Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Tasavvuf
Ehli Sünnet Tarikat ve Cemaatler
Ibadet gayreti
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="ABDULLAH4" data-source="post: 269422" data-attributes="member: 1004566"><p>Devami..</p><p></p><p>İbadetin Hedefi</p><p></p><p> Allah için yapılan ve kulu Allah’a yaklaştıran bütün güzel ameller ibadet kapsamına girer. Namaz, oruç, zekat, hac, kurban, zikir, şükür, tefekkür, haramları terk gibi ameller ibadetlerin başında gelir. Özü itibariyle ibadet, kalbin Allah’a bağlanmasıdır. İbadet, samimiyettir. Gerçek ibadet, kulun nefsini tanıması ve kul olduğunu anlamasıdır. İbadetin hedefi Allah’ın rızası, hediyesi ise cennet Cemalullah’ı müşahededir.</p><p></p><p> İbadetin merkezi kalptir. İlâhi sevgi ve bilgi kalpte oluşur. Allah’u Tealâ’ya yaklaşmak kalple olur. Dolayısıyla kalbin katılmadığı ibadetler, şekilden ibaret kalır. Kalbin katılması demek, uyanık olması ve neyi kim için yaptığını bilmesidir. İbadette Allah için niyet farzdır. Bozuk niyet ve gafletle yapılan ibadetler çoğu kez gösteriş için yapılır. Böyle bir ibadet yakınlık değil, uzaklık sebebi olur. Artık ona ibadet değil, ihanet denir. Çünkü Allah için yapılması gereken bir iş, nefis ve dünya için yapılmış; mahluk mabud makamına çıkarılmış, ahiret sermayesi dünyada harcanmıştır.</p><p> </p><p> İbadetin içi niyet, dışı edeptir. Edep, makama uygun davranmaktır. Edep lazım olanı yapmaktır. Her makamın bir edebi vardır. Edebi zayi edenler, maksatlarına ulaşamazlar. Namazın, orucun, haccın, hizmetin, zikrin ve diğer bütün ibadetlerin kendilerine göre edepleri vardır. Bu edeplerin bir kısmı ibadetten önce, bir kısmı ibadetin içinde, bir kısmı da ibadetten sonradır. İbadetten önceki edepleri bilmeyen kimse, ibadetin içindeki ve peşindeki edepleri koruyamaz. Edepsiz ibadet, sahibi için bir yorgunluktur. Aynı zamanda Yüce Rabbine karşı vefasızlıktır. Bundan dolayı, ibadete yanaşmayanlara azap hazırladığı gibi, ibadetteki edebi korumayanlar da azapla korkutulmuşlardır. (Muhammed Emin Gül, İbadetlerimize Hıyanetlik Etmiyelim, Semerkand Dergisi, Sayı:24)</p><p></p><p>Nice ibadetler vardır ki;</p><p> </p><p> İlim ve amelin Allah nezdinde kabul görmesi tek bir şarta bağlıdır: ihlâsa... İhlâsla yapılmayan amel, ahirette kulun yüzüne çarpılır. Bununla da kalmaz, bazı ihlâssız amel ve ibadetler Allah’ın gazabına da vesile olur. </p><p> </p><p> İhlâsı elde etme yolunda nefsiyle bir mücahedesi olmayan, bu yolda terbiye görmeyen nice insanlar vardır ki, ömrünün sonuna kadar Allah’a kulluk ettim zannettikleri halde ahirette ellerine bir şey geçmez. Zira kulluk ettikleri şey, aslında nefislerinin heva ve arzularından başka bir şey değildir.</p><p></p><p> Bu mevzuda Kur’an-ı Kerimde: “ Heva ve hevesini ilâh edineni gördün mü? ” (Casiye, 23) ve “ (Bunların) dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Halbuki onlar sağlam iş yaptıklarını sanıyorlardı ” (Kehf, 104) buyurulmaktadır. </p><p></p><p> Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz de bizi şöyle uyarır: “Her zaman amellerinizde ihlâsı gözetin, zira Allah, sadece amelin </p><p>halis olanını kabul eder.” (Münavî, Feyzu’l-Kadr) </p><p></p><p> Bu yüzden nefisle mücahede edilerek ihlâsla yapılan beş dakikalık amel, ihlâssız yapılan elli senelik amelden daha hayırlıdır. Efendimiz s.a.v.’in “ vazifelerinde ihlâslı ol, az amel yeter ” (Münavî, Feyzu’l-Kadir) ifadeleri de bu manaya işarettir.</p><p>İhlasın Manası</p><p></p><p> Safi, katışıksız ve dupduru manalarına gelen ihlâs, işlerinde ve ibadetlerinde yalnız Allah rızasını gözetmek, başka herhangi bir dünyevî maksadı O’nun rızasına ortak koşmamak demektir. Sevap niyetiyle, cennet sevgisi ya da cehennem korkusuyla ibadet etmek ise ihlâsa aykırı değildir. Fakat tam ihlâs ve sadakat, dünya düşüncesi gibi ahiret düşüncesini de gönülden çıkarıp, sırf Allah rızası için amel etmektir. Şah-ı Nakşibend k.s. Hazretleri: “ Yolumuz terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hestî, terk-i terk yoludur (dünyayı terk, ahireti terk, varlığı terk, terki terk) ” buyurmaktadır.</p><p></p><p> İhlâsa en çok zarar veren şey riya ve gösteriştir. İhlâslı amele muvaffak olabilmek, yani muhlisler arasına girebilmek için her şeyden önce “insanlar” mülâhazasını gönül ve fikir dünyasından atmak gerekir. Şunu demek istiyoruz: Gerçekte hiçbir şeye gücü yetmeyen, mahşer günü kendilerine ve evlatlarına bile faydası olmayan insanları adeta bir mezar taşı gibi kabul edip, amel esnasında kendini Allah ile yalnız ve baş başa görmekle ihlâs elde edilebilir.</p><p>Allah Kalpleri Biliyor</p><p></p><p> İhlâs tamamen kalbî bir ameldir. Herhangi bir ameli yaparken niyetine göre bir mümin, muhlislerin safına da girebilir, -Allah korusun- müşriklerin safına da. Çünkü riya gizli bir şirktir. Gerçi bu çeşit şirk iman ve itikad konularında olmadıkça dinden çıkarmaz. Fakat derecelerine göre büyük ve küçük günaha sebep olduğuna ve ameli iptal ettiğine şüphe yoktur. Bu yüzden büyükler, “ bir odadan diğerine geçerken dahi niyetinizi kontrol ediniz ” buyururlar. Yani, “ sizi öteki odaya çeken asıl sebebi tahlil edin de, nefs ve şeytanın hile ve tuzağına düşmeyin ” derler.</p><p></p><p> Hz. Peygamber s.a.v.’in haber verdiğine göre, Allah’u Tealâ Hazretleri kıyamet günü alimleri, zenginleri ve savaşta ölenleri hesaba çekecek; verdiği ilimle, servetle, güç ve kuvvetle ne yaptıklarını soracaktır. Onlar da ilimlerini, servetlerini, güç ve kuvvetlerini Allah yolunda sarf ettiklerini söyleyeceklerdir. Allah’u Tealâ bunlara: “Yalan söylüyorsunuz. İnsanların size ‘ne alim zattır, ne cömert bir zengindir ve ne kahraman bir yiğittir’ demeleri için amel ettiniz ve umduğunuz şöhrete de kavuştunuz.” buyuracak ve melekler de buna şahitlik edeceklerdir. Hz. Peygamber s.a.v., cehennem ateşinin ilk yakacağı kimselerin işte bunlar olacağını beyan buyurmuştur. (İhya)</p><p></p><p>Menkıbe:</p><p> Hz. Ali r.a. muharebe sırasında bir kâfiri yere yatırmış öldüreceği sırada kâfir, canını fazla yakmadan bir an evvel öldürsün diye Hz. Ali’ye tükürmüştü. Bunun üzerine Hz. Ali r.a. ayağı kalktı ve adamı öldürmekten vazgeçti. Kâfir hayretler içinde: “Neden beni öldürmedin?” diye sorunca şu cevabı verdi: “Ben seni Allah için öldürecektim, fakat sen bana tükürdün, ben de hiddetlendim. İşin içine nefsim girdiği için ihlâsım zedelendi. Bu yüzden seni öldürmekten vazgeçtim.” Kâfir ise: “Madem ki dininiz bu derece saf ve halistir, öyle ise o din haktır.” diyerek iman etti.</p><p> </p><p>Sofuluk Maskesi Ardındaki Çirkin Yüz</p><p> </p><p> İhlâs noktasından bakıldığında ameller üç kısımdır.</p><p> </p><p> Birincisi, sırf riya ve gösteriş için, başkalarının nazarında bir mevki kazanmak, onların gönlüne girmek, şöhret gibi sebeplerle yapılan amel. </p><p></p><p> Bu tip riyanın en adisi, kendini sofu ve derviş gibi göstererek, müslümanların arasında boynu bükük, başı sarıklı dolaşmak, takva ehliymiş gibi görünmek veya mütemadiyen hizmete koşmak, sohbet etmek, sohbetlerinde kendi amellerinden veya kerametlerinden işaret ve ima yoluyla dem vurmak ve benzeri hallerle, dindar insanların, vakıfların, yetimlerin mallarını yemeğe niyet etmektir. </p><p></p><p> Buna riyanın en adisi dedik; çünkü bu insan Allah’a kulluk yapıyormuş gibi görünerek, Allah’ın haram kıldığı bir gayeye ulaşmak istiyor. Bu tip asalaklar her toplumda bolca mevcuttur. Bunların Allah’ın gazabına sebep olacağı hususunda şüphe yoktur. Ahiretteki hesapları ise ağırdır. Hadislerde bildirildiği gibi, kendilerine kıyamet günü yapılacak hitapların en hafifi, “ey hilekâr, ey riyakâr, ey müşrik” şeklindedir. (İhya)</p><p></p><p> İkincisi, sırf Allah rızası için yapılan amel. İhlâsla yapılan amelin her zerresi için büyük mükâfatlar vardır. Nitekim sahabe cemaati böyle idi. Bir okka arpa sadaka vermiş olsalar, ihlâslarındaki doğruluk sebebiyle Uhud Dağı kadar altın sadaka vermiş gibi sevap alırlardı.</p><p> </p><p> Üçüncüsü ise, yapılan amele Allah rızasının yanı sıra, riya veya dünya menfaatinden bir şeyin karışmasıdır. </p><p></p><p> Mesela, oruç tutarken Allah’ın rızası yanısıra bedenin sıhhatine niyet etmek; yemek pişirme telaşesinden kurtulmak için oruç tutmak; dilencinin veya borç isteyenin ısrarından kurtulmak için sadaka veya borç vermek; kendisi de hastalandığı zaman ziyaret edilsin diye hasta ziyaretine gitmek; cenazesine gelsinler diye cenazeye gitmek; Allah rızası için haccederken memleketindeki düşmanlarından kurtulmak, çoluk çocuğundan uzaklaşmak veya hava değişimine niyet etmek; malını, ailesini korumak maksadıyla uyumamak için nafile namaz kılmak; alimlerin, sofilerin ve halkın nezdinde itibarlı olmak, arkadaş edinmek için alimlerin, salihlerin ve sofilerin hizmetlerini yapmak; mevki kazanmak, itibar görmek veya susmak sıkıntısından kurtulmak için sohbet etmek; kir ve pis kokulardan kurtulmak, serinlemek, temizlenmek vs. için abdest almak; çevresinde iyi adam olarak tanınması ve iyilikle anılması, tazim ve saygı görmesi için iyiliklerde bulunmak gibi niyetlerle Allah rızasının karışık olması bu çeşittendir.</p><p></p><p> Bu çeşidin de adi olan, fakat son derece gizli olan kısmı, amelinden, ibadetinden veya ilminden dolayı veya kendisine verilen dinî, tasavvufî bir vazife sebebiyle insanlardan farklı muamele beklemektir. Mesela, karşılaştığı kimselerin önce kendisine selam vermelerini, saygı ve güleryüzle muamele etmelerini, ihtiyaçlarını karşılamalarını, alış-verişte kendisine müsamaha göstermelerini, meclislerde kendisine yer vermelerini, kendisini övmelerini istemek bu kabildendir. </p><p></p><p> Böyleleri, aslında ihlâsla yapmaya çalıştığı ve hatta kimsenin duymasını istemediği amelleri sebebiyle insanlardan hürmet bekler. Kendisine herhangi bir vazife verilmeseydi veya ibadeti, taati olmasaydı bu saygıyı beklemeyecekti. Mesela müminlere sohbet eden böyle bir kişi, kendisinden daha iyi sohbet eden biri ortaya çıkar da cemaat ona yönelirse son derece üzülür. Oysa dini anlatmak maksadıyla sohbet etmiş olsaydı, buna üzülmek bir tarafa, sevinecekti. Çünkü Allah’u Tealâ, dinin daha güzel anlaşılmasına vesile olan birini kendisine yardımcı kılmıştır. Bu duruma üzüntü duyan sohbetçi, insaf ile haraket edip o zamana kadar yaptığı sohbetlerin riya olduğunu anlamalı ve bunu ömrü sona ermeden anladığı için de şükretmelidir. </p><p></p><p> Bu anlattıklarımız, bu sıfatları taşıyan şahısların beklentileri açısındandır. Yoksa böyle şahıslara, Allah ve Resulü’nün ve onların sevdiklerinin hatırı varken hürmetsizlik etmek de ayrı bir edepsizliktir.</p><p> </p><p>Niyet Neyse Sonuç O</p><p></p><p> Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz bir kudsî hadisinde şöyle buyuruyor: “Allah’u Tealâ buyurur: Benim için bir amel işleyip, başkasını bu amele ortak eden kimsenin bu ameli tamamen kendisi içindir. Ben bu amelden uzağım. Ben ortaklıktan en müstağni olanım.” (Mâlik)</p><p></p><p> Görüldüğü gibi gizli niyetler şirk sayılarak ameli mahvetmekte ve hatta cezaya sebebiyyet vermektedir. Ancak bu ve benzeri ayet ve hadisleri derin bir vukufiyetle inceleyen İmam-ı Gazzalî k.s. Hazretleri, bu tür karışık ve gizli olan niyetlerle yapılan amelin niyetinde Allah rızası ne kadar kuvvetli ise o kadar sevap alacağını, riya ne kadar galip ise o kadar ceza göreceğini belirtmektedir. Eğer her ikisi de eşit ise birinin sevabı diğerinin günahını imha edecek, amel mahvolsa da ceza görmeyecektir. </p><p></p><p>Nefsin Hissesi Olmayınca</p><p></p><p> “ Karanlık gecede, kara taşın üzerindeki kara karıncadan daha gizli ” diye nitelendirilen riyanın çeşitleri oldukça tafsilatlıdır. </p><p></p><p>Menkıbe:</p><p> Evliyaullah’dan bir zat, otuz yıl cemaatle namaz kıldıktan sonra bu namazlarını kaza etmiştir. Namazlarını birinci safta ve imamın arkasında kılan bu zat, bir defasında hayırlı bir iş sebebiyle gecikmiş ve ikinci safta yer bulabilmişti. Fakat namazın sonunda insanların kendisini ikinci safta görmesinden dolayı utanmıştı. Ancak o zaman insanların kendisini birinci safta görmelerine sevindiğini ve bunun için birinci safı kaçırmadığını anlayabilmiş ve bu yüzden bütün namazlarını kaza etmişti. </p><p></p><p> Riya veya benzeri afetlerle karışık olan ameller insana kolay gelir ve bu amelleri yapmaya heveslenir. Karışık olmayan ihlâslı ameller ise nefse ağır gelir. Çünkü içinde nefsin hissesi yoktur.</p><p> </p><p>Amele Güvenmek</p><p></p><p> İyi zannettiğimiz amellerimizin durumu böyle olunca, insan nasıl olur da Allah’ın lütuf ve merhametine iltica etmek yerine kendi amellerine güvenebilir? İşte bu da büyük bir gaflettir. </p><p></p><p> İnsaf ile hareket eden bir insan, en başta ibadetlerinden dolayı tevbe etmelidir. Zira yukarıda anlattığımız gibi, ibadetlerin kabul olması bir tarafa, o ibadet sebebiyle Allah’ın gazabına dahi uğrayabilir. Bu yüzden ihlâsla amel etmeye gayret etmeli, sonra da “ Ya Rabbi şüphe yok ki ben bu ameli senin razı olacağın şekilde yapamadım, bunun için sana istiğfar ediyorum. Beni cezalandırma ” dercesine tevbe eder. Hususan her namazdan sonra şuurlu bir şekilde en az 25 kere estağfirullah der. Namazım sadece Allah’ın lütuf ve inayetiyle kabul olabilir diye ümit eder.</p><p></p><p> Görüldüğü gibi, bu nevi riyaları tespit edip gidererek ihlâsı elde etmek sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Ancak ciddi bir seyr u sülûk ve mücahededen sonra Allah’ın tevfik ve inayetiyle bunda muvaffak olmak mümkündür. Ne zaman ki ruh güneşi doğar ve nefse büsbütün galebe ederse, ancak o zaman ihlâs tabii bir meleke haline gelir. </p><p> </p><p> Bu bakımdan amel etmek, hususan kâmil bir mürşidin denetimi altında amel etmek, son derece hayatî bir önem arz eder.</p><p> </p><p></p><p></p><p>Şeytana Bayram Ettirmek</p><p></p><p> Bazı kimseler, “ben bu kadar ince işlerle uğraşamam, uğraşsam da başa çıkamam” deyip ameli terk ederler. Şeytanın tam istediği de işte budur. Bu suretle şeytan adım adım ilerleyen tuzaklarının sonucunu almış ve asıl hedefine ulaşmış olur. Çünkü ortada bir amel olduğu zaman, her an o amelde ihlâsı gerçekleştirme imkanı mevcuttur. Ayrıca, amel ederken nefsiyle mücahede eden kimseler hem büyük cihat sevabı alırlar, hem de Allah’u Tealâ’nın teminatı altına girerler. Zira Allah’u Teâla Hazretleri, “ Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. ” (Ankebut, 69) diye vaadetmiştir. </p><p></p><p> İşte bu durum şeytanın uykularını kaçırır. Hiçbir uğraş vermeden ameli terkeden adamın hali, düşmana tek kurşun dahi atmadan teslim olan ve ömrünün sonuna kadar zilletle yaşayan adamın haline benzer.</p><p></p><p> İhlâs konusu amelin özü ve en birinci şartı olması sebebiyle, sık sık bu konunun sohbetinin yapılması gereklidir. İhlâsla ilgili sohbetler dinlemeli, kitaplar okumalıdır. Bu mevzuda okunacak en güzel kitaplardan biri de, İmam-ı Gazzalî k.s. Hazretleri’nin İhya-i ulumi’d-Din adlı eseridir. (Ahmet Safa, Nice İbadetler Vardır ki, Semerkand Dergisi, Sayı:41)( İmam-ı Gazzalî k.s. ABİDLER YOLU-MİNHACUL ABİDİN okunabilir.)</p><p> </p><p> İbadetlerin yanı sıra bir de dünya ve ahiret dengesini kurmalıyız ve iki cihanı da aydınlatmalız.</p><p></p><p> Sahabenin ileri gelenlerinden Abdullah b. Amr r.a. kendi başından geçen bir olayı şöyle anlatır:</p><p>Rasülullah s.a.v. bana:</p><p></p><p>“Senin gündüzleri oruçlu, geceleri ibadetle geçirdiğin bana haber verilmedi mi sanıyorsun?” buyurdu. Ben de:</p><p></p><p>“Elbette haber verilmiţtir, ya Rasulallah!” dedim. Bunun üzerine:</p><p></p><p>“Böyle yapma! Bazen oruç tut, bazen tutma; gece hem uyu hem de teheccüde kalk. Şüphesiz senin üzerinde vücudunun hakkı vardır, iki gözünün hakkı vardır, hanımının hakkı vardır. Her ay üç gün oruç tutman sana yeter. Çünkü her iyiliğin on misli karşılığı sana verilir; bu da bütün zamanını oruçlu geçirmen anlamına gelir. ” buyurdu. (Buhari, Müslim)</p><p> </p><p>İnsanın Kendine Adaleti</p><p></p><p> Vücudun ve ruhun hakkını vermek ve aşırıya kaçmamak, insanoğlunun kendine karşı adaletli davranması demektir. Bu adaleti korumak da kişinin yapabileceği en büyük ibadettir. Peki vücudumuza ve ruhumuza karşı nasıl adaletli olabiliriz? </p><p></p><p>Bunu örnekleyerek anlatalım:</p><p> </p><p> Vücudumuzun beslenmesinde adalet, ihtiyaç miktarı gıda almaktır. İhtiyaçtan daha az beslenmek de, aşırıya kaçmak da kendi bedenimize haksızlık ve zulümdür. Dinlenme, eğlenme, uyuma vb. ihtiyaçları karşılamada da helâl- haram sınırına dikkat etmek adalet, ölçüyü eksik bırakmak veya aşırıya kaçmak haksızlık ve zulümdür.</p><p> </p><p> Ruhumuzun beslenmesinde adaletin asgari ölçüsü, günlük hayatımızdaki farz ibadetleri yerine getirmektir. Farzların etrafını sünnetlerle ve tavsiye edilen zikir, tesbih, tefekkür ile doldurmak adalettir. Farzları ve sünnetleri ihmal edecek seviyede nafile ibadetlere dalmak, haksızlık ve zulümdür.</p><p> </p><p> “ Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Siz hidayet üzere yaşadığınız sürece, sapıtan kişi size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır; size bütün yaptıklarınızı bildirecektir. ” (Maide/105)</p><p></p><p> Allah’u Teala’nın bu sözü, inanan her insanın öncelikle kendi hayatında dengeyi yakalaması gerektiğini ferman buyuruyor. Kendi hayatında dengeli olan insanların oluşturduğu toplumlarda dengesizlik ve adaletsizlik olmayacağını, insanların birbirlerine karşı sevgi ve saygı ile davranacağını bildiriyor. Kendine acımayanın başkasına acıyamayacağı; kendine adaletli olmayanın başkasına adaletli olamayacağı gözler önüne seriliyor. İnsanlar arası adaletin, fertlerin teker teker vücut ve ruh dengesini kurabilmelerine dayandığını ortaya koyuyor.</p><p> </p><p>Günlük Hayatta Denge</p><p></p><p> Vücut ve ruh dengemizi korumak ve adaleti sağlayabilmek için günlük hayatımızı düzenlemeli ve hayatımızın merkezine, “Allah ile görüşme”yi yerleştirmeliyiz. Bu görüşmenin asgari ölçüsü beş vakit farz namazdır. </p><p></p><p> Beslenmemizi, uyku ve dinlenme ihtiyacımızı, zamanında ve yeteri ölçüde karşılamalıyız.</p><p></p><p> Aile fertlerimize, eşimize, anne-babamıza, çocuklarımıza zaman ayırmalıyız. Onlarla ilgilenmenin de bir ibadet ve öncelikli görevlerimizden olduğunu unutmamalıyız. Çünkü kiminle daha yakın ilişkilerimiz varsa, ona haksızlık etme ihtimali daha fazladır. Bunun için, kişinin ilişkilerinde en çok dikkat etmesi gerekenler, en çok yakın olduğu kişilerdir.</p><p></p><p> Yukarıdaki ölçülere riayet ettiğimiz takdirde yememiz, uyumamız, eğlenmemiz, çalışmamız... kısaca bütün hayatımız bir ibadet olacaktır. Hem hayattan zevk alacağız, hem de Allah’ın mülkünde O’na kulluğun huzurunu bulacağız.</p><p> Eşsiz rehber Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz, günlük hayatında bir taraftan ibadetle meşgul olurken, diğer taraftan müslümanların ve aile fertlerinin işlerini tanzim buyurur, gıda ve diğer ihtiyaçlarını temin için uğraşırlardı. Bununla da kalmazlar, ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gidermek için çabalar, hastaları ziyaret eder, akraba ve dostlarının hallerini sorar, yardımcı olurlardı. Bütün bunları yaparlarken, bir idareci olarak müminler arasındaki sorunları çözdüğü gibi, düşmanlar tarafından gelebilecek zararları bertaraf etmek üzere en güzel tedbirleri alırlardı. Risalet vazifesinin gereği olarak da daima halkın arasında bulunur, onları irşad etmekle meşgul olurlardı.</p><p></p><p> Resul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’i örnek kabul ediyorsak, onun hem bu dünyayı hem de ahiret yurdunu hedef alan gayretlerini görmezden gelebilir miyiz?</p><p></p><p> Yüce dinimiz, insanı böylesi düşüklüklerden korumak için madde ile mana, ruh ile beden, dünya ile ahiret arasında sarsılmaz bir denge kurmuştur.</p><p> Cenab-ı Mevlâ, bu dengeyi şöyle öğretir bize: </p><p></p><p> “ Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik ettiği gibi, sen de öylece iyilik yap. Sakın yeryüzünde fesat çıkarma. Doğrusu Allah, fesat çıkaranları sevmez. ” (Kasas/77)</p><p></p><p> Rabbimizin bizzat terbiye buyurduğu o mübarek elçi de bu dengeyi şöyle anlatır:</p><p></p><p> “Dünyanızı iyileştiriniz ve ahiretiniz için çalışınız.” </p><p> “Dünyayı hakir görmeyin. Zira o, ahireti kazanmanın vasıtasıdır.”</p><p> “Dünya ahirete götüren bir yoldur. Ey ümmetim! Siz insanlar üzerine yük olmayınız.”</p><p> </p><p>Yazık ki tarih boyunca tasavvufun hakikatini anlamamış birçok kimse, ‘dünyada çalışmaya, yorulup terlemeye ne gerek var? Nasıl olsa dünya geçicidir. Dünya için ömrü harcamaya gerek yoktur’ gibi saçma sözlerle kendilerini tembellik ve zilletin pençesine kaptırmıştır. İslâm’ın emirleriyle asla bağdaşmayan bu düşünce, sahibini dünya ve ahirette perişanlıktan başka nereye götürebilir?</p><p></p><p> Son birkaç asırdan beri müslümanların büyük sıkıntı ve ızdıraba uğramalarının birçok sebebinden biri de, tembellik ve vurdumduymazlıktır. </p><p></p><p> Maddi-manevi sonsuz zenginliklere sahip bulunmasına rağmen, bu zenginliklerin kendisine verilmiş bir emanet olduğu şuurundan uzaklaşan İslâm dünyası, bu gafletin ve tembelliğinin bedelini halen ödemekte.</p><p></p><p> Oysa İslâm, tamamıyla faaliyettir. Dünya ve ahiret için faydalı çalışmalar bütünüdür. Miskinliğin, tembelliğin, dünyadan kopmanın İslâm’da yeri yoktur.</p><p></p><p> Zaten dünyası için gevşeklik gösteren, büyük ihtimalle ahiretini de ihmal etmez mi? </p><p>Gavs-ı Bilvanisi ks. hazretleri bir sohbetlerinde: “ Siz kişinin dünya çalışmasına bakınız. Eğer dünyası için çalışkan, mahir biriyse ahireti için de öyledir. Dünyanın pehlivanı, ahiretine de pehlivandır. ” buyuruyorlar.</p><p></p><p> Evet; dünyada tek bir müslüman kalsa dahi, onun görevi muntazam ve dürüst bir şekilde dünyası ve ahireti için çalışmak, Allah’ın emrine uyarak dünyayı mamur etmek, iyilikleri yayıp, insanlar arasında hayrın hakim olmasını sağlamaktır. (Kemal Süleymanoğlu, Adalet Önce Kendimiz, Semerkand Dergisi, Sayı:17)</p><p></p><p>Sohbetimizi Kur’an-ı Kerim’in bize tavsiye buyurduğu ve Resulullah s.a.v. Efendimiz’in sık sık tekrar ettiği dua ile bitirelim inşaAllah… “ Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik-güzellik ver, ahirette de iyilik-güzellik ver. Bizi cehennem ateşinden koru. ” (Bakara/201)</p><p></p><p>Kaynaklar: Kemal Süleymanoğlu, Adalet Önce Kendimiz, Semerkand Dergisi, Sayı:17 - M.Saki Erol, Ahiret ve Dünya, Semerkand Dergisi, Sayı:18 – </p><p> Muhammed Emin Gül, İbadetlerimize Hıyanetlik Etmiyelim, Semerkand Dergisi, Sayı:24 - Ahmet Safa, Nice İbadetler Vardır ki, Semerkand </p><p> Dergisi, Sayı:41 - Mustafa Necm, Niyet ve Kulluk, Semerkand Dergisi, Sayı:12 - Risale-i Nur’da, Temsiller ve Hikayeler, Timaş Yay. – </p><p> Elmalılı Tefsiri - Ateşin Yakmadığı Aşık, Semerkand Yay. Dr. Dilaver Selvi.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="ABDULLAH4, post: 269422, member: 1004566"] Devami.. İbadetin Hedefi Allah için yapılan ve kulu Allah’a yaklaştıran bütün güzel ameller ibadet kapsamına girer. Namaz, oruç, zekat, hac, kurban, zikir, şükür, tefekkür, haramları terk gibi ameller ibadetlerin başında gelir. Özü itibariyle ibadet, kalbin Allah’a bağlanmasıdır. İbadet, samimiyettir. Gerçek ibadet, kulun nefsini tanıması ve kul olduğunu anlamasıdır. İbadetin hedefi Allah’ın rızası, hediyesi ise cennet Cemalullah’ı müşahededir. İbadetin merkezi kalptir. İlâhi sevgi ve bilgi kalpte oluşur. Allah’u Tealâ’ya yaklaşmak kalple olur. Dolayısıyla kalbin katılmadığı ibadetler, şekilden ibaret kalır. Kalbin katılması demek, uyanık olması ve neyi kim için yaptığını bilmesidir. İbadette Allah için niyet farzdır. Bozuk niyet ve gafletle yapılan ibadetler çoğu kez gösteriş için yapılır. Böyle bir ibadet yakınlık değil, uzaklık sebebi olur. Artık ona ibadet değil, ihanet denir. Çünkü Allah için yapılması gereken bir iş, nefis ve dünya için yapılmış; mahluk mabud makamına çıkarılmış, ahiret sermayesi dünyada harcanmıştır. İbadetin içi niyet, dışı edeptir. Edep, makama uygun davranmaktır. Edep lazım olanı yapmaktır. Her makamın bir edebi vardır. Edebi zayi edenler, maksatlarına ulaşamazlar. Namazın, orucun, haccın, hizmetin, zikrin ve diğer bütün ibadetlerin kendilerine göre edepleri vardır. Bu edeplerin bir kısmı ibadetten önce, bir kısmı ibadetin içinde, bir kısmı da ibadetten sonradır. İbadetten önceki edepleri bilmeyen kimse, ibadetin içindeki ve peşindeki edepleri koruyamaz. Edepsiz ibadet, sahibi için bir yorgunluktur. Aynı zamanda Yüce Rabbine karşı vefasızlıktır. Bundan dolayı, ibadete yanaşmayanlara azap hazırladığı gibi, ibadetteki edebi korumayanlar da azapla korkutulmuşlardır. (Muhammed Emin Gül, İbadetlerimize Hıyanetlik Etmiyelim, Semerkand Dergisi, Sayı:24) Nice ibadetler vardır ki; İlim ve amelin Allah nezdinde kabul görmesi tek bir şarta bağlıdır: ihlâsa... İhlâsla yapılmayan amel, ahirette kulun yüzüne çarpılır. Bununla da kalmaz, bazı ihlâssız amel ve ibadetler Allah’ın gazabına da vesile olur. İhlâsı elde etme yolunda nefsiyle bir mücahedesi olmayan, bu yolda terbiye görmeyen nice insanlar vardır ki, ömrünün sonuna kadar Allah’a kulluk ettim zannettikleri halde ahirette ellerine bir şey geçmez. Zira kulluk ettikleri şey, aslında nefislerinin heva ve arzularından başka bir şey değildir. Bu mevzuda Kur’an-ı Kerimde: “ Heva ve hevesini ilâh edineni gördün mü? ” (Casiye, 23) ve “ (Bunların) dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Halbuki onlar sağlam iş yaptıklarını sanıyorlardı ” (Kehf, 104) buyurulmaktadır. Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz de bizi şöyle uyarır: “Her zaman amellerinizde ihlâsı gözetin, zira Allah, sadece amelin halis olanını kabul eder.” (Münavî, Feyzu’l-Kadr) Bu yüzden nefisle mücahede edilerek ihlâsla yapılan beş dakikalık amel, ihlâssız yapılan elli senelik amelden daha hayırlıdır. Efendimiz s.a.v.’in “ vazifelerinde ihlâslı ol, az amel yeter ” (Münavî, Feyzu’l-Kadir) ifadeleri de bu manaya işarettir. İhlasın Manası Safi, katışıksız ve dupduru manalarına gelen ihlâs, işlerinde ve ibadetlerinde yalnız Allah rızasını gözetmek, başka herhangi bir dünyevî maksadı O’nun rızasına ortak koşmamak demektir. Sevap niyetiyle, cennet sevgisi ya da cehennem korkusuyla ibadet etmek ise ihlâsa aykırı değildir. Fakat tam ihlâs ve sadakat, dünya düşüncesi gibi ahiret düşüncesini de gönülden çıkarıp, sırf Allah rızası için amel etmektir. Şah-ı Nakşibend k.s. Hazretleri: “ Yolumuz terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hestî, terk-i terk yoludur (dünyayı terk, ahireti terk, varlığı terk, terki terk) ” buyurmaktadır. İhlâsa en çok zarar veren şey riya ve gösteriştir. İhlâslı amele muvaffak olabilmek, yani muhlisler arasına girebilmek için her şeyden önce “insanlar” mülâhazasını gönül ve fikir dünyasından atmak gerekir. Şunu demek istiyoruz: Gerçekte hiçbir şeye gücü yetmeyen, mahşer günü kendilerine ve evlatlarına bile faydası olmayan insanları adeta bir mezar taşı gibi kabul edip, amel esnasında kendini Allah ile yalnız ve baş başa görmekle ihlâs elde edilebilir. Allah Kalpleri Biliyor İhlâs tamamen kalbî bir ameldir. Herhangi bir ameli yaparken niyetine göre bir mümin, muhlislerin safına da girebilir, -Allah korusun- müşriklerin safına da. Çünkü riya gizli bir şirktir. Gerçi bu çeşit şirk iman ve itikad konularında olmadıkça dinden çıkarmaz. Fakat derecelerine göre büyük ve küçük günaha sebep olduğuna ve ameli iptal ettiğine şüphe yoktur. Bu yüzden büyükler, “ bir odadan diğerine geçerken dahi niyetinizi kontrol ediniz ” buyururlar. Yani, “ sizi öteki odaya çeken asıl sebebi tahlil edin de, nefs ve şeytanın hile ve tuzağına düşmeyin ” derler. Hz. Peygamber s.a.v.’in haber verdiğine göre, Allah’u Tealâ Hazretleri kıyamet günü alimleri, zenginleri ve savaşta ölenleri hesaba çekecek; verdiği ilimle, servetle, güç ve kuvvetle ne yaptıklarını soracaktır. Onlar da ilimlerini, servetlerini, güç ve kuvvetlerini Allah yolunda sarf ettiklerini söyleyeceklerdir. Allah’u Tealâ bunlara: “Yalan söylüyorsunuz. İnsanların size ‘ne alim zattır, ne cömert bir zengindir ve ne kahraman bir yiğittir’ demeleri için amel ettiniz ve umduğunuz şöhrete de kavuştunuz.” buyuracak ve melekler de buna şahitlik edeceklerdir. Hz. Peygamber s.a.v., cehennem ateşinin ilk yakacağı kimselerin işte bunlar olacağını beyan buyurmuştur. (İhya) Menkıbe: Hz. Ali r.a. muharebe sırasında bir kâfiri yere yatırmış öldüreceği sırada kâfir, canını fazla yakmadan bir an evvel öldürsün diye Hz. Ali’ye tükürmüştü. Bunun üzerine Hz. Ali r.a. ayağı kalktı ve adamı öldürmekten vazgeçti. Kâfir hayretler içinde: “Neden beni öldürmedin?” diye sorunca şu cevabı verdi: “Ben seni Allah için öldürecektim, fakat sen bana tükürdün, ben de hiddetlendim. İşin içine nefsim girdiği için ihlâsım zedelendi. Bu yüzden seni öldürmekten vazgeçtim.” Kâfir ise: “Madem ki dininiz bu derece saf ve halistir, öyle ise o din haktır.” diyerek iman etti. Sofuluk Maskesi Ardındaki Çirkin Yüz İhlâs noktasından bakıldığında ameller üç kısımdır. Birincisi, sırf riya ve gösteriş için, başkalarının nazarında bir mevki kazanmak, onların gönlüne girmek, şöhret gibi sebeplerle yapılan amel. Bu tip riyanın en adisi, kendini sofu ve derviş gibi göstererek, müslümanların arasında boynu bükük, başı sarıklı dolaşmak, takva ehliymiş gibi görünmek veya mütemadiyen hizmete koşmak, sohbet etmek, sohbetlerinde kendi amellerinden veya kerametlerinden işaret ve ima yoluyla dem vurmak ve benzeri hallerle, dindar insanların, vakıfların, yetimlerin mallarını yemeğe niyet etmektir. Buna riyanın en adisi dedik; çünkü bu insan Allah’a kulluk yapıyormuş gibi görünerek, Allah’ın haram kıldığı bir gayeye ulaşmak istiyor. Bu tip asalaklar her toplumda bolca mevcuttur. Bunların Allah’ın gazabına sebep olacağı hususunda şüphe yoktur. Ahiretteki hesapları ise ağırdır. Hadislerde bildirildiği gibi, kendilerine kıyamet günü yapılacak hitapların en hafifi, “ey hilekâr, ey riyakâr, ey müşrik” şeklindedir. (İhya) İkincisi, sırf Allah rızası için yapılan amel. İhlâsla yapılan amelin her zerresi için büyük mükâfatlar vardır. Nitekim sahabe cemaati böyle idi. Bir okka arpa sadaka vermiş olsalar, ihlâslarındaki doğruluk sebebiyle Uhud Dağı kadar altın sadaka vermiş gibi sevap alırlardı. Üçüncüsü ise, yapılan amele Allah rızasının yanı sıra, riya veya dünya menfaatinden bir şeyin karışmasıdır. Mesela, oruç tutarken Allah’ın rızası yanısıra bedenin sıhhatine niyet etmek; yemek pişirme telaşesinden kurtulmak için oruç tutmak; dilencinin veya borç isteyenin ısrarından kurtulmak için sadaka veya borç vermek; kendisi de hastalandığı zaman ziyaret edilsin diye hasta ziyaretine gitmek; cenazesine gelsinler diye cenazeye gitmek; Allah rızası için haccederken memleketindeki düşmanlarından kurtulmak, çoluk çocuğundan uzaklaşmak veya hava değişimine niyet etmek; malını, ailesini korumak maksadıyla uyumamak için nafile namaz kılmak; alimlerin, sofilerin ve halkın nezdinde itibarlı olmak, arkadaş edinmek için alimlerin, salihlerin ve sofilerin hizmetlerini yapmak; mevki kazanmak, itibar görmek veya susmak sıkıntısından kurtulmak için sohbet etmek; kir ve pis kokulardan kurtulmak, serinlemek, temizlenmek vs. için abdest almak; çevresinde iyi adam olarak tanınması ve iyilikle anılması, tazim ve saygı görmesi için iyiliklerde bulunmak gibi niyetlerle Allah rızasının karışık olması bu çeşittendir. Bu çeşidin de adi olan, fakat son derece gizli olan kısmı, amelinden, ibadetinden veya ilminden dolayı veya kendisine verilen dinî, tasavvufî bir vazife sebebiyle insanlardan farklı muamele beklemektir. Mesela, karşılaştığı kimselerin önce kendisine selam vermelerini, saygı ve güleryüzle muamele etmelerini, ihtiyaçlarını karşılamalarını, alış-verişte kendisine müsamaha göstermelerini, meclislerde kendisine yer vermelerini, kendisini övmelerini istemek bu kabildendir. Böyleleri, aslında ihlâsla yapmaya çalıştığı ve hatta kimsenin duymasını istemediği amelleri sebebiyle insanlardan hürmet bekler. Kendisine herhangi bir vazife verilmeseydi veya ibadeti, taati olmasaydı bu saygıyı beklemeyecekti. Mesela müminlere sohbet eden böyle bir kişi, kendisinden daha iyi sohbet eden biri ortaya çıkar da cemaat ona yönelirse son derece üzülür. Oysa dini anlatmak maksadıyla sohbet etmiş olsaydı, buna üzülmek bir tarafa, sevinecekti. Çünkü Allah’u Tealâ, dinin daha güzel anlaşılmasına vesile olan birini kendisine yardımcı kılmıştır. Bu duruma üzüntü duyan sohbetçi, insaf ile haraket edip o zamana kadar yaptığı sohbetlerin riya olduğunu anlamalı ve bunu ömrü sona ermeden anladığı için de şükretmelidir. Bu anlattıklarımız, bu sıfatları taşıyan şahısların beklentileri açısındandır. Yoksa böyle şahıslara, Allah ve Resulü’nün ve onların sevdiklerinin hatırı varken hürmetsizlik etmek de ayrı bir edepsizliktir. Niyet Neyse Sonuç O Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz bir kudsî hadisinde şöyle buyuruyor: “Allah’u Tealâ buyurur: Benim için bir amel işleyip, başkasını bu amele ortak eden kimsenin bu ameli tamamen kendisi içindir. Ben bu amelden uzağım. Ben ortaklıktan en müstağni olanım.” (Mâlik) Görüldüğü gibi gizli niyetler şirk sayılarak ameli mahvetmekte ve hatta cezaya sebebiyyet vermektedir. Ancak bu ve benzeri ayet ve hadisleri derin bir vukufiyetle inceleyen İmam-ı Gazzalî k.s. Hazretleri, bu tür karışık ve gizli olan niyetlerle yapılan amelin niyetinde Allah rızası ne kadar kuvvetli ise o kadar sevap alacağını, riya ne kadar galip ise o kadar ceza göreceğini belirtmektedir. Eğer her ikisi de eşit ise birinin sevabı diğerinin günahını imha edecek, amel mahvolsa da ceza görmeyecektir. Nefsin Hissesi Olmayınca “ Karanlık gecede, kara taşın üzerindeki kara karıncadan daha gizli ” diye nitelendirilen riyanın çeşitleri oldukça tafsilatlıdır. Menkıbe: Evliyaullah’dan bir zat, otuz yıl cemaatle namaz kıldıktan sonra bu namazlarını kaza etmiştir. Namazlarını birinci safta ve imamın arkasında kılan bu zat, bir defasında hayırlı bir iş sebebiyle gecikmiş ve ikinci safta yer bulabilmişti. Fakat namazın sonunda insanların kendisini ikinci safta görmesinden dolayı utanmıştı. Ancak o zaman insanların kendisini birinci safta görmelerine sevindiğini ve bunun için birinci safı kaçırmadığını anlayabilmiş ve bu yüzden bütün namazlarını kaza etmişti. Riya veya benzeri afetlerle karışık olan ameller insana kolay gelir ve bu amelleri yapmaya heveslenir. Karışık olmayan ihlâslı ameller ise nefse ağır gelir. Çünkü içinde nefsin hissesi yoktur. Amele Güvenmek İyi zannettiğimiz amellerimizin durumu böyle olunca, insan nasıl olur da Allah’ın lütuf ve merhametine iltica etmek yerine kendi amellerine güvenebilir? İşte bu da büyük bir gaflettir. İnsaf ile hareket eden bir insan, en başta ibadetlerinden dolayı tevbe etmelidir. Zira yukarıda anlattığımız gibi, ibadetlerin kabul olması bir tarafa, o ibadet sebebiyle Allah’ın gazabına dahi uğrayabilir. Bu yüzden ihlâsla amel etmeye gayret etmeli, sonra da “ Ya Rabbi şüphe yok ki ben bu ameli senin razı olacağın şekilde yapamadım, bunun için sana istiğfar ediyorum. Beni cezalandırma ” dercesine tevbe eder. Hususan her namazdan sonra şuurlu bir şekilde en az 25 kere estağfirullah der. Namazım sadece Allah’ın lütuf ve inayetiyle kabul olabilir diye ümit eder. Görüldüğü gibi, bu nevi riyaları tespit edip gidererek ihlâsı elde etmek sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Ancak ciddi bir seyr u sülûk ve mücahededen sonra Allah’ın tevfik ve inayetiyle bunda muvaffak olmak mümkündür. Ne zaman ki ruh güneşi doğar ve nefse büsbütün galebe ederse, ancak o zaman ihlâs tabii bir meleke haline gelir. Bu bakımdan amel etmek, hususan kâmil bir mürşidin denetimi altında amel etmek, son derece hayatî bir önem arz eder. Şeytana Bayram Ettirmek Bazı kimseler, “ben bu kadar ince işlerle uğraşamam, uğraşsam da başa çıkamam” deyip ameli terk ederler. Şeytanın tam istediği de işte budur. Bu suretle şeytan adım adım ilerleyen tuzaklarının sonucunu almış ve asıl hedefine ulaşmış olur. Çünkü ortada bir amel olduğu zaman, her an o amelde ihlâsı gerçekleştirme imkanı mevcuttur. Ayrıca, amel ederken nefsiyle mücahede eden kimseler hem büyük cihat sevabı alırlar, hem de Allah’u Tealâ’nın teminatı altına girerler. Zira Allah’u Teâla Hazretleri, “ Ama bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. ” (Ankebut, 69) diye vaadetmiştir. İşte bu durum şeytanın uykularını kaçırır. Hiçbir uğraş vermeden ameli terkeden adamın hali, düşmana tek kurşun dahi atmadan teslim olan ve ömrünün sonuna kadar zilletle yaşayan adamın haline benzer. İhlâs konusu amelin özü ve en birinci şartı olması sebebiyle, sık sık bu konunun sohbetinin yapılması gereklidir. İhlâsla ilgili sohbetler dinlemeli, kitaplar okumalıdır. Bu mevzuda okunacak en güzel kitaplardan biri de, İmam-ı Gazzalî k.s. Hazretleri’nin İhya-i ulumi’d-Din adlı eseridir. (Ahmet Safa, Nice İbadetler Vardır ki, Semerkand Dergisi, Sayı:41)( İmam-ı Gazzalî k.s. ABİDLER YOLU-MİNHACUL ABİDİN okunabilir.) İbadetlerin yanı sıra bir de dünya ve ahiret dengesini kurmalıyız ve iki cihanı da aydınlatmalız. Sahabenin ileri gelenlerinden Abdullah b. Amr r.a. kendi başından geçen bir olayı şöyle anlatır: Rasülullah s.a.v. bana: “Senin gündüzleri oruçlu, geceleri ibadetle geçirdiğin bana haber verilmedi mi sanıyorsun?” buyurdu. Ben de: “Elbette haber verilmiţtir, ya Rasulallah!” dedim. Bunun üzerine: “Böyle yapma! Bazen oruç tut, bazen tutma; gece hem uyu hem de teheccüde kalk. Şüphesiz senin üzerinde vücudunun hakkı vardır, iki gözünün hakkı vardır, hanımının hakkı vardır. Her ay üç gün oruç tutman sana yeter. Çünkü her iyiliğin on misli karşılığı sana verilir; bu da bütün zamanını oruçlu geçirmen anlamına gelir. ” buyurdu. (Buhari, Müslim) İnsanın Kendine Adaleti Vücudun ve ruhun hakkını vermek ve aşırıya kaçmamak, insanoğlunun kendine karşı adaletli davranması demektir. Bu adaleti korumak da kişinin yapabileceği en büyük ibadettir. Peki vücudumuza ve ruhumuza karşı nasıl adaletli olabiliriz? Bunu örnekleyerek anlatalım: Vücudumuzun beslenmesinde adalet, ihtiyaç miktarı gıda almaktır. İhtiyaçtan daha az beslenmek de, aşırıya kaçmak da kendi bedenimize haksızlık ve zulümdür. Dinlenme, eğlenme, uyuma vb. ihtiyaçları karşılamada da helâl- haram sınırına dikkat etmek adalet, ölçüyü eksik bırakmak veya aşırıya kaçmak haksızlık ve zulümdür. Ruhumuzun beslenmesinde adaletin asgari ölçüsü, günlük hayatımızdaki farz ibadetleri yerine getirmektir. Farzların etrafını sünnetlerle ve tavsiye edilen zikir, tesbih, tefekkür ile doldurmak adalettir. Farzları ve sünnetleri ihmal edecek seviyede nafile ibadetlere dalmak, haksızlık ve zulümdür. “ Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Siz hidayet üzere yaşadığınız sürece, sapıtan kişi size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır; size bütün yaptıklarınızı bildirecektir. ” (Maide/105) Allah’u Teala’nın bu sözü, inanan her insanın öncelikle kendi hayatında dengeyi yakalaması gerektiğini ferman buyuruyor. Kendi hayatında dengeli olan insanların oluşturduğu toplumlarda dengesizlik ve adaletsizlik olmayacağını, insanların birbirlerine karşı sevgi ve saygı ile davranacağını bildiriyor. Kendine acımayanın başkasına acıyamayacağı; kendine adaletli olmayanın başkasına adaletli olamayacağı gözler önüne seriliyor. İnsanlar arası adaletin, fertlerin teker teker vücut ve ruh dengesini kurabilmelerine dayandığını ortaya koyuyor. Günlük Hayatta Denge Vücut ve ruh dengemizi korumak ve adaleti sağlayabilmek için günlük hayatımızı düzenlemeli ve hayatımızın merkezine, “Allah ile görüşme”yi yerleştirmeliyiz. Bu görüşmenin asgari ölçüsü beş vakit farz namazdır. Beslenmemizi, uyku ve dinlenme ihtiyacımızı, zamanında ve yeteri ölçüde karşılamalıyız. Aile fertlerimize, eşimize, anne-babamıza, çocuklarımıza zaman ayırmalıyız. Onlarla ilgilenmenin de bir ibadet ve öncelikli görevlerimizden olduğunu unutmamalıyız. Çünkü kiminle daha yakın ilişkilerimiz varsa, ona haksızlık etme ihtimali daha fazladır. Bunun için, kişinin ilişkilerinde en çok dikkat etmesi gerekenler, en çok yakın olduğu kişilerdir. Yukarıdaki ölçülere riayet ettiğimiz takdirde yememiz, uyumamız, eğlenmemiz, çalışmamız... kısaca bütün hayatımız bir ibadet olacaktır. Hem hayattan zevk alacağız, hem de Allah’ın mülkünde O’na kulluğun huzurunu bulacağız. Eşsiz rehber Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz, günlük hayatında bir taraftan ibadetle meşgul olurken, diğer taraftan müslümanların ve aile fertlerinin işlerini tanzim buyurur, gıda ve diğer ihtiyaçlarını temin için uğraşırlardı. Bununla da kalmazlar, ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gidermek için çabalar, hastaları ziyaret eder, akraba ve dostlarının hallerini sorar, yardımcı olurlardı. Bütün bunları yaparlarken, bir idareci olarak müminler arasındaki sorunları çözdüğü gibi, düşmanlar tarafından gelebilecek zararları bertaraf etmek üzere en güzel tedbirleri alırlardı. Risalet vazifesinin gereği olarak da daima halkın arasında bulunur, onları irşad etmekle meşgul olurlardı. Resul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’i örnek kabul ediyorsak, onun hem bu dünyayı hem de ahiret yurdunu hedef alan gayretlerini görmezden gelebilir miyiz? Yüce dinimiz, insanı böylesi düşüklüklerden korumak için madde ile mana, ruh ile beden, dünya ile ahiret arasında sarsılmaz bir denge kurmuştur. Cenab-ı Mevlâ, bu dengeyi şöyle öğretir bize: “ Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik ettiği gibi, sen de öylece iyilik yap. Sakın yeryüzünde fesat çıkarma. Doğrusu Allah, fesat çıkaranları sevmez. ” (Kasas/77) Rabbimizin bizzat terbiye buyurduğu o mübarek elçi de bu dengeyi şöyle anlatır: “Dünyanızı iyileştiriniz ve ahiretiniz için çalışınız.” “Dünyayı hakir görmeyin. Zira o, ahireti kazanmanın vasıtasıdır.” “Dünya ahirete götüren bir yoldur. Ey ümmetim! Siz insanlar üzerine yük olmayınız.” Yazık ki tarih boyunca tasavvufun hakikatini anlamamış birçok kimse, ‘dünyada çalışmaya, yorulup terlemeye ne gerek var? Nasıl olsa dünya geçicidir. Dünya için ömrü harcamaya gerek yoktur’ gibi saçma sözlerle kendilerini tembellik ve zilletin pençesine kaptırmıştır. İslâm’ın emirleriyle asla bağdaşmayan bu düşünce, sahibini dünya ve ahirette perişanlıktan başka nereye götürebilir? Son birkaç asırdan beri müslümanların büyük sıkıntı ve ızdıraba uğramalarının birçok sebebinden biri de, tembellik ve vurdumduymazlıktır. Maddi-manevi sonsuz zenginliklere sahip bulunmasına rağmen, bu zenginliklerin kendisine verilmiş bir emanet olduğu şuurundan uzaklaşan İslâm dünyası, bu gafletin ve tembelliğinin bedelini halen ödemekte. Oysa İslâm, tamamıyla faaliyettir. Dünya ve ahiret için faydalı çalışmalar bütünüdür. Miskinliğin, tembelliğin, dünyadan kopmanın İslâm’da yeri yoktur. Zaten dünyası için gevşeklik gösteren, büyük ihtimalle ahiretini de ihmal etmez mi? Gavs-ı Bilvanisi ks. hazretleri bir sohbetlerinde: “ Siz kişinin dünya çalışmasına bakınız. Eğer dünyası için çalışkan, mahir biriyse ahireti için de öyledir. Dünyanın pehlivanı, ahiretine de pehlivandır. ” buyuruyorlar. Evet; dünyada tek bir müslüman kalsa dahi, onun görevi muntazam ve dürüst bir şekilde dünyası ve ahireti için çalışmak, Allah’ın emrine uyarak dünyayı mamur etmek, iyilikleri yayıp, insanlar arasında hayrın hakim olmasını sağlamaktır. (Kemal Süleymanoğlu, Adalet Önce Kendimiz, Semerkand Dergisi, Sayı:17) Sohbetimizi Kur’an-ı Kerim’in bize tavsiye buyurduğu ve Resulullah s.a.v. Efendimiz’in sık sık tekrar ettiği dua ile bitirelim inşaAllah… “ Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik-güzellik ver, ahirette de iyilik-güzellik ver. Bizi cehennem ateşinden koru. ” (Bakara/201) Kaynaklar: Kemal Süleymanoğlu, Adalet Önce Kendimiz, Semerkand Dergisi, Sayı:17 - M.Saki Erol, Ahiret ve Dünya, Semerkand Dergisi, Sayı:18 – Muhammed Emin Gül, İbadetlerimize Hıyanetlik Etmiyelim, Semerkand Dergisi, Sayı:24 - Ahmet Safa, Nice İbadetler Vardır ki, Semerkand Dergisi, Sayı:41 - Mustafa Necm, Niyet ve Kulluk, Semerkand Dergisi, Sayı:12 - Risale-i Nur’da, Temsiller ve Hikayeler, Timaş Yay. – Elmalılı Tefsiri - Ateşin Yakmadığı Aşık, Semerkand Yay. Dr. Dilaver Selvi. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Tasavvuf
Ehli Sünnet Tarikat ve Cemaatler
Ibadet gayreti
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst