Haşir Risalesi (3)

molla_zehra

Well-known member
Onuncu Söz’ü okurken Risale-i Nur’un bir yönüyle yirminci asrın Kur’an felsefesi olduğunu göreceksiniz. Bediüzzaman Hazretleri haşir ve ahiretin vukûundan bahsettiği bu risalede Allah’a ve ahirete müteallik imanî meseleleri en katî delillerle aklen, mantıken, ilmen ispat ediyor; aklı ve kalbi ikna edip, merakları izale ediyor. İnsanoğlu cennet ve cehennem hakikatini kavrasın, kimler için ebedî azap veya ebedî saadet vardır bilsin ve sonunda sevsin, korksun ve fenalıklardan kaçıp kendisini kurtarsın diye nasihat ediyor.

Üstad, Haşir Risalesi’nin ilk bölümünde 12 sûret içinde bir temsilden bahsettikten sonra, Mukaddime kısmında bu hikâyenin mânâlarını, hakikatlerini sıralıyor. Daha önce temas ettiğimiz gibi Kur’an-ı Kerim’de Allah’a ve ahirete iman çoğu zaman beraber zikredilir. İman bir bütündür; tecezzî etmez, parçalanamaz. Yani bir insan “Ben Allah’a inanıyorum ama ahirete inanmıyorum veya peygamberlere inanıyorum fakat meleklere inanmıyorum” diyemez. Üstad da bu bölümde ilk önce tevhid delilleri üzerinde duruyor. Daha sonra ulûhiyet-nübüvvet ilişkisine geçip, nübüvvetin vazifelerinden bahis açıyor ve ulûhiyetin risaletsiz olamayacağını vurguluyor. Neticede sözü yine haşre getirip peygamberler vasıtasıyla kâinatta cereyan eden değişiklik ve yenilenmelerin maksadının ve gayesinin ne olduğunun bilineceğini söylüyor.

“Hatıra gelmesin ki, bu küçücük insanın ne ehemmiyeti var ki bu azim dünya onun muhasebe-i a'mâli için kapansın, başka bir daire açılsın.” Evet, başlangıçta insan için yaratılan yıldızlarla, gezegenlerle dolu bu koca kâinat yine insan için yerle bir edilecek, ortadan kaldırılacak. İnsan, “küçük görünümlü büyük yaratık” ve varlığın merkezinde bulunan bir varlık. Cirmi küçük olsa da yeryüzünde Allah’ın halifesi ve Üstad’ın ifadesiyle “camiiyet-i fıtrat itibarıyla şu mevcudat içinde bir ustabaşı.” İşte mâhiyet itibariyle meleklerden de ulvî olan insanoğlu, göreceği hesap, eline alacağı kitap için öldükten sonra tekrar diriltilecek.

“Hem hatıra gelmesin ki, kısacık bir ömürde nasıl ebedî bir azaba müstehak olur.” Üstad Hazretleri Onuncu Söz haricinde başta 12. Mektup’un ilk sualinde ve 23. Söz’ün İkinci Mebhası’nda olmak üzere birçok risalede küfrün farklı bir yanı üzerinde durmuş ve kafirin, küfrüyle nasıl bir cürüm işlediğini gözler önüne sermiştir. “Küfür, şu mektubât-ı Samedâniye derecesinde ve kıymetinde olan kâinatı mânâsız, gayesiz bir derekeye düşürdüğü için, bütün kâinata karşı bir tahkir olduğu gibi, bu mevcudatta cilveleri, nakışları görünen bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiyeyi inkâr ile red ve Cenâb-ı Hakkın hakkaniyet ve sıdkını gösteren gayr-ı mütenahi bütün delillerini tekzip olduğundan...” Recâizade M. Ekrem’in dediği gibi “Bir kitabullah-ı a’zamdır serâser kâinat. Hangi harfi yoklasan mânâsı hep Allah çıkar.” Evet, İnsan, Allah-u Teâlâ’yı inkar ettiğinde, bütün mevcudâtın varlığını da yalanlıyor ve işlediği bu cinayete karşılık, nihâyetsiz bir azaba müstehak oluyor. Çoğumuzun da bildiği üzere Kur’an-ı Kerim sanki bu duruma bir misal olmak üzere, “Kim bir ki­şi­yi haksız yere öl­dü­rür­se san­ki bü­tün insan­la­rı öl­dür­müş gi­bi olur” diyor.

Mukaddime’de tevhid delillerinden bahseden Üstad Hazretleri, daha sonra gelen fasılda tekrar asıl mevzuuya, haşir ve ahiret hakikatine dönüyor ve “Bu hakikate on iki kapı ile girilir. ‘On iki Hakikat’ ile o kapılar açılır” diyor. Her bir hakikatte, esmâ-i hüsnanın cilvelerinden bahsediyor. İkinci Hakikat’te, “Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister. Nihayetsiz rahmet, kendine lâyık ihsan ister. Halbuki, bu fâni dünyada ve kısa ömürde, denizden bir damla gibi, milyonlar cüzden ancak bir cüz'ü yerleşir ve tecellî eder. Demek, o kereme lâyık ve o rahmete şayeste bir dar-ı saadet olacaktır” diyerek Kerîm ve Rahîm isminin cilvelerini zikrediyor. Dördüncü Hakikat’te “Eğer âhiretin hesapsız esbab-ı mucibesi, delâil-i vücudu olmasaydı, yalnız şu zatın tek duası, baharımızın icadı kadar Hâlık-ı Rahîmin kudretine hafif gelen şu cennetin binasına sebebiyet verecekti.” ve “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, risaletiyle dünyanın kapısını açtığı gibi, ubudiyetiyle de âhiretin kapısını açar.” diyor ve Hakikât-i Ahmediye (sallallahu aleyhi vesellem) gerçeğini gözler önüne serip Mucîb ve Rahîm isimlerinin cilvelerini sayıyor...

Üstad’ın oniki hakikat içinde -bazı isimleri tekrar etmekle beraber- ahiretle alâkalı olarak zikrettiği esmâ-i İlâhiye şunlardır: Rabb, Kerîm, Rahîm, Hakîm, Âdil, Cevvâd, Cemil, Mucîb, Celîl, Bâkî, Hafîz, Rakîb, Hayy, Kayyûm, Muhyî, Mumît ve Hakk. Bu isimlerden sonra kavl-i fasl olarak son noktayı koyuyor ve diyor ki:

“Geçen hakikatlerden anlaşıldı ki, haşir meselesi öyle râsih bir hakikattir ki, küre-i arzı yerinden kaldıracak, kırıp atacak bir kuvvet o hakikati sarsamaz. Zira, o hakikati Cenâb-ı Hak bütün esmâ ve sıfâtının iktizasıyla tesbit ediyor...”

Fatih Harpcı (09.07.2007)
 
Üst