Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Sizin Köşeniz
Her Hafta Bir Yazı...
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="pendüender" data-source="post: 372042" data-attributes="member: 1023459"><p><span style="font-size: 10px"><strong>Geçtiğimiz Cuma denk geldiğim bir vaaz, 28 yıl önce Diyanet İşleri Başkanı'na gönderdiğim bir mektubu hatırlattı bana...</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong></strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Antalya'da tatilini geçirdiği sırada kalp krizi geçirerek vefat eden liseden arkadaşımız Süleyman Yıldırım'ın cenaze namazı için, İstanbul Karacaahmet Mezarlığı içinde yer alan Şakirin Camii'ne gittik.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Bir bankada şube müdürü olan arkadaşımızın cenazesi oldukça kalabalıktı.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Lafı evirip çevirmeden söyleyelim, finans sektöründeki çeşitliliğin kısmen de olsa etkisinden olsa gerek, Cuma namazı kılınırken cami avlusunda ayakta dikilen çok sayıda insan vardı. Denilebilir ki, cenaze için gelen cemaatin yarıdan fazlası Cuma cemaati de değildi. Hatta merhumun son anlarında yanında olmak için cami avlusuna kadar gelen çok sayıda kadın da vardı.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Gittiğim zamanlar görüyorum, Şakirin Camii'nden kaldırılan cenaze profili, Şişli ya da Teşvikiye'ye benzer bir nitelikte. Bu camiden kaldırılan cemaatin büyük bölümünün Karacaahmet'e gömüldüğü düşünülürse, atadan dededen Karacaahmet'ten mezar sahipliği nedeniyle köklü İstanbul ailelerinden olanlar da çoğunlukta.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Ezanlar okunup bittiğinde vaaz hala devam ediyordu.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Ezandan sonra birkaç dakika geçmişti ki, vaiz ele aldığı konuyu toparlayıp sohbetini sonlandırmak için bitiş cümleleri kurup tam fatiha demek üzere iken, az önceki sohbetle hiç ilgisi olmadığı halde (sanırım son anda aklına geldi), kurban bahsine geçti. Özel bir vaaz konusu ayrılması gereken bu kadar önemli bir mevzuda 3-5 dakika içinde birşeyler söyleme çabasına girdi.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Keşke bu mevzuya girmez olaydı...</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Bu kısa sürede kurbanın hikmetlerine dair çarpıcı cümleler kurmak varken, 6-7 dakikayı, kurbana karşı çıkan kesimlere, kürk giyenlere, kurbana karşı olduğu halde kebap yiyenlere yüklenerek geçirdi. Kurbanın hikmetinden zerrece söz edemediği gibi, kurban karşıtlığını da deyim yerindeyse kaba bir dille oldukça itici bir şekilde anlattı.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Hedef aldığı kesim, merhumun son anlarında yanında olmak için o sırada cami avlusunu dolduran türden insanlardı.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Cenaze vesilesi ile cami avlusuna kadar gelmiş insanlara İslam'ın güzellikleri adına bir mesaj vermek ve kendilerini ait ve mensup hissettikleri İslam dinine karşı ilgi ve sempatilerini artırmak varken, o insanları azarlar nitelikteki üsluptan hiç hoşlanmadım. Vaazlar cemaatin bilgi eksikliğini giderici nitelikte olmalı, cemaatin yaşam biçimlerini kırıcı bir şekilde ele almamak ve yanlış bildiklerini eleştirmeden doğru olanı anlatmaya çalışmak öncelikli hedef olmalıdır.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Namazı cami avlusuna serilen halıfleksler üzerinde kıldığım için, namaz saatinde ayakta dikilenleri de görebiliyordum. Herkese hakim olan duygu, adeta fırça yedikleri o mekandan bir an evvel vaaz bitse de gitsek şeklindeydi.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Bu konuyu bugün buraya neden taşıdğımıza gelince...</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Vaiz Efendi konuşmasını bitirirken, gelecek Cuma sohbetinde de, Ataşehir'de yeni açılan Mimar Sinan Camii'nde olacağını söyledi. O an sırtımdan birden ter çıktığını hissettim.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>İstanbul'da yaşayan herkes, Ataşehir'deki insan profilini bilir.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Büyük bölümü, Cuma namazı kılınırken Şakirin Camii'nin avlusunda kenarda dikilen vatandaşlarımızla aynı profildendir. Ama Müslümandır ve hepsi de bu toprağın insanıdır. Ülkenin geçmişte geçirdiği şartlara bağlı olarak İslam'la olan geçici fetretlerinin bir gün vuslata döneceğine dair inancımız, duamız ve yöndeki beklentilerimiz de tamdır.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Bu vaizimiz benim şahit olduğum üslupla Ataşehir'deki o camimizde vaaz ederse, Cuma namazı kılınırken cami avlusunda kenarda dikilen insanlarımızdan hiçbirini birgün caminin içine de girer ve namazını da kılar hale getiremeyeceği gibi, kimbilir cami avlusuna kadar gelen insanları daha da uzaklaştırır.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Bu yazının öncelikli mesajı bir din görevlimizden bahsetmek değildir.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Geçtiğimiz Cuma günü şahit olduğumuz örnekten yola çıkarak, vaazların içeriğinin hedef kitlenin niteliğine göre genel bir çerçeve içinde ele alınmasına dikkat çekmektir.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>İki hafta önceki cumada da, İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu kampüs havzasının hemen ortasında yer alan, İletişim Fakültesi'nin ve Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün hemen dibinde bulunan camide idim. Namazı kıldıran din görevlisinin sesi pek gürdü ama kıraati kulağa hoş gelmiyordu.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Neden bu camimizi örnek veriyoruz...</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>İstanbul Üniversitesi merkez binanın hemen dibindeki bu caminin cemaati, tahminim odur ki, ülke genelindeki tüm camiler arasında Cuma cemaati ortalaması itibariyle tahsil oranı en yüksek camidir. Ömrünü bilimsel çalışmalara adamış çok sayıda profesörü, doçenti, yardımcı doçenti, doktoralı ve yüksek lisanslı cemaati ile farklı bir ortamdır. Cemaat çıtası böyle olan bir camiye din görevlisi seçilirken 2 defa düşünülmelidir. Öyle görevliler seçilmeli ki, entelektüel birikimine ve ilmi derinliğine akademisyenler bile hayran kalmalıdır.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Gelelim yazının başındaki mektup olayına...</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>1983 yılının Ekim ayında İstanbul Üniversitesi'nde okumaya başladığımızda, Cuma namazlarına sıklıkla üniversitenin giriş kapısının hemen karşısındaki Beyazıt Camii'ne giderdik.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Darbenin hemen ertesine denk gelen o yıllarda ülkenin içinde bulunduğu şartlar nedeniyle insanlar kendilerini çok yansıtamasalar da, Beyazıt Camii cemaati arasında da, en azından Cuma namazına gelebilmiş çok sayıda üst seviyede insanın olabileceğini tahmin etmek güç değildi. Kimsenin namaz kıldığına ihtimal vermediği ünlü profesörleri cemaat arasında görmek mümkündü.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Fakat vaazlar ve hutbelerdeki genel içerik, cemaatin kültür seviyesinin genel ortalamasının altında idi. Yani din görevlisi arkadaşlar anlattıkları mevzulardaki derinlikle cemaat üzerinde ciddi hayranlık oluşturacak bir perspektifte mevzuları ele almıyorlardı.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Tıpkı, Yeşilay Haftası'nda cami cemaatine alkolün zararlarından bahsetmek gibi... Bu mevzu bu kadar önemli ise öncelikli hedef kitlesi namaz kılan cemaat değil, tek tek gidilip dolaşılması gereken meyhanaler olmalıdır.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>İşte o yıllarda Diyanet İşleri Başkanı'na, belli camilere din görevlisi ataması yapılırken 2 defa hassas olunması gerektiğini hatırlatmak istemiştim. Mektubun bir kopyası bende hala durur.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Bu ülkenin 80 bine yakın camisinde Cuma günleri vaaz ediliyor ve hutbe okunuyor. Kaçımız o gün dinlediğimiz mevzuyu namaz çıkışı iş yerine gittiğimizde ya da akşam evimizde çoluk çocuğumuzla paylaşmaya heyecanı içinde oluyoruz.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Mesele bizim anlatmıyor olmamız değil, çoğu defa üçüncü kişilerle paylaşacak kadar bizi heyecanlandıracak ve bilgi dağarcığımızda kazanım yapacak ayrıntıya denk gelmiyor olmayışımızla da ilgilidir.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Entelektüel birikimine toplumun büyük saygı duyduğu Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez'den, camilerin bulunduğu muhite ve cemaat olarak hedef kitlesine göre özel yeteneği ve birikimi olan din görevlisi arkadaşlardan seçim yapmalarını istirham ediyoruz.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Şakirin Camii'nde karşılaştığım manzara, bu mevzuyu daha da gecikmeden kaleme alma zaruretini ortaya çıkardı. Dilerim din görevlisi arkadaşlar bize kırılmazlar ve “herkes kendi işine baksın” şeklinde konuya yaklaşmazlar. Cemaat olarak bizim de bazı haklarımız olduğu herhalde unutulmamalıdır...</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Konuya yeri geldikçe devam edeceğiz.</strong></span></p><p><span style="font-size: 10px"><strong>Prof. Dr. Osman ÖZSOY - Haber 7</strong></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="pendüender, post: 372042, member: 1023459"] [SIZE=2][B]Geçtiğimiz Cuma denk geldiğim bir vaaz, 28 yıl önce Diyanet İşleri Başkanı'na gönderdiğim bir mektubu hatırlattı bana... Antalya'da tatilini geçirdiği sırada kalp krizi geçirerek vefat eden liseden arkadaşımız Süleyman Yıldırım'ın cenaze namazı için, İstanbul Karacaahmet Mezarlığı içinde yer alan Şakirin Camii'ne gittik. Bir bankada şube müdürü olan arkadaşımızın cenazesi oldukça kalabalıktı. Lafı evirip çevirmeden söyleyelim, finans sektöründeki çeşitliliğin kısmen de olsa etkisinden olsa gerek, Cuma namazı kılınırken cami avlusunda ayakta dikilen çok sayıda insan vardı. Denilebilir ki, cenaze için gelen cemaatin yarıdan fazlası Cuma cemaati de değildi. Hatta merhumun son anlarında yanında olmak için cami avlusuna kadar gelen çok sayıda kadın da vardı. Gittiğim zamanlar görüyorum, Şakirin Camii'nden kaldırılan cenaze profili, Şişli ya da Teşvikiye'ye benzer bir nitelikte. Bu camiden kaldırılan cemaatin büyük bölümünün Karacaahmet'e gömüldüğü düşünülürse, atadan dededen Karacaahmet'ten mezar sahipliği nedeniyle köklü İstanbul ailelerinden olanlar da çoğunlukta. Ezanlar okunup bittiğinde vaaz hala devam ediyordu. Ezandan sonra birkaç dakika geçmişti ki, vaiz ele aldığı konuyu toparlayıp sohbetini sonlandırmak için bitiş cümleleri kurup tam fatiha demek üzere iken, az önceki sohbetle hiç ilgisi olmadığı halde (sanırım son anda aklına geldi), kurban bahsine geçti. Özel bir vaaz konusu ayrılması gereken bu kadar önemli bir mevzuda 3-5 dakika içinde birşeyler söyleme çabasına girdi. Keşke bu mevzuya girmez olaydı... Bu kısa sürede kurbanın hikmetlerine dair çarpıcı cümleler kurmak varken, 6-7 dakikayı, kurbana karşı çıkan kesimlere, kürk giyenlere, kurbana karşı olduğu halde kebap yiyenlere yüklenerek geçirdi. Kurbanın hikmetinden zerrece söz edemediği gibi, kurban karşıtlığını da deyim yerindeyse kaba bir dille oldukça itici bir şekilde anlattı. Hedef aldığı kesim, merhumun son anlarında yanında olmak için o sırada cami avlusunu dolduran türden insanlardı. Cenaze vesilesi ile cami avlusuna kadar gelmiş insanlara İslam'ın güzellikleri adına bir mesaj vermek ve kendilerini ait ve mensup hissettikleri İslam dinine karşı ilgi ve sempatilerini artırmak varken, o insanları azarlar nitelikteki üsluptan hiç hoşlanmadım. Vaazlar cemaatin bilgi eksikliğini giderici nitelikte olmalı, cemaatin yaşam biçimlerini kırıcı bir şekilde ele almamak ve yanlış bildiklerini eleştirmeden doğru olanı anlatmaya çalışmak öncelikli hedef olmalıdır. Namazı cami avlusuna serilen halıfleksler üzerinde kıldığım için, namaz saatinde ayakta dikilenleri de görebiliyordum. Herkese hakim olan duygu, adeta fırça yedikleri o mekandan bir an evvel vaaz bitse de gitsek şeklindeydi. Bu konuyu bugün buraya neden taşıdğımıza gelince... Vaiz Efendi konuşmasını bitirirken, gelecek Cuma sohbetinde de, Ataşehir'de yeni açılan Mimar Sinan Camii'nde olacağını söyledi. O an sırtımdan birden ter çıktığını hissettim. İstanbul'da yaşayan herkes, Ataşehir'deki insan profilini bilir. Büyük bölümü, Cuma namazı kılınırken Şakirin Camii'nin avlusunda kenarda dikilen vatandaşlarımızla aynı profildendir. Ama Müslümandır ve hepsi de bu toprağın insanıdır. Ülkenin geçmişte geçirdiği şartlara bağlı olarak İslam'la olan geçici fetretlerinin bir gün vuslata döneceğine dair inancımız, duamız ve yöndeki beklentilerimiz de tamdır. Bu vaizimiz benim şahit olduğum üslupla Ataşehir'deki o camimizde vaaz ederse, Cuma namazı kılınırken cami avlusunda kenarda dikilen insanlarımızdan hiçbirini birgün caminin içine de girer ve namazını da kılar hale getiremeyeceği gibi, kimbilir cami avlusuna kadar gelen insanları daha da uzaklaştırır. Bu yazının öncelikli mesajı bir din görevlimizden bahsetmek değildir. Geçtiğimiz Cuma günü şahit olduğumuz örnekten yola çıkarak, vaazların içeriğinin hedef kitlenin niteliğine göre genel bir çerçeve içinde ele alınmasına dikkat çekmektir. İki hafta önceki cumada da, İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu kampüs havzasının hemen ortasında yer alan, İletişim Fakültesi'nin ve Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün hemen dibinde bulunan camide idim. Namazı kıldıran din görevlisinin sesi pek gürdü ama kıraati kulağa hoş gelmiyordu. Neden bu camimizi örnek veriyoruz... İstanbul Üniversitesi merkez binanın hemen dibindeki bu caminin cemaati, tahminim odur ki, ülke genelindeki tüm camiler arasında Cuma cemaati ortalaması itibariyle tahsil oranı en yüksek camidir. Ömrünü bilimsel çalışmalara adamış çok sayıda profesörü, doçenti, yardımcı doçenti, doktoralı ve yüksek lisanslı cemaati ile farklı bir ortamdır. Cemaat çıtası böyle olan bir camiye din görevlisi seçilirken 2 defa düşünülmelidir. Öyle görevliler seçilmeli ki, entelektüel birikimine ve ilmi derinliğine akademisyenler bile hayran kalmalıdır. Gelelim yazının başındaki mektup olayına... 1983 yılının Ekim ayında İstanbul Üniversitesi'nde okumaya başladığımızda, Cuma namazlarına sıklıkla üniversitenin giriş kapısının hemen karşısındaki Beyazıt Camii'ne giderdik. Darbenin hemen ertesine denk gelen o yıllarda ülkenin içinde bulunduğu şartlar nedeniyle insanlar kendilerini çok yansıtamasalar da, Beyazıt Camii cemaati arasında da, en azından Cuma namazına gelebilmiş çok sayıda üst seviyede insanın olabileceğini tahmin etmek güç değildi. Kimsenin namaz kıldığına ihtimal vermediği ünlü profesörleri cemaat arasında görmek mümkündü. Fakat vaazlar ve hutbelerdeki genel içerik, cemaatin kültür seviyesinin genel ortalamasının altında idi. Yani din görevlisi arkadaşlar anlattıkları mevzulardaki derinlikle cemaat üzerinde ciddi hayranlık oluşturacak bir perspektifte mevzuları ele almıyorlardı. Tıpkı, Yeşilay Haftası'nda cami cemaatine alkolün zararlarından bahsetmek gibi... Bu mevzu bu kadar önemli ise öncelikli hedef kitlesi namaz kılan cemaat değil, tek tek gidilip dolaşılması gereken meyhanaler olmalıdır. İşte o yıllarda Diyanet İşleri Başkanı'na, belli camilere din görevlisi ataması yapılırken 2 defa hassas olunması gerektiğini hatırlatmak istemiştim. Mektubun bir kopyası bende hala durur. Bu ülkenin 80 bine yakın camisinde Cuma günleri vaaz ediliyor ve hutbe okunuyor. Kaçımız o gün dinlediğimiz mevzuyu namaz çıkışı iş yerine gittiğimizde ya da akşam evimizde çoluk çocuğumuzla paylaşmaya heyecanı içinde oluyoruz. Mesele bizim anlatmıyor olmamız değil, çoğu defa üçüncü kişilerle paylaşacak kadar bizi heyecanlandıracak ve bilgi dağarcığımızda kazanım yapacak ayrıntıya denk gelmiyor olmayışımızla da ilgilidir. Entelektüel birikimine toplumun büyük saygı duyduğu Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Prof. Dr. Mehmet Görmez'den, camilerin bulunduğu muhite ve cemaat olarak hedef kitlesine göre özel yeteneği ve birikimi olan din görevlisi arkadaşlardan seçim yapmalarını istirham ediyoruz. Şakirin Camii'nde karşılaştığım manzara, bu mevzuyu daha da gecikmeden kaleme alma zaruretini ortaya çıkardı. Dilerim din görevlisi arkadaşlar bize kırılmazlar ve “herkes kendi işine baksın” şeklinde konuya yaklaşmazlar. Cemaat olarak bizim de bazı haklarımız olduğu herhalde unutulmamalıdır... Konuya yeri geldikçe devam edeceğiz. Prof. Dr. Osman ÖZSOY - Haber 7[/B][/SIZE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Eğitim ve Kültür
Sizin Köşeniz
Her Hafta Bir Yazı...
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst