Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Cemaati
Risale-i Nur ve Nur Cemaati
Hizmet Metodu Olarak Cemaat ve Cemiyet
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 231247" data-attributes="member: 27"><p><strong>B- Risale-i Nur’da Cemaat ve Cemiyet</strong></p><p><strong></strong></p><p><strong></strong> Cemaat ve cemiyetin Risale-i Nur’daki anlamları konusunda direkt Külliyata yönelmenin zarureti ortadadır. Risale-i Nur’dan derlenen Hizmet Rehberi’nin 5. Bölümü olan Risale-i Nur Cemaati ve Hususiyetleri başlıklı bölüm baştan sona dikkatlice okunduğunda durum aydınlanmaktadır. Biz de buraya Külliyattan ve bu eserden önemli gördüğümüz kısımları aktarıyoruz. </p><p></p><p></p><p> <strong>1- Zaman Şahsiyet ve Enaniyet Zama-nı Değil Cemaat Zamanıdır. </strong></p><p><strong></strong></p><p> “Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enâniyet zamanı değil, zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevi hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini, o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa, o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez.” (Kastamonu Lahikası, s. 102.) </p><p></p><p>“Salisen: Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin şahs-ı manevisinden gelen dehasına karşı mağlup düşebilir... Alem-i İslam’ı bir cihette tenvir edecek ve kudsi bir dehanın nurları olan bir vazife-i imaniye, biçare, zayıf, mağlup, hadsiz düşmanları ve onu ihanetle, hakaretle çürütmeye çalışan muannid hasımları bulunan bir şahsa yüklenmez. Yüklense, o kusurlu şahsın ihanet darbeleriyle düşmanları tarafından sarsılsa, o yük düşer, dağılır.”(Emirdağ Lahikası-I, s. 70.) </p><p></p><p> Üstat “Zaman, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil, cemaat zamanı” derken cemaatin önemini vurguladığı gibi aynı zamanda önemli bir vasfını da belirtmektedir. O da cemaatin şahsiyet ve enaniyet karşıtı bir özellik taşıyor olmasıdır. Bu üstadın idealize ettiği bir cemaat denebilir. Zira normalde bazı şahsın veya şahısların önemli olduğu veya lider olduğu cemaatlerde, pekala olabilir ve olagelmiştir. Keza fertlerinin enaniyetli olması da cemaatin cemaat vasfını kaldırmaz. Fakat Üstat burada belki de önce kendine sonra has talebelerine ve diğer cemaat fertlerine şunu söylüyor denebilir. “Cemaatin şahs-ı manevisi” önemlidir. Temayüz eden şahıs ve şahıslar değil, yine havuz (cemaat) önemlidir. Yoksa her birimizin buz parçası hükmünde olan enaniyeti değil. Bu öyle bir cemaat olmalı ki şahs-ı maneviyi temsil eden havuzda, erimemiş bir şahıs ve enaniyet buzu kalmasın. </p><p></p><p> Bu anlayış “vazife-i imaniye”nin başarısı için de mecburidir. Çünkü “Ferdi şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin şahs-ı manevisinden gelen dehasına karşı mağlup düşebilir.” Çünkü o “biçare, zayıf, mağlup, hadsiz düşmanları ve onu ihanetle, hakaretle çürütmeye çalışan muannid hasımları bulunan” bir şahıstır ve bu sebeple bu vazife ona “yüklenmez”. Yüklense “o yük düşer, dağılır.” </p><p></p><p>Burada “zaman, cemaat zamanıdır” derken zamana yapılan vurgu da önem arzetmektedir. Çünkü, “cemiyet” XIX. Yüzyıl sonunda ortaya çıkan modern Arapça’ya ait bir tabir iken “cemaat” İslam’ın ilk asrından itibaren kullanılan ve önemi vurgulanan bir terimdir. </p><p></p><p>Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “içinizden iyiliğe çağıran, marufu emredip, münkerden sakındıran bir cemaat bulunsun”13 buyurulmaktadır. </p><p></p><p> Üstat şimdiki zamanda sosyal ilişkilerin yoğunluğu ve komplikasyonu, iletişim bombardımanı, deccaliyet ve süfyaniyet çağının özel tehlikelerinden olsa gerek, “zaman, cemaat zamanıdır” diyerek tahşidat yapıyor. </p><p></p><p></p><p> <strong>2- Nurculuk Bir Cemiyet midir? </strong></p><p><strong></strong></p><p> “Bizi hayrette bırakan ve gayet şaşırtan ve bir garazı ihsas eden ve bililtizam hiçten bir sebeb-i ittiham icad etmek nevinden, musırrane, bir cemiyet ve teşkilat varmış gibi soruyorlar, “Bu teşkilatı yapmak için nereden para alıyorsunuz?” diyorlar. </p><p></p><p>“Elcevap: Evvela, ben dahi soranlardan soruyorum. Böyle bir cemiyet-i siyasiyenin, bizim tarafımızdan vücuduna dair hangi vesika, hangi delil, hangi hüccet bulmuşlar ki, bu kadar musırrane soruyorlar? Ben, on senedir Isparta vilayetinde şiddetli tarassut altında bulunmuşum. Bir iki hizmetkar ve on günde bir iki yolcudan başka adamları görmeyen garip, kimsesiz, dünyadan usanmış, siyasetten gayet şiddetle nefret etmiş ve kuvvetli siyasi muhalif cemiyetlerin ne kadar aksülameller ile zararlı ve akim kaldığını mükerrer müşahedatla görmüş ve kendi kavim ve binler dostları içinde, en mühim fırsatta, siyasi cemiyet ve cereyanları reddetmiş ve karışmamış ve iman-ı tahkikinin gayet kudsi ve hiçbir şeyle zedelenmesi caiz olmayan hizmeti bozmak ve ağraz-ı siyasi ile çürütmeyi en büyük bir cinayet telakki ederek şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçan ve on seneden beri Euzubillahimineşşeytanivessiyaseti kendine düstur eden ve hileyi hilesizlikte bulan, asabi ve bilaperva esrarını faş eden, on sene koca Isparta vilayetinin hassas ve cessas memurlarına böyle teşkilat sezdirmeyen bu adamdan, “Böyle bir teşkilat var ve siyasi bir dolabı çeviriyorsunuz” diyenlere karşı, yalnız ben değil, Isparta vilayeti ve bütün beni tanıyanlar, belki bütün ehl-i akıl ve vicdan, onların iftiralarını nefretle karşılar ve “Garazkar planlar ile onu itham ediyorsunuz” diyecekler. </p><p></p><p>“Saniyen: Meselemiz imandır. İman kuvvetiyle bu memlekette ve Isparta’nın yüzde doksan dokuz adamları ile uhuvvetimiz var. Halbuki, cemiyet ise ekser içinde ekaliyetin ittifakıdır. Bir adama karşı, doksan dokuz adam cemiyet olmaz. Meğer, gayet insafsız bir dinsiz, herkesi (haşa) kendi gibi dinsiz tevehhüm edip, bu mübarek ve dindar milleti tahkir etmek niyetiyle böyle işaa eder...”(Tarihçe-i Hayat, s.201.) </p><p></p><p> Üstat burada neden cemiyetçi olmadıklarını14 önemli gerekçe ile açıklamaktadır. </p><p></p><p> 1- Üstat siyasi bir cemiyet kurmakla suçlanmaktadır. Halbuki o “siyasetten gayet şiddetle nefret etmiş” ve “şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçan ve on seneden beri Euzubillahimineşşeytanivessiyaseti kendine düstur” edinen bir anlayışa sahiptir. Zira; </p><p></p><p> 2- “İman-ı tahkikinin gayet kutsi ve hiç bir şeyle zedelenmesi caiz olmayan hizmeti bozmak ve ağraz-ı siyasi ile çürütmeyi en büyük bir cinayet telakki” etmektedir. </p><p></p><p>3- “Meselemiz imandır. İman kuvvetiyle bu memlekette ve Isparta’nın yüzde doksan dokuz adamlarıyla uhuvvetimiz var. Halbuki, cemiyet ise ekser içinde ekaliyetin ittifakıdır. Bir adama karşı, doksan dokuz adam cemiyet olmaz” diyerek darkadrocu bir cemiyet anlayışıyla, yüzde doksan dokuz mümin kardeşiyle uhuvvetini bozmak istememektedir. Keza onları yüzde doksan dokuz çoğunluk biziz, yüzde bir azınlık sizsiniz diyerek adeta tarih, sosyoloji ve hukuk önünde gizli cemiyetçiliğe mahkum ediyor. </p><p></p><p>4- “Kuvvetli siyasi muhalif cemiyetlerin aksülameller ile zararlı ve akim kaldığını mükerrer müşahedatla görmüş ve kendi kavim ve binler dostları içinde, en mühim fırsatta, reddetmiş ve karışmamış”tır di-yerek bu tür hareketlerin başarısızlığa mahkum olduğunun “mükerrer müşahedatla” sabit bulunduğunu, başarma ihtimalinin yüksek olduğu “en muhim fırsatta” bile “kendi kavim” ve “binler dostları içinde” olmasına rağmen doğru bulmamıştır. (Şeyh Said İsyanı) </p><p></p><p> “Bana sordular ki: ‘Sizin cemiyet olmadığınız, üç mahkeme o cihette beraet vermesiyle, yirmi seneden beri tarassut ve nezaret eden altı vilayetin o noktadan ilişmemeleriyle tahakkuk ettiği halde, Nurcularda öyle harika bir alaka var ki, hiçbir cemiyette, hiçbir komitede yoktur. Bu müşkülü halletmenizi isteriz’ dediler. </p><p></p><p>“Ben de cevaben dedim ki: ‘Evet, Nurcular cemiyet memiyet, hususan siyasi ve dünyevi ve menfi ve şahsi ve cemaati menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olmazlar. Fakat, bu vatanın eski kahramanları kemal-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslam fedailerinin ahfadları, oğulları ve kızları, o fedailik damarından irsiyet almışlar ki, bu harika alakayı gösterip Denizli Mahkemesinde bu aciz biçare kardeşlerine bu gelen cümleyi onlar hesabına söylettirdiler: Milyonlar kahraman başları feda oldukları bir hakikate başımız dahi feda olsun’ diye onlar namına söylemiş, mahkemeyi hayret ve takdirle susturmuş. Demek, Nurcularda hakiki, halis, sırf rıza-yı İlahi için ve müsbet ve uhrevi fedailer var ki, mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çere bulamayıp hükümeti, adliyeyi aldatarak, lastikli kanunlar ile onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşaallah bir halt edemezler. Belki Nur’un ve imanın fedailerini çoğaltmaya sebebiyet verecekler.”(Şualar, s. 439) </p><p></p><p>Burada hiçbir cemiyet ve komitede bulunmayan aramızdaki “öyle harika bir alaka” nereden kaynaklanıyor? sorusu ce-vaplanıyor. </p><p></p><p> Evet, Nurcular </p><p>1- Cemiyet, </p><p>2- Hususan siyasi, </p><p>3- Dünyevi, </p><p>4- Menfi, </p><p>5- Şahsi ve cemaati menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller. “Fakat bu vatanın kemal-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden eski kahramanlarının ahfatları ‘fedailik damarından irsiyet almışlar ki bu harika alakayı’ gösteriyorlar” demek suretiyle tarihi perspektiften bakarak bu müşkülü çözüyor. </p><p></p><p></p><p> <strong>3- Nur Talebelerinin Cemiyet Olduğu Vehmini Veren Sebepler </strong></p><p><strong></strong></p><p> “Bazı insafsızları aldatan ve hiç münasebeti olmayan bir siyasi cemiyet vehmini veren üç maddedir. </p><p></p><p>“Birincisi: Eskiden beri benim talebele-rim benim ile kardeş gibi şiddetli alakadar olmaları, bir cemiyet vehmini vermiş. </p><p></p><p> “İkincisi: Risale-i Nur’un bazı şakirtleri—her yerde bulunan ve Cumhuriyet kanunları müsaade eden ve ilişmeyen—cemaat-i İslamiye heyetleri gibi hareket etmelerinden, bir cemiyet zannedilmiş. Halbuki o mahdut üç dört şakirdin niyetleri cemiyet memiyet değil, belki sırf hizmet i imamiyede halis bir kardeşlik ve uhrevi bir tesanüddür. </p><p></p><p> “Üçüncüsü: O insafsızlar kendilerini dalalet ve dünyaperestlikte bildiklerinden ve hükümetin bazı kanunlarını kendilerine müsait bulduklarından, fikren diyorlar ki, ‘Herhalde Said ve arkadaşları bizlere ve hükümetin bizim medenice nameşru hevesatımıza müsait kanunlarına muhaliftirler. Öyle ise, muhalif bir cemiyet i siyasiyedirler.” </p><p></p><p> Buradaki birinci sebep olan talebelerin Üstad ile “kardeş gibi şiddetli alakadar olmaları” yukarıda “Nurcularda öyle bir harika alaka”nın bir başka tezahürü olsa gerektir. </p><p></p><p> “Nur Şakirtlerinin halis ve sırf uhrevi nurlara ve tercümanına karşı alakalarına, dünyevi ve siyasi cemiyet namını verip, onları mesul etmeye çalışanların ne kadar hakikatten ve adaletten uzak düştüklerine karşı üç mahkemenin o cihette beraet vermesiyle beraber, deriz ki: </p><p></p><p> “Hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin hususan millet-i İslamiyenin üssü’l-esası, akrabalar içinde samimane muhabbet ve kabile ve taifeler içinde alakadarane irtibat ve İslamiyet milliyetiyle mü’min kardeşlerine karşı manevi, muavenetkarane bir uhuvvet ve kendi cinsi ve milletine karşı fedakarane bir alaka ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur’an hakikatlerine ve naşirlerine sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi hayat-ı içtimaiyeyi esasiyle temin eden bu rabıtaları inkar etmekle ve şimaldeki dehşetli anarşistlik tohumunu saçan nesil ve milliyeti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmaya yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle ancak Nur Şakirtlerine medar-ı mesuliyet cemiyet namını verebilir. Onun için hakiki Nur Şakirtleri çekinmeyerek Kur’an hakikatle-rine karşı kudsi alakalarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen her bir cezayı memnuniyetle kabul ettiklerinden, mahke-me-i adilenizde hakikat-i hali olduğu gibi itiraf ediyorlar. Hile ile dalkavukluk ile ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenezzül etmiyorlar.”(Şualar, s. 330.) </p><p></p><p>Üstad ancak “kızıl tehlike” olan Komünizmin benimsenmesi halinde cemiyetçilikten mesul tutulabileceklerini, zira bunun dışında bir görüşün Nurcular ve alem-i İslam arasındaki manevi ve kardeşane alakaları yasaklamayacağını belirterek yetkilileri Komünistlerle aynı konumda olmamaları hususunda uyarıyor. Adeta onları rejimlerine göre yasak ve sos-yolojiye göre (%99’a karşı %1) azınlıkta olan görüşün cemiyetçiliği ile suçluyor. </p><p></p><p></p><p> <strong>4- Nur Talebeleri Nasıl Bir Cemiyettir? </strong></p><p><strong></strong></p><p>“Ben buradaki bütün Risale-i Nur Şakirtlerini ve benimle görüşenleri veya okuyan ve yazanlarını aynıyla işhad ediyorum; onlardan sorunuz ki, ben hiçbirisine dememişim bir cemiyet-i siyasiye veya cemiyet-i Nakşiye teşkil edeceğiz. Daima dediğim budur: “Biz imanımızı kurtarmaya çalışacağız. Umum ehl-i iman dahil oldukları ve üç yüz milyondan ziyade efradı bulunan bir mukaddes cemaat-i İslamiyeden başka mabeynimizde medar-ı bahs olmadığını ve Kur’an’da “hizbullah” namı verilen ve umum ehl-i imanın uhuvveti cihetiyle kendimizi, Kur’an’a hizmetimiz için hizbü’l-Kur’an, hizbullah dairesinde bulmuşuz. Eğer kararnamede bu mana murad ise, bütün ruhumuzla, kemal-i iftiharla itiraf ederiz. Eğer başka manalar murad ise, onlardan haberimiz yoktur.” (Şualar, s. 238.) </p><p></p><p> Burada Üstad “Cemiyet-i Nakşiye” diye ilginç bir tabir kullanıyor. Nakşibendi Tarikatını bir cemiyet olarak da değerlendirebilir veya tarikatların kanunen yasak olması ve Nurculuğun kasten tarikatçılıkla bir tutulması sebebiyle karışıklığı önlemek açısından da ifade etmiş olabilir. Fakat ikinci görüş daha muhtemeldir. </p><p></p><p> “Medar-ı hayrettir ki, bu defa da yine bir cemiyet vehmini tekrar ileri sürüyorlar. Halbuki, üç mahkeme bu ciheti tetkik edip beraet vermekle beraber mabeynimizde böyle medar-ı ittiham olacak hiçbir cemiyet hiçbir emare, mahkemeler, zabıtalar, ehl-i vukuflar bulmamışlar... Yalnız, bir muallimin talebeleri ve darü’l-fünun şakirtleri ve Kur’an dersini veren hafızın hıfza çalışanları gibi, Risale-i Nur talebelerinden bir uhrevi kardeşlik var. Bunlara cemiyet namını veren ve onunla ittiham eden, bütün esnaf ve mekteplilere ve vaizlere siyasi cemiyet nazarıyla bakmak gerektir. Bunun için ben böyle asılsız ve manasız ittihamlarla buraya hapse gelenleri müdafaa etmeye lüzum görmüyorum. </p><p></p><p>Yalnız, hem bu memleketi, hem alem-i İslam’ı çok alakadar eden ve maddi ve manevi bu vatana ve bu millete pek çok bereket ve menfaati tahakkuk eden Risale-i Nur’u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi tekrar aynı hakikat ile müdafamı men edecek hiçbir sebep yok ve hiçbir kanun ve hiçbir siyaset yasak etmez ve edemez. </p><p></p><p> Evet, biz bir cemiyetiz. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var. Ve her gün beş defa namazla o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemal-i hürmetle alakalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. “Müminler Kardeştirler” kudsi programıyla, birbirinin yardımına—dualarıyla ve manevi kazançlarıyla—koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız. Ve hususi vazifemiz de, Kur’an’ın imani hakikatlerini tahkiki bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebediden ve daimi ve berzahi haps-i münferitten kurtarmaktır. Sair dünyevi ve siyasi ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve manasız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmi-yoruz.”(Şualar, s. 320.) </p><p></p><p>Üstat, burada nasıl ki “bütün esnaf ve mekteplilere ve vaizlere siyasi cemiyet nazarıyla” bakılmaz Nur cemaatine de bakılmaz. Diyerek Nur cemaatinin tabii, fıtri ve sosyal hayat için zaruri olduğunu vurguluyor. </p><p></p><p>Keza ısrarlı cemiyet ithamları karşısında “öyle bir cemiyetimiz var ki her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var” di-yerek cemiyetçilik suçlamasını ancak bütün İslam alemini kapsayan bir cemiyet olması halinde kabul ettiğini böylelikle de asla “ekser içinde ekalliyet ittifakını” kabul etmediğini belirtmektedir. </p><p></p><p></p><p> <strong>5- Nur Cemaati Dost, Kardeş, Talebe Dairelerinden Müteşekkildir </strong></p><p><strong></strong></p><p> Üstada göre Nur Cemaati üç tabakadan müteşekkildir. Bunlar Dost, Kardeş ve Talebedir. Vasıflar ise şöyledir. </p><p></p><p>“Dostun hassası ve şartı budur ki: Katiyen, Sözler’e ve envar-ı Kur’aniyeye dair hizmetimize ciddi taraftar olsun ve haksızlığa ve bid’alara ve dalalete kalben taraftar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın. </p><p></p><p> “Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakiki olarak Sözler’in neşrine ciddi çalışmakla beraber, beş farz namazını eda etmek, yedi kebairi işlememektir. </p><p></p><p>“Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözler’i kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i ha-yatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin. (Mektubat s. 329) </p><p></p><p> “Risale-i Nur, bir daire değil, mütedahil daireler gibi tabakatı var. Erkanlar ve sahipler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakaları var. Erkan dairesine liyakati olmayan Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla, daire haricine atılmaz. Hasların hasiyeti, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla, talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusur ile düşman sınıfına iltihak etmemek için dışarıya atmayınız. Fakat, Risale-i Nur’un erkanlarında ve haslarındaki esrarlar ve nazik tedbirlere, onları teşrik etmemek gerektir.”(Kastamonu Lahikası, s. 188.) </p><p></p><p> Görüldüğü gibi Üstad Nurcuların yüzde yüz homojen bir topluluk olmadığını en az üç daireden (Dost, Kardeş, Talebe) hatta daha çok tabakadan oluştuğunu şöyle ifade ediyor. “Risale-i Nur, bir daire değil, mütedahil daireler gibi tabakatı var. Erkanlar ve sahipler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakaları var.” Cümlenin sonu “ gibi tabakaları var” diye bittiğine göre burada sayılmayan başka tabakalarında olduğu söylenebilir. </p><p></p><p> Keza Üstad Nur Cemaatini o kadar geniş düşünmektedir ki “beş farz namazını eda” etmeyip “yedi kebair”den işleyeni hatta “kalben taraftar olmamak şartıyla”, “haksızlık”, “bidalar” ve “dalalet”le amel edenleri bile cemaate dahil etmektedir. </p><p></p><p>Yalnız bunun için bazı ön şartları vardır. Bunların birincisi Üstadın şahsını “mübarek ve makam sahibi zannedip” değil de “Kur’an-ı Hakimin dellalı olduğu cihetle” gelecektir. [Bu şart bütün daireler (Dost, Kardeş, Talebe) içi genel şarttır.] Dost için aranan aşağıdaki üç özel şarta da uyuyorsa o artık Nur Cemaati’ndendir. Zira yukarıda belirttiği gibi dost dairesi kesinlikle Nur Cemaati içindedir. Dostun özel şartları ise; </p><p></p><p> 1- “Katiyen Sözler’e (Risale-i Nur’a) ve envar-ı Kur’aniyeye dair hizmetimize ciddi taraftar olsun.” </p><p></p><p>2- “Haksızlığa ve bid’alara ve dalalete kalben taraftar olmasın.” </p><p></p><p> 3- “Kendine de istifadeye çalışsın.” dır. </p><p></p><p>Görüldüğü gibi Üstad hemen aşağıda “kardeş” için aradığı şartları “dost”ta da aramamak suretiyle namaz kılmama ve kebairi işleme kusurunu dost ve dolayısıyla Nurcu olmaya engel görmüyor demektir. Fakat bunlar Nurculuk içinde kardeş ve talebe olmaya da kesinlikle manidir. </p><p></p><p> Burada ölçüsüz bir değerlendirme yapıyor olma endişesini aşmak için şu sorulara da cevap bulmak doğru olabilir. “Dost” için aranan “haksızlık, bid’a ve dalalete kalben taraftar olmama,” bunlardan bir veya birkaçının işlenmesi ve işleyenin hala dost kabulü anlamına muhakkak gelir mi? </p><p></p><p> İkincisi de kardeş için aranan namaz kılma, kebair işlememe şartı dost için aranmayan bir şart kabul edilebilir mi? Çünkü iki sonuca da doğrudan bir tasdik yerine mefhumu muhaliflerinden vardığımızdan ve Üstad gibi bütün ömrünü imandan sonra salih amel ve takvaya vakfeden bir allame, bir mürşid-i kamil bunu kabul eder mi? Dediğimizde cevabı yine Üstad veriyor. “Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için az bir kusur ile düşman sınıfına iltihak etmemek için dışarıya atmayınız.” </p><p></p><p> Aynı paragrafta dikkat çekici bir husus da Üstad’ın “erkan”ın “daire haricine atılmama”sı için “Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamayı” şart koşarken, “hasların hasiyeti” olarak “zıt bir mesleğe girmemek” şartıyla talebe olabilir demesidir. </p><p></p><p> Yine yukarıdaki bahsin son kısmında “talebe” ve “kardeşlerin” Üstad’ın duasına dahiliyetleri anlatılırken “eğer dost ise ve feraizi kılar ve kebairi terk ederse, umumiyet-i ihvan itibariyle duamda da dahildir” demek suretiyle feraizi kılmayıp kebairi terk etmemiş birinin de dost olmaya dost olduğunu, fakat davaya dahiliyetleri için bu şarta uyması gerektiğini belirtmemektedir. </p><p></p><p> Keza “umum ehl-i iman dahil oldukları ve üç yüz milyondan ziyade efradı bulunan bir mukaddes cemaat-i İslamiyeden başka mabeynimizde medar-ı bahs olmadığını” ve “öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var.” Derken üç yüz elli milyonun o zamanki Müslümanların dünya nüfusu olduğu, bunların hepsinin kebairi terk ve namaz konusundaki vecibeyi yerine getirmediği belli olduğu halde, onları hem cemiyet hem de cemaat diye isimlendirerek tümüne sahip çıkmaktadır. </p><p></p><p> Fakat mütedahil dairelerden en dışta olan dost dairesi için bile “Katiyen, Sözler’e ve envar-ı Kur’aniyeye dair olan hizmetimize “ciddi taraftar”lık şartı birinci ve en önemli bir şart olarak aranmaktadır.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 231247, member: 27"] [B]B- Risale-i Nur’da Cemaat ve Cemiyet [/B] Cemaat ve cemiyetin Risale-i Nur’daki anlamları konusunda direkt Külliyata yönelmenin zarureti ortadadır. Risale-i Nur’dan derlenen Hizmet Rehberi’nin 5. Bölümü olan Risale-i Nur Cemaati ve Hususiyetleri başlıklı bölüm baştan sona dikkatlice okunduğunda durum aydınlanmaktadır. Biz de buraya Külliyattan ve bu eserden önemli gördüğümüz kısımları aktarıyoruz. [B]1- Zaman Şahsiyet ve Enaniyet Zama-nı Değil Cemaat Zamanıdır. [/B] “Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enâniyet zamanı değil, zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevi hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini, o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa, o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez.” (Kastamonu Lahikası, s. 102.) “Salisen: Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin şahs-ı manevisinden gelen dehasına karşı mağlup düşebilir... Alem-i İslam’ı bir cihette tenvir edecek ve kudsi bir dehanın nurları olan bir vazife-i imaniye, biçare, zayıf, mağlup, hadsiz düşmanları ve onu ihanetle, hakaretle çürütmeye çalışan muannid hasımları bulunan bir şahsa yüklenmez. Yüklense, o kusurlu şahsın ihanet darbeleriyle düşmanları tarafından sarsılsa, o yük düşer, dağılır.”(Emirdağ Lahikası-I, s. 70.) Üstat “Zaman, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil, cemaat zamanı” derken cemaatin önemini vurguladığı gibi aynı zamanda önemli bir vasfını da belirtmektedir. O da cemaatin şahsiyet ve enaniyet karşıtı bir özellik taşıyor olmasıdır. Bu üstadın idealize ettiği bir cemaat denebilir. Zira normalde bazı şahsın veya şahısların önemli olduğu veya lider olduğu cemaatlerde, pekala olabilir ve olagelmiştir. Keza fertlerinin enaniyetli olması da cemaatin cemaat vasfını kaldırmaz. Fakat Üstat burada belki de önce kendine sonra has talebelerine ve diğer cemaat fertlerine şunu söylüyor denebilir. “Cemaatin şahs-ı manevisi” önemlidir. Temayüz eden şahıs ve şahıslar değil, yine havuz (cemaat) önemlidir. Yoksa her birimizin buz parçası hükmünde olan enaniyeti değil. Bu öyle bir cemaat olmalı ki şahs-ı maneviyi temsil eden havuzda, erimemiş bir şahıs ve enaniyet buzu kalmasın. Bu anlayış “vazife-i imaniye”nin başarısı için de mecburidir. Çünkü “Ferdi şahısların dehası ne kadar harika da olsalar, cemaatin şahs-ı manevisinden gelen dehasına karşı mağlup düşebilir.” Çünkü o “biçare, zayıf, mağlup, hadsiz düşmanları ve onu ihanetle, hakaretle çürütmeye çalışan muannid hasımları bulunan” bir şahıstır ve bu sebeple bu vazife ona “yüklenmez”. Yüklense “o yük düşer, dağılır.” Burada “zaman, cemaat zamanıdır” derken zamana yapılan vurgu da önem arzetmektedir. Çünkü, “cemiyet” XIX. Yüzyıl sonunda ortaya çıkan modern Arapça’ya ait bir tabir iken “cemaat” İslam’ın ilk asrından itibaren kullanılan ve önemi vurgulanan bir terimdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de “içinizden iyiliğe çağıran, marufu emredip, münkerden sakındıran bir cemaat bulunsun”13 buyurulmaktadır. Üstat şimdiki zamanda sosyal ilişkilerin yoğunluğu ve komplikasyonu, iletişim bombardımanı, deccaliyet ve süfyaniyet çağının özel tehlikelerinden olsa gerek, “zaman, cemaat zamanıdır” diyerek tahşidat yapıyor. [B]2- Nurculuk Bir Cemiyet midir? [/B] “Bizi hayrette bırakan ve gayet şaşırtan ve bir garazı ihsas eden ve bililtizam hiçten bir sebeb-i ittiham icad etmek nevinden, musırrane, bir cemiyet ve teşkilat varmış gibi soruyorlar, “Bu teşkilatı yapmak için nereden para alıyorsunuz?” diyorlar. “Elcevap: Evvela, ben dahi soranlardan soruyorum. Böyle bir cemiyet-i siyasiyenin, bizim tarafımızdan vücuduna dair hangi vesika, hangi delil, hangi hüccet bulmuşlar ki, bu kadar musırrane soruyorlar? Ben, on senedir Isparta vilayetinde şiddetli tarassut altında bulunmuşum. Bir iki hizmetkar ve on günde bir iki yolcudan başka adamları görmeyen garip, kimsesiz, dünyadan usanmış, siyasetten gayet şiddetle nefret etmiş ve kuvvetli siyasi muhalif cemiyetlerin ne kadar aksülameller ile zararlı ve akim kaldığını mükerrer müşahedatla görmüş ve kendi kavim ve binler dostları içinde, en mühim fırsatta, siyasi cemiyet ve cereyanları reddetmiş ve karışmamış ve iman-ı tahkikinin gayet kudsi ve hiçbir şeyle zedelenmesi caiz olmayan hizmeti bozmak ve ağraz-ı siyasi ile çürütmeyi en büyük bir cinayet telakki ederek şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçan ve on seneden beri Euzubillahimineşşeytanivessiyaseti kendine düstur eden ve hileyi hilesizlikte bulan, asabi ve bilaperva esrarını faş eden, on sene koca Isparta vilayetinin hassas ve cessas memurlarına böyle teşkilat sezdirmeyen bu adamdan, “Böyle bir teşkilat var ve siyasi bir dolabı çeviriyorsunuz” diyenlere karşı, yalnız ben değil, Isparta vilayeti ve bütün beni tanıyanlar, belki bütün ehl-i akıl ve vicdan, onların iftiralarını nefretle karşılar ve “Garazkar planlar ile onu itham ediyorsunuz” diyecekler. “Saniyen: Meselemiz imandır. İman kuvvetiyle bu memlekette ve Isparta’nın yüzde doksan dokuz adamları ile uhuvvetimiz var. Halbuki, cemiyet ise ekser içinde ekaliyetin ittifakıdır. Bir adama karşı, doksan dokuz adam cemiyet olmaz. Meğer, gayet insafsız bir dinsiz, herkesi (haşa) kendi gibi dinsiz tevehhüm edip, bu mübarek ve dindar milleti tahkir etmek niyetiyle böyle işaa eder...”(Tarihçe-i Hayat, s.201.) Üstat burada neden cemiyetçi olmadıklarını14 önemli gerekçe ile açıklamaktadır. 1- Üstat siyasi bir cemiyet kurmakla suçlanmaktadır. Halbuki o “siyasetten gayet şiddetle nefret etmiş” ve “şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçan ve on seneden beri Euzubillahimineşşeytanivessiyaseti kendine düstur” edinen bir anlayışa sahiptir. Zira; 2- “İman-ı tahkikinin gayet kutsi ve hiç bir şeyle zedelenmesi caiz olmayan hizmeti bozmak ve ağraz-ı siyasi ile çürütmeyi en büyük bir cinayet telakki” etmektedir. 3- “Meselemiz imandır. İman kuvvetiyle bu memlekette ve Isparta’nın yüzde doksan dokuz adamlarıyla uhuvvetimiz var. Halbuki, cemiyet ise ekser içinde ekaliyetin ittifakıdır. Bir adama karşı, doksan dokuz adam cemiyet olmaz” diyerek darkadrocu bir cemiyet anlayışıyla, yüzde doksan dokuz mümin kardeşiyle uhuvvetini bozmak istememektedir. Keza onları yüzde doksan dokuz çoğunluk biziz, yüzde bir azınlık sizsiniz diyerek adeta tarih, sosyoloji ve hukuk önünde gizli cemiyetçiliğe mahkum ediyor. 4- “Kuvvetli siyasi muhalif cemiyetlerin aksülameller ile zararlı ve akim kaldığını mükerrer müşahedatla görmüş ve kendi kavim ve binler dostları içinde, en mühim fırsatta, reddetmiş ve karışmamış”tır di-yerek bu tür hareketlerin başarısızlığa mahkum olduğunun “mükerrer müşahedatla” sabit bulunduğunu, başarma ihtimalinin yüksek olduğu “en muhim fırsatta” bile “kendi kavim” ve “binler dostları içinde” olmasına rağmen doğru bulmamıştır. (Şeyh Said İsyanı) “Bana sordular ki: ‘Sizin cemiyet olmadığınız, üç mahkeme o cihette beraet vermesiyle, yirmi seneden beri tarassut ve nezaret eden altı vilayetin o noktadan ilişmemeleriyle tahakkuk ettiği halde, Nurcularda öyle harika bir alaka var ki, hiçbir cemiyette, hiçbir komitede yoktur. Bu müşkülü halletmenizi isteriz’ dediler. “Ben de cevaben dedim ki: ‘Evet, Nurcular cemiyet memiyet, hususan siyasi ve dünyevi ve menfi ve şahsi ve cemaati menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olmazlar. Fakat, bu vatanın eski kahramanları kemal-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslam fedailerinin ahfadları, oğulları ve kızları, o fedailik damarından irsiyet almışlar ki, bu harika alakayı gösterip Denizli Mahkemesinde bu aciz biçare kardeşlerine bu gelen cümleyi onlar hesabına söylettirdiler: Milyonlar kahraman başları feda oldukları bir hakikate başımız dahi feda olsun’ diye onlar namına söylemiş, mahkemeyi hayret ve takdirle susturmuş. Demek, Nurcularda hakiki, halis, sırf rıza-yı İlahi için ve müsbet ve uhrevi fedailer var ki, mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çere bulamayıp hükümeti, adliyeyi aldatarak, lastikli kanunlar ile onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşaallah bir halt edemezler. Belki Nur’un ve imanın fedailerini çoğaltmaya sebebiyet verecekler.”(Şualar, s. 439) Burada hiçbir cemiyet ve komitede bulunmayan aramızdaki “öyle harika bir alaka” nereden kaynaklanıyor? sorusu ce-vaplanıyor. Evet, Nurcular 1- Cemiyet, 2- Hususan siyasi, 3- Dünyevi, 4- Menfi, 5- Şahsi ve cemaati menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller. “Fakat bu vatanın kemal-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden eski kahramanlarının ahfatları ‘fedailik damarından irsiyet almışlar ki bu harika alakayı’ gösteriyorlar” demek suretiyle tarihi perspektiften bakarak bu müşkülü çözüyor. [B]3- Nur Talebelerinin Cemiyet Olduğu Vehmini Veren Sebepler [/B] “Bazı insafsızları aldatan ve hiç münasebeti olmayan bir siyasi cemiyet vehmini veren üç maddedir. “Birincisi: Eskiden beri benim talebele-rim benim ile kardeş gibi şiddetli alakadar olmaları, bir cemiyet vehmini vermiş. “İkincisi: Risale-i Nur’un bazı şakirtleri—her yerde bulunan ve Cumhuriyet kanunları müsaade eden ve ilişmeyen—cemaat-i İslamiye heyetleri gibi hareket etmelerinden, bir cemiyet zannedilmiş. Halbuki o mahdut üç dört şakirdin niyetleri cemiyet memiyet değil, belki sırf hizmet i imamiyede halis bir kardeşlik ve uhrevi bir tesanüddür. “Üçüncüsü: O insafsızlar kendilerini dalalet ve dünyaperestlikte bildiklerinden ve hükümetin bazı kanunlarını kendilerine müsait bulduklarından, fikren diyorlar ki, ‘Herhalde Said ve arkadaşları bizlere ve hükümetin bizim medenice nameşru hevesatımıza müsait kanunlarına muhaliftirler. Öyle ise, muhalif bir cemiyet i siyasiyedirler.” Buradaki birinci sebep olan talebelerin Üstad ile “kardeş gibi şiddetli alakadar olmaları” yukarıda “Nurcularda öyle bir harika alaka”nın bir başka tezahürü olsa gerektir. “Nur Şakirtlerinin halis ve sırf uhrevi nurlara ve tercümanına karşı alakalarına, dünyevi ve siyasi cemiyet namını verip, onları mesul etmeye çalışanların ne kadar hakikatten ve adaletten uzak düştüklerine karşı üç mahkemenin o cihette beraet vermesiyle beraber, deriz ki: “Hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin hususan millet-i İslamiyenin üssü’l-esası, akrabalar içinde samimane muhabbet ve kabile ve taifeler içinde alakadarane irtibat ve İslamiyet milliyetiyle mü’min kardeşlerine karşı manevi, muavenetkarane bir uhuvvet ve kendi cinsi ve milletine karşı fedakarane bir alaka ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur’an hakikatlerine ve naşirlerine sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi hayat-ı içtimaiyeyi esasiyle temin eden bu rabıtaları inkar etmekle ve şimaldeki dehşetli anarşistlik tohumunu saçan nesil ve milliyeti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmaya yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle ancak Nur Şakirtlerine medar-ı mesuliyet cemiyet namını verebilir. Onun için hakiki Nur Şakirtleri çekinmeyerek Kur’an hakikatle-rine karşı kudsi alakalarını izhar ediyorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen her bir cezayı memnuniyetle kabul ettiklerinden, mahke-me-i adilenizde hakikat-i hali olduğu gibi itiraf ediyorlar. Hile ile dalkavukluk ile ve yalanlarla kendilerini müdafaaya tenezzül etmiyorlar.”(Şualar, s. 330.) Üstad ancak “kızıl tehlike” olan Komünizmin benimsenmesi halinde cemiyetçilikten mesul tutulabileceklerini, zira bunun dışında bir görüşün Nurcular ve alem-i İslam arasındaki manevi ve kardeşane alakaları yasaklamayacağını belirterek yetkilileri Komünistlerle aynı konumda olmamaları hususunda uyarıyor. Adeta onları rejimlerine göre yasak ve sos-yolojiye göre (%99’a karşı %1) azınlıkta olan görüşün cemiyetçiliği ile suçluyor. [B]4- Nur Talebeleri Nasıl Bir Cemiyettir? [/B] “Ben buradaki bütün Risale-i Nur Şakirtlerini ve benimle görüşenleri veya okuyan ve yazanlarını aynıyla işhad ediyorum; onlardan sorunuz ki, ben hiçbirisine dememişim bir cemiyet-i siyasiye veya cemiyet-i Nakşiye teşkil edeceğiz. Daima dediğim budur: “Biz imanımızı kurtarmaya çalışacağız. Umum ehl-i iman dahil oldukları ve üç yüz milyondan ziyade efradı bulunan bir mukaddes cemaat-i İslamiyeden başka mabeynimizde medar-ı bahs olmadığını ve Kur’an’da “hizbullah” namı verilen ve umum ehl-i imanın uhuvveti cihetiyle kendimizi, Kur’an’a hizmetimiz için hizbü’l-Kur’an, hizbullah dairesinde bulmuşuz. Eğer kararnamede bu mana murad ise, bütün ruhumuzla, kemal-i iftiharla itiraf ederiz. Eğer başka manalar murad ise, onlardan haberimiz yoktur.” (Şualar, s. 238.) Burada Üstad “Cemiyet-i Nakşiye” diye ilginç bir tabir kullanıyor. Nakşibendi Tarikatını bir cemiyet olarak da değerlendirebilir veya tarikatların kanunen yasak olması ve Nurculuğun kasten tarikatçılıkla bir tutulması sebebiyle karışıklığı önlemek açısından da ifade etmiş olabilir. Fakat ikinci görüş daha muhtemeldir. “Medar-ı hayrettir ki, bu defa da yine bir cemiyet vehmini tekrar ileri sürüyorlar. Halbuki, üç mahkeme bu ciheti tetkik edip beraet vermekle beraber mabeynimizde böyle medar-ı ittiham olacak hiçbir cemiyet hiçbir emare, mahkemeler, zabıtalar, ehl-i vukuflar bulmamışlar... Yalnız, bir muallimin talebeleri ve darü’l-fünun şakirtleri ve Kur’an dersini veren hafızın hıfza çalışanları gibi, Risale-i Nur talebelerinden bir uhrevi kardeşlik var. Bunlara cemiyet namını veren ve onunla ittiham eden, bütün esnaf ve mekteplilere ve vaizlere siyasi cemiyet nazarıyla bakmak gerektir. Bunun için ben böyle asılsız ve manasız ittihamlarla buraya hapse gelenleri müdafaa etmeye lüzum görmüyorum. Yalnız, hem bu memleketi, hem alem-i İslam’ı çok alakadar eden ve maddi ve manevi bu vatana ve bu millete pek çok bereket ve menfaati tahakkuk eden Risale-i Nur’u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi tekrar aynı hakikat ile müdafamı men edecek hiçbir sebep yok ve hiçbir kanun ve hiçbir siyaset yasak etmez ve edemez. Evet, biz bir cemiyetiz. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var. Ve her gün beş defa namazla o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemal-i hürmetle alakalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. “Müminler Kardeştirler” kudsi programıyla, birbirinin yardımına—dualarıyla ve manevi kazançlarıyla—koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız. Ve hususi vazifemiz de, Kur’an’ın imani hakikatlerini tahkiki bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebediden ve daimi ve berzahi haps-i münferitten kurtarmaktır. Sair dünyevi ve siyasi ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve manasız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmi-yoruz.”(Şualar, s. 320.) Üstat, burada nasıl ki “bütün esnaf ve mekteplilere ve vaizlere siyasi cemiyet nazarıyla” bakılmaz Nur cemaatine de bakılmaz. Diyerek Nur cemaatinin tabii, fıtri ve sosyal hayat için zaruri olduğunu vurguluyor. Keza ısrarlı cemiyet ithamları karşısında “öyle bir cemiyetimiz var ki her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var” di-yerek cemiyetçilik suçlamasını ancak bütün İslam alemini kapsayan bir cemiyet olması halinde kabul ettiğini böylelikle de asla “ekser içinde ekalliyet ittifakını” kabul etmediğini belirtmektedir. [B]5- Nur Cemaati Dost, Kardeş, Talebe Dairelerinden Müteşekkildir [/B] Üstada göre Nur Cemaati üç tabakadan müteşekkildir. Bunlar Dost, Kardeş ve Talebedir. Vasıflar ise şöyledir. “Dostun hassası ve şartı budur ki: Katiyen, Sözler’e ve envar-ı Kur’aniyeye dair hizmetimize ciddi taraftar olsun ve haksızlığa ve bid’alara ve dalalete kalben taraftar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın. “Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakiki olarak Sözler’in neşrine ciddi çalışmakla beraber, beş farz namazını eda etmek, yedi kebairi işlememektir. “Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözler’i kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i ha-yatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin. (Mektubat s. 329) “Risale-i Nur, bir daire değil, mütedahil daireler gibi tabakatı var. Erkanlar ve sahipler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakaları var. Erkan dairesine liyakati olmayan Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamak şartıyla, daire haricine atılmaz. Hasların hasiyeti, zıt bir mesleğe girmemek şartıyla, talebe olabilir. Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için, az bir kusur ile düşman sınıfına iltihak etmemek için dışarıya atmayınız. Fakat, Risale-i Nur’un erkanlarında ve haslarındaki esrarlar ve nazik tedbirlere, onları teşrik etmemek gerektir.”(Kastamonu Lahikası, s. 188.) Görüldüğü gibi Üstad Nurcuların yüzde yüz homojen bir topluluk olmadığını en az üç daireden (Dost, Kardeş, Talebe) hatta daha çok tabakadan oluştuğunu şöyle ifade ediyor. “Risale-i Nur, bir daire değil, mütedahil daireler gibi tabakatı var. Erkanlar ve sahipler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakaları var.” Cümlenin sonu “ gibi tabakaları var” diye bittiğine göre burada sayılmayan başka tabakalarında olduğu söylenebilir. Keza Üstad Nur Cemaatini o kadar geniş düşünmektedir ki “beş farz namazını eda” etmeyip “yedi kebair”den işleyeni hatta “kalben taraftar olmamak şartıyla”, “haksızlık”, “bidalar” ve “dalalet”le amel edenleri bile cemaate dahil etmektedir. Yalnız bunun için bazı ön şartları vardır. Bunların birincisi Üstadın şahsını “mübarek ve makam sahibi zannedip” değil de “Kur’an-ı Hakimin dellalı olduğu cihetle” gelecektir. [Bu şart bütün daireler (Dost, Kardeş, Talebe) içi genel şarttır.] Dost için aranan aşağıdaki üç özel şarta da uyuyorsa o artık Nur Cemaati’ndendir. Zira yukarıda belirttiği gibi dost dairesi kesinlikle Nur Cemaati içindedir. Dostun özel şartları ise; 1- “Katiyen Sözler’e (Risale-i Nur’a) ve envar-ı Kur’aniyeye dair hizmetimize ciddi taraftar olsun.” 2- “Haksızlığa ve bid’alara ve dalalete kalben taraftar olmasın.” 3- “Kendine de istifadeye çalışsın.” dır. Görüldüğü gibi Üstad hemen aşağıda “kardeş” için aradığı şartları “dost”ta da aramamak suretiyle namaz kılmama ve kebairi işleme kusurunu dost ve dolayısıyla Nurcu olmaya engel görmüyor demektir. Fakat bunlar Nurculuk içinde kardeş ve talebe olmaya da kesinlikle manidir. Burada ölçüsüz bir değerlendirme yapıyor olma endişesini aşmak için şu sorulara da cevap bulmak doğru olabilir. “Dost” için aranan “haksızlık, bid’a ve dalalete kalben taraftar olmama,” bunlardan bir veya birkaçının işlenmesi ve işleyenin hala dost kabulü anlamına muhakkak gelir mi? İkincisi de kardeş için aranan namaz kılma, kebair işlememe şartı dost için aranmayan bir şart kabul edilebilir mi? Çünkü iki sonuca da doğrudan bir tasdik yerine mefhumu muhaliflerinden vardığımızdan ve Üstad gibi bütün ömrünü imandan sonra salih amel ve takvaya vakfeden bir allame, bir mürşid-i kamil bunu kabul eder mi? Dediğimizde cevabı yine Üstad veriyor. “Bid’a ile amel eden, kalben taraftar olmamak şartıyla dost olabilir. Onun için az bir kusur ile düşman sınıfına iltihak etmemek için dışarıya atmayınız.” Aynı paragrafta dikkat çekici bir husus da Üstad’ın “erkan”ın “daire haricine atılmama”sı için “Risale-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olmamayı” şart koşarken, “hasların hasiyeti” olarak “zıt bir mesleğe girmemek” şartıyla talebe olabilir demesidir. Yine yukarıdaki bahsin son kısmında “talebe” ve “kardeşlerin” Üstad’ın duasına dahiliyetleri anlatılırken “eğer dost ise ve feraizi kılar ve kebairi terk ederse, umumiyet-i ihvan itibariyle duamda da dahildir” demek suretiyle feraizi kılmayıp kebairi terk etmemiş birinin de dost olmaya dost olduğunu, fakat davaya dahiliyetleri için bu şarta uyması gerektiğini belirtmemektedir. Keza “umum ehl-i iman dahil oldukları ve üç yüz milyondan ziyade efradı bulunan bir mukaddes cemaat-i İslamiyeden başka mabeynimizde medar-ı bahs olmadığını” ve “öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var.” Derken üç yüz elli milyonun o zamanki Müslümanların dünya nüfusu olduğu, bunların hepsinin kebairi terk ve namaz konusundaki vecibeyi yerine getirmediği belli olduğu halde, onları hem cemiyet hem de cemaat diye isimlendirerek tümüne sahip çıkmaktadır. Fakat mütedahil dairelerden en dışta olan dost dairesi için bile “Katiyen, Sözler’e ve envar-ı Kur’aniyeye dair olan hizmetimize “ciddi taraftar”lık şartı birinci ve en önemli bir şart olarak aranmaktadır. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Cemaati
Risale-i Nur ve Nur Cemaati
Hizmet Metodu Olarak Cemaat ve Cemiyet
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst