayan bir insanın duru muna benzer bir durum.. O kaybolan mal bulunsun da ne olursa olsun. Bunu kendisinin veya arkadaşının bulması önemli değil, önemli olan malın bulunmasıdır. Demek ki bir tartışmacı kendi siyle münazara eden arkadaşını hasım değil, bir yardımcı olarak görmelidir. Kendisine hakkı bildirdiği için arkadaşına teşekkür et meyi bir borç bilmelidir. Nasıl ki inalını kaybetmiş bir insan, kay bolan malını arayıp bulamadığı ve geri dönmeye karar verdiği bir anda; bir arkadaşı kendisine gelip kaybetmiş olduğu malını bu yolda değil, şu yolda araması gerektiğini söylediği zaman kendisine teşekkür etmesi lâzım geliyorsa, böyle bir adamı azarlamayı düşünmüyorsa, kendisine malını bulmak için yol gösterene ik ramda bulunuyorsa... Birbirini hak namına ikaz eden sahabe-i kiramın meşvereti de zâten böyle idi.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bir kadın, Hz. Ömer'e itirazda bulunmuş ve ona hak yolu gös termiştir. Cemaat huzurunda hutbe irad eden Hz. Ömer, kadının yaptığı bu ikazdan sonra cemaata şöyle der: 'Bu kadın hakkı söy ledi, Ömer ise yanıldı'.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bir kişi Hz. Ali'ye (r.a) bir sual sorar: Hz. Ali, sorulan suale ce vap verdiğinde, suali soran kişi şöyle söyler: 'Ey emîr'ul mü'minîn! Verdiğin cevap yanlış! Bence bu suale şöyle cevap veri lebilir... [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bunun üzerine Hz. Ali: 'Sen haklısın, ben ise yanıldım' diyerek adamın hakkını itiraf eder ve kendisini ikaz ettiği için ona teşekkür ederek sözlerini şöyle sürdürür: 'Her ilim sahibinden daha büyük bir ilim sahibi çıkabilir.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]İbn Mes'ud, Ebu Musa el-Eş-'ar'ı'ye yanıldığım hatırlatınca Ebu Musa cemaate şöyle hitab eder: 'bu büyük âlim aranızda iken bana sual sormayın'.Kûfe valisi Ebu Musa'ya, [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Allah yolunda savaşıp öldürülen bir kimsenin hali sorulur, o da cennetlik olduğunu söyler. Bunun üze rine mecliste hazır bulunan Abdullah b. Mes'ud ayağa kalkar ve sual sorana hitaben şöyle der: 'Valiye sualini ikinci kez tekrarla! Sualini iyi anlamamış olmalı'. Bu ikaz üzerine adam sualini tek rarlar ve Ebu Musa yine aynı cevabı verir. İbn Mes'ud ise şöyle der: 'Ben sizin verdiğiniz cevabı doğru bulmuyorum. Bence böyle bir kimse Allah yolunda hakkı bularak öldürülmüşse cennetlik olur'. Bunun üzerine Ebu Musa İbn Mes'ud doğru söylüyor' der. Esasında hak arayıcıları da böyle insaflı olmalılar...[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Buna benzer bir itiraz zamanımızın en düşük fakihine yapılsa, kendisine itiraz edilen fakih hiddete kapılır ve yapılan itirazı hiçbir suretle kabul etmez. Kendisinin yanılma ihtimalini katiyyen kabul etmeyerek der ki; "Ayrıca İsabet etmişse' demeye gerek yoktur. Çünkü Allah yolunda öldürülen bir kişinin hakka isabet ettiği herkesçe malûmdur".[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Günümüzün insafsız tartışmacılarının haline bir bakınız! Şayet hak, hasımlarının elinde ise ve onun dilinden ifade edilmişse, yüzü nasıl kızarır ve nasıl mahcub olur? Böyle olunca da son haddine kadar hakkı kabul etmemek için nasıl direnir? Bütün hayatı boyunca kendisim mağlup eden insan hakkında nasıl kötü konuşur ve onu küçük düşürmeye çalışır? Bütün bun lardan sonra da kalkıp kendini hakkın ortaya çıkması için yardımlaşan sahabîlere benzetmekten hiç de utanmaz.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]7. Karşısındaki kimseyi; yani kendisiyle münazara edeni bir delilden diğer delile, bir müşkilden diğer bir müşkile geçmesini engellemeye çalışmamalıdır. Zira selefin aralarındaki münazara lar bu şekilde cereyan ediyordu. İster lehinde olsun, ister aleyhinde, bid'at olan cedelin bütün inceliklerini, konuşmasının dışında tutmalıdır. 'Bu söz beni bağlamaz, tenakuza düştün' gibi sözlerden kaçınmalıdır. Önceki sözünü nakzediyor diye, doğru sözü reddetmek yanlıştır. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Halbuki sen tartışmacıların bütün toplantılarının mücadele ve münakaşa içinde geçtiğini görürsün. Hatta delil getiren bir insan, bilinen bir kaidenin üzerine zannettiği bir illete dayanarak kıyas etmeye kalkıştığı zaman, derhal karşıdaki mücadeleci tarafından kendisine, asıldaki hükmün hangi illetle mâlül olduğuna dair delil sorulur. Delil getiren zat 'Ben bu şekilde düşünüyorum. Şayet sen bundan daha isabetli bir görüşe sahip isen, delillerini söyle de birlikte tedkik edelim' diye cevap verir. Bunun üzerine itiraz eden kişi şöyle der: 'Senin bildiğin ve zikrettiğin mânâlardan başka daha nice mânâlar var burada... Fakat bunları söylemek üzerime düşen bir vazife olmadığından söyleyemeyeceğim.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Delil getiren taraf yine şöyle konuşmaya devam eder: [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]'Bundan başka bir iddian var ise, beyan et ki malûmatımız olsun'. İtiraz eden kişi 'Hakîkat senin söylediğinden başkadır ve ben bunu biliyo rum. Fakat söylemek üzerime düşen bir vazife değildir' fikrinde ısrar eder. Böylece münazara meclislerinde bir netice alınmadan tartışmalar devam eder gider.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu miskin itirazcı bilmez ki; 'Ben bilirim, fakat söylemem, çünkü söylemek mecburiyetinde değilim' sözü şeriata yapılan bir iftiradan başka birşey değildir. Şöyle ki: Şayet itirazcı, söylenen de lilin mânâsını bilmiyor ve ancak hasmını susturmak için kuru bir iddiada bulunuyorsa, böyle bir adam fâsıktır, kâzibdir, Allah'a is yan etmiştir ve bu hâlinden dolayı Allah'ın gazabını üzerine çekmiştir. Zira bilmediği bir şeyi biliyor görünmeye çalışmıştır. Şayet hakikaten biliyor da söylemiyor ise yine fâsık olur. Çünkü şeriatın bir emrini gizlemiş olur. Halbuki bu emri gizlemese, belki de bir müslüman kardeşini yanlış düşünmekten kurtaracak, doğrunun yayılmasına vesile olacaktır. Şayet itirazcının görüşü zayıf ise, karşısındaki kendisine iddiasının zayıf olduğunu izah edecek ve böylece itirazcı cehaletin karanlığından bilginin aydınlığına çıkmaya imkân bulacaktır. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hiç kuşkusuz dinî ilimlere ait bir husus sorulduğu zaman mutlaka cevap verilmelidir. O halde bu itirazcının 'Bunu söylemek mecburiyetinde değilim' de mesi, 'Bizler tarafından ihdas edilen bid'atlarm bid'at olarak kal masını temin eden cedellerin devamını sağlamak için bunu söy lemiyorum' demekten başka birşey değildir. Şayet bu laf, bu an lama gelmezse ne anlama gelir? Oysa Allah'ın şeriatını açıkça bildirmek gerekir. Söylemeyen kişi ya fâsıktır, ya da yalancı...[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu nedenle sahabe-i kiramın meşveretini ve selef-i sâlihînin bir mesele hakkındaki müzakeresini tedkik et! Acaba onlar da, se nin anladığın bu mânâda bir münazara ve mücadele görür mü sün? Acaba ashab-ı kirâm ve selef-i salihînden birisi, herhangi bir arkadaşını bir delilden diğerine, bir kıyasdan başka birine, bir haberden diğer bir ayete geçmekten alıkoymuş mudur? Hayır! Binlerce kere hayır! İşte sahabenin ve selefin bütün münazaraları bu cinstendi. Çünkü onlar kalplerine geleni olduğu gibi söyler, düşündüklerini olduğu gibi ortaya döker ve ona göre müzakere ederlerdi.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]8. Kendisine faydası dokunacak bir ilimle meşgul olan kişilerle münazara etmelidir. Halbuki tartışmacıların çoğunu, âlimlerle ve ilimde otorite sahibi olanlarla münazara etmekten kaçınır görür sünüz. Çünkü hakkın onların dilinde meydana geleceğinden endişe duyarlar. Onun için de tartışmacılar ilim ve bilgi bakımından daha aşağıda olanlarla tartışmayı tercih ederler. Zira kendi bâtıllarını ancak bilgide ilerleyememiş insanlara kabul et tirme imkânları vardır.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Münazara etme hususunda bu sekiz şarttan başka daha nice ince şartlar vardır. Fakat bu sekiz şartı iyice öğrendikten sonra, kimlerin Allah için münazara ettiklerini, kimlerin etmediklerini gayet iyi teşhis edebilirsin.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Kısaca, şiddetli düşmanını; tasallutçu ve felâket hazırlayıcısı olan şeytanı bırakıp, müctehidin isabet ettiği veya edenle ecirde or tak olduğu meselelerde münazaraya dalan bir kimseye şeytan gü ler. O kişi şeytana gülünç, ihlâs ehline de ibret alınacak bir ders olur. Bu sebebe binaen şeytan onu, daha ilerideki bölümlerde sa yacağımız âfetlerin karanlığına götürmüştür. O felâketlerden ile ride uzun uzun bahsedeceğiz. Tevfîk ve yardım Allah'tandır.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]Münazaranın ve Münazaradan Doğan Kötü Ahlâkın Yol Açtığı Sonuçlar [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Başkasını mağlûp etmek, susturmak, fazilet ve şerefim gös termek için halk arasında bağırarak konuşmak; halkın teveccü hünden istifade etmek için yapılan münazaralar, Allah'ın çirkin saydığı, buna mukabil Allah düşmanı şeytanın güzel gördüğü bir münazara tarzıdır. Bu münazaralar; kibir, ucûb, hased, münafese, nefsi temize çıkarmak, rütbe düşkünlüğü ve benzeri bâtın fuhşiyat gibidir. İçki içmek ile diğer fuhşiyatları yapmak arasında muhayyer bırakılan bir kişi, İçkiyi daha ehven görüp onu içerse, bununla kalmayıp içki onu diğer fuhşiyata nasıl zorlarsa; aynen bunun gibi başkasını susturmak, münazarada galip gelmek, rütbe aramak ve iftira etmek sevgisi de kime galip gelirse; bu sevgi o kişiyi bütün pisliklerin içine sürükler, kötülükleri nefsinde toplamaya başlar. Yine bu sevgi bütün kötü ahlâkların bu adamda toplanmasına vesile olur.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu ahlakların tamamının çirkin olduğunu izah eden deliller, daha ileride ayet ve hadislere dayandırılarak Mühlikât bölümünde zikredilecektir. Fakat biz şimdi menfî münazaranın tahrik ettiği kotu ahlâkın bir Kısmına işaret edelim:[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]1. Hased [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: [COLOR=red][/COLOR][/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B][COLOR=red]Hased, ateşin odunları yemesi gibi, sevapları yiyerek biti rir.163 [/COLOR][/B][/COLOR][/FONT][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tartışmacı kendisini hasedden katiyyen kurtaramaz. Çünkü bir tartışmacı, bazen galip gelir, bazen de mağlup olur. Onun için bazen onun konuşması övülür, bazen de karşısındaki muarızın... [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Öyleyse bu dünya ilminde kuvvetli ve görüşlerinin isabetli olduğu kabul edilen biri oldukça; veya 'Filân adam senden daha iyi görü yor ve senden daha isabetli kararlar veriyor' denilme ihtimali bu lundukça, böyle bir adamın hased duyacağı muhakkaktır. Kendisine tafdil edilen adamı küçültmeye ve ona teveccüh eden kalpleri kendisine çevirmeye yarayacak bütün faaliyetleri göstermeye çalışır.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hased, helâk edici bir ateştir. Hased ateşiyle yanan bir kişi, bu dünyada büyük bir ızdırap içindedir. Ahiretteki azabı ise, dünya dakinden kat be kat fazla olacaktır. İşte bunu anlatmak için İbn Abbas (r.a) şöyle buyurmuştur: 'İlmi nerede bulursanız alınız. Fakihlerin birbirinin aleyhindeki sözlerine kulak vermeyiniz. Çünkü onlar ağıldaki tekeler gibi dövüşmektedirler'.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]2. Kibir ve Tekebbür [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]Kim büyüklenirse, Allah onu alçaltır; kim tevazu gösterirse onu yükseltir.164[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Yine Allah'ın Rasûlü (s.a) Allah Teâlâ'dan hikâye ederek bir hadis-i kudsîde şöyle buyurmuştur: [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Azamet benim izarım, kibriya ise benim abanidir. İşte bu nun içindir ki bu iki şeyde bana ortak olmaya yeltenenin be lini kırarım!165 (Hadîste geçen izar ve abâ kelimeleri zahirî anlamda düşünülmemelidir).[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tartışmacı, emsallerinden üstün görünmek hastalığından hiçbir zaman kurtulamaz. Olduğundan çok daha üstün görünmek ister. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hatta bu büyüklük budalaları, münakaşa meclislerinin her hangi bir yeri için kavga ederler. Meclisin başında oturmak; baş koltuğun kendilerine ait olduğunu iddia etmek peşindedirler. Kendilerinden başkasına bu yerleri lâyık görmedikleri için itişip kakışırlar, dar bir yoldan geçildiği zaman ben önde giderim, sen önde gidersin diye itişir dururlar. Böyle tartışmacıların kurnazları ise: 'Biz böyle davranmakla ilmin izzetini koruyoruz; zira âlimin, özellikle müzmin bir âlimin kendi nefsini zelil etmesi yasak lanmıştır' şeklinde konuşmalar yaparak akılları sıra kendilerini müdafaa ederler. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bilmezler ki, Allah ve Rasûlü tevazuu methetmişlerdir ve ken dileri Allah'ın ve Rasûlü'nün medhettikleri bir hasleti zillet kabul eder duruma düşmüşlerdir! Yine Allah ve Rasûlü'nün buğz ettiği bir hâl olan tekebbüre de izzet gömleğini giydiriyor ve böylece Allah'a ve Rasûlu ne zıd düşüyorlar. Böylece güzel kelimeleri tah rif ederek halkın dalâlete sapmasına vesile oluyorlar! Nitekim hikmet, ilim ve benzeri kelimeleri de tahrif etmişler ve halkın dalâ lete düşmelerine sebep olmuşlardır!...[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]3. Hıkd (Kin) [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tartışmacı kimse, kendisini kin tutmaktan kurtaramaz. Halbuki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur;'Kâmil mü'min kinci değildir'.166 [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Kini zemmeden o kadar çok hadîs vardır ki, gizlenmesi müm kün değildir. Bir münazara esnasında hasmını tasdik edercesine başını sallayarak ona kin tutmayan hiçbir tartışmacıya rastla madık. Çünkü bir tartışmacı diğer tartışmacının sözlerini dinle miyor, bu sözleri iyi niyetle karşılamıyor. İşte bundan dolayıdır ki bir tartışmacı, diğer tartışmacıya kin tutmaya mecbur oluyor. O kini nefsinde taşıdığı halde gizli tutması ancak nifakla mümkün olmaktadır. Fakat çoğu zaman beslenen kin, apaçık ortaya çıkıyor ve bunu herkes müşahede ediyor. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tartışmacı bu durumda kendi sini kin tutmaktan nasıl kurtarabilir? Bütün dinleyenlerin ona hak vermeleri imkânı yoktur. Ortaya koyduğu delilleri dinleyenler makbul saymak durumunda da değildir... Onun için hasmı, sö zünü biraz da olsun hafife alırsa, bu hareketi affedemez, bundan dolayı duyduğu kini hayatının sonuna kadar kalbinden söküp atamaz. (İşte bu, felâketin tâ kendisidir).[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]4. Gıybet [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Allah Teâlâ, gıybet etmeyi ölü eti yemeye benzetmiştir. Halbuki tartışmacı, ölü eti yemekten, kendini bir türlü kurtaramaz. Çünkü o her zaman hasmının konuşmasını naklederek aleyhinde bulu nur. Kendisini bu halden kurtarmak için ne kadar titiz davranırsa davransın, hasmının söylediği sözleri ne kadar doğru naklederse nakletsin, kendisini gıybet etmekten alıkoyamaz. Çünkü hasmının konuşmasının yanlış olduğunu söylemek suretiyle gıybet yapmış olur. Bu konuşmasının hasmının âcizliğini gösterdiğini ve kendi sinden daha eksik olduğunu söyleyerek gıybet yapmış olur. Yahut da daha kötüsü hasmının söylemediğini naklederek bir de yalancı durumuna düşer. Aynı zamanda bir müfteri olur. Kendi konuşmasına önem vermeyip, hasmının kelâmına kulak verenin haysiyetine tecavüz etmekten dilini bir türlü kurtaramaz. Onları cehalet, hamakat ve dar anlayışlılıkla itham eder![/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]5. Nefsi temize çıkarmak [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Allah Teâlâ bizi, nefsimizi temize çıkarmamaya davet etmek tedir. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Nefislerinizi temize çıkarmayınız; Allah kendisinden kor kanın kim olduğunu çok iyi bilendir.(Necm/32)[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hakîm bir zata 'Çirkin olan doğru nedir?' diye sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir: 'Kişinin nefsini övmesidir'.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tartışmacı kuvvetli olmakla, galip gelmekle ve fazilet bakımından emsâllerinden üstün olmakla kendini övmekten kurtaramaz. Münazara esnasında hiç olmazsa şu kadarcık bir söz söylemekten kendini alıkoyamaz: 'Ben bütün bu işleri bilmeyenler den değilim. Ben ilimlerde ileri gitmiş bir kimseyim. Her ilmin usûlünü ve metodunu bilirim. Birçok hadîs hıfzetmişim'. İşte buna benzer cümlelerle kendisini metheder durur. Bazen de konuşmasını itibara alsınlar diye, böyle cümleler sarfetmeye mec bur kalır. Halbuki herkes bilir ki kendisini ahmakça övmek ve herhangi bir sebepten dolayı nefsini tezkiye etmek şer'an ve aklen çirkin sayılmıştır.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]6. Tecessüs [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Allah Teâlâ şöyle buyurur. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Araştırmayın, bir kısmınız diğer bir kısmınızı çekiştirmesin.(Hucurât/12)[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tartışmacı, emsâlinin ayıplarını araştırır, hasmının kusur larını bulmak için durmadan çalışır. Hatta tartışmacıya 'Senin memleketine bir tartışmacı geldi' dendiği zaman, hemen adam larından birini göndererek gelen tartışmacının hususiyetlerini öğrenmeye çalışır. Gizli suçlarını araştırır. Öyle ki, münazara yapmak üzere karşı karşıya geldikleri zaman rakibim hususî ha yatındaki ayıplarından dolayı mahcup vaziyete düşürebilsin. Münazarada rakibini alt edebilmek için, bunları bir silâh olarak kullanabilsin...[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tabidir ki, bu silâhlar rakibe karşı ihtiyaç zamanında kul lanılır... Hatta tartışmacı rakibinin suçlarını aramakta o kadar ileri gider ki, çocukluk zamanında yaptıklarını bile ortaya çıkarmaya çabalar... Bedenî kusurlarını dahi bulmaya çalışır. Belki çocukluğunda bir suç işlemiş olabilir veya vücudunda bir ku sur bulunabilir. Meselâ kel olması gibi... Sağır olması gibi.. Bunları, münazarada mağlup olma tehlikesi ile Karşılaştığı za man, rakibinin bu kusurlarına temas ederek onu mahcup etmeye çalışır. Şayet münazara bahsinde muktedir bir kişi ise, bu sefer de rakibinin kusurlarını ima yoluyla belirterek söyler. Şayet mağrur ve mağrur olduğundan ötürü de ahmak biri ise, bütün bu kusur larını rakibinin yüzüne karşı bağıra bağıra söyler.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tartışmacıların önde gelen şahsiyetlerine ait buna benzer hikâyeler çok çok anlatılmaktadır.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]7. Karşısındaki kimselerin kötü duruma düşmeleri sebebiyle sevinmek, iyi durumlarına da yerinmek ve üzülmek [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]İslâmiyet'te kendisi için istemediğini diğer din kardeşi için de istememek, kendisi için istediğini, diğer din kardeşi için de iste mek ahlâkı vardır. Faziletlerini öne sürerek başkalarına karşı övünmek durumunda olan kimseler, arkadaşının ayağının kay masına sevinir. Çünkü ilim ve fazilette kendilerine denk gördük leri herkes bir nevi rakipleri olduğu için bilhassa onların birbirle rine karşı aldıkları tavır, tıpkı iki kuma kadının birbirlerine karşı aldıkları tavıra benzer. Nasıl ki bir kuma, öbürünü gördüğünde titremeye başlar ve katiyyen onu görmeye tahammül edemezse, tıpkı bunun gibi bir tartışmacı da öbürünü gördüğü zaman kuma kadın gibi beti benzi atar, tirtir titrer ve onu görmek istemez. Sanki karşısındaki hilekâr bir şeytan veya kanını emmeye çalışan bir canavardır! [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]O halde soruyoruz! Hani İslâmiyet'in istediği yakınlık ve ünsi yet? Hani din âlimlerinin birbirlerine karşı gösterdikleri saygı ve sevgi? Hani her hangi bir müşkilde din âlimlerinin birbirlerine yaptıkları yardımlar? Hani kardeşlik, yardım ve muhabbet?[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hatta İmam Şâfiî şöyle buyuruyor: 'Fazilet ve akıl erbabı arasında ilim, onları birbirine bağlayan bir zincirdir'.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]O halde soruyoruz! İlmi, düşmanlık vesilesi yapan kişiler, kendilerinin İmam Şâfiî'nin takipçisi olduklarını nasıl söyleyebi lirler? Acaba arkadaşını mağlup etmekle övünen bir cemiyette, kardeşlik, ünsiyet ve arkadaşlığın tesisi mümkün müdür? Elbette hiçbir şekilde mümkün değildir! [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]İnsanların bozulmasına, mü'min ve muttaki kulların ah lâkından çıkarıp, münafıkların ahlâkına iten şerrin bu kadarı ye ter de artar bile...[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]8. Nifak [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Nifakın kötü olduğunu bildirmek için delil getirmeye ve kö tülüğünü delillerle ispat etmeye ihtiyaç yoktur. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tartışmacılar âdeta nifaka düşmeye mecburdurlar. Çünkü, hasımlarla ve hasımların dostlarıyla her an karşılaşmak mecbu riyetinde kalırlar. Lisanen ve görünüşte onlara sevgi göstermek ve muhabbetini izhar etmek zorundadırlar. Onların derece ve halle rini dikkate almak ve onları kırmamaya, tersine kazanmaya çalışmak lâzımdır. Halbuki kendisiyle konuşan, dil döken ve dinle yen kişiler, bu sözlerin hepsinin yalan olduğunu bilirler. Bilirler ki bu insan bir hasım olduğuna göre nifak, iftira ve fısk-u fücur yap maktadır. Çünkü münâzaracılar ancak dilleriyle birbirlerine sevgi gösterisinde bulunurlar. Kalplerinde ise, birbirlerine karşı silin mez bir buğz taşımaktadırlar. Biz böyle bir nifaktan şânı yüce Allah'a sığınırız![/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur: [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B][COLOR=red]İnsanlar ilmi öğrendikleri ve ameli terkettikleri, dil ile sevişip kalplerinde buğz taşıdıkları ve aralarında sıla-i rahmi kestikleri aman, Allah onlara lânet edip kulaklarını sağır ve gözlerini kör eder!137[/COLOR] [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Günümüzde gördüğümüz manzaralar da bu hadîsin mâ nâsını doğrulamaktadır.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]9. Haktan yüz çevirmek ve nefret etmek [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tartışmacı düşmanlık hırsı taşır. Tartışmacının en nefret ettiği şey hakkın, hasmının ağzından çıkmasıdır. Her ne zaman hak, hasmının ağzından çıkarsa, onu var kuvvetiyle reddetmeye ve hasmını bu haktan caydırmaya çabalar. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Demek ki düşmanlık ve hakkı reddetmek, tartışmacının tabiî ve normal hâli olmaktadır, O ister hak olsun, isterse bâtıl, ne dinlerse sanki onu reddetmekle mükelleftir. Hatta o kadar ki Kur'an'dan getirilen delillere dahi itiraz etme isteği kabarır içinde. Şeriat tâbirlerine bile karşı koyar. Kesin nasslardan birini diğer biriyle nakzetmeye çalışır. Halbuki bâtılı müdafaa etmek, çok mahzurlu ve çok tehlikelidir.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Allah'ın Rasûlü (s.a) şöyle buyurmuştur: Hatasını anlayıp cedeli terkeden bir kimseye, Allah Teâlâ cennetin ortasında bir köşk ihsan eder. Haklı olduğu halde cedeli terkeden bir kimseye ise, cennetin en yükseğinde bir köşk ihsan eder.168 [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Allah Teâlâ, iftira eden ve hakka yalan diyeni bir tutmuştur: [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Allah'a iftira ederek yalan uyduran veya O'nun ayetlerini yalan sayandan daha zâlim kim olabilir? Şüphe yok ki o zâ limler kurtuluşa eremezler.(En'am/21)[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Artık o kimseden daha zâlim kim olabilir ki, Allah'a karşı yalan söylemiş, doğruyu (Kur'an'ı) da kendisine geldiği za man yalanlamıştır. Kâfirlerin yeri cehennem değil midir? (Zümer/32) [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]10. Riya, (halka gösteriş yapmak ve halkın kalbini kendine çekme gayretine düşmek)[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Riya, insanı en büyük günahlara iten korkunç hastalığın adıdır. Bu hakikat, Riya bölümünde uzun uzun anlatılacaktır.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tartışmacının bütün gayreti, yapmış olduğu münazara ile halkın gönlünü çelmek ve kendisine taraftar toplamaktır. Bu ne denle onlar, halkın hoşlandığı fikirlerin savunucusu olmayı her zaman başarırlar.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]İşte saydığımız bu on hastalık, bâtınî fuhşiyâtın esas larındandır. Tartışmacılarda bu on menfî hasletten başka daha nice kötü hasletler vardır... Bu kötü hasletler, kendisim zabtetme yen tartışmacıları sonunda vuruşmaya, yumruklaşmaya, tırmıklamaya, elbise yırtmaya, sakal yolmaya, anaya ve babaya küfretmeye, hocalara küfretmeye ve açık açık birbirlerine iftira at maya sürükler. Böylelerini insan saymadığımız için burada söz konusu etmedik![/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Yukarıda saydığımız on menfî haslet, tartışmacıların büyükle rinin hemen hemen hepsinde (en akıllılarında dahi) vardır. Bütün bunlara rağmen bir kısım tartışmacılar bu kötü hasletlerden uzak kalabilirler. Fakat bu iyiliği ancak kendisinden çok aşağı veya yu karı; yahut memleket itibarıyla kendisinden çok uzak, maişet ko nusunda da kendisiyle çatışmayan kimselere gösterir. Kendisiyle aynı ayarda olan akranlarına bu iyiliği göstermesi imkansızdır.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu on hasletin her birinden on tane başka rezalet doğar. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Biz bunların hepsini teker teker sayarak konuyu uzatmak istemedik. Meselâ herbirinden şu rezaletler doğar: Kendini müdafaa etmek gayreti, öfke, tamah, buğz, rütbe ve mal isteme ihtirası, hasmına galip gelmekten dolayı düşülen gurur, nimeti inkar etmek, ifrata kaçmak, zenginlere ve sultanlara hürmetkâr olmak, onlarla sıkı münasebetlere girişmek, onların haram yollardan elde ettiği şeylerden almak, atlarla, bineklerle ve mahzurlu elbiselerle süs lenmek, kibir ve azametinden dolayı herkesi hakir görmek, mâlâ yani hususlara dalmak, çok konuşmak, korkuyu kalpten çıkarmak, kalbindeki rahmet duygusunu söküp atmak, ifrat dere cede gaflete düşüp bir namaz içinde ne kadar namaz kıldığını, neyi okuduğunu ve kime münacaatta bulunduğunu tefrik edememek, münazarasında kendisine yardım eden ilimler üzerinde bir ömür tükettiği halde kalbinde haşyet hissinin teşekkül etmemesi ki böyle İilimlerin ahirette hiçbir faydası yoktur ibareleri güzel oku mak, kelimeleri kafiyeli sarfetmek, olması ender hâdiseleri ve hik âyeleri ezberlemek gibi saymakla bitmeyecek kadar felâketler doğurur.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Tartışmacılar, derecelerine göre münazara ilminde başarı gös terirler. Bu mesleğin çeşitli dereceleri vardır. Fakat din, ilim, akıl ve fazilet bakımından en büyükleri dahi bu yukarıda saydığımız kötü huyların bir kısmından yakalarım kurtaramazlar. Ancak el lerinden geldiği kadar kötülüklerini örtmeye çalışmak ve bu kötü lükleri nefsinden söküp atmak için büyük bir gayretle mücadele etmek gayesini güderler. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu rezaletlerin sadece tartışmacılara ait vasıflar olmadığı bi linmelidir. Va'z ve nasihatta bulunanlarda da bu çirkin hasletler bulunabilir. Şayet halka hoş görünmek, va'z ve nasihatından ötürü bir paye kazanmak, yapmış olduğu işten dünyalık sahibi olmak gayretine düşmüş ise, böyle bir vâizde yukarıda sıraladığımız kötü hasletler bulunur.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu rezaletler, fetva ve mezhep ilmiyle uğraşanlarda da bulu nur. Şayet bu ilimle meşgul olmaktaki gayesi kadılık makamını işgal etmek, evkaf dairesinde büyük memuriyetler almak, akran larından daha fazla yöneticilerin gözlerine girmek ise, böyle bir in sanda da yukarıda saydığımız kötü ahlâkların çoğu bulunabilir.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Kısaca ilmiyle Allah'ın rızasından başka şeyler bekleyen her insan da bu kötü hasletler bulunur. Demek ki ilim, âlimin yakasını bırakmaz. Onu ya ebediyyen herşeyden mahrum ederek helâk ol masına sebep olur veya ebedî hayatın saadetine garkeder. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]İşte bu sırrı anlatmak için Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur: [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]İlminden menfaat görmeyen âlim, kıyamette, en şiddetli azaba mâruz bırakılır.169 [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Böyle kimselerin ilmi, kendilerine bir fayda vermediği gibi, üs telik çok büyük zararlar verir. Keşke böyle bir kimse, başına büyük felâketler getirecek ilimden kurtulmuş olsaydı. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Fakat ne yazık ki, bundan kurtulması mümkün değildir. İlim tehlikesi çok büyüktür. İlmi talep eden, ebedi mülkü ve serveti talep ediyor. Onun için bu talipler ya mülk ve servetten veya felâketten yakalarını kurtaramazlar. Âlimin hâli, tıpkı dünyada mülk isteyen diğer insanların hâline benziyor... Eğer servet peşinde koşan, servete ulaşmak im kânı bulamazsa kendini zilletten kurtaramaz. Belki zilletin de öte sinde büyük girdaplara düşer.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Eğer 'Münazara etmeye ruhsat vermekte, halkı ilme teşvik et mek gibi büyük fayda vardır. Şayet baş olmak arzusu bulunmazsa hiç kimse ilme heves etmez ve ilim de böylece inkıraza uğrar' der sen, bu sözünde bir noktada çok haklısın. Fakat cedelin esasında fayda yoktur. Zira top ve kuşlarla oynamak va'di olmasaydı, çocuk lar mektebe gitmezdi. Fakat çocukları avutmak ve mektebe çekmek için icad edilmiş bu şeylerin bizzat kendisinden bir fayda geldiğine delâlet eden bir mânâ yoktur. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Şayet riyaset hırsı olmasaydı, ilim gerçekten inkıraza uğrardı. Fakat ilmiyle riyaset talep eden bir kişi kurtulmuş sayamaz ken dini. Tam aksine, ilmiyle riyaset talep eden kimse Hz. Peygamberin aşağıdaki hadis-i şerifte bildirmiş olduğu zümreye dahil olmuş olur. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hiç kuşkusuz Allah Teâlâ bu dini, nasipsiz kimselerle de takviye eder.170[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Hiç kuşkusuz Allah Teâla, bu dini yalancı bir kişiyle de tak viye eder.171[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Demek ki ilmiyle riyaset talep eden, gerçekte helâk olmuş bir kimsedir. Fakat böyle bir kimsenin delâletiyle başkaları kurtuluşa erebilir. Eğer o kişi insanları dünyayı terke dâvet ediyorsa...[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Kendisi helâk olup başkalarının kurtuluşlarına sebep olan âlim, görünüşte selef âlimlerine benzer. Fakat onlardan ayrı olan tarafı, içinde yanan rütbe ateşidir, O bir makam elde edebilmek için yanıp tutuşan bir âlimdir. Böyle kişilerin misâli, mum misâ line benzer. Mum, etrafını aydınlatmak için yanar, kendisini mah veder. Eğer insanları dünyaya bağlanmaya götürüyorsa, o zaman hem kendini ve hem de başkalarını yakan bir ateş olur...[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B][COLOR=red]Âlimler üç sınıfa ayrılır:[/COLOR] [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]1. Hem kendilerini ve hem de başkalarını helâk edenler. Bunlar açık bir şekilde dünya nimetlerini isterler ve onlara dalarlar. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]2. Hem kendilerini ve hem de başkalarını saadete erdiren âlimler. Bunlar bâtın ve zâhirde insanları Allah'a dâvet ederler. [/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]3. Kendilerini helâk eden ve fakat başkalarının kurtuluşuna vesile olan âlimler. Fakat bunlar, halkın kalbini kazanmak, halkın gözüne girmek, şan ve şöhret kazanabilmek için uğraşırlar.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu nedenle ey müslüman! Hangi zümreden olduğunu düşün ve bul! Kime düşmanlık yaptığını idrâk etmeye çalış! Allah'ın, kendisi için yapılan amelden başkasını kabul edeceğini hiçbir za man aklına getirme...[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]Bu konudaki tatmin edici deliller, Riya bölümünün bir kısmında ve Mühlikât bölümünde inşaallah gösterilecektir.[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][B]162) İbn Mâce, (hasen bir senedle) 163) Ebu Dâvud, (Ebu Hüreyre'den) 164) Hatip,(hz. Ömer'den sahih bir senedle) 165) Ebu Dâvud, İbn Mâce ve İbn Hibban, (Ebu Hüreyre'den) 166) Irâkî bu hadîse vâkıf olamamıştır. 167) Taberânî, (Selmân-ı Fârisî'den zayıf bir senedle) 168) Tirmizî ve İbn Mâce (Enes!den) 169) Taberânî ve Beyhâkî, (Ebu Hüreyre'deıı zayıf bir senedle) 170) Nesâi(Enes'den sahih bir senedle) 171) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den sahih bir senedle)[/B][/COLOR][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][/COLOR][/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Kütüphane
İslami Kütüphane
İhyau Ulumid-din -- İlim Babı--
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst