Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Kütüphane
İslami Kütüphane
İhyau Ulumid-din -- İlim Babı--
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="genc_kalem" data-source="post: 176673" data-attributes="member: 15919"><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 18px"><span style="color: red">Halkın Makbul İlimler Arasında Kabul Ettiği, Fakat Gerçekte Makbul Olmayan İlimler</span></span></span></strong></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong><u>Halkın Makbul İlimler Arasında Kabul Ettiği, Fakat Gerçekte Makbul Olmayan İlimler, Bir Kısım İlimlerin Mezmûm Sayılmasına Neden Olan Faktörler, Fıkıh, İlim, Tevhid, Tezkir ve Hikmet gibi Terimlerin Anlamı ve Bugün Aslî Mânâlarına Uygun Bir Şekilde Kullanılmadıklarının Beyanı, Şer'î İlimlerin Makbul ve Mezmûm Olanları; Ne Kadarının Makbul ve Ne Kadarının Mezmûm Olduğu</u></strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red"><strong>Mezmûm İlimlerin Yerilmesinin Nedenleri</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Şöyle demeniz mümkündür: 'İlim birşeyin hakikatini bilmek demektir. Bu mânâda olan ilim Allah'ın sıfatlarmdandır. Birşey ilim olduğu halde nasıl olur da çirkin olabilir?'</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Bu soruya şu şekilde cevap vermek mümkündür: İlim, hiçbir surette salt ilim olması bakımından mezmûm/çirkin olmaz. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Fakat üç sebebe binaen bazı kullar hakkında mezmum addedilir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>1. Sahibini veya başkalarını kötüye sevkeden ilim. Sihir ve büyü ilmi buna örnek olarak verilebilir. Çünkü bu ilimler birer ilim ka bul edildiği halde kötülenmiştir. Bu ilimlerin var olduğunu Kur'an tasdik etmektedir. Yine Kur'an bu ilmin eşlerin arasını açtığını bile zikretmektedir. (Bkz. Bakara/102)</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Aynı zamanda Hz. Peygamber'e sihir yapıldığı ve bu sihirle hastalanarak yatağa düştüğü, bilinen gerçeklerdendir.114 Bunu bizzat Cebrail söylemiş ve sihri orada bulunan bir kuyunun derin liklerindeki taşın altından çıkarmıştır.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Sihir ilmi, cevherlerin özelliğinden, yıldızların doğuş merkez lerini hesap etme inceliklerini bilmekten elde edilen bir ilimdir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hususiyetleri bilinen bu cevherlerden, sihre tutulması istenen kişinin şeklinde bir iskelet yapılır ve herhangi bir yıldızın hususî bir vakti gözetlenir. Beklenen vakit gelir gelmez iskeletin üzerine küfürden, şeriata muhalif olan fuhşiyattan bazı kelimeler hecele nir, bu hecelenen kelimeler vasıtasıyla şeytanların yardımına mazhar olunur. Bütün bunlardan sonra, Allah'ın âdetleri icra ettiği hükmüne istinaden o sihir yapılan kişide garip durumlar be lirmeye başlar. İşte bütün bu sebepleri öğrenmek mezmum değildir. Fakat bu bilinenler sadece halka ve diğer insanlara zarar vermeye vesile olur. Şerre vesile olan elbette şerr olur ve böylece mezmûm sayılır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Sözgelimi biri, bir veliyi öldürmek kasdıyla tâkib eder. Veli ise görünmeyecek şekilde kapalı bir yere gizlenir. Onu tâkib eden zâ lim, velinin yerini sorduğu zaman, ona velinin yerini söylemek çok çirkin bir hareket olur. Çünkü böyle bir hareket, zâlimin veliyi öl dürmesine sebep olabilir. </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Dolayısıyla burada zâlimi, velinin tam tersi istikamete yöneltmek vâcibdir. Fakat bu zâlime yardım etmek; yâni bildiği şeyi söylemek bir ilim ise de, şerre yol açtığı için mez mûm'dur.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>2. Sahibine kârdan fazla zarar veren ilimdir. Astronomi gibi... Bu ilim, ilim olmak hesabıyla zararlı bir ilim değildir. Çünkü ikiye ayrılır:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>a) Hesab İlmi Allah Teâlâ Kur'an'da güneşin ve ayın bir hesab ile sey rettiğini söylemektedir.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Güneş ve ay (kendi menzillerinde yaptıkları hareketler bir hesab iledir. (Rahman/5)</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Aya da menziller (miktarlar) takdir ettik. Nihayet kurumuş eski hurma dalı gibi oldu.(Yâsîn/39)</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>b) Ahkâm İlmi</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Bu ilmin özeti hâdiselerin oluşunu sebeplere bağlamaktır. Doktorun nabız yoklamasıyla muhtemel hastalığı keşfetmesine benzer. Bu ilim, Allah'ın kendi yarattığı varlıklar hakkındaki</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">sünnet ve âdetinin cereyan tarzını bilmektir. Fakat bu ilmi, şeriat (bir hikmete binaen) zemmetmiştir.</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Kader zikredildiği zaman, kadere dalmaktan kendinizi alıkoyun. Yıldızlar zikredildiği zaman, kendinizi sakının. Ashabım zikredildiği zaman (onların arasındaki hâdiseleri kurcalamaktan) sakının!115</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Benden sonra ümmetim hakkında üç şeyden korkuyorum:</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">1. İdarecilerin zulmü,</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">2. Yıldızlara inanmak,</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">3. Kaderi yalanlamak.116</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Yıldızlardan ancak karada ve denizde size yarayacak kadarını öğrenin, gerisinden ise sakının'.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. Ömer'in bizi yıldız ilminin kara ve denizlerde işimize yara yacak kısmından başkasını elde etmekten alıkoyması üç sebebe da yanır:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>a)<span style="color: red"> Halkın çoğuna zarar </span><span style="color: red">verir.</span> Çünkü halka 'Şu olaylar falan yıldızın hareketinden meydana geliyor' dendiğinde, halkın kal binde yıldızların tesir edici ve tasarruf sahibi birer ilâh oldukları kanaati yerleşmektedir. Özellikle yıldızların semavî birer cevher oldukları hususu da bu kanaati iyice desteklemektedir. Böyle olunca yıldızların tesiriyle insanların zihinleri çeliniyor ve onlara bağlanıyorlar insanlar. O kadar ki hayrı ve şerri; ümit veya ümit sizliği onlardan beklemeye başlıyorlar. Böylece Allah'ın zikri kalp lerden siliniyor. Çünkü zayıf olan kimse daima vasıtalara bakar; bir türlü o vasıtanın esas müessirine bakmaya gücü yetmez. Güneşin, ayın ve yıldızların Allah Teâlâ'nın birer teshir edilmiş mahlûku olduğunu sadece ilimde derinleşmiş âlimler bilebilirler.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zayıf bir insanın, ışıkların ancak güneş doğduktan sonra etrafı aydınlattığını görmesi, karıncanın şu hâline ne kadar benzer: Bir kâğıdın üzerinde bulunan karıncaya akıl ihsan edilse de o kâğıdın üzerindeki yazıları okuma kabiliyeti kazandırılsa; yazıların arka arkaya kâğıt üzerinde sıralanışını kalemin işi zanneder. Çünkü o kâğıt üzerine yazıyı yazan olarak yalnız kalemi görmüştür. Kalemin daha üstüne bakıp, onu tutan parmakları göremez. Hele hele parmakların yukarısında bulunan eli ve o eli idare eden ira deyi hiç göremez. O iradeyi taşıyan yazarın varlığını, o yazara bu kabiliyet ve hassasiyeti veren hakikî kudret ve kuvvet sahibini, hiç bir şekilde idrâk edemez.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte tıpkı bu karınca misâlinde olduğu gibi, halkın dikkati çoğu zaman enginlerde ve yakın sebeplerde kalır. Bu sebepleri aşıp, se beplerin asıl müessirine varmaya muvaffak olamaz.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte yıldızların ilmine dalmayı yasaklayan sebeplerden biri bu dur.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">b) Yıldızlara bakarak netice çıkarmak tahminden başka birşey değildir.</span> Ne zan ve ne de yakîn olarak insanlar tarafından açık birşey bilinmemektedir. O halde yıldızların doğuşu sebebiyle ortaya atılan hüküm, cahilâne bir hükümdür ki, böyle bir hükmün hiçbir değeri yoktur. Cehalete yol açtığı için zemmedilmiştir. Yoksa mü cerred olarak zemmedilmiş değildir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu ilimle elde edilen mârifetlerin Hz.idris'in mucizesi olduğu kuvvetle rivayet olunmaktadır. Fakat Hz. İdris'in meşgul olduğu yıldız ilmi, günümüzde tamamen inkiraza uğramış ve yok olup gitmiştir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Müneccimin yapmış olduğu tahminlerin bazen doğru çıkması, sadece bir tesadüften ibarettir. Zira müneccim, bir kısım sebeplere muttali olur. Muttali olduğu sebeplerden meydana gelen şartların arkasından bakar, birçok şartların gelmesiyle ancak müsebbeb meydana gelir. Bu şartların hakikatine muttali olmak beşerin kudreti dışında bir keyfiyettir. Kazara ve tesadüfen Allah Teâlâ'nın bütün bu sebeplerin geri kalan kısımlarını takdir ettiği bir âna, müneccimin hükmü tesadüf ederse, müneccim hükmünde doğru sayılır, tesadüf etmediği takdirde ise müneccim yanılmış sayılır. Müneccimin bu durumu tıpkı bulutların toplandığını görerek, yağmurun yağacağına hükmeden bir insanın durumuna benzer.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Fakat çoğu zaman bulutlar dağılarak yağmurun yağacağı sonu cuna varan kimseleri yanıltır. Bazı zamanlar bunun aksi de olur ve yağmur yağar. İşte nasıl sadece bulutların bir araya gelmesi yağmurun yağmasına kâfi gelmiyor ve daha bilinmeyen sebepler de gerekiyorsa; bir kaptanın esintiye bakarak bir tehlike görme mesi, bir gemicinin tecrübelerine dayanarak vermiş olduğu 'gemi batmaz' hükmü de tıpkı böyledir. Zira bu esintilerin daha nice ne denleri vardır ki, gemici bunlara bazan muttali olur, bazan ise olamaz. Hele bir kısmına hiçbir zaman nüfuz edemez. Onun için bazen hükümlerinde isabet eder, bazen de yanılır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte bu nedenle kuvvetli insan da zayıf insan gibi bu ilimden menedilir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">c) Yıldız ilminde fayda yoktur.</span> Zararlarından en azı fuzulî bir iş yapmış olmaktır. Fuzulî bir iş yapmış olmak da en değerli ha zine olan hayatı boşa harcamaktır ki bu zararların en dehşetlisidir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Birgün Allah'ın Rasulü (s.a) bir kişinin yanından geçerken, halkın o kişinin başına toplandığını görür ve 'Bu ne top lantısı?' diye sorar. Halk 'Bu büyük bir âlimdir, onun için et rafında toplandık' der. Bu cevabın üzerine Allah'ın Rasûlü 'Hangi meselede âlim?' diye sorar. 'Şiiri ve Arabın ensabını çok iyi bilir' derler. Bu cevabı alan Allah'ın Rasûlü şöyle bu yurur: 'Bu ilmin (şiir ve ensab hakkındaki ilmin) ne bilin mesinde bir fayda, ne bilinmemesinde bir zarar vardır!'117</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İlim ancak bir ayet veya kâim (nesh edilmemiş) bir sünnet veya (mirasçılar arasındaki taksim ile ilgili) adaletli bir far izadan ibarettir.118</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">Astroloji ve benzeri ilimlere dalmak tehlikeli olduğu gibi faydasızdır ve bu ilimle meşgul olmak vakit kaybetmekten başka birşey değildir.</span> Allah'ın takdir ettiği şeyden kaçınmak hiç kimse nin elinde değildir. Ama tıb ilmi böyle değildir, çünkü o ilme in sanların ihtiyacı vardır. Tıb ilminin delillerinin bir çoğuna insan vakıf olabilir. Tıb ilmi gibi rüya tâbiri ilmi de her ne kadar tahmine dayalı bir ilim ise de; yıldız ilminden farklıdır. Rüya tâbirinde de faydalar vardır. </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zira tâbir ilmi, nübüvvetin kırkaltı parçasından bir parçadır ve bu ilimde herhangi bir tehlike yoktur.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">3. Üçüncü sebep ise, faydasız bir ilme dalmaktır.</span> Faydasız ilme dalmak zemmedilmiştir. İlimlerin açığını bilmeden inceliklerine, esaslarını öğrenmeden de gizli taraflarını öğrenmeye çalışmak ve ilimlerin açık taraflarını bilmeye çalışmadan kapalı taraflarını bilmeye gayret etmek ve ilâhî ilimlerin sırlarını araştırmak gibi... Felsefeciler ve kelâmcılar bu ilimlere her ne kadar vakıf olmak is temişlerse de; tek başlarına bu ilimleri kavramaktan uzaktırlar. Bu ilimlere tek başına vakıf olmak ve bir kısım yollarını elde etmek sadece peygamberlere ve onların izinden giden velilere mahsustur. O halde insanların böyle ilimlerden sakınması ve bütün bunları şeriatın ölçülerine irca etmesi gerekir. Zira şeriatta Allah'ın tevfi kine mazhar olan kimseler için ikna edici deliller mevcuttur. Nice kişiler vardır ki, ilimlere dalmışlar, fakat dalmış oldukları ilim lerden çok zararlı çıkmışlardır. Şayet bu ilimlere dalmamış olsa lardı, dinî durumları çok daha iyi olurdu. Bu kısım ilimlerin bazı kimselere zarar verdiği açık gerçeklerden biridir. Nitekim kuşların etinin ve bir kısım tatlıların süt çocuklarına zarar verdiği malûmdur.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Birçok kimsenin, bazı hususları bilmemeleri, bilmelerinden daha hayırlıdır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Rivayet olunduğuna göre, halktan biri doktara giderek hanımının çocuk yapma özelliğinin olmadığından (kısır olduğundan) şikayet eder. Doktor, kadının nabzını yoklayarak şöyle der: 'Tedavi edilmeye muhtaç değil; zira kırk gün sonra vefat edecek. Nitekim nabzının durumu buna işaret ediyor'. </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Doktorun ağzından çıkan bu sözleri dinleyen kadın dehşete kapılır, hayatı perişan olur. Varını yoğunu fakir fukaraya vererek vasiyetini yazar. Kırk gün yemek yiyemez su içemez. Kırk gün dolduktan sonra adam, doktora gelerek karısının ölmediğini bildirir. Bunun üzerine zekî doktor 'Ölmeyeceğini biliyordum. Hemen eve git ve karınla cinsi münasebette bulun, derhal gebe kalacaktır' der. Doktorun bu cevabına hayret eden koca 'Bu nasıl olur?' diye sorar. Doktor meseleyi şöyle izah eder: 'Muayene neticesinde kadının şişman olduğunu ve bu sebeple rahim ağzının kapalı bulunduğunu gördüm. Bu yağları ancak ölüm korkusu eritebilirdi. Bunun için onu böyle bir korkuya sokmak gerekiyordu. Ben de öyle yaptım. Şu anda maksat hasıl olmuş, eşinin rahim ağzını kapla yan yağlar erimiştir. Onun için çocuk yapmaya hazır bir vaziyete gelmiştir'.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte bu hikâye sana bazı ilimlerin tehlikesini haber vermekte, hatta sadece bunu haber vermekle kalmamakta, aynı zamanda Allah'ın Rasûlü Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a) şu sözünün mânâsını da açıkça ve eksiksiz bir şekilde bildirmektedir:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Payda vermeyen ilimden Allah'a sığınırız.119</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte bu hikâyeden ibret al. Şeriatın zemmettiği ilimlere dalma ve onlardan şiddetle kaçın. Ashabın eteğine yapış. Sünnet-i Seniyye yolundan bir an olsun ayrılma. Zira din ve dünyanın selâmeti an cak sahabe-i kirâmın yolundan gitmeye bağlıdır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Tehlike ise, kendi başına birtakım şeyleri araştırmak ve saha benin görüşünden ayrılıp müstakil bir görüşe sahip olmaktadır. Sakın zannmla, delilinle, aklınla ve kişisel görüşünle inat göstere rek insanlarla çokça tartışma!</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">'Ben bazı şeyleri bilmek için araştırıyorum. Öyleyse ilmi düşünmekte ne zarar vardır?' deme; zira müstakil şekilde, olur olmaz ilmî meselelere dalışının zararı, kârından fazladır. Çok şeyler vardır ki, ona vakıf olduğun zaman elde ettiğin şey, seni tehlikelere sürükler ve âhiretini berbat eder. Allah'ın rahmeti sana yetişmediği takdirde bu felâketten kurtulamazsın ve helâk olur gi dersin!</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bilmiş ol ki, nasıl ehliyetli bir doktor tedavi usûllerinde kimsenin kestiremediği ince usûllere müracaat etmesini biliyorsa; kalplerin hekimi sayılan, âhiret hayatının vesilelerini bilen peygamberler de aynı şekilde bu sahada başkalarının bilmediği usûllere vâkıftırlar.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu bakımdan, sen kendi aklına güvenerek onların mesleği üzerinde düşünüp mesleklerini değiştirme durumuna düşme. Böyle yaparsan seni felâketten hiçbir şey kurtaramaz. Birçok kimseler vardır ki, parmakları yaralandığı zaman kendi kendilerine o yarayı birtakım merhemler sürerek iyi etmeye çalışırlar. Halbuki hekim, merhemin elin başka tarafına sürülmesi icabettiğini söyle yebilir. Damarların bedene yayılışını, köklerini ve bedeni nasıl çev relediklerini bilmeyen kimseler doktorun bu tavsiyesini akla yakın bulmaz; 'Nasıl olur da yaranın üzerine değil de başka tarafa sürü lür' diyerek itiraz ederler, işte âhiret yolunda şeriatın incelikle rinde, âdâbında, insanların bilmekle mükellef oldukları inançlarında ve lâtifelerinde de durum böyledir. </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Akıl bu meseleyi tek başına halletmeye muktedir değildir ki kendi gücüyle bunu ihâta edebilsin. Nitekim madenlerin yapılarında birtakım acâip özellik ler vardır ve bu özellikler sanat erbabının bilgisi dahilinde değildir.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Sözgelimi hiçbir sanat erbabı; demirdeki mıknatıs çekiminin mahiyetini bilmez. Bunun gibi inanç ve amellerdeki gariplikler de kalplerin saffeti, temizliği, tezkiyesi ve ıslahı için kulların, Allah'ın manevî komşuluğunda yükselmelerini temin eder. Kalplere Allah'ın yüce faziletinden, maddî ilâçlardan daha fazla ve daha büyük faydaların teminine vesile olduğu bir hakikattir. Nasıl akıllar, ilâçların faydalarını birdenbire çözemez ve hangi ilâcın hangi hastalığa iyi geleceğini kestiremez ve bunu ancak bir takım deneylerden sonra anlayabilirse; aynı akıllar, âhirette in sana fayda verecek şeyleri de kendi başlarına bulmaktan âcizdir ler. </strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu âcizliklerini bu konuda deneme yoluyla telâfi imkânı da yoktur. Keşke bazı ölüler dünyaya dönselerdi de, bizlere Allah'a nasıl yaklaşılır, hangi fiillerin Allah'a yaklaştırıcı ve hangilerinin Allah'tan uzaklaştırıcı olduğunu söyleselerdi. </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Çünkü ancak onlar amellerin ve inançların hangisinin insana yararlı olduğunu bile bilir ve açıklayabilirler. Fakat bir ölüden bütün bu soruların ce vabını almak hiç kimsenin harcı değildir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. Peygamberin (a.s) doğruluğuna ve işaretlerinin hakî katına vâkıf olmak bakımından aklın rehberliği ve menfaati sana yeter. Ondan sonra aklın vazifesi biter ve kendisi için en yararlı yol;</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. Peygamberin yolunu tâkip etmektir. Sen ancak bu yolu tâkip ettiğin zaman selâmete erersin. Bu konu özet olarak bu kadar an latılabilir. </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bunun için Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">İlmin bir kısmı cehalettir, sözün bir kısmı da yorgunluktur.</span>120</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İlmin hiçbir zaman cehalet olmayacağı herkesin bildiği bir gerçektir. Fakat burada 'Bazen zarar vermek hususunda cehaletin tesirine benzer bir tesir gösterir' anlamında kullanılmıştır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. Peygamber şöyle demiştir:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Tevfîkin azı, ilmin çoğundan daha hayırlıdır.121</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Ulû'l-Azm peygamberlerden olan Meryem oğlu İsa (a.s) şöyle demiştir: <span style="color: red">'Nice ağaçlar vardır ki meyveleri yoktur, nice meyveler vardır ki güzel ve hatta yenecek gibi değildir ve nice ilimler vardır ki insana hiçbir faydası dokunmaz'.122</span></strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><strong>Değiştirilen Bazı Terimler</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Çirkin ilimlerin şer'î ilimlerle karışması, güzel kelimelerin mânâlarının değiştirilmesiyle mümkün olmuştur. Kavram kargaşası, ard düşüncelerle selef-i sâlihînin ve birinci neslin kas tettiği mânâlardan başka mânâlara çevrilen terimlerden doğmaktadır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Asıl anlamı değişen ve başka mânâlar alan terimler beş tane dir.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">1. Fıkıh</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">2. İlim</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">3. Tevhid</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">4. Tezkir</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">5. Hikmet</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte gördüğünüz bütün bu terimler güzel anlamlara sahip idi ler. Bu terimlerin ifade ettiği mânâlara vâkıf kimseler dinî kıymetlere sahip kimselerdi. Fakat günümüzde bütün bu terimler mânâlarını kaybetmişler ve yanlış anlamlarda kullanılmaya başlamışlardır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Saf ve sade kalpler; bu terimler kötü ilimlerde kullanıldığı için, bu terimlerin sahiplerini gördükleri zaman nefret edip kaçmak tadırlar.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">Birincisi Fıkıh terimidir.</span> Bu terimi aslî mânâsından başka mânâlara çevirmemiş ve başka mânâlarda kullanmamışlardır; ancak bu terimi bazı ayrıntılara hasretmişler, kelimenin ihâta ettiği geniş sahaları ihmal etmişlerdir. Örneğin bu terimi fetva il minin garip dallarının, ince illetlerinin anlaşılmasında ve o dallar hakkında inceden inceye yapılan konuşmalarda ve onlarla ilgili tartışmalarda kullanmışlardır. Zamanımızdaki ilim erbabına sor sanız, fetva veren kimseleri en büyük fakihler olarak takdim eder ler. Kim en çok fetva konusu üzerinde durmuşsa, o en kuvvetli fa kih sayılmıştır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Sahabe zamanındaki fıkıh ilmi ise, âhiret yolunun, nefse mu sallat olan âfetlerin inceliklerini bilmeyi; fâsid amelleri ve dün yanın sevilmeye lâyık bir meta olmadığını tam mânâsıyla idrak etmeyi; ayrıca âhiret nimetlerinin bilinmesi ve Allah korkusunun kalbi doldurması gibi ilimleri ifade ediyordu, Fıkıh ilmi ancak bu bilgiler dairesinde kullanılırdı. Fıkhın bu mânâda kullanıldığı hu susunda en bariz delil, Allah Teâlâ'nın şu buyruğudur:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İnananların hepsi toptan sefere çıkacak değillerdi. Ama her kabileden bir grubun dini iyice öğrenmeleri ve dönüp kavim lerine geldikleri zaman (Allah'ın yasak kıldığı şeylerden) kaçınmaları için onları uyarmaları gerekmez miydi?</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">(Tevbe/122)</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İnsanların kendisiyle uyarıldıkları ve kalplerine Allah korku sunu yerleştiren, ilimin adı fıkıh ilmi idi,</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Talâk, Lian, Selem ve İcare gibi meseleler ise fıkıhla alâkalı değildi. Çünkü bütün bunlarla kalbin korkutulması mümkün değildir. Tam tersi bu meselelerle uğraşanların kalpleri büsbütün katılaşmakta ve zamanımızda müşahede ettiğimiz gibi Allah kor kusu kalplerinden silinip gitmektedir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Yemin olsun ki cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat bu kalpler ile gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. (İbret almazlar). Kulakları vardır, fakat onlarla nasihat din lemezler. İşte banlar hayvanlardan daha şaşkındırlar. Gafil olanlar da işte bunlardır!(A'raf/179)</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Ayette geçen 'Bu kalpler ile gerçeği anlamazlar' ifadesiyle fetva değil, iman kastolunmaktadır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Burada, fıkıh ile fehim kelimeleri aynı anlama geliyorsa da, bu kelimelerin biri eskiden kullanılmış, diğeri de yeni olarak kul lanılmaktadır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Herhalde onların (münâfıklarla yahudilerin) yüreklerinde size karşı hissettikleri korku Allah'ınkinden daha fazladır. Bu, onların anlayışsız bir kavim olmalarındandır.(Haşr/13)</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Dikkat edilecek olursa, Allah Teâlâ bu ayette onların Allah'tan az korkmalarını ve buna mukabil mahlûkatm gücünü büyütmele rini, kıt olan anlayışlarına bağlamaktadır.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Peki o halde bu, fetva ilminin ayrıntılarını bilmemekten mi kaynaklanıyor? Yoksa daha önce de beyan ettiğimiz gibi fıkhın ha kikî mânâlarını idrâk etmemenin neticesi mi?</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Dini meseleleri görüşmek için kendisine gelen bir heyet hakkındaki Hz. Peygamberin şu buyruğuna bakalım:</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>(Bu gelenler) âlim, fakih ve hakimdirler.123</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zührî'ye124 'Medineliler içinde en fakih kişi kimdir?' diye so rulduğunda, o şöyle cevap vermiştir: 'Allah'tan en çok korkanı, en iyi fakihtir'.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Burada Sa'd (Zührî), Fıkh'ın meyve ve neticelerine dikkati çekmektedir. Takvâ ise, fetvaların ve hükümlerin değil, bâtın ilmi nin meyvesidir. Öyleyse fıkıh, bâtın ilminin adı olabilir. </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Nitekim Hz, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>'Size gerçek fakihi haber vereyim mi?' Sahabe-i kirâm 'Evet yâ Rasûlullah! Bize gerçek fakihi bildiri' dediler. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü şöyle cevap verdi: 'İnsanları Allah'ın rahmetinden ümitsiz etmeyen ve Allah'ın azabından emin kılmayan ve Allah'ın geniş rahmetinden onların ümitlerini kesmeyen; Kur'an'ı bırakıp başka kitap ların arkasına takılmayan kimse gerçek fakihtir'.125</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Şafak zamanından güneşin doğuşuna kadar Allah'ı zikre den kimseler ile oturmam, bana dört köle azâd etmemden daha sevimli gelmektedir.126</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Enes b. Mâlik Hz. Peygamberin bu hadisini rivayet ettiğinde, arkadaşları Zeyd b. Eban Rakkaşı ve Ziyâd b. Abdullah Numeyrî'ye dönüp şöyle dedi: 'Allah Rasûlü'nün sözünü ettiği zikir meclisleri, sizin bugünkü meclislerinize benzemezdi. Sizin meclislerinizde biri va'z ve nasihatta bulunurken sözünü uzattıkça uzatıyor. Fakat Hz. Peygamber'in zamanında biz biraraya geliyor, iman konu sunda müzakereler yapıyor, Kur'an ayetleri üzerine dikkatle eğiliyor, dinde fıkıh sahibi oluyor ve fıkhımızdan dolayı Allah'ın bize olan nimet-i ilâhîsini inceden inceye düşünüyorduk'.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Dikkat edildiği takdirde görülecektir ki Hz Enes (r.a) Kur'an üzerinde düşünmeyi, anlayarak Allah'ın nimetlerini saymayı, fıkıh olarak adlandırmaktadır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Kul, Allah için insanlara buğzetmedikçe ve Kur'an'ın birçok yönlerini anlamadıkça tam olarak fakih olamaz.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Bu hadîs-i şerif, Ebu Derdâ'dan mevkuf olarak şöyle bir ilâveyle rivayet edilmektedir:</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bütün bunlara buğzettikten sonra Allah için nefsine yönel meli ve her şeyden daha çok ona buğz etmeli.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Sencî, Hasan Basrî'ye bir sual sorar. Hasan sorusunun ce vabını verdikten sonra kendisine şu itirazda bulunur: </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Fakihler senin verdiğin cevaba muhaliftirler. Onların verdiği cevap senin verdiğin cevaba uymamaktadır'. Bunun üzerine Hasan hiddetle bağırır: 'Ey anası matemini tutasıca! Acaba sen hiç fakih gördün mü? Elbette görmedin. Çünkü fakih dünyaya sırt çevirip, âhirete yönelip, rabbine ibadet etmeye devam eden, nefsini müslümanlarm şerefini ihlâl etmekten alıkoyan; müslümanlarm malını haksızlıkla almaktan kaçınan ve müslüman cemaata Allah'ın emirlerini hiç hatır gönül dinlemeden haykıran insandır'.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Dikkat edilecek olursa Hasan Basrî hiçbir şekilde fetva vermek ten bahsetmemekte, fakillin fetvaları hıfzeden biri olduğunu söy lememektedir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Ben, Fıkıh teriminin zahirî ahkâmın fetvalarını bilen kişilere şâmil olmadığını söylüyor değilim. Fakat Fıkıh tâbiri, başlı başına bu fetva ehlini ifade etmemekte; ancak tâli derecede bu hususu da içine almaktadır. Demek istediğim sadece budur. Çünkü selef âlimleri, bu terimi Fetva ilminden daha fazla, Ahiret İlmi ne ıtlak etmişlerdir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu açıklamadan sonra anlaşılmış olmalı ki, insanların iyi ve kötü ilimleri birbirine karıştırması, Fıkıh teriminin sonradan sa dece fetva ilmiyle ilgili görülüp, âhiret ilmine ve kalplerin ah kâmına dair konularla ilgili görülmemesine yol açmıştır,</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Tahrifçiler bu terimi istedikleri mânâda kullanmak için nefsin de yardımını görmüşlerdir. Çünkü bâtın ilmi zordur. Onunla amel etmek ise daha zordur. Bunun için insan tabiatı, bâtın ilminden kaçar. Bâtın ilmine sahip olmakla; insan valilik, kadılık, rütbe ve servet elde edemez. İşte bu fırsatı ganimet bilen şeytan, esasında güzel bir şer'î terim olan Fıkıh terimini teferruata tahsis ederek kalplere güzel göstermeye çalışmıştır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">İkincisi İlim terimidir.</span> Bu terim asr-ı saâdette Allah'ı, ayetle rini ve kulları hakkındaki fiillerini bildirmek için kullanılırdı. Hatta Hz. Ömer (r.a) vefat ettiği zaman ashabın büyük âlimlerin den olan İbn Mes'ud şöyle demişti: 'İlmin onda dokuzu öldü'.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu terime karşı koyanların hiddetini durdurmak için İbn Mes'ud, harf-i târifle birlikte kullanılan el-İlim terimini İlm-i Billah olarak yorumlamıştır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zamanımızın insanları bu terimi tıpkı birinci terimde olduğu gibi, fâsit bir daireye tahsis etmişlerdir. Hatta o kadar ki, fıkhî veya gayr-ı fıkhı konularda hasımlarıyla tartışanlar hakkında bile bu terim kullanılabilmektedir. Örneğin fıkhî konularda hasımlarıyla iyi ve inandırıcı bir şekilde tartışan, hakikî âlim ve ilimde aşılmaz bir büyük olarak görülmekte, fakat fıkhı meselelerde tetebbuu ol mayan, tartışmayan ve münazaradan kaçman kimseler çok zayıf kimseler olarak kabul edilmektedir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte tıpkı birinci terim de olduğu gibi el-İlim terimi de hakikî mânâsının dışında birtakım tâli meselelerde kullanılmaktadır. Fakat ilim ve onunla iştigal eden âlimler hakkında vârid olan fazi letlerin çoğu; Allah'a, O'nun emirlerine ve sıfatlarına vâkıf olan âlimler hakkındadır. Zamanımızda ise şer'î ilimlerden ancak ce del ve hilâfiyâtı bilen ve bunları bilmekle de ulemadan sayılanların arasına karışan kimselere âlim denmektedir. Halbuki bu insanlar ayrıca tefsir, hadîs, mezheb v.s ilimleri bilmemektedirler.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Sonuçta bu terimin anlamının bozulması, ilim talebinde bulu nan birçok kimselerin helâk olmasına sebep teşkil etmiştir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">Üçüncüsü ise, Tevhid terimidir.</span> Bu terim, zamanımızda kelâm ilmini bilen, mücadele yolunu kavrayan ve hasımlarının tenkid yo lunu kapayacak sualler sormasını bilen, insanları kendisinden şüpheye düşüren, hasmı durduracak değerde deliller bularak, hasmı tasfiye eden kimselerin sanatı için kullanılmaktadır. Hatta bu kişilerden bazıları kendilerini ehli tevhid ve'l-adl olarak tanıtmaktadırlar.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Kelâmcılara tevhid âlimleri adı verilmiştir. Oysa kelâm sa natının bütün malzemesi asr-ı saadette bilinmemekteydi. Bilinmemesi bir yana, şayet asr-ı saadeti meydana getiren o müba rek insanlar, cedel ilminin kapısını açanları görseydiler, belki de onları şiddetle kınarlardı.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Kur'an'ın ihtiva ettiği zâhirî delillere gelince, duyar duymaz insan aklının onları hemen kabul edeceği malûm bir husustur. Demek ki Kur'an'ı bilmek, bu ilmin tamanını bilmek demektir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Asr-ı saadette yaşayan büyükler, Tevhid teriminden günümüz kelâmcılarının çoğunun anlamadığı şeyleri anlıyorlardı. Üstelik günümüz kelâmcıları bu mânâları anlasalar da, anladıkları bu mânâlarla muttasıf olamazlar. Onların anladığı mânâlar şunlardı:</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">'Herşey Allah'tan gelir' inancına hiçbir sebep ve vasıtaya başvurmaksızın bilip bağlanmak, hayrın tamamının Allah'tan olduğuna kat'î bir şekilde kanaat getirmektir. Bu makam çok şerefli bir makamdır.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Tevekkül, rıza ve Allah'ın hükmüne teslim olmak, bu mertebe nin meyvelerindendir. Diğer bir meyvesi ise, Hz. Ebu Bekir'in (r.a) kendisini ebediyet âlemine götürecek olan hastalığı sırasında 'Sana doktor getirelim mi?' diye sorulduğu zaman, 'Beni hasta düşüren doktordur' şeklindeki sözüdür.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Başka bir hastaya 'Bu hastalığın hakkında doktor sana ne söy ledi?' denildiğinde, hasta 'Doktor bana dedi ki: Ben istediğimi en iyi şekilde yapan bir zâtım' cevabını vermiştir.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Bu konular tevhid ve tevekkül ilmine ait kitaplarda, bütün de taylarıyla ve delillere dayanılarak izah edilecektir. Şimdilik tafsi lâtı burada kesip, geniş izahı ilerdeki sayfalara bırakalım ve asıl meselemize dönelim!</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Tevhid, paha biçilmez bir cevherdir ve bu cevheri koruyan iki kabuk vardır:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">1. Özden en uzak olan kabuk.</span> Halk. Tevhid kavramını özünden çekip almış, bu ismi kabuğa ve o kabuğu koruyan sanata vermiştir. Özü ise bütünüyle ihmal etmiştir</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Birinci kabuk dille 'Lâ ilâhe illâllah' demektir. Bu kabuğa Tevhid ismi verilmiştir. Bu kabuk esasında hristiyanların açıkça izhar ettikleri teslis inancını yıkan bir kabuktur. Fakat bu keli meyi, özünü reddettiği halde söyleyen münafıklar da vardır. Bu münafıklar da Tevhid kelimesini dilleriyle söylemekte ve insanları kandırmaktadırlar.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">2. Kalpte, dil ile söylenen bu söze hiçbir muhalefetin bulunmaması ve bu kelimenin bütün anlamının olduğu gibi kabul edilmesidir.</span> Kalp, zâhirde zikredilmiş olan bu kelimenin bütün mânâ ve medlûlünü kesin olarak tasdik etmeli ve bu inanç Allah inancının bütününe şâmil olmalıdır. Bu mertebe, halk tabakasının Tevhid mertebesidir. İşte kelâmcılar bu kabuğu bid'at ehlinin taarruzundan korurlar. Bu hakikate daha önce işaret edilmişti,</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">3. Öz. Yâni bütün vasıtalara sırt çevirmek, her şeyin Allah'tan olduğuna tam mânâsıyla inanmak ve Allah'a hiçbir varlığı ortak koşmaksızm kulluk yapmaktır.</span> Nefsinin hevasma uyan insan, Tevhid anlayışının dışında kalır. Bu bakımdan arzularına tâbi olan, nefsini kendisine ilah edinmiş demektir, </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Gördün mü o kimseyi ki he vasini kendisine ilâh edinmiş, Allah da bir ilim üzere onu şaşırtmış, kulağını ve kalbini mühürleyip, gözüne de bir perde çekmiş! Artık onu Allah'dan başka kim yola getirebilir? Hâlâ düşünmez misi niz?</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">(Câsiye/23)</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Allah nezdinde yeryüzünde kendisine ibadet edilen ilahların en buğz edileni hevâ-i nefistir.127</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Düşünen bir insan puta tapanların, aslında o puta değil, kendi hevalarına tapmakta olduklarını hemen anlar.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zira onu, ecdadının dinine bağlayan hevasıdır. O da nefsin bu meyline tâbî olunan mânâlardan birisidir. Halka kızmak veya on lara iltifat etmek bu Tevhid anlayışına aykırı düşer. Zira herşeyi Allah'tan bilen bir insan katiyyen kızmaz. Nasıl olur da 'Herşeyin müsebbibi Allah'tır' diyen bir insan, başka insanlara kızar? Tevhid teriminden daha öncekilerin anladıkları mânâ bu idi. Bu yüksek makam, Sıddîk'ın makamıdır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu terimin ifade ettiği mânânın ne hâle geldiğine ve za manımızdaki insanların bu terimin hangi kabukta kalan mâ nâsıyla iktifa ettiklerine iyi dikkat edilmelidir! Bu kelimenin ifade etmiş olduğu geniş mânâyı bir kabuk mânâya inhisar ettirenler böyle yaptıkları için nasıl da böbürlenebilmektedir? Bu kelimeyi kabuklaşmanın vasıtası kılmışlar ve onunla övünmeye çalışıyorlar. Halbuki övülmeye lâyık tarafı kırpılmış olduğundan, ona yapışmış olanlar müflis duruma düşmüşlerdir; nerede kaldı ki kendi durumlarıyla iftihar edeler...</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bunların iflâsı aynen kıbleye yönelerek 'Şüphesiz ben sadece hak dine (tevhide) boyun eğip yüzümü gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a çevirdim ve ben O'na ortak koşanlardan (müşriklerden) değilim' (En'am/79) meâlindeki ayeti okuyan, fakat bu okuduğu ayetin mânâsına inanmadığı için Allah'a karşı hergün yalanını tekrarlayan bir kimsenin iflâsına benziyor. Eğer bu kişi, ayetteki yüz (vech) tâbirinden zâhiri anlamdaki yüzü kasdederse, o zaman kişi zâhirî yüzüyle Kâbe'ye yönelmiş olur. Fakat o bu durumda yü zünü başka cihetlerden çevirip Kâbe istikametine yöneltmiş olmak tadır. Kâbe, göklerin ve yerin sahibi Allah'ın istikameti değildir ki, oraya her yönelmiş olan, Allah'a yönelmiş sayılsın. Cihetlerin ve bütün dünyanın yaratıcısı, oralara sığmaktan münezzehtir, o bütün bunlardan çok yücedir Mahlûk, hâlikını ihâta edemez!</strong></span></span></span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Eğer namaz kılan kimse, ayette geçen yüz terimiyle kalp yü zünü irade ederse ki ibadette matlub olan kalp ile yapılan ibadettir. Kalbi tereddüt içinde olan insanın aklı, dünya ihtiyaçlarında olduğu için; böyle bir kişinin sözü nasıl doğru olabilir? O yalnız sözle yüzünü Allah'a çevireceğim söylemektedir. Halbuki kalbi, türlü türlü hileleri, mal toplamayı, dünya mertebeleri elde etmeyi ve bütün bunlara götürecek vesileleri düşünen ve kendisini yalnız bunlara veren bir kişinin Allah'a dönmesi mümkün müdür? Bu adamın kalbi bu takdirde asla yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan yüce Allah'a yönelmiş olmaz.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu kelime, tevhidin hakikatini ifade eden bir kelimedir. Bu ne denle muvahhid bir kimse, tek varlık olan Allah'tan başka hiçbir şey görmeyen ve ancak kalp yüzü ile Allaha yönelendir. </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Böyle bir durum Allah Teâlâ'nın aşağıdaki ayetinde ne güzel açıklan maktadır: (Ey Rasûlüm!) Sen Allah de! Sonra onları bırak, bâtıl sözleri içerisinde oynayadursunlar. (En'am/91)</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu ayeti celîledeki 'Sen Allah de' hükmünden maksad dille söylemek değildir. Çünkü dil, kalbin tercümanıdır. Dil bazen doğru ve bazen de yalan söyler. Allah Teâlâ'nm nazar ettiği yer ise, dilin tercüman olduğu kalptir. Tevhid'in mâdeni ve kaynağı sadece kalptir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong><span style="color: red">Dördüncüsü ise Zikir Tezkir terimidir.</span> Allah Teâlâ şöyle bu yurmaktadır:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Sen Kur'an ile öğüt ver, çünkü öğüt mü'minlere fayda verir. (Zâriyat/ 55)</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zikir meclislerini metheden birçok hadîs-i şerif vârid olmuştur.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Cennet bahçelerinden geçtiğiniz zaman, o bahçelerden yeyin. Kendisine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Cennet bahçeleri ile neyi murad ediyorsunuz?' diye sorulduğunda, cevaben şöyle buyurdu: 'Zikir meclislerini...'128</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hak ile meşgul olan meleklerden başka, dünya yüzünde se yahat eden, Allah'ın daha nice melekleri vardır. O melekler zikir meclislerini gördükleri zaman, birbirlerini çağırırlar: İşte aradığımız buradadır, geliniz!' Her taraftan o meclis lere gelirler ve zikir meclislerine iştirâk ederek zikir mecli sini kuşatırlar ve dinlerler. O halde (ey ümmetim), Allah'ı çokça zikredin! Nefislerinize de hatırlatınız.129</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zikir teriminden zamanımızın birçok vâizi aşağıdaki şu dört mânâyı anlamakta ve terimi bu mânâlarda kullanmaktadırlar.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>1.Kıssalar</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">2. Şiirler</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">3. Şatâhat</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">4. Tamat. (Şatâhat ile Tamat'ın tefsiri, yeri geldiğinde yapılacaktır).</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Kıssalara gelince, bunlar bid'attırlar. Selef-i Sâlihîn, kıssacıların yanında oturmayı bile yasaklamışlar, hikâyecileri katiyyen dinlememişlerdir. Kıssa, ne asr-ı saâdette, ne de Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer zamanında vardı.130 Ne zaman fitne başgösterdi, işte o zamandan beri hikâyecilik ve kıssacılık süratle yayıldı.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Rivayet olunduğuna göre İbn Ömer bir ara mescidden dışarı çıktı. Çıkışının sebebini soranlara bu sebebi şöyle izah etti: 'Beni mescidden hikâye anlatanlar çıkardı. Bu hikâyeciler olmasaydı, hiçbir surette mescidi terketmeyi düşünmezdim'.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zümre131 şöyle anlatır: Süfyân-ı Sevrî'ye, 'Biz hikâyecilere yü zümüzü çevirip bakıyoruz' dedim. O şöyle mukabelede bulundu: 'Bid'atçılara yüzünüzü değil, arkanızı dönerek oturunuz'.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İbn Avn132 şöyle der: ibn Şirinin133 yanına gittiğimde şöyle bu yurdu: 'Bugün ne haberler var?' Bu suale 'Emîr'il Mü'minîn, hikâyecileri hikâye anlatmaktan menetti' diye cevap verdim. O zaman İbn Şirin 'Emîr'il Mü'minîn çok isabetli bir karar almış' dedi.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>A'meş, Basra camiine girdiğinde, bir hikâyecinin şöyle dediğini duydu: 'A'meş bize boyle rivayet etmiştir'. Bu söz üzerine A'meş, cemaatin ortasına dikilerek koltuk altlarını yolmaya başladı. Hikâye anlatan adam, densizlik yaptığı açık olan bu adamı şöylece tekdir etti: 'Ey ihtiyar! Va'z meclislerinde koltuk altlarını yolmaktan utanmıyormusun?' A'meş 'Neden utanayım? Ben bir sünneti yerine getiriyorum. </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Sen ise yalan söylüyorsun. Çünkü bahsettiğin A'meş benim. Sana da böyle bir hikâye anlatmış değilim'.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Ahmed b. Hanbel şöyle buyurmuştur: 'İnsanların en yalancısı hikâyeler anlatan ve çok soru sorandır'.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. Ali Basra mescidinde hikâye anlatan bir adamı kovmuştur. Fakat aynı Hz. Ali (r.a)., Hasan Basrî'nin mescidinde yaptığı va'za mânî olmamıştır; çünkü Hasan Basrî (r.a), âhiret ilmi, ölüm, nefsin ayıplarını gösterme, amellerin âfeti, şeytanın iğvaları ve bütün bunlardan sakındırmak hususunda va'z ediyordu. Aynı zamanda Allah'ın nimetlerini, kulun bu nimetlerin şükründe kusur ettiğini, dünyanın ayıplarını sayarak hakir ve geçici bir yer olduğunu; dünyanın hiçbir şeyinde vefa bulunmadığını, âhiretin tehlikelerini ve şiddetli azâplarını anlatıyordu. İşte bütün bunlar şer'an güzel kabul edilen zikir olduğu için, bunlardan konuşmakta büyük bir fayda vardır. Bu tür bir zikrin gerekli olduğunu Ebu Zer Gıfarî'nin (r.a) rivayet ettiği şu hadîsten anlıyoruz:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zikir (ilim) meclisinde hazır bulunmak, bin rek'ât nâfile namaz kılmaktan daha hayırlıdır. (Bir zikir meclisinde bu</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">lunmak), bin hastayı ziyaret etmekten daha hayırlıdır. (Bir ilim meclisinde bulunmak), bin cenaze merasiminde hazır bulunmaktan daha hayırlıdır. Allah'ın Rasûlü'ne </span><span style="color: red">'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu meclislere gitmek, Kur'an okumaktan da mı üstündür?' diye soranlara Allah'ın Rasûlü (s.a) şöyle cevap vermiştir: 'İlim olmadan okunan Kur'an'ın bir fay dası olur mu'?134</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Atâ şöyle demiştir: 'Bir zikir meclisine iştirâk etmek, yetmiş lehviyat meclisine girmenin kefareti olur'.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zâhirperestler bu hadîs-i şerifleri nefislerinin tezkiyesine dair bir hüccet kabul etmişler ve zikir ünvanını da, yapmış oldukları kötü hurafelere ad olarak takmışlardır. Onun için güzel ve esas olan Zikr'in asıl mânâlarından uzaklaşmışlar, ihtilâflı kıssalarla meşgul olmuşlar, keyiflerine göre eksiklik veya ziyadelikler icad etmişlerdir. Kur'an-ı Hakîm'de vârid olan kıssaların sebebinden uzaklaşılmış ve o kıssalara kendi hissiyatlarından doğanları ek lemişlerdir. Kıssaların bir kısmını dinlemekte fayda varsa da; bir kısmı da doğru olmasına rağmen zararlıdır. Nefsi için bu kapıyı açan bir kimse, eğri ile doğruyu, yararlı olanla zararlı olanı karıştırır ve bundan ötürü tehlikeli bir duruma düşer. </strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hikâyeciliğin menedilmesinin sebebi de bu tehlikeden korunmak tan başka bir şey değildir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Yine bu sebepten dolayı Ahmed b. Hanbel şöyle buyurmaktadır: İnsanların, doğru hikâyeler anlatan insanlara ne kadar ihtiyacı vardır?'</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Şayet bir hikâyeci peygamberlerin kıssalarından bahsediyor ve aynı zamanda kendisini dinleyenlere dinî emirleri bildiriyorsa; kısaca doğru şeyleri hikâye ediyorsa, ben böyle birinin hikâyele rinde hiçbir zarar görmemekteyim. Ancak yalan söylemekten, halkın anlamayacağı bir şekilde peygamberlerin hayatlarından hikâyeler anlatmaktan, çok zararlı olacağı için bu hareketlerden şiddetle kaçınmalıdır. Peygamberlerden hasıl olan zellelerin ardından onların yaptıkları hasenâtı anlayamayacağı için, kendi hatâlarının da affedileceği inancına saplanarak kendisini büyük bir tehlikeyle başbaşa bırakır.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">'Bir kısım meşayihten ve ümmetin büyüklerinden şöyle ve böyle rivayet edilmiştir' diyerek kendi düşüncelerini haklı görmek ten şiddetle kaçınmalıdır insanlar... Hikâyeciler kendi fikirlerini delillendirmek için çoğunlukla böyle davranırlar. </span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Böyle yapan her kes büyük bir günah işlemiş olur. Çünkü bu hareket 'Ben Allah'a isyan etmiş ve kusur işlemişsem eğer, bu kusurları benden çok daha faziletli olan büyük insanlar da işlemişler' demekten başka bir mânâ taşımaz. Bu tür şeylerden bu şekilde bir hüküm çıkarabilirler ve bu hükümle bilmeden kendilerini Allah karşısında cüretkâr bir duruma getirirler.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu iki mahzurdan; yani yalan ve rezillikleri anlatmaktan sakınıldığı takdirde hikâye anlatmakta bir zarar yoktur. Bu tak dirde hikâye güzel olur ve Kur'an'ın zikrettiği haber hâlini alır. Nitekim değerli kitaplarda bu tip hikâyelerin çokça yer aldığını görmekteyiz.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bir kısım insanlar, ibadetlere teşvik edici hikâyeler anlatmayı güzel bulurlar. Çünkü bu hikâyelerin amacının insanları hakka dâvet etmek olduğunu düşünmektedirler. Halbuki bu, şeytanın bir yanıltmasıdır. Zira doğruyu anlatmak kâfidir. </strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İnsanı yalana sev kedecek hiçbir sebep yoktur. Allah'ın ve Rasûlü'nün emirlerini an latmak kâfi olduğu için va'zlarda uydurmalara hiçbir ihtiyaç yoktur.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Söze aslında olmayan ilâveler katmak mekruh bir hareket değil midir?</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a), kendini zorlayarak ve cümleleri süsleyerek konuşmaya çalışan oğlu Ömer'e şöyle demiştir: 'İşte seni bana hor gösteren hareketin, süslü cümleler kurmak için kendini zorlamandır. Bu huyundan vazgeçmedikçe, hiçbir ihtiyacını karşılamayacağım'. Bu sözü, oğlu kendisinden bazı ihtiyaçlarını karşılamak için bir şeyler istediği zaman söylemiştir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. Peygamber (s.a) kelimeleri süsleyerek ve kendini zorlaya rak konuşan Abdullah b. Revaha'ya hitaben şöyle buyurmuştur:</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Ey İbn Revaha! Kelimeleri kâfiyeli söylemekten ve bu ko nuda kendini zorlamaktan sakın!135</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Dinen mahzurlu olan seci', iki kelimeden fazla olan seci'dir. Bu sırra binaen ceninin diyeti hakkında 'içmeyen, yemeyen, bağırmayan ve ağlamayan bir parça et için ne diye diyet verelim? Bu, boş yere mal vermektir.. diyen kimseyi Hz. Peygamber (s.a) şöyle azarlamıştır.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Göçebelerin kâfiyeli konuşması gibi mi konuşmak istiyorsun? 136</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Şiirlere gelince, va'z ve nasihat ederken çokça şiir söylemek çirkin görülmüştür, Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Şairlere ise, sadece sapık kimseler uyar. Görmez misin? O şairler, her vâdide şaşkın dolaşırlar. (Şuarâ/224-225)</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Biz ona (peygambere) şiir öğretmedik, ona yaraşmaz da!</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">(Yâsin/69)</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Vâizlerin, âdet edinerek okudukları şiirlerin çoğu aşk, mâşukun güzelliği, kavuşmak ve ayrılık acısıyla ilgilidir. </strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Böyle va'zları dinleyen cemaatin çoğunu halkın en ahmak tabakası teşkil eder. Bu ahmakların şehvet duygularından başka hiçbir şeyle ilgilenmedikleri ve kalplerinin ise güzel şekillere bakmaktan başka bir işe yaramadığı bir gerçektir. </strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Böyle bir cemaatin bulunduğu yerlerde, yukarıda sözü edilen şiirler okunduğu zaman, bu kişilerin şehvet hislerini gıcıklamaktan başka bir sonuç elde edilmiş olmaz. Bu insanlar, saklı ateşin alevlenmesinden dolayı bağırıp çağırarak raksetmeye çalışırlar. Şiir çoğunlukla dinin ta mamına zarar verici bir fesad âleti olmaktadır. Bu nedenle mev'ize ve hikmetli sözleri ihtiva eden şiirler ancak istidlâl yoluyla nakle dilebilir, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Şiirin bir kısmı hikmettir.137</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Şayet meclisi teşkil edenler havasstan kimseler ise ve onlardan başkası da yok ise; o zaman halka zarar veren şiir türleri okunabilir, çünkü havassa böyle şiirler bir zarar vermez. Çünkü üstün de recelere ulaşmış ve kalpleri arınmış kimseler ne dinlerlerse dinlesinler, dinlediklerini kalplerindeki muhabbete malederler. Bunun hakikatini Sema' adlı bölümde uzun uzun anlatacağız. Bu sırra binaen meşhur Cüneyd-i Bağdâdî, ancak on kişiye hitabda bulunur ve cemaat on kişiden fazla olduğunda konuşmasını keserdi. Cüneyd'in hiçbir zaman yirmi kişilik bir cemaata hitap ettiği görülmemiştir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bir cemaat İbn Salim'in130 kapısına giderek, kendisine 'Arkadaşlaruı seni dinlemek için hazırlandılar, çık da onlarla konuş!' dediklerinde İbn Sâlim 'Hayır; bunlar benim ar kadaşlarım değil. Onlar ancak meclisin arkadaşı olabilirler. Benim arkadaşlarım havass insanlardır' diye cevap vermiştir.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Şatahat'a gelince bu terimle bir kısım sûfilerin sonradan ilâve ettikleri iki hususu kastediyoruz:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Birincisi, Allah aşkı hakkındaki uzun iddialardır. Yâni zâhirî amellerin yerine geçen kavuşmadır. Hatta bu mevzuda bir grup, Allah ile birleştiğini bile iddia etmiştir. Öyle ki Allah ile ara larındaki perdelerin kalktığını, Allah'ı alenen gördüklerini ve şifahî olarak kendileriyle konuştuğunu iddia etmektedirler!</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>'Allah bize şöyle dedi, biz de ona şöyle cevap verdik' gibi sözler söylemek suretiyle, kendilerini daha önce bu sözleri söyleyen ve söylediği bu kabil sözlerden ötürü idam edilen Hüseyin b. Mansur el-Hallac'a, (Hallac-ı Mansur'a139) benzetmeye çalışırlar. Hallac'ın Ene'l-Hak sözüyle istişhad etmektedirler.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Beyazıd-ı Bistamî'nin140 'Subhanî, Subhanî; (ben ortaktan münezzehim, benim hiçbir ortağım yoktur) sözüne uyarak bir takım neticeler çıkarmaya çalışırlar.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu tür konuşmalar halka çok büyük zarar verir. Öyle ki, çiftçilerin bir kısmı bu sözleri duydukları zaman çiftlerini, çubuklarını bırakarak bu kuru dâvalar arkasında koşmaya başlamışlardır. Çünkü bu konuşmalar acaip oldukları için insanlara cazip gel mektedir. Zira böyle konuşmalardan sonra insanlar kendilerini birtakım ibadetlerden kurtulmuş sanıyorlar. Bu ne büyük bir felâ kettir! Nefsin yüksek makamlara çıkması ve Allah'la hallenmesi felâketi de bunun çabası.., Ahmak insanlar bu kuru dâvaları ta hakkuk ettirecek kudreti nefislerinde daima görürler ve birtakım mânâsız ve zâhiren güzel görünen içi berbad kelimeleri söylemek ten de geri kalmazlar.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Eğer onlara böyle konuştukları zaman itiraz edilirse, hemen şöyle cevap vermeye yeltenirler: 'Sizin bu itirazınız ilminizden ve tartışmaya merakınızdan geliyor. İlim hakikatlerin önüne çekilen perdeden başka birşey değildir. Cedel ise nefsin hoşuna gittiğinden, hiçbir kıymeti yoktur. Oysa bizim bütün söyledikleri miz bâtın hallerinin dile dökülmesidir. Bunları, bâtınımıza hak nûrunun keşfolunması gösteriyor ve hak, bizim bâtınımızda tecelli ediyor.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte bu ve buna benzer iddialar, İslâm memleketlerini tehlikeli bir yangın gibi sarmış ve bu yangın bilhassa halk tabakasını yakıp kül etmeye neden olmuştur. Bu gibi sözleri söyleyen bir kimseyi öl dürmek, Allah indinde on kişiyi diriltmekten daha hayırlı bir iş olur.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Beyazıd-ı Bistâmî'ye mal edilen söz, onun ağzından çıkmamıştır. Böyle bir sözün ona mal edilmesi kesinlikle doğru değildir. Şayet buna benzer bir söz onun ağzından çıkmış ise, o zaman bu sözü kendisine değil, Allah'a ait olarak hikâye edip konuştuğunu kabul etmek gerekir. Allah'ın dininden bahseder ken, ona ait malûmat içinde böyle bir sözü de söylemiş olabilir. Nitekim Allah Teâlâ (c.c) hakkında malûmat verirken şu sözleri söylediği gibi: 'Muhakkak ben Allahım, benden başka ilâh yoktur, O halde bana ibadet edin'.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Bu bakımdan Bistâmî, bu kelâmı ancak Allah kelâmı olarak hikaye etmiş olabilir. Yoksa o kelâmı kendi adına söylemiş ol masını mümkün göremeyiz.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İkincisi, mânası anlaşılmayan birtakım kelimelerden ibarettir. Bu kelimelerin zâhiri, gayet hoş ve dehşetengiz mânâlar taşımaktadır. Fakat hepsi bu kadardır. Bunların ötesinde bir mânâ ifade etmezler. Bu kelimeleri söyleyen mânâlarını bilmez, sadece aklının noksanlığından dolayı kendi içinden geçirdiği saç malıkları bu kelimelere yükler. Hiçbir zaman ağzından çıkan bu kelimelerin mânâsına nüfuz edebilmiş de değildir. Bazıları bu mânâyı anlar, fakat gayesini anlatmaya muktedir olamadığı için, bu ibareleri yerli yerinde kullanamaz. Çünkü ilmi az olduğu için mânâların hangi terimlerle ifade edileceğini bilemez. Bu tür söz lerde bir fayda yoktur. Bu gibi kelimeler kalpleri yaralar, akılları dehşete düşürür ve zihinleri hayrette bırakır ve hiç de kastedilme yen mânâların anlaşılmasına yol açar."işte böyle olduğu zaman herkes arzularının peşine takılır ve bu kelimelerden istediği gibi mânâlar çıkarmaya başlar.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Sizden herhangi biriniz bir topluluğa anlamadıkları bir tarzda konuşma yaparsa; bu kimsenin konuşması, dinleyenler için bir fitne olur.141</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İnsanlara anladıkları bir tarzda hitab edin. İnsanlarla an lamadıkları tarzda konuşmaktan salanın. Acaba siz Allah ve Rasûlü'nün tekzib edilmesini ister misiniz?142</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Allah Rasûlü'nün menettiği konuşmalar, ancak konuşanın kendisi tarafından anlaşılan, fakat dinleyenlerin anlamadığı konuşmalardır. Bu konuşmaları dinleyenler, anlamadıkları için konuşmayı asla zihinlerine yerleştiremezler. Bir de konuşanın bile anlamadığı kelimelere ne buyurulur? Konuşan kendi sözlerinin mânâsını bilir de, yalnız dinleyenler bu mânâyı anlamasalar bile böyle bir konuşma helâl olmaz.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. îsâ şöyle demiştir: 'Hikmeti, ehil olmayan kimselere ema net etmeyiniz ki, hikmete zulmetmiş olmayasımz. Hikmeti, ehil olan kimselerden kıskanmayınız ki, anlayanlara, idrâk sahiple rine zulmetmiş olmayasınız. Şefkatli bir hekim gibi olunuz ki, he kimler merhemi sadece yaraya sürerler'.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. İsâ'nın (a.s) bu sözü şöyle de rivayet edilmiştir: 'Hikmeti, ehil olmayan kimselere devretmeye çalışan bir kimse cahildir. Hikmeti, ehlinden saklayan bir kimse ise zâlimdir. Hiç kuşkusuz hikmetin bir hakkı vardır ve bir de ehli vardır. Öyleyse her hak sa hibine hakkı verilmelidir'.143</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Tamat'a gelince, şatahat konusunun tamamı tamat ile ilgili dir. Bununla birlikte tamatın kendine ait hususî bir vasfı daha vardır. Bu hususî vasıf ise şeriata ait kelimeleri zâhirî mânâ larından ayırarak bu kelimelere zorla hiçbir faydası olmayan bâtınî mânâlar vermeye çalışmaktır. Tıpkı bâtınîlerin Kur'an ve hadîs üzerine yaptıkları te'vil gibi... </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte bunun için tamat da, şatahat da haramdır ve zararı büyüktür. Çünkü şeriat sahibinden gelen bir nakle dayanmayan ve bir zarurete binaen aklî bir delile istinad etmeyen te'vil ile kelimeleri zâhirî mânâlarından başka mânâlara çevirmek, kelimelere olan itimadı tamamen sarsar, bu durumda Allah'ın ve Rasûl'ün sözleri de anlaşılmaz bir hale gelir. Çünkü artık kelimelerin bir mânâsı kalmamıştır veya daha doğru bir deyişle herkes her kelimeye kendi istediği mânâyı vermiş ve hükümler ortadan kaldırılmıştır. Öyle ki artık her kelimeden bâtınî mânâlar çıkarılır olmuştur. İşte en büyük felâketlerden biri budur. Bu zararı çok büyük olan hâl, halk arasında çok yaygın olan bid'atlerdendir. Bu bid'atleri icad edenler, acaiplikler ar kasında koşmak suretiyle şöhrete ulaşmak isteyen kimselerdir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zira insanoğlu tabiatı icabı, daima acaipliklere meyletmiş ve acaip likleri temsil ettikleri sanılan kimseleri, büyük adam olarak bilmiştir. İşte insanın garip şeylerden zevk almasını, bu şarlatanlar istismar etmişler ve halkın gözünde birer kahraman kesilmişlerdir.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bâtınîler, korkunç bâtıl telakkîleriyle şeriatın büyük temelle rini sarsmaya yeltenirler ve şeriatın zâhir olan hükümlerini te'vil ederek, (bunları yıkmak için kaleme aldığımız el-Müstezhir isimli kitabımızda da belirttiğimiz gibi) şeriatın tamamını kendi te'villerine göre bina etmeye çalışırlar.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Tamat ehlinin te'viline bir misal olarak şu ayetin te'vilini gös terebiliriz.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Haydi artık Firavun'a git, çünkü artık o çok azdı. (Nâziat/17)</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bunlar, ayet-i kerîmede geçen Firavun kelimesini, zalim Firavun'a değil de, kalbin bir hâline hamlederek 'Firavun' dan maksad, insana saldıran kalptir' demişlerdir. Yine bunlar Kasas sûresinin 32. ayetinde geçen 'Ve asânı yere bırak' cümlesindeki asâ kelimesini, insanın güvendiği ve Allah'tan başka itimad ettiği şeylere atfetmişler ve bunları kaldırıp atmanın gerekli olduğunu söylemişlerdir.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. Peygamberin (s.a) 'Sahur yemeğinin ye</strong></span></span></span><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">yiniz, çünkü sahurda bereket vardır'144 sözünü şöyle te'vil etmişlerdir: 'Sahur kelimesinden murad, seher vaktinde istiğfar etmektir'.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu adamlar o kadar ileri gitmektedirler ki, Kur'an-ı Kerîm'i baştan aşağıya te'vil etmeye kalkışmakta, İbn Abbas'dan itibaren bütün Kur'an müfessirlerini bir yana atarak bütün ayetleri kendi anlayışlarına göre tahrif etmektedirler. (Zaten bunu yapabilmek için böyle bir yola başvurmuştur bu sahtekârlar).</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Bâtınîlerin ve te'villerinin bir çoğunun bâtıl olduğu apaçık bi linmektedir. Tıpkı Firavun'u kalp ile tefsir etmeleri gibi...</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Firavun, elle tutulan ve gözle görülen bir kişidir. Varlığı teva tür yoluyla bize kadar gelmiştir. Gene aynı Firavun'un Hz. Musa tarafından hakka dâvet edildiği de tevatür hâlindedir. Firavun kendisinden sonra yaşamış bir Ebu Leheb, bir Ebu Cehil ve sâir kâ firler gibi bir kâfirdir. Firavun, asâ ve sahur; şeytan ve melek gibi hiss ile bilinmeyen şeylerden değillerdir ki onları teVile çalışalım.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Sahurun seherde istiğfar mânâsına tevil edilmesi de büyük bir hatadır. Çünkü sahurun ne olduğunu bizzat efendimiz hareke tiyle bize bildirmiştir. Allah'ın Rasûlü sahur zamanında yemek yer ve etrafındakilere şöyle derdi:</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Bereketli gıdaya geliniz.145</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Tevatür, hiss ve nakil yoluyla gelen bütün ölçülere göre, bu gibi te'viller bâtılın en aşağı derecesidir.</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu tevillerin bâtıl olduğunu bâzen zann-ı galib ile biliriz. Bu da hissin müdahalesinin bulunmadığı emirlerde olur. Bütün bu te'viller haramdır, dalâlettir, dinî halk tabakası nazarında ifsad etmektir. Ne sahâbeden ve ne de tabiînden bu te'villere benzer riva yetler nakledilmiştir. Halkı hakka dâvet eden ve halka va'z u nasi hatta bulunan Hasan Basrî'den de böyle te'viller nakledilmiş değildir. (Hasan Basrî, kırk sene durmadan sahâbeyi dinleyerek ilim sahibi oldu. Bütün hayatı boyunca sahâbeden dinlediklerini nakletti. Onun dinledikleri kimseler içinde yetmiş Bedir kahra manı ve diğer üçyüz sahâbî vardı. Buna rağmen o böyle teViller yapmadı. Yaptığına dair en küçük bir rivayet gelmemiştir. Bâtınîlerin elinde buna dair en basit bir delil bile yoktur).</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Kur'an-ı Kerîm'i kendi görüşüne dayanarak (kaideleri gözetmeden) tefsir eden kimse ateşte yerini hazırlasın.146</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu hadîs-i şerifin mânâsını, bâtınîler gibi kendi görüşleriyle tefsir edenlere hamledersek ancak açıklığa kavuşturabiliriz. Şöyle ki: Yukarıda bahsi geçen tevil ve tefsirlere kaçan bâtınî meşrebli bir kimsenin gayesi ve görüşü bir emrin tahkik ve tesbitidir. İşte o emri bir de te'vil yoluyla Kur'an'ın şehâdetiyle tevsik etmek ister. Ne lûgat ve ne de nakil olarak hiçbir delil yokken Kur'an ayetlerini o mânâlara hamletmek ister. Yukarıda zikrettiğimiz hadîs-i şerif 'Kur'an istihraç ve tefekkür yoluyla tefsire tâbi tutulmasın' demi yor. Zira birçok ayet için sahabe-i kirâm ve müfessirlerden beş-altı ve hatta yedi mânâ naklolunmuştur. Biliniyor ki bu mânâların hepsi Hz. Peygamber'den nakledilmiş değildir. Zira bu mânâların bâzan biri diğerini nakzettiği için bir araya toplanmaları mümkün olmuyor. Demek ki bütün bu mânâlar Hz. Peygamber'den işitilmiş değil, belki uzun tefekkür ve anlayış sonucunda ortaya atılmış mânâlardır. </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte bu sırra binaen Allah'ın Rasûlü, İbn Abbas için şöyle buyurmuştur:</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Ey Allahım! Onu dinde fakih kıl ve kendisine Kur'an'm te'vilini öğret.147</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Tamat ehlinden, bu te'villerin lâfızlardan kastedilen mânâlar olmadığını bildiği halde caiz gören ve bununla halkı hakka çağırdığını iddia eden bir kimse; hakikatte doğru olan bir şeyin is batı için Allah Rasülü'nün söylemediği bir sözü uydurup da söyle yen bir kimseye benzer, Bu ise zulüm ve dalâletin tâ kendisi olduğu gibi, ayrıca bu zulmü irtikâb edeni de Allah Rasûlü'nün şu müba rek sözü tehdit etmektedir:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Benim söylemediğim bir sözü bana kasden mâleden ve yalan uyduran bir kimse ateşte yerini hazırlasın!148</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu kelimelerin tevili, bütün bu tehlikelerden daha korkunçtur. Çünkü bu gibi teviller, kelimelere olan itimadı sarsar. Böyle olunca da hiç kimse Kur'an'dan hiçbir mânâ çıkarma imkânı bu lamaz. Böylelikle Kur'an'dan istifade etmek yolları kapanmış olur!</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Şeytanın, halkı hakka dâvet edenleri memdûh ve makbul ilim lerden, mezmum ilimlere nasıl çevirdiği ortadadır. Bütün bu felâ ketler, terimleri hakikî mânâlarında değil, başka mânâlarda kul lanan sahtekâr âlimlerin telbisatı sonucunda meydana gelmekte dir. Şayet meşhur terimlere güvenerek ve asr-ı evvelde bilinen hak ikate bakmayarak bu kişilere tâbi olursan, senin durumun tıpkı hekîm denilen, fakat aslında hikmetle alâkası bulunmayan bir kimseye tâbi olup, şeref talebinde bulunan bir kimsenin durumuna benzer. Böyle bir kimse sadece hikmet teriminin şerefiyle yetinmiş olmaktadır. </strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Zira hikmet tâbiri günümüzde tabibe, şâire ve münec cime mâledilmektedir. Bu kelimeleri bahsi geçen meslek erbabına mâletmek ise, kelimelerin ifade ettiği mânâları bilmemekten (gafletten) doğmaktadır.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Beşincisi ise Hikmet terimidir. Hakîm sıfatı tabiblere, şairlere ve müneccimlere ait bir sıfat oldu. Hattâ yol kenarlarında kuşların pençeleriyle veya köylülerin eliyle kabak döndüren hokkabazlara dahi Hakîm sıfatıyla hitab edilmektedir. Halbuki hikmet, Allah Teâlâ'nın övdüğü ilme denir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Allah dilediğine hikmeti ihsan eder. Kime hikmet ve rilmişse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir. Bunu ancak akıl sahipleri düşünür.(Bakara/269) </strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">Hikmet'ten bir kelimeyi öğrenmek, kişi için dünya ve onun içindeki varlıkların tümünden daha hayırlıdır.149</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Yukarıda naklettiğimiz ayet ile hadîsi dikkatle tedkik ederek hikmetin ne mânâya geldiğini düşününüz ki, sonraları hangi mânâlarda kullanıldığını anlayabilesiniz. Diğer terimleri de hikmet terimiyle mukayese ediniz. Ancak böyle yaptığınız takdirde sahtekâr âlimlerin hilesinden kendinizi koruyabilirsiniz. Zira kötü âlimlerin dine verdiği zarar, şeytanların verdiği zarardan daha dehşetlidir. Çünkü şeytan, insanların kalbinden imanı bu gibi kimseleri vesile ederek çekip alır. İşte bunun için Allah'ın Rasûlune (s.a) halkın en şerlisi sorulduğu zaman cevap vermek ten kaçınmış ve 'Allahım affet' demekle yetinmişti. Ashab, aynı suâli birkaç kere tekrarlayınca da şöyle buyurmuştu: 'Onlar, kötü alimlerdir'.150</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Mahmud ve Mezmum (Güzel ve Çirkin) ilimlerin ve iltibasın nereden kaynaklandığını artık öğrenmiş bulunuyorsunuz. Bu ne denle şimdi muhayyersiniz; ister nefsinizi selef-i sâlihîne uydu rursunuz, ister gurur zincirlerine sımsıkı sarılır, halefin ar kasında gidersiniz. Selef-i sâlihinin kendisine meşgale olarak seçtiği güzel ilimler inkıraza uğramış olduğundan bugünün in sanını meşgul eden ilimlerin çoğu bid'attir ve dine sonradan ilâve edilmiştir. Böylelikle Hz. Peygamber'in (s.a) şu mübarek sözü de yerine gelmiş olmaktadır:</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>İslâm garip olarak başladı ve sonunda da başladığı gibi ga rip olacaktır. Garipler için cennet vardır.151</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Bu hadîsi ifade buyurdukları zaman Hz. Peygamber'e 'Garipler kimlerdir?' diye soruldu. O da şöyle cevap verdi:</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">Garipler o kimselerdir ki, halk tarafından bozulmuş olan sünnetimi ıslah edip düzeltirler. Halk tarafından öldürülmüş (terkedilmiş) olan <span style="color: red">sünnetimi de ihyâ ederler.152</span></span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Garipler o kimselerdir ki, sizin bugün üzerinde olduğunuz hakîkate sarılırlar.153</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Garipler, sayıları pek az olan sâlih kişilerdir. Fakat bu kişiler, sâlih olmayan, fertleri çok olan bir topluluk içinde yaşarlar. Yaşadıkları bu topluluk içinde kendilerini seven az, buğz eden ise çoktur.154</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Gerçekten de selef-i sâlihînin ilimleri bugün gariptir. O kadar ki günümüzde bu ilimleri hatırlatanlar sevilmemektedir. İşte bu sırra işaret etmek isteyen Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Bir âli min dostunun çok olduğunu gördüğün zaman bilmiş ol ki, o âlim hak ile bâtılı birbirine karıştırmıştır. Zira hak ile bâtılı birbirine karıştırmamış olsaydı, dostu az düşmanı çok olurdu'.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Mahmud (Güzel) İlimlerin Memduh Olan Miktarı</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu itibarla ilim üç kısma ayrılır:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>1. Azı da çoğu da mezmum (çirkin) olan ilim</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">2. Azı da, çoğu da mahmud (güzel) olan ilim; ne kadar fazla olursa o kadar güzeldir.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal"><span style="color: red">3. Kifayet edecek miktarı güzel, kalan kısmı ise güzel olmayan ilim İlmin durumu aynen bedenin hâline benzer. Bedene ait bazı haller vardır ki azı da, çoğu da güzeldir. Meselâ, sıhhat ve güzellik gibi...</span> </span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Diğer bir kısmı ise, mûtedil davranıldığı zaman güzel, haddi aşıldığı zaman çirkindir. Meselâ malını Allah yolunda vermek gibi. Haddi aşarak verilen şey sadakadır, fakat güzel değildir. Çünkü israftır. Meselâ şecaatin bir dalı olan tehevvür gibi. Tehevvür, şecaatin bir bölümüdür ama güzel değildir. Halbuki şecaat güzeldir. İşte ilim de aynen böyledir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Azı da, çoğu da kötü ve çirkin olan ilim, ne ahirete ve ne de dünyaya bir faydası dokunmayan ilimdi. Ne dünyaya, ne de ahi</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">rete yaramayan ilmin faydasından çok zararı dokunacağı herke sin kabul edeceği bir gerçektir. Sihir, tılsım ve yıldız ilimleri gibi...</span></span></span></strong></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu ilimlerin bir kısmında hiçbir fayda yoktur. Dolayısıyla bu ilimlerle meşgul olmak insanın en kıymetli sermayesi olan öm rünü boşuna harcaması demektir ki değerli bir sermayeyi boşuna harcamak çirkin ve kötü bir harekettir. Bu ilimlerin bir kısmının zararı, dünyaya yaradığı zannedilen kısmından daha ağır bas maktadır. Zira bu kısmında geçici bir menfaat var ise de, verdiği zarara nisbetle bu menfaat hiç denecek kadar azdır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Her tarafıyla mahmud (güzel) olan ilme gelince, bu ilim, Allah'ın sıfatlarını, fiillerini, halk arasındaki Sünnet-i ilâhîyesini ve âhireti dünyadan üstün kılmasının hikmetini beyan eden ilim dir. İşte bu ilim bizâtihi istenen ilmin tâ kendisidir. Çünkü ancak bu ilimle insanlar ebedî saadete ulaşırlar. Bu ilmi elde etmek için insanın vargücüyle çalışması bile kendisini kusurdan kurtarmaz. Zira bu ilim idrâk edilemeyecek kadar geniş ve dibi bulunamaya cak kadar derindir. Herkes kendi gücü nisbetinde ancak bu der yanın sahil ve sığ yerlerinde gezebilir. Bu denizin etrafında ve sığ yerlerinde ancak peygamberler, kâmil velîler ve Allah ilminde rü sûh kesbeden âlimler gezebilirler. Elbette ki onlar kendi derecele rine ve Allah Teâlâ'nın kendileri için takdir ettiği derinliklere ka dar dalabilmişlerdir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte kitaplarda yazılı olmayan gizli ilim budur. Bu ilmi insan ancak öğrenmeye çalışmakla ve âhiret âlimlerinin ahvâlini iyi bilmekle elde edebilir. Âhiret âlimlerini tanıtacak alâmet-i fârika lar ilerideki bölümlerde izah edilecektir. İşte bu ilmi bilmek için yapılacak iş budur. Âhirette ise, bu ilmi elde etmeye çalışmak, mü cahede, kalb tasfiyesi, dünya meşgalelerinden kalbin kurtarılması ve bu dünyada peygamberlerin ve kâmil velilerin arkasında gitmek ile onları örnek almak yardım eder.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Evet, bütün bunları yapmak lâzım ki, bu ilmin peşinde olan herkes çalışması nisbetinde değil, ancak nasibi kadar bu ilme sa hip olabileceğini anlasın. Bu sözü, o halde gayrete gerek olmadığı mânâsına almak büyük bir hata olur. Zira gayret, hidayetin anah tarıdır ve hidayetin gayretten başka anahtarı da yoktur.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bir miktarı güzel, kalanı çirkin olan ilimlere gelince, bu ilim ler farz-ı kifâye bölümünde zikrettiğimiz ilimlerdir. Farz-ı kifâye olan bu ilimlerin her birinde üç mertebe vardır:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>1. Lâzım olduğu kadarıyla yetinmek ki bu en azıdır.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">2. Ne ifrata ve ne de tefrite sapmaksızın normal bir miktarı elde etmek.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">3. Ortalama haddini aşıp ömrün sonuna değin sürekli elde etmeye çalışmak.</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu duruma göre sen iki halden birine talip ol. Yâni ya nefsinle veya nefsini ıslah ettikten sonra başkasıyla meşgul ol! Sakın kendi nefsini ıslah etmeyip, başkalarıyla meşgul olan kimselerden olma! Nefsinle meşgul olan bir kimse isen, sadece sana farz olan ve du rumunun şartlarına uygun düşen ilmi tahsil etmeye çalış! Namaz, taharet, oruç ve sair ibadetler gibi. Zâhirî amellerinle ilgili ilmi elde etmeye gayret et!</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Herkesin ihmal ettiği ilim, kalbin özelliklerini ve bunların gü zelini ve çirkinini bildiren ilimdir. Yeryüzünde yaşayan hiçbir in san çirkin sıfatlardan arınmış değildir. Kötü sıfatlar; hırs, hased, riya, kibir, ucûb ve benzeri sıfatlardır. Bunları terk etmek ve kalp ten uzaklaştırmak vâcibdir.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bütün bu kötü sıfatlarla malûl olduğu halde zâhirî amellerle meşgul olan bir kimsenin durumu, uyuz bir kimsenin durumuna benzer. Uyuz olan bir kimse, kendisini bu uyuz hastalığından kur taracak ilâçları ihmal ederek, zâhirde görünen yaralarına mer hem sürerse, hiç kuşkusuz saçma bir iş yapmış olur.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Bir meselenin dış yüzüyle ilgilenen âlimler, yol kenarında otu rarak, gelene geçene zâhirî merhem tavsiye eden doktorlara ben zerler. Âhiret âlimleri ise, ancak bâtının temizlenmesine, şerri bü tün şekilleriyle ortadan kaldırmaya ve kötülükleri kalplerden sö küp atmaya bakarlar.</span></span></span></strong></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Kalp amellerinin zorluğu, buna mukabil zâhirî amellerin ko laylığı birçok kimseleri ürkütmüş, onları kalbi temizlemeye çalışmaktan ise zâhirî amellere sarılmaya sevketmiştir. Bu garip lerin durumu, tıpkı hastalığı kökünden söküp atacak olan acı ilâç ları almaktan çekinip, zâhirî yaralara merhem sürmeye rıza gös teren hastaların durumuna benzer.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu hastalar bir yandan dıştaki yaralara merhem sürmek için</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">yorulurken diğer yandan o yaraların kökü daha da derinlere git mekte ve hastalık gittikçe azmaktadır. Şayet âhireti ister ve kurtulmayı murad edersen; ebediyyen helâk olmaktan kaçar saadeti elde etmeye çalışırsan, herşeyden önce hastalıkları derinliğine bil diren ve o hastalıkların ilâcını (Mühlikât bölümünde açıkça söy lediğimiz gibi) tavsiye eden ilmi öğren! Bu ilmi öğrenirsen öğrendiğin bu ilim seni Kurtarıcılar bölümünde zikrettiğimiz ma kamlara çeker ve bu şekilde kesin bir bilgiye, ebedî saadete ulaşmaya namzed olursun. Zira kalp kötü sıfatlardan kurtulunca, o sıfatların yerini övülmüş olan sıfatlar doldurur. Aynen toprağın yabanî otlardan temizlenerek, fideleri ve gülleri yetiştirmeye hazırlanışı gibi...</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Şayet kalp, kötü sıfatlardan temizlenmezse, oraya iyi sıfatların girmesine imkân kalmaz. Bu bakımdan halk tabakası arasında farz-ı kifâye olan ilimlerle meşgul olan kimselerin çok olduğu bir zamanda, farz-ı kifâyelerle değil, kalp ilimleriyle meşgul ol. Zira başkasının salâhı için kendisini helâk eden kimse ahmak sayılır. Elbiselerinin cepleri yılanla, akreple ve daha başka öldürücü ya ratıklarla dolu olan kimsenin kendi hayatım düşünmeyerek, başkasının yüzüne konmuş sineklerle meşgul olması ne büyük bir hamakat örneğidir! Zira başkasının yüzündeki sinekleri kovması, kendisini akrep ve yılanların sokup öldürmesine mâni olmaz.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Eğer nefsini ıslâh ederek kötülükleri tasfiye etmiş isen, gü nahın açık ve kapalı bütün şekillerini terketmeye gücün yetiyor ise ve bu hâl sende bir tabiat hâlini almışsa ki bu sıfatın elde edilmesi çok uzak bir ihtimâldir o zaman farz-ı kifâye olan ilimlerle meşgul olabilirsin. Fakat bu ilimlerde yine de tedricî bir şekilde yürümeyi unutma!</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşe önce Allah'ın Kitabı'ndan başla. Allah'ın Kitabı'nı öğrendikten sonra Rasûlü'nün sünnetini öğrenmeye çalış. Daha sonra Kur'an'ın nâsih, mensuh, mevsul, mefsul, muhkem ve müteşâbih ilimlerini öğren. Aynı minval üzere sünnet-i seniyeyi de öğrenmeye çalış. Bütün bunları öğrendikten sonra fıkıh ilminin bir dalı olan mezheb ilminin teferruatı ile uğraş. Sakın üzerinde ihtilâf olan konularla meşgul olma. Bunu da öğrendikten sonra usûl-ü fıkıh ilmine dal. Böylece ömrün müsaade ettiği nisbette diğer ilimlere de el atmaya bak. Bütün ömrünü ilmin bir dalma ve o ilmin zirvesine çıkmak için sarfetme; zira ilim çok, ömür ise kısadır. Bu ilimlerin hepsi birer âlet ve başlangıçtır. Bunların biz zat kendileri amaç değildir. Bunların herbiri başka ilimlerin basamaklarıdır. Bu nedenle başka ilimlere basamak olan herhangi bir ilimle meşgul olarak esas amacı unutup, ihmal etmek doğru bir hareket olmaz.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>O halde lugat ilmini meramını arapça anlatacak kadar öğrenmeye çalış. Kelimelerden ancak Kur'an'ı ve Sünnet-i anlaya cak miktarını öğren yeter... </strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Daha doğrusu, Kur'an ve Sünnet'te ge çen garib kelimeleri anlayabilecek kadar Arap dilini bilmek kâfi dir. Daha ilerilere gitmek için vakit kaybetmemelidir. Nahiv il minden Kur'ân ve Sünnet-i çözecek miktarını öğren!</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Çünkü hiçbir ilim yoktur ki onda üç vasıf bulunmasın.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>1. İktisar (lüzumlu miktardan az)</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">2. İktisad (ne ifrat ve ne de tefrit, tam ortası)</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: red">3. İstiksa (normalin üzerine çıkmak, en fazlasını bilmeyeçalışmak)</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Diğer ilimleri kıyaslamak imkânının elde edilebilmesi için ha dîs, tefsir, fıkıh ve kelâm ilimlerinin bu üç mertebesine işaret ede lim. Tefsir ilminde iktisar, Kur'ân'ın iki misli olmak demektir. Nitekim böyle bir tefsiri Ali el-Vâhidî en-Nisaburî155 yapmış ve isim olarak da el-Veciz ismini vermiştir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Tefsir ilminde iktisad mertebesi, Kur'an'm üç misli bü yüklüğünde olan tefsirdir. Nitekim böyle bir tefsiri el-Vasit adı ile yine adı geçen şahıs yazmıştır. Bundan daha büyük tefsir ise, pek de lüzum olmadığı halde bir ömrü bitirir, fakat kendisi bitmez.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hadîste gelince, hadîs ilminde iktisar derecesi Buhârî ve Müslim'in hadîslerinden birer nüshayı, hadîs metninin ilmine vâkıf olan bir kişinin yanında okuyarak tashih ve tahsil etmektir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hadîs ricalinin ismini ezberlemek hususunda, daha önceki hadîs âlimlerinin bu sahada yaptıkları çalışmaları tâkip etmek ye ter de artar bile. O âlimlerin kitaplarına her bakımdan güvenilebi lir. Müslim'in veya Buharî'nin metinlerini ezberlemek zaruri değildir. Ancak bu iki kitabı ihtiyaç olduğu zaman, lâzım olan hadislerin bu kitapların neresinde olduğunu bilip, yerini muhatabına gösterebilecek kadar tahsil etmeniz yeterlidir.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hadîs ilmindeki iktisad derecesine gelince; Müslim ve Buhârî'nin yanında sahih olan diğer hadîs kitaplarını okuyup, on larda fazla olarak bulunan hadîsleri Müslim ve Buharî'ye kat maktır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hadîs ilminde en son hadde varmak ise, bu kitapların dışında kalan hadîs kitaplarından, zayıf, kavî, sahih, sakim hadîsleri nak leden ve hadîs ilminde birçok yollar öğreten hadîs ricalinin ahva lini, isimlerini ve vasıflarını bildiren kitapları mütalaa etmektir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Fıkıh ilmine gelince, bu ilimde iktisar derecesi İmam Müzenî'nin156 Muhtasar adlı eserinin muhtevasın-ki biz o eseri Hulâsat'ul-Muhtasar adlı kitabımızda tertibe koyduk mütalâa et mektir. Fıkıh ilminde iktisad derecesi Muhtasar isimli kitabın üç misli bir kitap okumaktır ki biz bu miktarı el-Vasit miri el-Mezâhib adlı kitabımızda bildirmiştik. Fıkıh ilminde son derece ise el-Basit isimli kitabımızı ve buna benzer uzun kitaplarda varid olan mal ûmatları okumaktır.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Kelâm 'a gelince, bu ilimden gaye ehl-i sünnetin selef-i sâlihin den naklettiği inançları korumaktır. Kelâm ilminin bundan gayrı bir vazifesi yoktur. Kelâm ilminden bu miktardan fazlasını iste mek, meselelerin sırlarını ve hakikatini başka yollarda aramak demektir.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Ehli Sünnet akâidi, Kelâm'a ait kısa bir kitap okumak suretiyle elde edilebilir. Bu miktar, Kavâid-ül-Akaid adlı eserimizde izah ve beyan ettiğimiz kadardır. Bu kitabımız îhya-i Ulûm'id-Din içeri sinde yer almaktadır.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Kelâm'da iktisad derecesi ise yüz sahifelik bir kitabın muhte vası kadardır. Biz bu miktarı el-îktisad fi'l-itikad adlı eserimizde beyan etmiştik.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Ayrıca kelâm ilmine bir de bid'at ehliyle mücadele etmek için ihtiyaç vardır. Bu bid'atlara karşı koymak için müslümanlar Kelâm ilminin savunmalarına muhtaçtır. Çünkü Kelâm ilmi</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">bid'atçının ortalığa yaydığı bid'atları halkın arasından çekip al maya yarar. Fakat Kelâm ilmi, bid'atlar konusunda halk tabakası taassuba saplanmadan önce işe yarar. Bid'atçı eğer cedel ilminden bir şeyler biliyorsa, onu Kelâm ilmiyle hizaya getirmek ve bid'atını kendisine kabul ettirmek pek mümkün değildir. Siz onu sustur sanız bile, o yine kendi mezhebini terketmez, Kendisini sustur manızı nefsinin zaafına hamleder, asla fikrine zaaf düşürmeye yanaşmaz. Yine bu fikre karşı verilecek bir cevap olduğunu, fakat bu cevabı kendisinin vermeye kudreti yetmediğini düşünür. Siz kendisinden kuvvetli oluşunuzla onu teşevvüşe sürükleyen biri olursunuz onun yanında... Halk tabakası bu nevi mücadele şekliyle haktan uzaklaştırılır ise, o sapık itikadında sabitleşmeden önce ha fif bir tartışma ile sapıklıktan çevrilebilir. Fakat bâtılı tam mâ nâsıyla benimsemiş ve kalbinde bu sapıklık sabitleşmiş ise onun dönmesi imkansız değil ise de çok zor bir iştir. Artık onu Kelâm ilmiyle tedavi etmenin bir faydası olmaz. Zira taassub, telâkki ve inançları kalplere yerleştiren bir felâkettir. Esasında bu felâket kötü âlimlerin afetlerindendir. Zira sahtekâr âlimler, hak için if rata saparlar ve taassup gösterirler. Muhaliflerine istihfaf ve is tihkârla bakarlar. Onların bu hâli muhaliflerini de aynı duruma sürükler. Onlar da kendilerine kötü bakmaya başlarlar. O kadar ki mutaassıplara muhalefet etmiş olmak için bâtıla yardım ederler. Onların bu müsamahasız tutumları muhaliflerini bâtıla daha da çok sarılmaya zorlar. </span></span></span></strong></p><p> </p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Eğer kötü âlimler, lütûf, merhamet ve nasi hati güzel bir şekilde yapsaydılar ve kimsenin bulunmadığı bir yerde muhaliflere hakikati güzel bir dille ifrata kaçmaksızın an latsaydılar, elbette başarı kazanabilirlerdi. Muhaliflerini hakka döndürmeye muvaffak olabilirlerdi. Fakat dünya nimetleri edine bilmesi, halk arasında kendisine çok taraftar bulmasına bağlıdır. Halkı elde edebilmek için de hasımlara şiddetle saldırması gerek mektedir. Ne kadar küfür yağdırırlarsa, halkın o kadar hoşuna gi der ve elbette bunu yapana itibar ederler. İşte bunun içindir ki kötü âlimler kendilerine taassubu meslek edinmişler ve bunu yüksel melerinin vasıtası bilmişlerdir. Bu taassuba da dini müdafaa adını takmışlardır. Şiddetli taassub halkı helâk eden bir felâkettir. Çünkü taassub, bid'atları kalbe yerleştiren en büyük vesiledir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Son asırlarda ortaya çıkan ve hakkında sayısız kitaplar telif edilen ihtilaflara gelince ki bunların hiçbiri selef'i Sâlihîn za manında görülmemiştir bu ihtilafların yanına dahi yaklaşmaktan sakın! Seni öldürecek bir zehirden kaçındığın gibi ihtilaflardan kaçın. Çünkü bu, Ümmet-i Muhammed'in kökünü kurutan bir hastalıktır. Bu hastalığın tehlikeleri ve afetleri, ileri deki bölümlerde tafsilâtlı bir şekilde izah edilecektir.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Kendilerini temize çıkarmak için İnsanlar, bilmediklerinin düşmanıdır' darb-ı meselini söyleyenlerin sözlerine aldanma! Zira bu sahada iyice bilgi sahibi olan bir kimsenin nasihatini dinliyor sun. Sana bu nasihatları, ömrünün uzun yıllarını bu sahada tüke ten ve kendisinden önceki kelâmcılardan çok daha fazla kitap ya zan, tahkikat yapan, cedel ve beyana dalıp büyük mücadeleler ve ren biri yapmaktadır. Allah Teâlâ şu anda sana nasihat eden âciz kula, doğru yolu göstermiş ve o da Allah'ın bu lûtfuna lâyık ola bilmek için eski ve kötü âdetlerini tamamen terketmiş ve nefsinin kusurlarını gidermeye çalışan biridir.</strong></span></span></span></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">'Fetva, şeriatın direğidir. Şeriatın gizli illetleri ise ancak ihti laflı meseleleri bilmekle bilinir' diyenlerin sözüne sakın aldanma! Zira mezheplerin incelikleri hilâfiyatla değil, bu konuda yazılmış olan kitapları okumakla bilinir. Sözünü ettiğimiz bu kitaplar mez hepler hakkında en küçük meselelere değin malûmat vermekte dirler. Bu kitaplardan fazlası ise cedele dayanır. Selef-i Sâlihîn ve sahabe devrinde fetva ilminin incelikleri çok daha iyi bilindiği halde, hilâfiyata ait hiçbir bilgi sahibi değildi onlar. Cedel sanatını da bilmiyorlardı. Bu hilâfiyat bilgilerinin mezhep ilmine hiçbir fayda temin etmedikleri bir yana, fıkhın da zevkini öldürürler ve ifsad edici bir özellik taşırlar. Çünkü fetva ilminin şartları içinde hareket etmesi mümkün değildir. Gedele meyleden kimsenin zihni cedelin isteklerine boyun eğer. Dolayısıyla Fıkh'ın zevki böyle bir insandan uzaklaşır.</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: teal">Cedel ilmiyle sadece şöhret olmak isteyen kişiler meşgul olur lar. Bu kimseler mezhebin inceliklerini bilmek için cedele girdik lerini iddia ederler. Halbuki ömürleri bittiği halde, kendilerini ce del ilminden kurtarıp bir türlü mezhep ilmine verememişlerdir.</span></span></span></strong></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Ey hak arayıcısı! Cin şeytanlarını belki de kolaylıkla yener ve onların şerrinden emin olabilirsin. Fakat ins şeytanlarından kendini şiddetle koru! Zira ins şeytanları insanları ifsad etme işini, cin şeytanlarından devralmış ve onları bu zahmetten kur tarmışlardır.</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Akıllı insanların indinde makbul olan hâl, insanın kendisini dünyada Allah ile beraber başbaşa kalmış farzetmesidir. Önünde ölümün, Allah'ın mahkemesine varışın, hesabın, cennetin, cehennemin olduğunu düşünüp zihninde canlandırmalısın. Sana yardım eden ve saadetini temin edecek olan şeyler üzerinde düşünmeli ve ötesini büsbütün terketmelisin!</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Ermiş insanlardan biri rüyasında başka bir âlimi görür ve o âlimden sorar: 'Dünyada iken tartışmalar yapıp münazaralara daldın. Bunlardan elde ettiğin şey ne oldu?' Âlim elini açarak avucuna üfler ve der ki: 'Bütün o ilimler bir kasırganın önündeki toz gibi uçup gittiler. Bize sadece gecenin geç saatlerinde ihlâs ile kıldığımız iki rek'ât namaz fayda verdi...'</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bir hadîste şöyle buyurulmuştur:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Bir kavmin hidayetten dalâlete sapması, cedel yapmasından ileri gelmiştir.157</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bu hadîsi söyledikten sonra Hz. Peygamber şu ayeti okudu: <span style="color: red">'(Ey Rasûlüm! Hakikati anlamak için değil) bunu sana sırf bir müca dele olsun diye (ve seni cevap vermekten âciz bırakmak için) misal veriyorlar. Doğrusu onlar çok tartışmacı kimselerdir'. (Zuhruf/58)</span></strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>İşte kalplerinde şüphe bulunanlar, fitne aramak ve te'vile gitmek için Kur'an'ın müteşabih ayetlerine uyarlar' (Âlû İmrân/7) ayetini yorumlayan Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmuştur:</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>'Onlar cedel ehlidirler, onlardan sakınınız' demekle Allah Teâlâ bizi onlardan sakındırıyor.158</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Selef'ten bir âlim şöyle demiştir: 'Âhir zamanda bir kavim gelecek ve o kavme amel etmek için bütün kapılar kapanacak, yalnız cedel kapıları açık kalacaktır.</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Bir kısım haberlerde şöyle vârid olmuştur:</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Öyle bir zamandasınız ki, size amel etmek ilham olunuyor. Sizden sonra öyle bir kavim gelecektir ki onlara sadece cedel yapmak ilham olunacaktır.159</strong></span></span></span></p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Allah'ın en çok buğzettiği kul, cedelde en sedid olan kuldur.160</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: teal"><strong>Hangi kavme cedel verilmişse, mutlaka o kavim amel etmekten menedilmiştir.161</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="font-size: 15px"><span style="color: red"><strong>Allah Teâlâ herşeyi bütün insanlardan daha iyi bilir!</strong></span></span></span></p><p> </p><p><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black"><strong>114) Buhari ve Müslim, (Hz. âişe'den)</strong></span></span></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">115) Taberânî, (İbn mes'ud'dan); Hatib, kitab-ul Kavm fi ilm'in-Nücûm,İbn</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">116) İbn Abdilberr ve İbn Asakir, (Ebu Mahcen'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">117) İbn Abdilberr (Ebu Hüreyre'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">118) Ebu Dâvud, İbn Mâce, (Abdullah b. Ömer'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">120) Ebu Davud, (Hz. Büreyre'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">121) Deylemî, (Ebu Derdâ'dan)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">122) Hatib el-Bağdadî</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">123) Ebu Nuaym, Hilye; Beyhaki, Zühd ; Hatib,Tarih, (Süveyk b. el-Hars'dan)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">124) Künyesi Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avfdır. Hicretin 127. yılında vefat etmiştir.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">125) Ebu Bekir b. Lâl, Mekârim-ül Ahlâk) Ebu Bekir b. Seni, Hidâyet-ul Müteallimîn; İbn Abdilberr, İlim, (Hz. Ali'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">126) Ebu Dâvud</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">127) Taberân, (Ebu Ümame'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">128) Tirmizî, (Enes'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">129) Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">130) Tertuşî, Camiin; İbn Mâce, (İbn Ömer'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">131) Zümre b. Rebia künyesi Ebu Abdulah'dır. Süfyan-ı Sevrî zamanında Şam müftüsü idi.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">132) İbn Avı'ın adı Muhammed'dir. Horasan âlimlerindendir. İbn Sîrin devrinde yaşamıştır.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">133) İbn Şîrînin künyesi Ebu 3ekr, adı ise Muhammed'dir.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">134) Bu hadîs, kitabın başında İbn Gevzî'nin rivayetinde zikredilmiştir.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">137) Buharî, (Ubey b. Ka'b'dan)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">138) Künyesi Ebu'l-Hasan, adı Muhammed b. Sâlim'dir. Basralıdır. Kut'ul Kulûb'un müellifi Ebu Tâlib el-Mekkî'nin hocalarındandır.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">139) Künyesi Ebu Abdullah1 dır. Güneydi Bağdâdîye, Süfyan es-Sevrî'ye talelelik yapmıştır.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">140) Adı Tayfur b. İsâ'dır. Hicri 261 (veya 264'de) vefat etmiştir.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">141) Ukaylî, Ebu Nuaynı, (İbn Abbas1 dan)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">142) Buharî, Beyhâkî, Deylemî</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">143) Ebu Talib el-Mekki, Kut'ul kulûb</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">144) Buharî ve Müslim (Enes'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">145) Ebu Dâvud, Nesâî ve İbn Hibban, (irbâd b, Sâriye'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">146) Tirmizî, (İbn Abbas'dan)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">147) Müslim, İmam Ahmed ve Hâkim</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">148) Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre, Hz. Ali ve Enes'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">149) Bu hadîsin benzeri İlim bölümünde geçmişti.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">150) Darimî, (Ehvaz b. Hekim'den); Bezzar, Müsned, (Muaz'dan)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">151) Müslim, (Ebu Hüreyre'den); Tirmizî, (Amr b. Avfdan)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">152) Tirmizî, (Kesîr b. Abdullah b. Amir b. Avfdan)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">153) "Bu lhadisin kaynağına rastlanmmıştır.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">154) İmam Ahmed, (Abdullah b. Amr'dan)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">155) Bu zat İmam Ebu'l-Hasan Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Ali el-Vâhidî en-Nisaburî'dir. Tefsir ilminde zamanının en önde gelen âlimi idi. Hicretin 468. yılında vefat etmiştir.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">156) Künyesi Ebu İbrahim; adı İsmail b. Yahya b. Amir b. İshak'dır. Hicretin 176. yılında doğmuştur.</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">157) Tirmizî ve İbn Mâce, (Ebu Umame'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">158) Müslim ile Buharî, (Hz. Âişe'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">159) Kut'ul-Kulûb, (isnadsız olarak)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">160) Müslim ve Buharî, (Hz. Âişe'den)</span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Book Antiqua'"><span style="color: black">161) Ebu Talib el-Mekkî, Kut'ul -Kulûb, (Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan)</span></span></strong></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="genc_kalem, post: 176673, member: 15919"] [B][FONT=Book Antiqua][SIZE=5][COLOR=red]Halkın Makbul İlimler Arasında Kabul Ettiği, Fakat Gerçekte Makbul Olmayan İlimler[/COLOR][/SIZE][/FONT][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B][U]Halkın Makbul İlimler Arasında Kabul Ettiği, Fakat Gerçekte Makbul Olmayan İlimler, Bir Kısım İlimlerin Mezmûm Sayılmasına Neden Olan Faktörler, Fıkıh, İlim, Tevhid, Tezkir ve Hikmet gibi Terimlerin Anlamı ve Bugün Aslî Mânâlarına Uygun Bir Şekilde Kullanılmadıklarının Beyanı, Şer'î İlimlerin Makbul ve Mezmûm Olanları; Ne Kadarının Makbul ve Ne Kadarının Mezmûm Olduğu[/U][/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red][B]Mezmûm İlimlerin Yerilmesinin Nedenleri[/B][/COLOR][/FONT][/SIZE] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Şöyle demeniz mümkündür: 'İlim birşeyin hakikatini bilmek demektir. Bu mânâda olan ilim Allah'ın sıfatlarmdandır. Birşey ilim olduğu halde nasıl olur da çirkin olabilir?'[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Bu soruya şu şekilde cevap vermek mümkündür: İlim, hiçbir surette salt ilim olması bakımından mezmûm/çirkin olmaz. [/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Fakat üç sebebe binaen bazı kullar hakkında mezmum addedilir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]1. Sahibini veya başkalarını kötüye sevkeden ilim. Sihir ve büyü ilmi buna örnek olarak verilebilir. Çünkü bu ilimler birer ilim ka bul edildiği halde kötülenmiştir. Bu ilimlerin var olduğunu Kur'an tasdik etmektedir. Yine Kur'an bu ilmin eşlerin arasını açtığını bile zikretmektedir. (Bkz. Bakara/102)[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Aynı zamanda Hz. Peygamber'e sihir yapıldığı ve bu sihirle hastalanarak yatağa düştüğü, bilinen gerçeklerdendir.114 Bunu bizzat Cebrail söylemiş ve sihri orada bulunan bir kuyunun derin liklerindeki taşın altından çıkarmıştır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Sihir ilmi, cevherlerin özelliğinden, yıldızların doğuş merkez lerini hesap etme inceliklerini bilmekten elde edilen bir ilimdir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hususiyetleri bilinen bu cevherlerden, sihre tutulması istenen kişinin şeklinde bir iskelet yapılır ve herhangi bir yıldızın hususî bir vakti gözetlenir. Beklenen vakit gelir gelmez iskeletin üzerine küfürden, şeriata muhalif olan fuhşiyattan bazı kelimeler hecele nir, bu hecelenen kelimeler vasıtasıyla şeytanların yardımına mazhar olunur. Bütün bunlardan sonra, Allah'ın âdetleri icra ettiği hükmüne istinaden o sihir yapılan kişide garip durumlar be lirmeye başlar. İşte bütün bu sebepleri öğrenmek mezmum değildir. Fakat bu bilinenler sadece halka ve diğer insanlara zarar vermeye vesile olur. Şerre vesile olan elbette şerr olur ve böylece mezmûm sayılır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Sözgelimi biri, bir veliyi öldürmek kasdıyla tâkib eder. Veli ise görünmeyecek şekilde kapalı bir yere gizlenir. Onu tâkib eden zâ lim, velinin yerini sorduğu zaman, ona velinin yerini söylemek çok çirkin bir hareket olur. Çünkü böyle bir hareket, zâlimin veliyi öl dürmesine sebep olabilir. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Dolayısıyla burada zâlimi, velinin tam tersi istikamete yöneltmek vâcibdir. Fakat bu zâlime yardım etmek; yâni bildiği şeyi söylemek bir ilim ise de, şerre yol açtığı için mez mûm'dur.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]2. Sahibine kârdan fazla zarar veren ilimdir. Astronomi gibi... Bu ilim, ilim olmak hesabıyla zararlı bir ilim değildir. Çünkü ikiye ayrılır:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]a) Hesab İlmi Allah Teâlâ Kur'an'da güneşin ve ayın bir hesab ile sey rettiğini söylemektedir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Güneş ve ay (kendi menzillerinde yaptıkları hareketler bir hesab iledir. (Rahman/5)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Aya da menziller (miktarlar) takdir ettik. Nihayet kurumuş eski hurma dalı gibi oldu.(Yâsîn/39)[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]b) Ahkâm İlmi[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Bu ilmin özeti hâdiselerin oluşunu sebeplere bağlamaktır. Doktorun nabız yoklamasıyla muhtemel hastalığı keşfetmesine benzer. Bu ilim, Allah'ın kendi yarattığı varlıklar hakkındaki[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]sünnet ve âdetinin cereyan tarzını bilmektir. Fakat bu ilmi, şeriat (bir hikmete binaen) zemmetmiştir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Kader zikredildiği zaman, kadere dalmaktan kendinizi alıkoyun. Yıldızlar zikredildiği zaman, kendinizi sakının. Ashabım zikredildiği zaman (onların arasındaki hâdiseleri kurcalamaktan) sakının!115[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Benden sonra ümmetim hakkında üç şeyden korkuyorum:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]1. İdarecilerin zulmü,[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]2. Yıldızlara inanmak,[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]3. Kaderi yalanlamak.116[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. Ömer şöyle demiştir: 'Yıldızlardan ancak karada ve denizde size yarayacak kadarını öğrenin, gerisinden ise sakının'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. Ömer'in bizi yıldız ilminin kara ve denizlerde işimize yara yacak kısmından başkasını elde etmekten alıkoyması üç sebebe da yanır:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]a)[COLOR=red] Halkın çoğuna zarar [/COLOR][COLOR=red]verir.[/COLOR] Çünkü halka 'Şu olaylar falan yıldızın hareketinden meydana geliyor' dendiğinde, halkın kal binde yıldızların tesir edici ve tasarruf sahibi birer ilâh oldukları kanaati yerleşmektedir. Özellikle yıldızların semavî birer cevher oldukları hususu da bu kanaati iyice desteklemektedir. Böyle olunca yıldızların tesiriyle insanların zihinleri çeliniyor ve onlara bağlanıyorlar insanlar. O kadar ki hayrı ve şerri; ümit veya ümit sizliği onlardan beklemeye başlıyorlar. Böylece Allah'ın zikri kalp lerden siliniyor. Çünkü zayıf olan kimse daima vasıtalara bakar; bir türlü o vasıtanın esas müessirine bakmaya gücü yetmez. Güneşin, ayın ve yıldızların Allah Teâlâ'nın birer teshir edilmiş mahlûku olduğunu sadece ilimde derinleşmiş âlimler bilebilirler.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zayıf bir insanın, ışıkların ancak güneş doğduktan sonra etrafı aydınlattığını görmesi, karıncanın şu hâline ne kadar benzer: Bir kâğıdın üzerinde bulunan karıncaya akıl ihsan edilse de o kâğıdın üzerindeki yazıları okuma kabiliyeti kazandırılsa; yazıların arka arkaya kâğıt üzerinde sıralanışını kalemin işi zanneder. Çünkü o kâğıt üzerine yazıyı yazan olarak yalnız kalemi görmüştür. Kalemin daha üstüne bakıp, onu tutan parmakları göremez. Hele hele parmakların yukarısında bulunan eli ve o eli idare eden ira deyi hiç göremez. O iradeyi taşıyan yazarın varlığını, o yazara bu kabiliyet ve hassasiyeti veren hakikî kudret ve kuvvet sahibini, hiç bir şekilde idrâk edemez.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte tıpkı bu karınca misâlinde olduğu gibi, halkın dikkati çoğu zaman enginlerde ve yakın sebeplerde kalır. Bu sebepleri aşıp, se beplerin asıl müessirine varmaya muvaffak olamaz.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte yıldızların ilmine dalmayı yasaklayan sebeplerden biri bu dur.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]b) Yıldızlara bakarak netice çıkarmak tahminden başka birşey değildir.[/COLOR] Ne zan ve ne de yakîn olarak insanlar tarafından açık birşey bilinmemektedir. O halde yıldızların doğuşu sebebiyle ortaya atılan hüküm, cahilâne bir hükümdür ki, böyle bir hükmün hiçbir değeri yoktur. Cehalete yol açtığı için zemmedilmiştir. Yoksa mü cerred olarak zemmedilmiş değildir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu ilimle elde edilen mârifetlerin Hz.idris'in mucizesi olduğu kuvvetle rivayet olunmaktadır. Fakat Hz. İdris'in meşgul olduğu yıldız ilmi, günümüzde tamamen inkiraza uğramış ve yok olup gitmiştir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Müneccimin yapmış olduğu tahminlerin bazen doğru çıkması, sadece bir tesadüften ibarettir. Zira müneccim, bir kısım sebeplere muttali olur. Muttali olduğu sebeplerden meydana gelen şartların arkasından bakar, birçok şartların gelmesiyle ancak müsebbeb meydana gelir. Bu şartların hakikatine muttali olmak beşerin kudreti dışında bir keyfiyettir. Kazara ve tesadüfen Allah Teâlâ'nın bütün bu sebeplerin geri kalan kısımlarını takdir ettiği bir âna, müneccimin hükmü tesadüf ederse, müneccim hükmünde doğru sayılır, tesadüf etmediği takdirde ise müneccim yanılmış sayılır. Müneccimin bu durumu tıpkı bulutların toplandığını görerek, yağmurun yağacağına hükmeden bir insanın durumuna benzer.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Fakat çoğu zaman bulutlar dağılarak yağmurun yağacağı sonu cuna varan kimseleri yanıltır. Bazı zamanlar bunun aksi de olur ve yağmur yağar. İşte nasıl sadece bulutların bir araya gelmesi yağmurun yağmasına kâfi gelmiyor ve daha bilinmeyen sebepler de gerekiyorsa; bir kaptanın esintiye bakarak bir tehlike görme mesi, bir gemicinin tecrübelerine dayanarak vermiş olduğu 'gemi batmaz' hükmü de tıpkı böyledir. Zira bu esintilerin daha nice ne denleri vardır ki, gemici bunlara bazan muttali olur, bazan ise olamaz. Hele bir kısmına hiçbir zaman nüfuz edemez. Onun için bazen hükümlerinde isabet eder, bazen de yanılır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte bu nedenle kuvvetli insan da zayıf insan gibi bu ilimden menedilir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]c) Yıldız ilminde fayda yoktur.[/COLOR] Zararlarından en azı fuzulî bir iş yapmış olmaktır. Fuzulî bir iş yapmış olmak da en değerli ha zine olan hayatı boşa harcamaktır ki bu zararların en dehşetlisidir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Birgün Allah'ın Rasulü (s.a) bir kişinin yanından geçerken, halkın o kişinin başına toplandığını görür ve 'Bu ne top lantısı?' diye sorar. Halk 'Bu büyük bir âlimdir, onun için et rafında toplandık' der. Bu cevabın üzerine Allah'ın Rasûlü 'Hangi meselede âlim?' diye sorar. 'Şiiri ve Arabın ensabını çok iyi bilir' derler. Bu cevabı alan Allah'ın Rasûlü şöyle bu yurur: 'Bu ilmin (şiir ve ensab hakkındaki ilmin) ne bilin mesinde bir fayda, ne bilinmemesinde bir zarar vardır!'117[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İlim ancak bir ayet veya kâim (nesh edilmemiş) bir sünnet veya (mirasçılar arasındaki taksim ile ilgili) adaletli bir far izadan ibarettir.118[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]Astroloji ve benzeri ilimlere dalmak tehlikeli olduğu gibi faydasızdır ve bu ilimle meşgul olmak vakit kaybetmekten başka birşey değildir.[/COLOR] Allah'ın takdir ettiği şeyden kaçınmak hiç kimse nin elinde değildir. Ama tıb ilmi böyle değildir, çünkü o ilme in sanların ihtiyacı vardır. Tıb ilminin delillerinin bir çoğuna insan vakıf olabilir. Tıb ilmi gibi rüya tâbiri ilmi de her ne kadar tahmine dayalı bir ilim ise de; yıldız ilminden farklıdır. Rüya tâbirinde de faydalar vardır. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zira tâbir ilmi, nübüvvetin kırkaltı parçasından bir parçadır ve bu ilimde herhangi bir tehlike yoktur.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]3. Üçüncü sebep ise, faydasız bir ilme dalmaktır.[/COLOR] Faydasız ilme dalmak zemmedilmiştir. İlimlerin açığını bilmeden inceliklerine, esaslarını öğrenmeden de gizli taraflarını öğrenmeye çalışmak ve ilimlerin açık taraflarını bilmeye çalışmadan kapalı taraflarını bilmeye gayret etmek ve ilâhî ilimlerin sırlarını araştırmak gibi... Felsefeciler ve kelâmcılar bu ilimlere her ne kadar vakıf olmak is temişlerse de; tek başlarına bu ilimleri kavramaktan uzaktırlar. Bu ilimlere tek başına vakıf olmak ve bir kısım yollarını elde etmek sadece peygamberlere ve onların izinden giden velilere mahsustur. O halde insanların böyle ilimlerden sakınması ve bütün bunları şeriatın ölçülerine irca etmesi gerekir. Zira şeriatta Allah'ın tevfi kine mazhar olan kimseler için ikna edici deliller mevcuttur. Nice kişiler vardır ki, ilimlere dalmışlar, fakat dalmış oldukları ilim lerden çok zararlı çıkmışlardır. Şayet bu ilimlere dalmamış olsa lardı, dinî durumları çok daha iyi olurdu. Bu kısım ilimlerin bazı kimselere zarar verdiği açık gerçeklerden biridir. Nitekim kuşların etinin ve bir kısım tatlıların süt çocuklarına zarar verdiği malûmdur.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Birçok kimsenin, bazı hususları bilmemeleri, bilmelerinden daha hayırlıdır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Rivayet olunduğuna göre, halktan biri doktara giderek hanımının çocuk yapma özelliğinin olmadığından (kısır olduğundan) şikayet eder. Doktor, kadının nabzını yoklayarak şöyle der: 'Tedavi edilmeye muhtaç değil; zira kırk gün sonra vefat edecek. Nitekim nabzının durumu buna işaret ediyor'. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Doktorun ağzından çıkan bu sözleri dinleyen kadın dehşete kapılır, hayatı perişan olur. Varını yoğunu fakir fukaraya vererek vasiyetini yazar. Kırk gün yemek yiyemez su içemez. Kırk gün dolduktan sonra adam, doktora gelerek karısının ölmediğini bildirir. Bunun üzerine zekî doktor 'Ölmeyeceğini biliyordum. Hemen eve git ve karınla cinsi münasebette bulun, derhal gebe kalacaktır' der. Doktorun bu cevabına hayret eden koca 'Bu nasıl olur?' diye sorar. Doktor meseleyi şöyle izah eder: 'Muayene neticesinde kadının şişman olduğunu ve bu sebeple rahim ağzının kapalı bulunduğunu gördüm. Bu yağları ancak ölüm korkusu eritebilirdi. Bunun için onu böyle bir korkuya sokmak gerekiyordu. Ben de öyle yaptım. Şu anda maksat hasıl olmuş, eşinin rahim ağzını kapla yan yağlar erimiştir. Onun için çocuk yapmaya hazır bir vaziyete gelmiştir'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte bu hikâye sana bazı ilimlerin tehlikesini haber vermekte, hatta sadece bunu haber vermekle kalmamakta, aynı zamanda Allah'ın Rasûlü Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a) şu sözünün mânâsını da açıkça ve eksiksiz bir şekilde bildirmektedir:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Payda vermeyen ilimden Allah'a sığınırız.119[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte bu hikâyeden ibret al. Şeriatın zemmettiği ilimlere dalma ve onlardan şiddetle kaçın. Ashabın eteğine yapış. Sünnet-i Seniyye yolundan bir an olsun ayrılma. Zira din ve dünyanın selâmeti an cak sahabe-i kirâmın yolundan gitmeye bağlıdır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Tehlike ise, kendi başına birtakım şeyleri araştırmak ve saha benin görüşünden ayrılıp müstakil bir görüşe sahip olmaktadır. Sakın zannmla, delilinle, aklınla ve kişisel görüşünle inat göstere rek insanlarla çokça tartışma![/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]'Ben bazı şeyleri bilmek için araştırıyorum. Öyleyse ilmi düşünmekte ne zarar vardır?' deme; zira müstakil şekilde, olur olmaz ilmî meselelere dalışının zararı, kârından fazladır. Çok şeyler vardır ki, ona vakıf olduğun zaman elde ettiğin şey, seni tehlikelere sürükler ve âhiretini berbat eder. Allah'ın rahmeti sana yetişmediği takdirde bu felâketten kurtulamazsın ve helâk olur gi dersin![/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bilmiş ol ki, nasıl ehliyetli bir doktor tedavi usûllerinde kimsenin kestiremediği ince usûllere müracaat etmesini biliyorsa; kalplerin hekimi sayılan, âhiret hayatının vesilelerini bilen peygamberler de aynı şekilde bu sahada başkalarının bilmediği usûllere vâkıftırlar.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu bakımdan, sen kendi aklına güvenerek onların mesleği üzerinde düşünüp mesleklerini değiştirme durumuna düşme. Böyle yaparsan seni felâketten hiçbir şey kurtaramaz. Birçok kimseler vardır ki, parmakları yaralandığı zaman kendi kendilerine o yarayı birtakım merhemler sürerek iyi etmeye çalışırlar. Halbuki hekim, merhemin elin başka tarafına sürülmesi icabettiğini söyle yebilir. Damarların bedene yayılışını, köklerini ve bedeni nasıl çev relediklerini bilmeyen kimseler doktorun bu tavsiyesini akla yakın bulmaz; 'Nasıl olur da yaranın üzerine değil de başka tarafa sürü lür' diyerek itiraz ederler, işte âhiret yolunda şeriatın incelikle rinde, âdâbında, insanların bilmekle mükellef oldukları inançlarında ve lâtifelerinde de durum böyledir. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Akıl bu meseleyi tek başına halletmeye muktedir değildir ki kendi gücüyle bunu ihâta edebilsin. Nitekim madenlerin yapılarında birtakım acâip özellik ler vardır ve bu özellikler sanat erbabının bilgisi dahilinde değildir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Sözgelimi hiçbir sanat erbabı; demirdeki mıknatıs çekiminin mahiyetini bilmez. Bunun gibi inanç ve amellerdeki gariplikler de kalplerin saffeti, temizliği, tezkiyesi ve ıslahı için kulların, Allah'ın manevî komşuluğunda yükselmelerini temin eder. Kalplere Allah'ın yüce faziletinden, maddî ilâçlardan daha fazla ve daha büyük faydaların teminine vesile olduğu bir hakikattir. Nasıl akıllar, ilâçların faydalarını birdenbire çözemez ve hangi ilâcın hangi hastalığa iyi geleceğini kestiremez ve bunu ancak bir takım deneylerden sonra anlayabilirse; aynı akıllar, âhirette in sana fayda verecek şeyleri de kendi başlarına bulmaktan âcizdir ler. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu âcizliklerini bu konuda deneme yoluyla telâfi imkânı da yoktur. Keşke bazı ölüler dünyaya dönselerdi de, bizlere Allah'a nasıl yaklaşılır, hangi fiillerin Allah'a yaklaştırıcı ve hangilerinin Allah'tan uzaklaştırıcı olduğunu söyleselerdi. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Çünkü ancak onlar amellerin ve inançların hangisinin insana yararlı olduğunu bile bilir ve açıklayabilirler. Fakat bir ölüden bütün bu soruların ce vabını almak hiç kimsenin harcı değildir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. Peygamberin (a.s) doğruluğuna ve işaretlerinin hakî katına vâkıf olmak bakımından aklın rehberliği ve menfaati sana yeter. Ondan sonra aklın vazifesi biter ve kendisi için en yararlı yol;[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. Peygamberin yolunu tâkip etmektir. Sen ancak bu yolu tâkip ettiğin zaman selâmete erersin. Bu konu özet olarak bu kadar an latılabilir. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bunun için Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]İlmin bir kısmı cehalettir, sözün bir kısmı da yorgunluktur.[/COLOR]120[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İlmin hiçbir zaman cehalet olmayacağı herkesin bildiği bir gerçektir. Fakat burada 'Bazen zarar vermek hususunda cehaletin tesirine benzer bir tesir gösterir' anlamında kullanılmıştır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. Peygamber şöyle demiştir:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Tevfîkin azı, ilmin çoğundan daha hayırlıdır.121[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Ulû'l-Azm peygamberlerden olan Meryem oğlu İsa (a.s) şöyle demiştir: [COLOR=red]'Nice ağaçlar vardır ki meyveleri yoktur, nice meyveler vardır ki güzel ve hatta yenecek gibi değildir ve nice ilimler vardır ki insana hiçbir faydası dokunmaz'.122[/COLOR][/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [SIZE=4][COLOR=teal][FONT=Book Antiqua][B]Değiştirilen Bazı Terimler[/B][/FONT][/COLOR][/SIZE] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Çirkin ilimlerin şer'î ilimlerle karışması, güzel kelimelerin mânâlarının değiştirilmesiyle mümkün olmuştur. Kavram kargaşası, ard düşüncelerle selef-i sâlihînin ve birinci neslin kas tettiği mânâlardan başka mânâlara çevrilen terimlerden doğmaktadır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Asıl anlamı değişen ve başka mânâlar alan terimler beş tane dir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]1. Fıkıh[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]2. İlim[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]3. Tevhid[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]4. Tezkir[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]5. Hikmet[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte gördüğünüz bütün bu terimler güzel anlamlara sahip idi ler. Bu terimlerin ifade ettiği mânâlara vâkıf kimseler dinî kıymetlere sahip kimselerdi. Fakat günümüzde bütün bu terimler mânâlarını kaybetmişler ve yanlış anlamlarda kullanılmaya başlamışlardır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Saf ve sade kalpler; bu terimler kötü ilimlerde kullanıldığı için, bu terimlerin sahiplerini gördükleri zaman nefret edip kaçmak tadırlar.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]Birincisi Fıkıh terimidir.[/COLOR] Bu terimi aslî mânâsından başka mânâlara çevirmemiş ve başka mânâlarda kullanmamışlardır; ancak bu terimi bazı ayrıntılara hasretmişler, kelimenin ihâta ettiği geniş sahaları ihmal etmişlerdir. Örneğin bu terimi fetva il minin garip dallarının, ince illetlerinin anlaşılmasında ve o dallar hakkında inceden inceye yapılan konuşmalarda ve onlarla ilgili tartışmalarda kullanmışlardır. Zamanımızdaki ilim erbabına sor sanız, fetva veren kimseleri en büyük fakihler olarak takdim eder ler. Kim en çok fetva konusu üzerinde durmuşsa, o en kuvvetli fa kih sayılmıştır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Sahabe zamanındaki fıkıh ilmi ise, âhiret yolunun, nefse mu sallat olan âfetlerin inceliklerini bilmeyi; fâsid amelleri ve dün yanın sevilmeye lâyık bir meta olmadığını tam mânâsıyla idrak etmeyi; ayrıca âhiret nimetlerinin bilinmesi ve Allah korkusunun kalbi doldurması gibi ilimleri ifade ediyordu, Fıkıh ilmi ancak bu bilgiler dairesinde kullanılırdı. Fıkhın bu mânâda kullanıldığı hu susunda en bariz delil, Allah Teâlâ'nın şu buyruğudur:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İnananların hepsi toptan sefere çıkacak değillerdi. Ama her kabileden bir grubun dini iyice öğrenmeleri ve dönüp kavim lerine geldikleri zaman (Allah'ın yasak kıldığı şeylerden) kaçınmaları için onları uyarmaları gerekmez miydi?[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal](Tevbe/122)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İnsanların kendisiyle uyarıldıkları ve kalplerine Allah korku sunu yerleştiren, ilimin adı fıkıh ilmi idi,[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Talâk, Lian, Selem ve İcare gibi meseleler ise fıkıhla alâkalı değildi. Çünkü bütün bunlarla kalbin korkutulması mümkün değildir. Tam tersi bu meselelerle uğraşanların kalpleri büsbütün katılaşmakta ve zamanımızda müşahede ettiğimiz gibi Allah kor kusu kalplerinden silinip gitmektedir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Yemin olsun ki cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat bu kalpler ile gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. (İbret almazlar). Kulakları vardır, fakat onlarla nasihat din lemezler. İşte banlar hayvanlardan daha şaşkındırlar. Gafil olanlar da işte bunlardır!(A'raf/179)[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Ayette geçen 'Bu kalpler ile gerçeği anlamazlar' ifadesiyle fetva değil, iman kastolunmaktadır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Burada, fıkıh ile fehim kelimeleri aynı anlama geliyorsa da, bu kelimelerin biri eskiden kullanılmış, diğeri de yeni olarak kul lanılmaktadır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Herhalde onların (münâfıklarla yahudilerin) yüreklerinde size karşı hissettikleri korku Allah'ınkinden daha fazladır. Bu, onların anlayışsız bir kavim olmalarındandır.(Haşr/13)[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Dikkat edilecek olursa, Allah Teâlâ bu ayette onların Allah'tan az korkmalarını ve buna mukabil mahlûkatm gücünü büyütmele rini, kıt olan anlayışlarına bağlamaktadır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Peki o halde bu, fetva ilminin ayrıntılarını bilmemekten mi kaynaklanıyor? Yoksa daha önce de beyan ettiğimiz gibi fıkhın ha kikî mânâlarını idrâk etmemenin neticesi mi?[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Dini meseleleri görüşmek için kendisine gelen bir heyet hakkındaki Hz. Peygamberin şu buyruğuna bakalım:[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B](Bu gelenler) âlim, fakih ve hakimdirler.123[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zührî'ye124 'Medineliler içinde en fakih kişi kimdir?' diye so rulduğunda, o şöyle cevap vermiştir: 'Allah'tan en çok korkanı, en iyi fakihtir'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Burada Sa'd (Zührî), Fıkh'ın meyve ve neticelerine dikkati çekmektedir. Takvâ ise, fetvaların ve hükümlerin değil, bâtın ilmi nin meyvesidir. Öyleyse fıkıh, bâtın ilminin adı olabilir. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Nitekim Hz, Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]'Size gerçek fakihi haber vereyim mi?' Sahabe-i kirâm 'Evet yâ Rasûlullah! Bize gerçek fakihi bildiri' dediler. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü şöyle cevap verdi: 'İnsanları Allah'ın rahmetinden ümitsiz etmeyen ve Allah'ın azabından emin kılmayan ve Allah'ın geniş rahmetinden onların ümitlerini kesmeyen; Kur'an'ı bırakıp başka kitap ların arkasına takılmayan kimse gerçek fakihtir'.125[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Şafak zamanından güneşin doğuşuna kadar Allah'ı zikre den kimseler ile oturmam, bana dört köle azâd etmemden daha sevimli gelmektedir.126[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Enes b. Mâlik Hz. Peygamberin bu hadisini rivayet ettiğinde, arkadaşları Zeyd b. Eban Rakkaşı ve Ziyâd b. Abdullah Numeyrî'ye dönüp şöyle dedi: 'Allah Rasûlü'nün sözünü ettiği zikir meclisleri, sizin bugünkü meclislerinize benzemezdi. Sizin meclislerinizde biri va'z ve nasihatta bulunurken sözünü uzattıkça uzatıyor. Fakat Hz. Peygamber'in zamanında biz biraraya geliyor, iman konu sunda müzakereler yapıyor, Kur'an ayetleri üzerine dikkatle eğiliyor, dinde fıkıh sahibi oluyor ve fıkhımızdan dolayı Allah'ın bize olan nimet-i ilâhîsini inceden inceye düşünüyorduk'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Dikkat edildiği takdirde görülecektir ki Hz Enes (r.a) Kur'an üzerinde düşünmeyi, anlayarak Allah'ın nimetlerini saymayı, fıkıh olarak adlandırmaktadır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Kul, Allah için insanlara buğzetmedikçe ve Kur'an'ın birçok yönlerini anlamadıkça tam olarak fakih olamaz.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Bu hadîs-i şerif, Ebu Derdâ'dan mevkuf olarak şöyle bir ilâveyle rivayet edilmektedir:[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bütün bunlara buğzettikten sonra Allah için nefsine yönel meli ve her şeyden daha çok ona buğz etmeli.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Sencî, Hasan Basrî'ye bir sual sorar. Hasan sorusunun ce vabını verdikten sonra kendisine şu itirazda bulunur: [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Fakihler senin verdiğin cevaba muhaliftirler. Onların verdiği cevap senin verdiğin cevaba uymamaktadır'. Bunun üzerine Hasan hiddetle bağırır: 'Ey anası matemini tutasıca! Acaba sen hiç fakih gördün mü? Elbette görmedin. Çünkü fakih dünyaya sırt çevirip, âhirete yönelip, rabbine ibadet etmeye devam eden, nefsini müslümanlarm şerefini ihlâl etmekten alıkoyan; müslümanlarm malını haksızlıkla almaktan kaçınan ve müslüman cemaata Allah'ın emirlerini hiç hatır gönül dinlemeden haykıran insandır'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Dikkat edilecek olursa Hasan Basrî hiçbir şekilde fetva vermek ten bahsetmemekte, fakillin fetvaları hıfzeden biri olduğunu söy lememektedir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Ben, Fıkıh teriminin zahirî ahkâmın fetvalarını bilen kişilere şâmil olmadığını söylüyor değilim. Fakat Fıkıh tâbiri, başlı başına bu fetva ehlini ifade etmemekte; ancak tâli derecede bu hususu da içine almaktadır. Demek istediğim sadece budur. Çünkü selef âlimleri, bu terimi Fetva ilminden daha fazla, Ahiret İlmi ne ıtlak etmişlerdir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu açıklamadan sonra anlaşılmış olmalı ki, insanların iyi ve kötü ilimleri birbirine karıştırması, Fıkıh teriminin sonradan sa dece fetva ilmiyle ilgili görülüp, âhiret ilmine ve kalplerin ah kâmına dair konularla ilgili görülmemesine yol açmıştır,[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Tahrifçiler bu terimi istedikleri mânâda kullanmak için nefsin de yardımını görmüşlerdir. Çünkü bâtın ilmi zordur. Onunla amel etmek ise daha zordur. Bunun için insan tabiatı, bâtın ilminden kaçar. Bâtın ilmine sahip olmakla; insan valilik, kadılık, rütbe ve servet elde edemez. İşte bu fırsatı ganimet bilen şeytan, esasında güzel bir şer'î terim olan Fıkıh terimini teferruata tahsis ederek kalplere güzel göstermeye çalışmıştır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]İkincisi İlim terimidir.[/COLOR] Bu terim asr-ı saâdette Allah'ı, ayetle rini ve kulları hakkındaki fiillerini bildirmek için kullanılırdı. Hatta Hz. Ömer (r.a) vefat ettiği zaman ashabın büyük âlimlerin den olan İbn Mes'ud şöyle demişti: 'İlmin onda dokuzu öldü'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu terime karşı koyanların hiddetini durdurmak için İbn Mes'ud, harf-i târifle birlikte kullanılan el-İlim terimini İlm-i Billah olarak yorumlamıştır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zamanımızın insanları bu terimi tıpkı birinci terimde olduğu gibi, fâsit bir daireye tahsis etmişlerdir. Hatta o kadar ki, fıkhî veya gayr-ı fıkhı konularda hasımlarıyla tartışanlar hakkında bile bu terim kullanılabilmektedir. Örneğin fıkhî konularda hasımlarıyla iyi ve inandırıcı bir şekilde tartışan, hakikî âlim ve ilimde aşılmaz bir büyük olarak görülmekte, fakat fıkhı meselelerde tetebbuu ol mayan, tartışmayan ve münazaradan kaçman kimseler çok zayıf kimseler olarak kabul edilmektedir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte tıpkı birinci terim de olduğu gibi el-İlim terimi de hakikî mânâsının dışında birtakım tâli meselelerde kullanılmaktadır. Fakat ilim ve onunla iştigal eden âlimler hakkında vârid olan fazi letlerin çoğu; Allah'a, O'nun emirlerine ve sıfatlarına vâkıf olan âlimler hakkındadır. Zamanımızda ise şer'î ilimlerden ancak ce del ve hilâfiyâtı bilen ve bunları bilmekle de ulemadan sayılanların arasına karışan kimselere âlim denmektedir. Halbuki bu insanlar ayrıca tefsir, hadîs, mezheb v.s ilimleri bilmemektedirler.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Sonuçta bu terimin anlamının bozulması, ilim talebinde bulu nan birçok kimselerin helâk olmasına sebep teşkil etmiştir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]Üçüncüsü ise, Tevhid terimidir.[/COLOR] Bu terim, zamanımızda kelâm ilmini bilen, mücadele yolunu kavrayan ve hasımlarının tenkid yo lunu kapayacak sualler sormasını bilen, insanları kendisinden şüpheye düşüren, hasmı durduracak değerde deliller bularak, hasmı tasfiye eden kimselerin sanatı için kullanılmaktadır. Hatta bu kişilerden bazıları kendilerini ehli tevhid ve'l-adl olarak tanıtmaktadırlar.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Kelâmcılara tevhid âlimleri adı verilmiştir. Oysa kelâm sa natının bütün malzemesi asr-ı saadette bilinmemekteydi. Bilinmemesi bir yana, şayet asr-ı saadeti meydana getiren o müba rek insanlar, cedel ilminin kapısını açanları görseydiler, belki de onları şiddetle kınarlardı.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Kur'an'ın ihtiva ettiği zâhirî delillere gelince, duyar duymaz insan aklının onları hemen kabul edeceği malûm bir husustur. Demek ki Kur'an'ı bilmek, bu ilmin tamanını bilmek demektir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Asr-ı saadette yaşayan büyükler, Tevhid teriminden günümüz kelâmcılarının çoğunun anlamadığı şeyleri anlıyorlardı. Üstelik günümüz kelâmcıları bu mânâları anlasalar da, anladıkları bu mânâlarla muttasıf olamazlar. Onların anladığı mânâlar şunlardı:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]'Herşey Allah'tan gelir' inancına hiçbir sebep ve vasıtaya başvurmaksızın bilip bağlanmak, hayrın tamamının Allah'tan olduğuna kat'î bir şekilde kanaat getirmektir. Bu makam çok şerefli bir makamdır.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Tevekkül, rıza ve Allah'ın hükmüne teslim olmak, bu mertebe nin meyvelerindendir. Diğer bir meyvesi ise, Hz. Ebu Bekir'in (r.a) kendisini ebediyet âlemine götürecek olan hastalığı sırasında 'Sana doktor getirelim mi?' diye sorulduğu zaman, 'Beni hasta düşüren doktordur' şeklindeki sözüdür.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Başka bir hastaya 'Bu hastalığın hakkında doktor sana ne söy ledi?' denildiğinde, hasta 'Doktor bana dedi ki: Ben istediğimi en iyi şekilde yapan bir zâtım' cevabını vermiştir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Bu konular tevhid ve tevekkül ilmine ait kitaplarda, bütün de taylarıyla ve delillere dayanılarak izah edilecektir. Şimdilik tafsi lâtı burada kesip, geniş izahı ilerdeki sayfalara bırakalım ve asıl meselemize dönelim![/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Tevhid, paha biçilmez bir cevherdir ve bu cevheri koruyan iki kabuk vardır:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]1. Özden en uzak olan kabuk.[/COLOR] Halk. Tevhid kavramını özünden çekip almış, bu ismi kabuğa ve o kabuğu koruyan sanata vermiştir. Özü ise bütünüyle ihmal etmiştir[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Birinci kabuk dille 'Lâ ilâhe illâllah' demektir. Bu kabuğa Tevhid ismi verilmiştir. Bu kabuk esasında hristiyanların açıkça izhar ettikleri teslis inancını yıkan bir kabuktur. Fakat bu keli meyi, özünü reddettiği halde söyleyen münafıklar da vardır. Bu münafıklar da Tevhid kelimesini dilleriyle söylemekte ve insanları kandırmaktadırlar.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]2. Kalpte, dil ile söylenen bu söze hiçbir muhalefetin bulunmaması ve bu kelimenin bütün anlamının olduğu gibi kabul edilmesidir.[/COLOR] Kalp, zâhirde zikredilmiş olan bu kelimenin bütün mânâ ve medlûlünü kesin olarak tasdik etmeli ve bu inanç Allah inancının bütününe şâmil olmalıdır. Bu mertebe, halk tabakasının Tevhid mertebesidir. İşte kelâmcılar bu kabuğu bid'at ehlinin taarruzundan korurlar. Bu hakikate daha önce işaret edilmişti,[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]3. Öz. Yâni bütün vasıtalara sırt çevirmek, her şeyin Allah'tan olduğuna tam mânâsıyla inanmak ve Allah'a hiçbir varlığı ortak koşmaksızm kulluk yapmaktır.[/COLOR] Nefsinin hevasma uyan insan, Tevhid anlayışının dışında kalır. Bu bakımdan arzularına tâbi olan, nefsini kendisine ilah edinmiş demektir, [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Gördün mü o kimseyi ki he vasini kendisine ilâh edinmiş, Allah da bir ilim üzere onu şaşırtmış, kulağını ve kalbini mühürleyip, gözüne de bir perde çekmiş! Artık onu Allah'dan başka kim yola getirebilir? Hâlâ düşünmez misi niz?[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal](Câsiye/23)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Allah nezdinde yeryüzünde kendisine ibadet edilen ilahların en buğz edileni hevâ-i nefistir.127[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Düşünen bir insan puta tapanların, aslında o puta değil, kendi hevalarına tapmakta olduklarını hemen anlar.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zira onu, ecdadının dinine bağlayan hevasıdır. O da nefsin bu meyline tâbî olunan mânâlardan birisidir. Halka kızmak veya on lara iltifat etmek bu Tevhid anlayışına aykırı düşer. Zira herşeyi Allah'tan bilen bir insan katiyyen kızmaz. Nasıl olur da 'Herşeyin müsebbibi Allah'tır' diyen bir insan, başka insanlara kızar? Tevhid teriminden daha öncekilerin anladıkları mânâ bu idi. Bu yüksek makam, Sıddîk'ın makamıdır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu terimin ifade ettiği mânânın ne hâle geldiğine ve za manımızdaki insanların bu terimin hangi kabukta kalan mâ nâsıyla iktifa ettiklerine iyi dikkat edilmelidir! Bu kelimenin ifade etmiş olduğu geniş mânâyı bir kabuk mânâya inhisar ettirenler böyle yaptıkları için nasıl da böbürlenebilmektedir? Bu kelimeyi kabuklaşmanın vasıtası kılmışlar ve onunla övünmeye çalışıyorlar. Halbuki övülmeye lâyık tarafı kırpılmış olduğundan, ona yapışmış olanlar müflis duruma düşmüşlerdir; nerede kaldı ki kendi durumlarıyla iftihar edeler...[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bunların iflâsı aynen kıbleye yönelerek 'Şüphesiz ben sadece hak dine (tevhide) boyun eğip yüzümü gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a çevirdim ve ben O'na ortak koşanlardan (müşriklerden) değilim' (En'am/79) meâlindeki ayeti okuyan, fakat bu okuduğu ayetin mânâsına inanmadığı için Allah'a karşı hergün yalanını tekrarlayan bir kimsenin iflâsına benziyor. Eğer bu kişi, ayetteki yüz (vech) tâbirinden zâhiri anlamdaki yüzü kasdederse, o zaman kişi zâhirî yüzüyle Kâbe'ye yönelmiş olur. Fakat o bu durumda yü zünü başka cihetlerden çevirip Kâbe istikametine yöneltmiş olmak tadır. Kâbe, göklerin ve yerin sahibi Allah'ın istikameti değildir ki, oraya her yönelmiş olan, Allah'a yönelmiş sayılsın. Cihetlerin ve bütün dünyanın yaratıcısı, oralara sığmaktan münezzehtir, o bütün bunlardan çok yücedir Mahlûk, hâlikını ihâta edemez![/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Eğer namaz kılan kimse, ayette geçen yüz terimiyle kalp yü zünü irade ederse ki ibadette matlub olan kalp ile yapılan ibadettir. Kalbi tereddüt içinde olan insanın aklı, dünya ihtiyaçlarında olduğu için; böyle bir kişinin sözü nasıl doğru olabilir? O yalnız sözle yüzünü Allah'a çevireceğim söylemektedir. Halbuki kalbi, türlü türlü hileleri, mal toplamayı, dünya mertebeleri elde etmeyi ve bütün bunlara götürecek vesileleri düşünen ve kendisini yalnız bunlara veren bir kişinin Allah'a dönmesi mümkün müdür? Bu adamın kalbi bu takdirde asla yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan yüce Allah'a yönelmiş olmaz.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu kelime, tevhidin hakikatini ifade eden bir kelimedir. Bu ne denle muvahhid bir kimse, tek varlık olan Allah'tan başka hiçbir şey görmeyen ve ancak kalp yüzü ile Allaha yönelendir. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Böyle bir durum Allah Teâlâ'nın aşağıdaki ayetinde ne güzel açıklan maktadır: (Ey Rasûlüm!) Sen Allah de! Sonra onları bırak, bâtıl sözleri içerisinde oynayadursunlar. (En'am/91)[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu ayeti celîledeki 'Sen Allah de' hükmünden maksad dille söylemek değildir. Çünkü dil, kalbin tercümanıdır. Dil bazen doğru ve bazen de yalan söyler. Allah Teâlâ'nm nazar ettiği yer ise, dilin tercüman olduğu kalptir. Tevhid'in mâdeni ve kaynağı sadece kalptir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B][COLOR=red]Dördüncüsü ise Zikir Tezkir terimidir.[/COLOR] Allah Teâlâ şöyle bu yurmaktadır:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Sen Kur'an ile öğüt ver, çünkü öğüt mü'minlere fayda verir. (Zâriyat/ 55)[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zikir meclislerini metheden birçok hadîs-i şerif vârid olmuştur.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Cennet bahçelerinden geçtiğiniz zaman, o bahçelerden yeyin. Kendisine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Cennet bahçeleri ile neyi murad ediyorsunuz?' diye sorulduğunda, cevaben şöyle buyurdu: 'Zikir meclislerini...'128[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hak ile meşgul olan meleklerden başka, dünya yüzünde se yahat eden, Allah'ın daha nice melekleri vardır. O melekler zikir meclislerini gördükleri zaman, birbirlerini çağırırlar: İşte aradığımız buradadır, geliniz!' Her taraftan o meclis lere gelirler ve zikir meclislerine iştirâk ederek zikir mecli sini kuşatırlar ve dinlerler. O halde (ey ümmetim), Allah'ı çokça zikredin! Nefislerinize de hatırlatınız.129[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zikir teriminden zamanımızın birçok vâizi aşağıdaki şu dört mânâyı anlamakta ve terimi bu mânâlarda kullanmaktadırlar.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]1.Kıssalar[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]2. Şiirler[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]3. Şatâhat[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]4. Tamat. (Şatâhat ile Tamat'ın tefsiri, yeri geldiğinde yapılacaktır).[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Kıssalara gelince, bunlar bid'attırlar. Selef-i Sâlihîn, kıssacıların yanında oturmayı bile yasaklamışlar, hikâyecileri katiyyen dinlememişlerdir. Kıssa, ne asr-ı saâdette, ne de Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer zamanında vardı.130 Ne zaman fitne başgösterdi, işte o zamandan beri hikâyecilik ve kıssacılık süratle yayıldı.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Rivayet olunduğuna göre İbn Ömer bir ara mescidden dışarı çıktı. Çıkışının sebebini soranlara bu sebebi şöyle izah etti: 'Beni mescidden hikâye anlatanlar çıkardı. Bu hikâyeciler olmasaydı, hiçbir surette mescidi terketmeyi düşünmezdim'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zümre131 şöyle anlatır: Süfyân-ı Sevrî'ye, 'Biz hikâyecilere yü zümüzü çevirip bakıyoruz' dedim. O şöyle mukabelede bulundu: 'Bid'atçılara yüzünüzü değil, arkanızı dönerek oturunuz'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İbn Avn132 şöyle der: ibn Şirinin133 yanına gittiğimde şöyle bu yurdu: 'Bugün ne haberler var?' Bu suale 'Emîr'il Mü'minîn, hikâyecileri hikâye anlatmaktan menetti' diye cevap verdim. O zaman İbn Şirin 'Emîr'il Mü'minîn çok isabetli bir karar almış' dedi.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]A'meş, Basra camiine girdiğinde, bir hikâyecinin şöyle dediğini duydu: 'A'meş bize boyle rivayet etmiştir'. Bu söz üzerine A'meş, cemaatin ortasına dikilerek koltuk altlarını yolmaya başladı. Hikâye anlatan adam, densizlik yaptığı açık olan bu adamı şöylece tekdir etti: 'Ey ihtiyar! Va'z meclislerinde koltuk altlarını yolmaktan utanmıyormusun?' A'meş 'Neden utanayım? Ben bir sünneti yerine getiriyorum. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Sen ise yalan söylüyorsun. Çünkü bahsettiğin A'meş benim. Sana da böyle bir hikâye anlatmış değilim'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Ahmed b. Hanbel şöyle buyurmuştur: 'İnsanların en yalancısı hikâyeler anlatan ve çok soru sorandır'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. Ali Basra mescidinde hikâye anlatan bir adamı kovmuştur. Fakat aynı Hz. Ali (r.a)., Hasan Basrî'nin mescidinde yaptığı va'za mânî olmamıştır; çünkü Hasan Basrî (r.a), âhiret ilmi, ölüm, nefsin ayıplarını gösterme, amellerin âfeti, şeytanın iğvaları ve bütün bunlardan sakındırmak hususunda va'z ediyordu. Aynı zamanda Allah'ın nimetlerini, kulun bu nimetlerin şükründe kusur ettiğini, dünyanın ayıplarını sayarak hakir ve geçici bir yer olduğunu; dünyanın hiçbir şeyinde vefa bulunmadığını, âhiretin tehlikelerini ve şiddetli azâplarını anlatıyordu. İşte bütün bunlar şer'an güzel kabul edilen zikir olduğu için, bunlardan konuşmakta büyük bir fayda vardır. Bu tür bir zikrin gerekli olduğunu Ebu Zer Gıfarî'nin (r.a) rivayet ettiği şu hadîsten anlıyoruz:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zikir (ilim) meclisinde hazır bulunmak, bin rek'ât nâfile namaz kılmaktan daha hayırlıdır. (Bir zikir meclisinde bu[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]lunmak), bin hastayı ziyaret etmekten daha hayırlıdır. (Bir ilim meclisinde bulunmak), bin cenaze merasiminde hazır bulunmaktan daha hayırlıdır. Allah'ın Rasûlü'ne [/COLOR][COLOR=red]'Ey Allah'ın Rasûlü! Bu meclislere gitmek, Kur'an okumaktan da mı üstündür?' diye soranlara Allah'ın Rasûlü (s.a) şöyle cevap vermiştir: 'İlim olmadan okunan Kur'an'ın bir fay dası olur mu'?134[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Atâ şöyle demiştir: 'Bir zikir meclisine iştirâk etmek, yetmiş lehviyat meclisine girmenin kefareti olur'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zâhirperestler bu hadîs-i şerifleri nefislerinin tezkiyesine dair bir hüccet kabul etmişler ve zikir ünvanını da, yapmış oldukları kötü hurafelere ad olarak takmışlardır. Onun için güzel ve esas olan Zikr'in asıl mânâlarından uzaklaşmışlar, ihtilâflı kıssalarla meşgul olmuşlar, keyiflerine göre eksiklik veya ziyadelikler icad etmişlerdir. Kur'an-ı Hakîm'de vârid olan kıssaların sebebinden uzaklaşılmış ve o kıssalara kendi hissiyatlarından doğanları ek lemişlerdir. Kıssaların bir kısmını dinlemekte fayda varsa da; bir kısmı da doğru olmasına rağmen zararlıdır. Nefsi için bu kapıyı açan bir kimse, eğri ile doğruyu, yararlı olanla zararlı olanı karıştırır ve bundan ötürü tehlikeli bir duruma düşer. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hikâyeciliğin menedilmesinin sebebi de bu tehlikeden korunmak tan başka bir şey değildir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Yine bu sebepten dolayı Ahmed b. Hanbel şöyle buyurmaktadır: İnsanların, doğru hikâyeler anlatan insanlara ne kadar ihtiyacı vardır?'[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Şayet bir hikâyeci peygamberlerin kıssalarından bahsediyor ve aynı zamanda kendisini dinleyenlere dinî emirleri bildiriyorsa; kısaca doğru şeyleri hikâye ediyorsa, ben böyle birinin hikâyele rinde hiçbir zarar görmemekteyim. Ancak yalan söylemekten, halkın anlamayacağı bir şekilde peygamberlerin hayatlarından hikâyeler anlatmaktan, çok zararlı olacağı için bu hareketlerden şiddetle kaçınmalıdır. Peygamberlerden hasıl olan zellelerin ardından onların yaptıkları hasenâtı anlayamayacağı için, kendi hatâlarının da affedileceği inancına saplanarak kendisini büyük bir tehlikeyle başbaşa bırakır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]'Bir kısım meşayihten ve ümmetin büyüklerinden şöyle ve böyle rivayet edilmiştir' diyerek kendi düşüncelerini haklı görmek ten şiddetle kaçınmalıdır insanlar... Hikâyeciler kendi fikirlerini delillendirmek için çoğunlukla böyle davranırlar. [/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Böyle yapan her kes büyük bir günah işlemiş olur. Çünkü bu hareket 'Ben Allah'a isyan etmiş ve kusur işlemişsem eğer, bu kusurları benden çok daha faziletli olan büyük insanlar da işlemişler' demekten başka bir mânâ taşımaz. Bu tür şeylerden bu şekilde bir hüküm çıkarabilirler ve bu hükümle bilmeden kendilerini Allah karşısında cüretkâr bir duruma getirirler.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu iki mahzurdan; yani yalan ve rezillikleri anlatmaktan sakınıldığı takdirde hikâye anlatmakta bir zarar yoktur. Bu tak dirde hikâye güzel olur ve Kur'an'ın zikrettiği haber hâlini alır. Nitekim değerli kitaplarda bu tip hikâyelerin çokça yer aldığını görmekteyiz.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bir kısım insanlar, ibadetlere teşvik edici hikâyeler anlatmayı güzel bulurlar. Çünkü bu hikâyelerin amacının insanları hakka dâvet etmek olduğunu düşünmektedirler. Halbuki bu, şeytanın bir yanıltmasıdır. Zira doğruyu anlatmak kâfidir. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İnsanı yalana sev kedecek hiçbir sebep yoktur. Allah'ın ve Rasûlü'nün emirlerini an latmak kâfi olduğu için va'zlarda uydurmalara hiçbir ihtiyaç yoktur.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Söze aslında olmayan ilâveler katmak mekruh bir hareket değil midir?[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a), kendini zorlayarak ve cümleleri süsleyerek konuşmaya çalışan oğlu Ömer'e şöyle demiştir: 'İşte seni bana hor gösteren hareketin, süslü cümleler kurmak için kendini zorlamandır. Bu huyundan vazgeçmedikçe, hiçbir ihtiyacını karşılamayacağım'. Bu sözü, oğlu kendisinden bazı ihtiyaçlarını karşılamak için bir şeyler istediği zaman söylemiştir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. Peygamber (s.a) kelimeleri süsleyerek ve kendini zorlaya rak konuşan Abdullah b. Revaha'ya hitaben şöyle buyurmuştur:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Ey İbn Revaha! Kelimeleri kâfiyeli söylemekten ve bu ko nuda kendini zorlamaktan sakın!135[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Dinen mahzurlu olan seci', iki kelimeden fazla olan seci'dir. Bu sırra binaen ceninin diyeti hakkında 'içmeyen, yemeyen, bağırmayan ve ağlamayan bir parça et için ne diye diyet verelim? Bu, boş yere mal vermektir.. diyen kimseyi Hz. Peygamber (s.a) şöyle azarlamıştır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Göçebelerin kâfiyeli konuşması gibi mi konuşmak istiyorsun? 136[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Şiirlere gelince, va'z ve nasihat ederken çokça şiir söylemek çirkin görülmüştür, Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Şairlere ise, sadece sapık kimseler uyar. Görmez misin? O şairler, her vâdide şaşkın dolaşırlar. (Şuarâ/224-225)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Biz ona (peygambere) şiir öğretmedik, ona yaraşmaz da![/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal](Yâsin/69)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Vâizlerin, âdet edinerek okudukları şiirlerin çoğu aşk, mâşukun güzelliği, kavuşmak ve ayrılık acısıyla ilgilidir. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Böyle va'zları dinleyen cemaatin çoğunu halkın en ahmak tabakası teşkil eder. Bu ahmakların şehvet duygularından başka hiçbir şeyle ilgilenmedikleri ve kalplerinin ise güzel şekillere bakmaktan başka bir işe yaramadığı bir gerçektir. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Böyle bir cemaatin bulunduğu yerlerde, yukarıda sözü edilen şiirler okunduğu zaman, bu kişilerin şehvet hislerini gıcıklamaktan başka bir sonuç elde edilmiş olmaz. Bu insanlar, saklı ateşin alevlenmesinden dolayı bağırıp çağırarak raksetmeye çalışırlar. Şiir çoğunlukla dinin ta mamına zarar verici bir fesad âleti olmaktadır. Bu nedenle mev'ize ve hikmetli sözleri ihtiva eden şiirler ancak istidlâl yoluyla nakle dilebilir, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Şiirin bir kısmı hikmettir.137[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Şayet meclisi teşkil edenler havasstan kimseler ise ve onlardan başkası da yok ise; o zaman halka zarar veren şiir türleri okunabilir, çünkü havassa böyle şiirler bir zarar vermez. Çünkü üstün de recelere ulaşmış ve kalpleri arınmış kimseler ne dinlerlerse dinlesinler, dinlediklerini kalplerindeki muhabbete malederler. Bunun hakikatini Sema' adlı bölümde uzun uzun anlatacağız. Bu sırra binaen meşhur Cüneyd-i Bağdâdî, ancak on kişiye hitabda bulunur ve cemaat on kişiden fazla olduğunda konuşmasını keserdi. Cüneyd'in hiçbir zaman yirmi kişilik bir cemaata hitap ettiği görülmemiştir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bir cemaat İbn Salim'in130 kapısına giderek, kendisine 'Arkadaşlaruı seni dinlemek için hazırlandılar, çık da onlarla konuş!' dediklerinde İbn Sâlim 'Hayır; bunlar benim ar kadaşlarım değil. Onlar ancak meclisin arkadaşı olabilirler. Benim arkadaşlarım havass insanlardır' diye cevap vermiştir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Şatahat'a gelince bu terimle bir kısım sûfilerin sonradan ilâve ettikleri iki hususu kastediyoruz:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Birincisi, Allah aşkı hakkındaki uzun iddialardır. Yâni zâhirî amellerin yerine geçen kavuşmadır. Hatta bu mevzuda bir grup, Allah ile birleştiğini bile iddia etmiştir. Öyle ki Allah ile ara larındaki perdelerin kalktığını, Allah'ı alenen gördüklerini ve şifahî olarak kendileriyle konuştuğunu iddia etmektedirler![/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]'Allah bize şöyle dedi, biz de ona şöyle cevap verdik' gibi sözler söylemek suretiyle, kendilerini daha önce bu sözleri söyleyen ve söylediği bu kabil sözlerden ötürü idam edilen Hüseyin b. Mansur el-Hallac'a, (Hallac-ı Mansur'a139) benzetmeye çalışırlar. Hallac'ın Ene'l-Hak sözüyle istişhad etmektedirler.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Beyazıd-ı Bistamî'nin140 'Subhanî, Subhanî; (ben ortaktan münezzehim, benim hiçbir ortağım yoktur) sözüne uyarak bir takım neticeler çıkarmaya çalışırlar.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu tür konuşmalar halka çok büyük zarar verir. Öyle ki, çiftçilerin bir kısmı bu sözleri duydukları zaman çiftlerini, çubuklarını bırakarak bu kuru dâvalar arkasında koşmaya başlamışlardır. Çünkü bu konuşmalar acaip oldukları için insanlara cazip gel mektedir. Zira böyle konuşmalardan sonra insanlar kendilerini birtakım ibadetlerden kurtulmuş sanıyorlar. Bu ne büyük bir felâ kettir! Nefsin yüksek makamlara çıkması ve Allah'la hallenmesi felâketi de bunun çabası.., Ahmak insanlar bu kuru dâvaları ta hakkuk ettirecek kudreti nefislerinde daima görürler ve birtakım mânâsız ve zâhiren güzel görünen içi berbad kelimeleri söylemek ten de geri kalmazlar.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Eğer onlara böyle konuştukları zaman itiraz edilirse, hemen şöyle cevap vermeye yeltenirler: 'Sizin bu itirazınız ilminizden ve tartışmaya merakınızdan geliyor. İlim hakikatlerin önüne çekilen perdeden başka birşey değildir. Cedel ise nefsin hoşuna gittiğinden, hiçbir kıymeti yoktur. Oysa bizim bütün söyledikleri miz bâtın hallerinin dile dökülmesidir. Bunları, bâtınımıza hak nûrunun keşfolunması gösteriyor ve hak, bizim bâtınımızda tecelli ediyor.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte bu ve buna benzer iddialar, İslâm memleketlerini tehlikeli bir yangın gibi sarmış ve bu yangın bilhassa halk tabakasını yakıp kül etmeye neden olmuştur. Bu gibi sözleri söyleyen bir kimseyi öl dürmek, Allah indinde on kişiyi diriltmekten daha hayırlı bir iş olur.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Beyazıd-ı Bistâmî'ye mal edilen söz, onun ağzından çıkmamıştır. Böyle bir sözün ona mal edilmesi kesinlikle doğru değildir. Şayet buna benzer bir söz onun ağzından çıkmış ise, o zaman bu sözü kendisine değil, Allah'a ait olarak hikâye edip konuştuğunu kabul etmek gerekir. Allah'ın dininden bahseder ken, ona ait malûmat içinde böyle bir sözü de söylemiş olabilir. Nitekim Allah Teâlâ (c.c) hakkında malûmat verirken şu sözleri söylediği gibi: 'Muhakkak ben Allahım, benden başka ilâh yoktur, O halde bana ibadet edin'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Bu bakımdan Bistâmî, bu kelâmı ancak Allah kelâmı olarak hikaye etmiş olabilir. Yoksa o kelâmı kendi adına söylemiş ol masını mümkün göremeyiz.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İkincisi, mânası anlaşılmayan birtakım kelimelerden ibarettir. Bu kelimelerin zâhiri, gayet hoş ve dehşetengiz mânâlar taşımaktadır. Fakat hepsi bu kadardır. Bunların ötesinde bir mânâ ifade etmezler. Bu kelimeleri söyleyen mânâlarını bilmez, sadece aklının noksanlığından dolayı kendi içinden geçirdiği saç malıkları bu kelimelere yükler. Hiçbir zaman ağzından çıkan bu kelimelerin mânâsına nüfuz edebilmiş de değildir. Bazıları bu mânâyı anlar, fakat gayesini anlatmaya muktedir olamadığı için, bu ibareleri yerli yerinde kullanamaz. Çünkü ilmi az olduğu için mânâların hangi terimlerle ifade edileceğini bilemez. Bu tür söz lerde bir fayda yoktur. Bu gibi kelimeler kalpleri yaralar, akılları dehşete düşürür ve zihinleri hayrette bırakır ve hiç de kastedilme yen mânâların anlaşılmasına yol açar."işte böyle olduğu zaman herkes arzularının peşine takılır ve bu kelimelerden istediği gibi mânâlar çıkarmaya başlar.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Sizden herhangi biriniz bir topluluğa anlamadıkları bir tarzda konuşma yaparsa; bu kimsenin konuşması, dinleyenler için bir fitne olur.141[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İnsanlara anladıkları bir tarzda hitab edin. İnsanlarla an lamadıkları tarzda konuşmaktan salanın. Acaba siz Allah ve Rasûlü'nün tekzib edilmesini ister misiniz?142[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Allah Rasûlü'nün menettiği konuşmalar, ancak konuşanın kendisi tarafından anlaşılan, fakat dinleyenlerin anlamadığı konuşmalardır. Bu konuşmaları dinleyenler, anlamadıkları için konuşmayı asla zihinlerine yerleştiremezler. Bir de konuşanın bile anlamadığı kelimelere ne buyurulur? Konuşan kendi sözlerinin mânâsını bilir de, yalnız dinleyenler bu mânâyı anlamasalar bile böyle bir konuşma helâl olmaz.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. îsâ şöyle demiştir: 'Hikmeti, ehil olmayan kimselere ema net etmeyiniz ki, hikmete zulmetmiş olmayasımz. Hikmeti, ehil olan kimselerden kıskanmayınız ki, anlayanlara, idrâk sahiple rine zulmetmiş olmayasınız. Şefkatli bir hekim gibi olunuz ki, he kimler merhemi sadece yaraya sürerler'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. İsâ'nın (a.s) bu sözü şöyle de rivayet edilmiştir: 'Hikmeti, ehil olmayan kimselere devretmeye çalışan bir kimse cahildir. Hikmeti, ehlinden saklayan bir kimse ise zâlimdir. Hiç kuşkusuz hikmetin bir hakkı vardır ve bir de ehli vardır. Öyleyse her hak sa hibine hakkı verilmelidir'.143[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Tamat'a gelince, şatahat konusunun tamamı tamat ile ilgili dir. Bununla birlikte tamatın kendine ait hususî bir vasfı daha vardır. Bu hususî vasıf ise şeriata ait kelimeleri zâhirî mânâ larından ayırarak bu kelimelere zorla hiçbir faydası olmayan bâtınî mânâlar vermeye çalışmaktır. Tıpkı bâtınîlerin Kur'an ve hadîs üzerine yaptıkları te'vil gibi... [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte bunun için tamat da, şatahat da haramdır ve zararı büyüktür. Çünkü şeriat sahibinden gelen bir nakle dayanmayan ve bir zarurete binaen aklî bir delile istinad etmeyen te'vil ile kelimeleri zâhirî mânâlarından başka mânâlara çevirmek, kelimelere olan itimadı tamamen sarsar, bu durumda Allah'ın ve Rasûl'ün sözleri de anlaşılmaz bir hale gelir. Çünkü artık kelimelerin bir mânâsı kalmamıştır veya daha doğru bir deyişle herkes her kelimeye kendi istediği mânâyı vermiş ve hükümler ortadan kaldırılmıştır. Öyle ki artık her kelimeden bâtınî mânâlar çıkarılır olmuştur. İşte en büyük felâketlerden biri budur. Bu zararı çok büyük olan hâl, halk arasında çok yaygın olan bid'atlerdendir. Bu bid'atleri icad edenler, acaiplikler ar kasında koşmak suretiyle şöhrete ulaşmak isteyen kimselerdir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zira insanoğlu tabiatı icabı, daima acaipliklere meyletmiş ve acaip likleri temsil ettikleri sanılan kimseleri, büyük adam olarak bilmiştir. İşte insanın garip şeylerden zevk almasını, bu şarlatanlar istismar etmişler ve halkın gözünde birer kahraman kesilmişlerdir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bâtınîler, korkunç bâtıl telakkîleriyle şeriatın büyük temelle rini sarsmaya yeltenirler ve şeriatın zâhir olan hükümlerini te'vil ederek, (bunları yıkmak için kaleme aldığımız el-Müstezhir isimli kitabımızda da belirttiğimiz gibi) şeriatın tamamını kendi te'villerine göre bina etmeye çalışırlar.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Tamat ehlinin te'viline bir misal olarak şu ayetin te'vilini gös terebiliriz.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Haydi artık Firavun'a git, çünkü artık o çok azdı. (Nâziat/17)[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bunlar, ayet-i kerîmede geçen Firavun kelimesini, zalim Firavun'a değil de, kalbin bir hâline hamlederek 'Firavun' dan maksad, insana saldıran kalptir' demişlerdir. Yine bunlar Kasas sûresinin 32. ayetinde geçen 'Ve asânı yere bırak' cümlesindeki asâ kelimesini, insanın güvendiği ve Allah'tan başka itimad ettiği şeylere atfetmişler ve bunları kaldırıp atmanın gerekli olduğunu söylemişlerdir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. Peygamberin (s.a) 'Sahur yemeğinin ye[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT][B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]yiniz, çünkü sahurda bereket vardır'144 sözünü şöyle te'vil etmişlerdir: 'Sahur kelimesinden murad, seher vaktinde istiğfar etmektir'.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu adamlar o kadar ileri gitmektedirler ki, Kur'an-ı Kerîm'i baştan aşağıya te'vil etmeye kalkışmakta, İbn Abbas'dan itibaren bütün Kur'an müfessirlerini bir yana atarak bütün ayetleri kendi anlayışlarına göre tahrif etmektedirler. (Zaten bunu yapabilmek için böyle bir yola başvurmuştur bu sahtekârlar).[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Bâtınîlerin ve te'villerinin bir çoğunun bâtıl olduğu apaçık bi linmektedir. Tıpkı Firavun'u kalp ile tefsir etmeleri gibi...[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Firavun, elle tutulan ve gözle görülen bir kişidir. Varlığı teva tür yoluyla bize kadar gelmiştir. Gene aynı Firavun'un Hz. Musa tarafından hakka dâvet edildiği de tevatür hâlindedir. Firavun kendisinden sonra yaşamış bir Ebu Leheb, bir Ebu Cehil ve sâir kâ firler gibi bir kâfirdir. Firavun, asâ ve sahur; şeytan ve melek gibi hiss ile bilinmeyen şeylerden değillerdir ki onları teVile çalışalım.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Sahurun seherde istiğfar mânâsına tevil edilmesi de büyük bir hatadır. Çünkü sahurun ne olduğunu bizzat efendimiz hareke tiyle bize bildirmiştir. Allah'ın Rasûlü sahur zamanında yemek yer ve etrafındakilere şöyle derdi:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Bereketli gıdaya geliniz.145[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Tevatür, hiss ve nakil yoluyla gelen bütün ölçülere göre, bu gibi te'viller bâtılın en aşağı derecesidir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu tevillerin bâtıl olduğunu bâzen zann-ı galib ile biliriz. Bu da hissin müdahalesinin bulunmadığı emirlerde olur. Bütün bu te'viller haramdır, dalâlettir, dinî halk tabakası nazarında ifsad etmektir. Ne sahâbeden ve ne de tabiînden bu te'villere benzer riva yetler nakledilmiştir. Halkı hakka dâvet eden ve halka va'z u nasi hatta bulunan Hasan Basrî'den de böyle te'viller nakledilmiş değildir. (Hasan Basrî, kırk sene durmadan sahâbeyi dinleyerek ilim sahibi oldu. Bütün hayatı boyunca sahâbeden dinlediklerini nakletti. Onun dinledikleri kimseler içinde yetmiş Bedir kahra manı ve diğer üçyüz sahâbî vardı. Buna rağmen o böyle teViller yapmadı. Yaptığına dair en küçük bir rivayet gelmemiştir. Bâtınîlerin elinde buna dair en basit bir delil bile yoktur).[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Kur'an-ı Kerîm'i kendi görüşüne dayanarak (kaideleri gözetmeden) tefsir eden kimse ateşte yerini hazırlasın.146[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu hadîs-i şerifin mânâsını, bâtınîler gibi kendi görüşleriyle tefsir edenlere hamledersek ancak açıklığa kavuşturabiliriz. Şöyle ki: Yukarıda bahsi geçen tevil ve tefsirlere kaçan bâtınî meşrebli bir kimsenin gayesi ve görüşü bir emrin tahkik ve tesbitidir. İşte o emri bir de te'vil yoluyla Kur'an'ın şehâdetiyle tevsik etmek ister. Ne lûgat ve ne de nakil olarak hiçbir delil yokken Kur'an ayetlerini o mânâlara hamletmek ister. Yukarıda zikrettiğimiz hadîs-i şerif 'Kur'an istihraç ve tefekkür yoluyla tefsire tâbi tutulmasın' demi yor. Zira birçok ayet için sahabe-i kirâm ve müfessirlerden beş-altı ve hatta yedi mânâ naklolunmuştur. Biliniyor ki bu mânâların hepsi Hz. Peygamber'den nakledilmiş değildir. Zira bu mânâların bâzan biri diğerini nakzettiği için bir araya toplanmaları mümkün olmuyor. Demek ki bütün bu mânâlar Hz. Peygamber'den işitilmiş değil, belki uzun tefekkür ve anlayış sonucunda ortaya atılmış mânâlardır. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte bu sırra binaen Allah'ın Rasûlü, İbn Abbas için şöyle buyurmuştur:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Ey Allahım! Onu dinde fakih kıl ve kendisine Kur'an'm te'vilini öğret.147[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Tamat ehlinden, bu te'villerin lâfızlardan kastedilen mânâlar olmadığını bildiği halde caiz gören ve bununla halkı hakka çağırdığını iddia eden bir kimse; hakikatte doğru olan bir şeyin is batı için Allah Rasülü'nün söylemediği bir sözü uydurup da söyle yen bir kimseye benzer, Bu ise zulüm ve dalâletin tâ kendisi olduğu gibi, ayrıca bu zulmü irtikâb edeni de Allah Rasûlü'nün şu müba rek sözü tehdit etmektedir:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Benim söylemediğim bir sözü bana kasden mâleden ve yalan uyduran bir kimse ateşte yerini hazırlasın!148[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu kelimelerin tevili, bütün bu tehlikelerden daha korkunçtur. Çünkü bu gibi teviller, kelimelere olan itimadı sarsar. Böyle olunca da hiç kimse Kur'an'dan hiçbir mânâ çıkarma imkânı bu lamaz. Böylelikle Kur'an'dan istifade etmek yolları kapanmış olur![/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Şeytanın, halkı hakka dâvet edenleri memdûh ve makbul ilim lerden, mezmum ilimlere nasıl çevirdiği ortadadır. Bütün bu felâ ketler, terimleri hakikî mânâlarında değil, başka mânâlarda kul lanan sahtekâr âlimlerin telbisatı sonucunda meydana gelmekte dir. Şayet meşhur terimlere güvenerek ve asr-ı evvelde bilinen hak ikate bakmayarak bu kişilere tâbi olursan, senin durumun tıpkı hekîm denilen, fakat aslında hikmetle alâkası bulunmayan bir kimseye tâbi olup, şeref talebinde bulunan bir kimsenin durumuna benzer. Böyle bir kimse sadece hikmet teriminin şerefiyle yetinmiş olmaktadır. [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Zira hikmet tâbiri günümüzde tabibe, şâire ve münec cime mâledilmektedir. Bu kelimeleri bahsi geçen meslek erbabına mâletmek ise, kelimelerin ifade ettiği mânâları bilmemekten (gafletten) doğmaktadır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Beşincisi ise Hikmet terimidir. Hakîm sıfatı tabiblere, şairlere ve müneccimlere ait bir sıfat oldu. Hattâ yol kenarlarında kuşların pençeleriyle veya köylülerin eliyle kabak döndüren hokkabazlara dahi Hakîm sıfatıyla hitab edilmektedir. Halbuki hikmet, Allah Teâlâ'nın övdüğü ilme denir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Allah dilediğine hikmeti ihsan eder. Kime hikmet ve rilmişse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir. Bunu ancak akıl sahipleri düşünür.(Bakara/269) [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]Hikmet'ten bir kelimeyi öğrenmek, kişi için dünya ve onun içindeki varlıkların tümünden daha hayırlıdır.149[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Yukarıda naklettiğimiz ayet ile hadîsi dikkatle tedkik ederek hikmetin ne mânâya geldiğini düşününüz ki, sonraları hangi mânâlarda kullanıldığını anlayabilesiniz. Diğer terimleri de hikmet terimiyle mukayese ediniz. Ancak böyle yaptığınız takdirde sahtekâr âlimlerin hilesinden kendinizi koruyabilirsiniz. Zira kötü âlimlerin dine verdiği zarar, şeytanların verdiği zarardan daha dehşetlidir. Çünkü şeytan, insanların kalbinden imanı bu gibi kimseleri vesile ederek çekip alır. İşte bunun için Allah'ın Rasûlune (s.a) halkın en şerlisi sorulduğu zaman cevap vermek ten kaçınmış ve 'Allahım affet' demekle yetinmişti. Ashab, aynı suâli birkaç kere tekrarlayınca da şöyle buyurmuştu: 'Onlar, kötü alimlerdir'.150[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Mahmud ve Mezmum (Güzel ve Çirkin) ilimlerin ve iltibasın nereden kaynaklandığını artık öğrenmiş bulunuyorsunuz. Bu ne denle şimdi muhayyersiniz; ister nefsinizi selef-i sâlihîne uydu rursunuz, ister gurur zincirlerine sımsıkı sarılır, halefin ar kasında gidersiniz. Selef-i sâlihinin kendisine meşgale olarak seçtiği güzel ilimler inkıraza uğramış olduğundan bugünün in sanını meşgul eden ilimlerin çoğu bid'attir ve dine sonradan ilâve edilmiştir. Böylelikle Hz. Peygamber'in (s.a) şu mübarek sözü de yerine gelmiş olmaktadır:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]İslâm garip olarak başladı ve sonunda da başladığı gibi ga rip olacaktır. Garipler için cennet vardır.151[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Bu hadîsi ifade buyurdukları zaman Hz. Peygamber'e 'Garipler kimlerdir?' diye soruldu. O da şöyle cevap verdi:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]Garipler o kimselerdir ki, halk tarafından bozulmuş olan sünnetimi ıslah edip düzeltirler. Halk tarafından öldürülmüş (terkedilmiş) olan [COLOR=red]sünnetimi de ihyâ ederler.152[/COLOR][/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Garipler o kimselerdir ki, sizin bugün üzerinde olduğunuz hakîkate sarılırlar.153[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Garipler, sayıları pek az olan sâlih kişilerdir. Fakat bu kişiler, sâlih olmayan, fertleri çok olan bir topluluk içinde yaşarlar. Yaşadıkları bu topluluk içinde kendilerini seven az, buğz eden ise çoktur.154[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Gerçekten de selef-i sâlihînin ilimleri bugün gariptir. O kadar ki günümüzde bu ilimleri hatırlatanlar sevilmemektedir. İşte bu sırra işaret etmek isteyen Süfyân es-Sevrî şöyle demiştir: 'Bir âli min dostunun çok olduğunu gördüğün zaman bilmiş ol ki, o âlim hak ile bâtılı birbirine karıştırmıştır. Zira hak ile bâtılı birbirine karıştırmamış olsaydı, dostu az düşmanı çok olurdu'.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Mahmud (Güzel) İlimlerin Memduh Olan Miktarı[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu itibarla ilim üç kısma ayrılır:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]1. Azı da çoğu da mezmum (çirkin) olan ilim[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]2. Azı da, çoğu da mahmud (güzel) olan ilim; ne kadar fazla olursa o kadar güzeldir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal][COLOR=red]3. Kifayet edecek miktarı güzel, kalan kısmı ise güzel olmayan ilim İlmin durumu aynen bedenin hâline benzer. Bedene ait bazı haller vardır ki azı da, çoğu da güzeldir. Meselâ, sıhhat ve güzellik gibi...[/COLOR] [/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Diğer bir kısmı ise, mûtedil davranıldığı zaman güzel, haddi aşıldığı zaman çirkindir. Meselâ malını Allah yolunda vermek gibi. Haddi aşarak verilen şey sadakadır, fakat güzel değildir. Çünkü israftır. Meselâ şecaatin bir dalı olan tehevvür gibi. Tehevvür, şecaatin bir bölümüdür ama güzel değildir. Halbuki şecaat güzeldir. İşte ilim de aynen böyledir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Azı da, çoğu da kötü ve çirkin olan ilim, ne ahirete ve ne de dünyaya bir faydası dokunmayan ilimdi. Ne dünyaya, ne de ahi[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]rete yaramayan ilmin faydasından çok zararı dokunacağı herke sin kabul edeceği bir gerçektir. Sihir, tılsım ve yıldız ilimleri gibi...[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu ilimlerin bir kısmında hiçbir fayda yoktur. Dolayısıyla bu ilimlerle meşgul olmak insanın en kıymetli sermayesi olan öm rünü boşuna harcaması demektir ki değerli bir sermayeyi boşuna harcamak çirkin ve kötü bir harekettir. Bu ilimlerin bir kısmının zararı, dünyaya yaradığı zannedilen kısmından daha ağır bas maktadır. Zira bu kısmında geçici bir menfaat var ise de, verdiği zarara nisbetle bu menfaat hiç denecek kadar azdır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Her tarafıyla mahmud (güzel) olan ilme gelince, bu ilim, Allah'ın sıfatlarını, fiillerini, halk arasındaki Sünnet-i ilâhîyesini ve âhireti dünyadan üstün kılmasının hikmetini beyan eden ilim dir. İşte bu ilim bizâtihi istenen ilmin tâ kendisidir. Çünkü ancak bu ilimle insanlar ebedî saadete ulaşırlar. Bu ilmi elde etmek için insanın vargücüyle çalışması bile kendisini kusurdan kurtarmaz. Zira bu ilim idrâk edilemeyecek kadar geniş ve dibi bulunamaya cak kadar derindir. Herkes kendi gücü nisbetinde ancak bu der yanın sahil ve sığ yerlerinde gezebilir. Bu denizin etrafında ve sığ yerlerinde ancak peygamberler, kâmil velîler ve Allah ilminde rü sûh kesbeden âlimler gezebilirler. Elbette ki onlar kendi derecele rine ve Allah Teâlâ'nın kendileri için takdir ettiği derinliklere ka dar dalabilmişlerdir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte kitaplarda yazılı olmayan gizli ilim budur. Bu ilmi insan ancak öğrenmeye çalışmakla ve âhiret âlimlerinin ahvâlini iyi bilmekle elde edebilir. Âhiret âlimlerini tanıtacak alâmet-i fârika lar ilerideki bölümlerde izah edilecektir. İşte bu ilmi bilmek için yapılacak iş budur. Âhirette ise, bu ilmi elde etmeye çalışmak, mü cahede, kalb tasfiyesi, dünya meşgalelerinden kalbin kurtarılması ve bu dünyada peygamberlerin ve kâmil velilerin arkasında gitmek ile onları örnek almak yardım eder.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Evet, bütün bunları yapmak lâzım ki, bu ilmin peşinde olan herkes çalışması nisbetinde değil, ancak nasibi kadar bu ilme sa hip olabileceğini anlasın. Bu sözü, o halde gayrete gerek olmadığı mânâsına almak büyük bir hata olur. Zira gayret, hidayetin anah tarıdır ve hidayetin gayretten başka anahtarı da yoktur.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bir miktarı güzel, kalanı çirkin olan ilimlere gelince, bu ilim ler farz-ı kifâye bölümünde zikrettiğimiz ilimlerdir. Farz-ı kifâye olan bu ilimlerin her birinde üç mertebe vardır:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]1. Lâzım olduğu kadarıyla yetinmek ki bu en azıdır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]2. Ne ifrata ve ne de tefrite sapmaksızın normal bir miktarı elde etmek.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]3. Ortalama haddini aşıp ömrün sonuna değin sürekli elde etmeye çalışmak.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu duruma göre sen iki halden birine talip ol. Yâni ya nefsinle veya nefsini ıslah ettikten sonra başkasıyla meşgul ol! Sakın kendi nefsini ıslah etmeyip, başkalarıyla meşgul olan kimselerden olma! Nefsinle meşgul olan bir kimse isen, sadece sana farz olan ve du rumunun şartlarına uygun düşen ilmi tahsil etmeye çalış! Namaz, taharet, oruç ve sair ibadetler gibi. Zâhirî amellerinle ilgili ilmi elde etmeye gayret et![/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Herkesin ihmal ettiği ilim, kalbin özelliklerini ve bunların gü zelini ve çirkinini bildiren ilimdir. Yeryüzünde yaşayan hiçbir in san çirkin sıfatlardan arınmış değildir. Kötü sıfatlar; hırs, hased, riya, kibir, ucûb ve benzeri sıfatlardır. Bunları terk etmek ve kalp ten uzaklaştırmak vâcibdir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bütün bu kötü sıfatlarla malûl olduğu halde zâhirî amellerle meşgul olan bir kimsenin durumu, uyuz bir kimsenin durumuna benzer. Uyuz olan bir kimse, kendisini bu uyuz hastalığından kur taracak ilâçları ihmal ederek, zâhirde görünen yaralarına mer hem sürerse, hiç kuşkusuz saçma bir iş yapmış olur.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Bir meselenin dış yüzüyle ilgilenen âlimler, yol kenarında otu rarak, gelene geçene zâhirî merhem tavsiye eden doktorlara ben zerler. Âhiret âlimleri ise, ancak bâtının temizlenmesine, şerri bü tün şekilleriyle ortadan kaldırmaya ve kötülükleri kalplerden sö küp atmaya bakarlar.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Kalp amellerinin zorluğu, buna mukabil zâhirî amellerin ko laylığı birçok kimseleri ürkütmüş, onları kalbi temizlemeye çalışmaktan ise zâhirî amellere sarılmaya sevketmiştir. Bu garip lerin durumu, tıpkı hastalığı kökünden söküp atacak olan acı ilâç ları almaktan çekinip, zâhirî yaralara merhem sürmeye rıza gös teren hastaların durumuna benzer.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu hastalar bir yandan dıştaki yaralara merhem sürmek için[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]yorulurken diğer yandan o yaraların kökü daha da derinlere git mekte ve hastalık gittikçe azmaktadır. Şayet âhireti ister ve kurtulmayı murad edersen; ebediyyen helâk olmaktan kaçar saadeti elde etmeye çalışırsan, herşeyden önce hastalıkları derinliğine bil diren ve o hastalıkların ilâcını (Mühlikât bölümünde açıkça söy lediğimiz gibi) tavsiye eden ilmi öğren! Bu ilmi öğrenirsen öğrendiğin bu ilim seni Kurtarıcılar bölümünde zikrettiğimiz ma kamlara çeker ve bu şekilde kesin bir bilgiye, ebedî saadete ulaşmaya namzed olursun. Zira kalp kötü sıfatlardan kurtulunca, o sıfatların yerini övülmüş olan sıfatlar doldurur. Aynen toprağın yabanî otlardan temizlenerek, fideleri ve gülleri yetiştirmeye hazırlanışı gibi...[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Şayet kalp, kötü sıfatlardan temizlenmezse, oraya iyi sıfatların girmesine imkân kalmaz. Bu bakımdan halk tabakası arasında farz-ı kifâye olan ilimlerle meşgul olan kimselerin çok olduğu bir zamanda, farz-ı kifâyelerle değil, kalp ilimleriyle meşgul ol. Zira başkasının salâhı için kendisini helâk eden kimse ahmak sayılır. Elbiselerinin cepleri yılanla, akreple ve daha başka öldürücü ya ratıklarla dolu olan kimsenin kendi hayatım düşünmeyerek, başkasının yüzüne konmuş sineklerle meşgul olması ne büyük bir hamakat örneğidir! Zira başkasının yüzündeki sinekleri kovması, kendisini akrep ve yılanların sokup öldürmesine mâni olmaz.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Eğer nefsini ıslâh ederek kötülükleri tasfiye etmiş isen, gü nahın açık ve kapalı bütün şekillerini terketmeye gücün yetiyor ise ve bu hâl sende bir tabiat hâlini almışsa ki bu sıfatın elde edilmesi çok uzak bir ihtimâldir o zaman farz-ı kifâye olan ilimlerle meşgul olabilirsin. Fakat bu ilimlerde yine de tedricî bir şekilde yürümeyi unutma![/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşe önce Allah'ın Kitabı'ndan başla. Allah'ın Kitabı'nı öğrendikten sonra Rasûlü'nün sünnetini öğrenmeye çalış. Daha sonra Kur'an'ın nâsih, mensuh, mevsul, mefsul, muhkem ve müteşâbih ilimlerini öğren. Aynı minval üzere sünnet-i seniyeyi de öğrenmeye çalış. Bütün bunları öğrendikten sonra fıkıh ilminin bir dalı olan mezheb ilminin teferruatı ile uğraş. Sakın üzerinde ihtilâf olan konularla meşgul olma. Bunu da öğrendikten sonra usûl-ü fıkıh ilmine dal. Böylece ömrün müsaade ettiği nisbette diğer ilimlere de el atmaya bak. Bütün ömrünü ilmin bir dalma ve o ilmin zirvesine çıkmak için sarfetme; zira ilim çok, ömür ise kısadır. Bu ilimlerin hepsi birer âlet ve başlangıçtır. Bunların biz zat kendileri amaç değildir. Bunların herbiri başka ilimlerin basamaklarıdır. Bu nedenle başka ilimlere basamak olan herhangi bir ilimle meşgul olarak esas amacı unutup, ihmal etmek doğru bir hareket olmaz.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]O halde lugat ilmini meramını arapça anlatacak kadar öğrenmeye çalış. Kelimelerden ancak Kur'an'ı ve Sünnet-i anlaya cak miktarını öğren yeter... [/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Daha doğrusu, Kur'an ve Sünnet'te ge çen garib kelimeleri anlayabilecek kadar Arap dilini bilmek kâfi dir. Daha ilerilere gitmek için vakit kaybetmemelidir. Nahiv il minden Kur'ân ve Sünnet-i çözecek miktarını öğren![/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Çünkü hiçbir ilim yoktur ki onda üç vasıf bulunmasın.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [COLOR=red] [/COLOR] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]1. İktisar (lüzumlu miktardan az)[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]2. İktisad (ne ifrat ve ne de tefrit, tam ortası)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=red]3. İstiksa (normalin üzerine çıkmak, en fazlasını bilmeyeçalışmak)[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Diğer ilimleri kıyaslamak imkânının elde edilebilmesi için ha dîs, tefsir, fıkıh ve kelâm ilimlerinin bu üç mertebesine işaret ede lim. Tefsir ilminde iktisar, Kur'ân'ın iki misli olmak demektir. Nitekim böyle bir tefsiri Ali el-Vâhidî en-Nisaburî155 yapmış ve isim olarak da el-Veciz ismini vermiştir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Tefsir ilminde iktisad mertebesi, Kur'an'm üç misli bü yüklüğünde olan tefsirdir. Nitekim böyle bir tefsiri el-Vasit adı ile yine adı geçen şahıs yazmıştır. Bundan daha büyük tefsir ise, pek de lüzum olmadığı halde bir ömrü bitirir, fakat kendisi bitmez.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hadîste gelince, hadîs ilminde iktisar derecesi Buhârî ve Müslim'in hadîslerinden birer nüshayı, hadîs metninin ilmine vâkıf olan bir kişinin yanında okuyarak tashih ve tahsil etmektir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hadîs ricalinin ismini ezberlemek hususunda, daha önceki hadîs âlimlerinin bu sahada yaptıkları çalışmaları tâkip etmek ye ter de artar bile. O âlimlerin kitaplarına her bakımdan güvenilebi lir. Müslim'in veya Buharî'nin metinlerini ezberlemek zaruri değildir. Ancak bu iki kitabı ihtiyaç olduğu zaman, lâzım olan hadislerin bu kitapların neresinde olduğunu bilip, yerini muhatabına gösterebilecek kadar tahsil etmeniz yeterlidir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hadîs ilmindeki iktisad derecesine gelince; Müslim ve Buhârî'nin yanında sahih olan diğer hadîs kitaplarını okuyup, on larda fazla olarak bulunan hadîsleri Müslim ve Buharî'ye kat maktır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hadîs ilminde en son hadde varmak ise, bu kitapların dışında kalan hadîs kitaplarından, zayıf, kavî, sahih, sakim hadîsleri nak leden ve hadîs ilminde birçok yollar öğreten hadîs ricalinin ahva lini, isimlerini ve vasıflarını bildiren kitapları mütalaa etmektir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Fıkıh ilmine gelince, bu ilimde iktisar derecesi İmam Müzenî'nin156 Muhtasar adlı eserinin muhtevasın-ki biz o eseri Hulâsat'ul-Muhtasar adlı kitabımızda tertibe koyduk mütalâa et mektir. Fıkıh ilminde iktisad derecesi Muhtasar isimli kitabın üç misli bir kitap okumaktır ki biz bu miktarı el-Vasit miri el-Mezâhib adlı kitabımızda bildirmiştik. Fıkıh ilminde son derece ise el-Basit isimli kitabımızı ve buna benzer uzun kitaplarda varid olan mal ûmatları okumaktır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Kelâm 'a gelince, bu ilimden gaye ehl-i sünnetin selef-i sâlihin den naklettiği inançları korumaktır. Kelâm ilminin bundan gayrı bir vazifesi yoktur. Kelâm ilminden bu miktardan fazlasını iste mek, meselelerin sırlarını ve hakikatini başka yollarda aramak demektir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Ehli Sünnet akâidi, Kelâm'a ait kısa bir kitap okumak suretiyle elde edilebilir. Bu miktar, Kavâid-ül-Akaid adlı eserimizde izah ve beyan ettiğimiz kadardır. Bu kitabımız îhya-i Ulûm'id-Din içeri sinde yer almaktadır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Kelâm'da iktisad derecesi ise yüz sahifelik bir kitabın muhte vası kadardır. Biz bu miktarı el-îktisad fi'l-itikad adlı eserimizde beyan etmiştik.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Ayrıca kelâm ilmine bir de bid'at ehliyle mücadele etmek için ihtiyaç vardır. Bu bid'atlara karşı koymak için müslümanlar Kelâm ilminin savunmalarına muhtaçtır. Çünkü Kelâm ilmi[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]bid'atçının ortalığa yaydığı bid'atları halkın arasından çekip al maya yarar. Fakat Kelâm ilmi, bid'atlar konusunda halk tabakası taassuba saplanmadan önce işe yarar. Bid'atçı eğer cedel ilminden bir şeyler biliyorsa, onu Kelâm ilmiyle hizaya getirmek ve bid'atını kendisine kabul ettirmek pek mümkün değildir. Siz onu sustur sanız bile, o yine kendi mezhebini terketmez, Kendisini sustur manızı nefsinin zaafına hamleder, asla fikrine zaaf düşürmeye yanaşmaz. Yine bu fikre karşı verilecek bir cevap olduğunu, fakat bu cevabı kendisinin vermeye kudreti yetmediğini düşünür. Siz kendisinden kuvvetli oluşunuzla onu teşevvüşe sürükleyen biri olursunuz onun yanında... Halk tabakası bu nevi mücadele şekliyle haktan uzaklaştırılır ise, o sapık itikadında sabitleşmeden önce ha fif bir tartışma ile sapıklıktan çevrilebilir. Fakat bâtılı tam mâ nâsıyla benimsemiş ve kalbinde bu sapıklık sabitleşmiş ise onun dönmesi imkansız değil ise de çok zor bir iştir. Artık onu Kelâm ilmiyle tedavi etmenin bir faydası olmaz. Zira taassub, telâkki ve inançları kalplere yerleştiren bir felâkettir. Esasında bu felâket kötü âlimlerin afetlerindendir. Zira sahtekâr âlimler, hak için if rata saparlar ve taassup gösterirler. Muhaliflerine istihfaf ve is tihkârla bakarlar. Onların bu hâli muhaliflerini de aynı duruma sürükler. Onlar da kendilerine kötü bakmaya başlarlar. O kadar ki mutaassıplara muhalefet etmiş olmak için bâtıla yardım ederler. Onların bu müsamahasız tutumları muhaliflerini bâtıla daha da çok sarılmaya zorlar. [/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Eğer kötü âlimler, lütûf, merhamet ve nasi hati güzel bir şekilde yapsaydılar ve kimsenin bulunmadığı bir yerde muhaliflere hakikati güzel bir dille ifrata kaçmaksızın an latsaydılar, elbette başarı kazanabilirlerdi. Muhaliflerini hakka döndürmeye muvaffak olabilirlerdi. Fakat dünya nimetleri edine bilmesi, halk arasında kendisine çok taraftar bulmasına bağlıdır. Halkı elde edebilmek için de hasımlara şiddetle saldırması gerek mektedir. Ne kadar küfür yağdırırlarsa, halkın o kadar hoşuna gi der ve elbette bunu yapana itibar ederler. İşte bunun içindir ki kötü âlimler kendilerine taassubu meslek edinmişler ve bunu yüksel melerinin vasıtası bilmişlerdir. Bu taassuba da dini müdafaa adını takmışlardır. Şiddetli taassub halkı helâk eden bir felâkettir. Çünkü taassub, bid'atları kalbe yerleştiren en büyük vesiledir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Son asırlarda ortaya çıkan ve hakkında sayısız kitaplar telif edilen ihtilaflara gelince ki bunların hiçbiri selef'i Sâlihîn za manında görülmemiştir bu ihtilafların yanına dahi yaklaşmaktan sakın! Seni öldürecek bir zehirden kaçındığın gibi ihtilaflardan kaçın. Çünkü bu, Ümmet-i Muhammed'in kökünü kurutan bir hastalıktır. Bu hastalığın tehlikeleri ve afetleri, ileri deki bölümlerde tafsilâtlı bir şekilde izah edilecektir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Kendilerini temize çıkarmak için İnsanlar, bilmediklerinin düşmanıdır' darb-ı meselini söyleyenlerin sözlerine aldanma! Zira bu sahada iyice bilgi sahibi olan bir kimsenin nasihatini dinliyor sun. Sana bu nasihatları, ömrünün uzun yıllarını bu sahada tüke ten ve kendisinden önceki kelâmcılardan çok daha fazla kitap ya zan, tahkikat yapan, cedel ve beyana dalıp büyük mücadeleler ve ren biri yapmaktadır. Allah Teâlâ şu anda sana nasihat eden âciz kula, doğru yolu göstermiş ve o da Allah'ın bu lûtfuna lâyık ola bilmek için eski ve kötü âdetlerini tamamen terketmiş ve nefsinin kusurlarını gidermeye çalışan biridir.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]'Fetva, şeriatın direğidir. Şeriatın gizli illetleri ise ancak ihti laflı meseleleri bilmekle bilinir' diyenlerin sözüne sakın aldanma! Zira mezheplerin incelikleri hilâfiyatla değil, bu konuda yazılmış olan kitapları okumakla bilinir. Sözünü ettiğimiz bu kitaplar mez hepler hakkında en küçük meselelere değin malûmat vermekte dirler. Bu kitaplardan fazlası ise cedele dayanır. Selef-i Sâlihîn ve sahabe devrinde fetva ilminin incelikleri çok daha iyi bilindiği halde, hilâfiyata ait hiçbir bilgi sahibi değildi onlar. Cedel sanatını da bilmiyorlardı. Bu hilâfiyat bilgilerinin mezhep ilmine hiçbir fayda temin etmedikleri bir yana, fıkhın da zevkini öldürürler ve ifsad edici bir özellik taşırlar. Çünkü fetva ilminin şartları içinde hareket etmesi mümkün değildir. Gedele meyleden kimsenin zihni cedelin isteklerine boyun eğer. Dolayısıyla Fıkh'ın zevki böyle bir insandan uzaklaşır.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [B][SIZE=4][FONT=Book Antiqua][COLOR=teal]Cedel ilmiyle sadece şöhret olmak isteyen kişiler meşgul olur lar. Bu kimseler mezhebin inceliklerini bilmek için cedele girdik lerini iddia ederler. Halbuki ömürleri bittiği halde, kendilerini ce del ilminden kurtarıp bir türlü mezhep ilmine verememişlerdir.[/COLOR][/FONT][/SIZE][/B] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Ey hak arayıcısı! Cin şeytanlarını belki de kolaylıkla yener ve onların şerrinden emin olabilirsin. Fakat ins şeytanlarından kendini şiddetle koru! Zira ins şeytanları insanları ifsad etme işini, cin şeytanlarından devralmış ve onları bu zahmetten kur tarmışlardır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Akıllı insanların indinde makbul olan hâl, insanın kendisini dünyada Allah ile beraber başbaşa kalmış farzetmesidir. Önünde ölümün, Allah'ın mahkemesine varışın, hesabın, cennetin, cehennemin olduğunu düşünüp zihninde canlandırmalısın. Sana yardım eden ve saadetini temin edecek olan şeyler üzerinde düşünmeli ve ötesini büsbütün terketmelisin![/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Ermiş insanlardan biri rüyasında başka bir âlimi görür ve o âlimden sorar: 'Dünyada iken tartışmalar yapıp münazaralara daldın. Bunlardan elde ettiğin şey ne oldu?' Âlim elini açarak avucuna üfler ve der ki: 'Bütün o ilimler bir kasırganın önündeki toz gibi uçup gittiler. Bize sadece gecenin geç saatlerinde ihlâs ile kıldığımız iki rek'ât namaz fayda verdi...'[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bir hadîste şöyle buyurulmuştur:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Bir kavmin hidayetten dalâlete sapması, cedel yapmasından ileri gelmiştir.157[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bu hadîsi söyledikten sonra Hz. Peygamber şu ayeti okudu: [COLOR=red]'(Ey Rasûlüm! Hakikati anlamak için değil) bunu sana sırf bir müca dele olsun diye (ve seni cevap vermekten âciz bırakmak için) misal veriyorlar. Doğrusu onlar çok tartışmacı kimselerdir'. (Zuhruf/58)[/COLOR][/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]İşte kalplerinde şüphe bulunanlar, fitne aramak ve te'vile gitmek için Kur'an'ın müteşabih ayetlerine uyarlar' (Âlû İmrân/7) ayetini yorumlayan Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmuştur:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]'Onlar cedel ehlidirler, onlardan sakınınız' demekle Allah Teâlâ bizi onlardan sakındırıyor.158[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Selef'ten bir âlim şöyle demiştir: 'Âhir zamanda bir kavim gelecek ve o kavme amel etmek için bütün kapılar kapanacak, yalnız cedel kapıları açık kalacaktır.[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Bir kısım haberlerde şöyle vârid olmuştur:[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Öyle bir zamandasınız ki, size amel etmek ilham olunuyor. Sizden sonra öyle bir kavim gelecektir ki onlara sadece cedel yapmak ilham olunacaktır.159[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Allah'ın en çok buğzettiği kul, cedelde en sedid olan kuldur.160[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=teal][B]Hangi kavme cedel verilmişse, mutlaka o kavim amel etmekten menedilmiştir.161[/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][SIZE=4][COLOR=red][B]Allah Teâlâ herşeyi bütün insanlardan daha iyi bilir![/B][/COLOR][/SIZE][/FONT] [FONT=Book Antiqua][COLOR=black][B]114) Buhari ve Müslim, (Hz. âişe'den)[/B][/COLOR][/FONT] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]115) Taberânî, (İbn mes'ud'dan); Hatib, kitab-ul Kavm fi ilm'in-Nücûm,İbn[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]116) İbn Abdilberr ve İbn Asakir, (Ebu Mahcen'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]117) İbn Abdilberr (Ebu Hüreyre'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]118) Ebu Dâvud, İbn Mâce, (Abdullah b. Ömer'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]120) Ebu Davud, (Hz. Büreyre'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]121) Deylemî, (Ebu Derdâ'dan)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]122) Hatib el-Bağdadî[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]123) Ebu Nuaym, Hilye; Beyhaki, Zühd ; Hatib,Tarih, (Süveyk b. el-Hars'dan)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]124) Künyesi Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avfdır. Hicretin 127. yılında vefat etmiştir.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]125) Ebu Bekir b. Lâl, Mekârim-ül Ahlâk) Ebu Bekir b. Seni, Hidâyet-ul Müteallimîn; İbn Abdilberr, İlim, (Hz. Ali'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]126) Ebu Dâvud[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]127) Taberân, (Ebu Ümame'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]128) Tirmizî, (Enes'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]129) Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]130) Tertuşî, Camiin; İbn Mâce, (İbn Ömer'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]131) Zümre b. Rebia künyesi Ebu Abdulah'dır. Süfyan-ı Sevrî zamanında Şam müftüsü idi.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]132) İbn Avı'ın adı Muhammed'dir. Horasan âlimlerindendir. İbn Sîrin devrinde yaşamıştır.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]133) İbn Şîrînin künyesi Ebu 3ekr, adı ise Muhammed'dir.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]134) Bu hadîs, kitabın başında İbn Gevzî'nin rivayetinde zikredilmiştir.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]137) Buharî, (Ubey b. Ka'b'dan)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]138) Künyesi Ebu'l-Hasan, adı Muhammed b. Sâlim'dir. Basralıdır. Kut'ul Kulûb'un müellifi Ebu Tâlib el-Mekkî'nin hocalarındandır.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]139) Künyesi Ebu Abdullah1 dır. Güneydi Bağdâdîye, Süfyan es-Sevrî'ye talelelik yapmıştır.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]140) Adı Tayfur b. İsâ'dır. Hicri 261 (veya 264'de) vefat etmiştir.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]141) Ukaylî, Ebu Nuaynı, (İbn Abbas1 dan)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]142) Buharî, Beyhâkî, Deylemî[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]143) Ebu Talib el-Mekki, Kut'ul kulûb[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]144) Buharî ve Müslim (Enes'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]145) Ebu Dâvud, Nesâî ve İbn Hibban, (irbâd b, Sâriye'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]146) Tirmizî, (İbn Abbas'dan)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]147) Müslim, İmam Ahmed ve Hâkim[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]148) Buharî ve Müslim, (Ebu Hüreyre, Hz. Ali ve Enes'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]149) Bu hadîsin benzeri İlim bölümünde geçmişti.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]150) Darimî, (Ehvaz b. Hekim'den); Bezzar, Müsned, (Muaz'dan)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]151) Müslim, (Ebu Hüreyre'den); Tirmizî, (Amr b. Avfdan)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]152) Tirmizî, (Kesîr b. Abdullah b. Amir b. Avfdan)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]153) "Bu lhadisin kaynağına rastlanmmıştır.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]154) İmam Ahmed, (Abdullah b. Amr'dan)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]155) Bu zat İmam Ebu'l-Hasan Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Ali el-Vâhidî en-Nisaburî'dir. Tefsir ilminde zamanının en önde gelen âlimi idi. Hicretin 468. yılında vefat etmiştir.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]156) Künyesi Ebu İbrahim; adı İsmail b. Yahya b. Amir b. İshak'dır. Hicretin 176. yılında doğmuştur.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]157) Tirmizî ve İbn Mâce, (Ebu Umame'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]158) Müslim ile Buharî, (Hz. Âişe'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]159) Kut'ul-Kulûb, (isnadsız olarak)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]160) Müslim ve Buharî, (Hz. Âişe'den)[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Book Antiqua][COLOR=black]161) Ebu Talib el-Mekkî, Kut'ul -Kulûb, (Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan)[/COLOR][/FONT][/B] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Kütüphane
İslami Kütüphane
İhyau Ulumid-din -- İlim Babı--
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst