Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Tasavvuf
Ehli Sünnet Tarikat ve Cemaatler
Hanifi İlmihali..
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="teblið" data-source="post: 251516" data-attributes="member: 1011058"><p><strong><em><span style="color: red">KAZÂ NAMAZLARI</span></em></strong></p><p><strong><em><span style="color: red"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="color: red"></span>Namaz, beden ile yapılan bir ibâdet olduğundan, başkası yerine kılınamaz Herkesin kendisinin kılması lâzımdır Namazları vaktinde kılmaya “Edâ” denir Herhangi bir zamanda tekrar kılmaya “İâde” denir Meselâ mekruh olarak kılınan namazın vakti çıkmadan, buna imkân olmazsa, her zaman iâdesi vâcibdir Farz ve vâcib olan namazı, vakti geçtikten sonra kılmağa “Kazâ” etmek denir</em></strong></p><p><strong><em>Bir günlük beş vakit farzı ve vitr namazını kılarken ve kazâ ederken, tertip sâhibi olmak farzdır Ya’nî, namaz kılarken, sıralarını gözetmek lâzımdır Beşten fazla kazâsı olmayana “Tertip sâhibi” denir Cuma farzını, o günün öğle namazı sırasında kılmak lâzımdır Sabah namazına uyanamayan, hutbe okunurken bile hatırlarsa, hemen bunu kazâ etmelidir Bir namazı kılmadıkça ondan sonraki beş namazı kılmak câiz olmaz Hadîs-i şerîfte, (Bir namazı uykuda geçiren veyâ unutan kimse, sonraki namazı cemâat ile kılarken hatırlarsa, imâmla namazı bitirip, sonra önceki namazını kazâ etsin! Bundan sonra, imâmla kıldığını tekrar kılsın!) buyuruldu</em></strong></p><p><strong><em>Farzı, kazâ etmek farzdır Vâcibi kazâ etmek vâcibtir Sünneti kazâ etmek, emrolunmadı Hanefî mezhebinin âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki; (Sünnet namazlarının yalnız vaktinde kılınmaları emrolundu Vaktinde kılınmayan sünnet namazlar, insanın üzerinde borç kalmaz Bunun için, vaktinden sonra kazâ edilmeleri emr olunmadı Sabâhın sünneti, vâcibe yakın olduğundan, o gün öğleden önce farzı ile kazâ edilir Sabah sünneti öğleden sonra, başka sünnetler ise, hiçbir zaman kazâ edilmez Kazâ olursa, sünnet sevâbı hâsıl olmaz Nâfile kılınmış olur</em></strong></p><p><strong><em>Farz namazları bilerek ve özürsüz olarak terketmek büyük günâhtır Vaktinde kılınmayan böyle namazları kazâ etmek lâzımdır Farz ve vâcib olan bir namazı bile bile kazâya bırakabilmek için, iki özür vardır: Biri, düşman karşısında olmaktır İkincisi, seferde olan, ya’nî, üç günlük yol gitmeye niyeti olmasa bile, yolda bulunan kimsenin hırsızdan, yırtıcı hayvandan, selden, fırtınadan korkmasıdır Bunlar oturarak ve herhangi bir tarafa dönerek veyâ hayvan üzerinde îmâ ile de kılamadığı zaman, kazâya bırakabilir Bu iki sebeple farzları kazâya bırakmak, uyku ve unutmak sebebi ile kaçırmak günâh olmaz Boğulmak üzere olanı ve benzerlerini kurtarmak için namazı vaktinden sonra kılmak da sahihtir Doktorun, ebenin bu özürlerden biri sebebiyle, namazlarını kazaya bırakmalarına, dînimiz izin vermiştir Fakat, özür bitince, hemen kazâ kılması farz olur Ancak, harâm olan üç vakitten başka, boş vakitlerinde kılmak şartı ile çoluk çocuğunun rızkını kazanmak, zaruri ihtiyaçlarını temin etmek için çalışacak kadar kazâ kılmayı geciktirebilir </em></strong></p><p><strong><em>Nitekim sevgili Peygamberimiz, Hendek muhârebesinin şiddetinden kılamadıkları dört namazı hemen o gece, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm” yaralı ve çok yorgun oldukları halde, cemâat ile kıldı Sevgili Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki; (İki farz namazı bir araya getirmek büyük günâhlardandır) Ya’nî, bir namazı vaktinde kılmayıp, vaktinden sonra kılmak en büyük günâhtır Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki, (Bir namazı vakti çıktıktan sonra kılan kimseyi, Allahü teâlâ seksen hukbe Cehennemde bırakacaktır) Bu hukbe, seksen âhıret yıldır Âhıretin bir günü, dünyânın bin yılı kadardır Bir vakit namazı, vaktinden sonra kılmanın cezâsı bu olursa, hiç kılmayanın cezâsını düşünmelidir</em></strong></p><p><strong><em>Namaz dînin direğidir Namazı terkeden, dînini yıkmış olur Kıyâmet günü, îmândan sonra ilk sûal namazdan olacaktır Allahü teâlâ buyuracak ki, (Ey kulum! Namaz hesâbının altından kalkarsan kurtuluş senindir Öteki hesapları kolaylaştırırım) Ankebût sûresi, kırkbeşinci âyetinde, meâlen (Kusursuz kılınan bir namaz, insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur) buyurulmaktadır Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (İnsanın Rabbine en yakın olduğu zaman namaz kıldığı zamandır)</em></strong></p><p><strong><em>Bir müslümanın herhangi bir namazı vaktinde kılmaması iki türlü olur:</em></strong></p><p><strong><em>1- Özür ile kılmamasıdır</em></strong></p><p><strong><em>2- Namazı vazife bildiği, önem verdiği halde tenbellikle terk etmesidir</em></strong></p><p><strong><em>Farz namazı özrü olmadan, vakti geçtikten sonra kılmak, ya’nî kazaya bırakmak harâmdır Namazı, özürsüz olarak vaktinden sonra kılmak, büyük günâhtır Bu günâh, kazâ edince afv olmuyor Kazâ edince, yalnız namazı kılmamak günâhı afv olur Bir kimse namazları kazâ etmedikçe, yalnız tevbe ile afv olmaz Kazâ ettikten sonra tevbe ederse, afv olması ümit edilir Tevbe ederken kılmadığı namazları kazâ etmesi lâzımdır Kazâ etmeye gücü varken, kazâ etmezse, ayrıca büyük bir günâh işlemiş olur Bu büyük günâh, her namaz kılacak kadar boş zaman geçince, bir misli artmaktadır Çünkü namazı, boş zamanlarda hemen kazâ etmek de farzdır</em></strong></p><p><strong><em>Sünnetler Yerine Kaza Kılınır mı</em></strong></p><p><strong><em>Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri (Fütûh-ul gayb) kitâbında diyor ki: Mü’minin en önce farzları yapması lâzımdır Farzlar bittikten sonra, sünnetleri yapar Ondan sonra nâfilelerle meşgul olur Farz borcu varken, sünnet ile meşgul olmak ahmaklıktır Farz borcu olanın sünnetleri kabûl olmaz Alî ibni Ebî Tâlib “radıyallahü anh” bildiriyor Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Farz kılmayıp, kazası olan kimse, kazasını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur Bu kimse, kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabûl etmez) Abdülkâdir-i Geylânînin yazdığı bu hadîs-i şerîfi şerheden Hanefî mezhebi âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri buyuruyor ki: (Bu haber, farz borcu olanların sünnetlerinin ve nâfilelerinin kabul olmıyacağını göstermektedir Sünnetlerin, farzları tamamlayacağını biliyoruz Bunun mânâsı farzlar yapılırken, bunların kemâllerine sebeb olan birşey kaçırılırsa, sünnetler, kılınan farzın kemâl bulmasına sebeb olur Farz borcu olanın kabûl edilmeyen sünnetleri bir işe yaramaz)</em></strong></p><p><strong><em>Kudüs kâdısı Muhammed Sâdık Efendi, fâite namazların kazâ edilmesini anlatırken, şöyle bildirmektedir: Büyük âlim İbni Nüceym hazretlerine soruldu ki, (Bir kimsenin kazâya kalmış namazları olsa, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsının sünnetlerini bu namazların kazâlarına niyet ederek kılsa, bu kimse sünnetleri terk etmiş olur mu?) Cevâbında: (Sünnetleri terk etmiş olmaz Çünkü beş vakit namazın sünnetlerini kılmaktan maksat, o vakit içinde, farzdan başka bir namaz daha kılmak demektir Şeytan hiç namaz kıldırmamak ister Farzdan başka bir namaz daha kılarak, şeytana inat edilmiş, rezil edilmiş olur Sünnet yerine kaza kılmakta, sünnet de yerine getirilmiş olur Kaza borcu olanların, her namaz vakti, o vaktin farzından başka namaz kılarak, sünneti yerine getirmek için, kaza kılması lâzımdır Çünkü çok kimse, kazâ kılmayıp, sünnetleri kılıyor Bunlar Cehenneme gidecektir Halbuki, sünnetlerin yerine kaza kılan, Cehennemden kurtulur) buyurdu</em></strong></p><p><strong><em>Kazâ Namazları Nasıl Kılınır</em></strong></p><p><strong><em>Kazâ namazlarını bir an önce kılarak, ayrıca tevbe de ederek, büyük cezâdan kurtulmalıdır Bunun için, sünnetleri de kazâ niyetiyle kılmak lâzımdır Tenbellikle namaz kılmayanlar, senelerce kazâ borcu olanlar, namaza başladıkları zaman, sünneti kılarken, o vaktin ilk kazâya kalmış namazını kazâ etmeği niyet ederek kılmalıdır Bunların, sünnetleri kazâ namazı için niyet ederek kılması, dört mezhebde de lâzımdır Hanefî mezhebinde namazı özürsüz kazâya bırakmak ekber-i kebâirdir Bu çok büyük günâh, her namaz kılacak kadar boş zaman geçince bir misli artmaktadır Çünki, namazı, boş zamanlarda hemen kazâ etmek de farzdır Hesâba, sayıya sığmayan bu müthiş günâhdan ve azâbdan kurtulmak için, öğle namazının ilk dört rekât sünnetini kılarken, ilk kazâya kalmış öğlenin farzını niyet ederek kazâ kılmalıdır Öğlenin son sünnetini kılarken, ilk kazâya kalmış sabahın farzını niyet ederek, kazâ kılmalıdır İkindinin sünnetini kılarken, ikindi farzını niyet ederek kazâ kılmalıdır Akşamın sünnetini kılarken, üç rekât akşam farzını niyet ederek kazâ kılmalıdır Yatsının ilk sünnetini kılarken, yatsı farzını ve son sünnetini kılarken de, ilk kazâya kalmış vitri niyet ederek üç rekât olarak kazâ kılmalıdır Böylece her gün, bir günlük kazâ ödenir Terâvih namazlarını kılarken de, kazâ niyet ederek, kazâ kılmalıdır Kaç senelik kazâ namazı varsa, buna, o kadar sene devam etmelidir Kazâlar bitince, yine sünnetleri, kılmağa başlamalıdır Vakti varsa, ayrıca her fırsatta kazâ kılıp, bir an önce kazâ borçlarını bitirmelidir Kılınmıyan kazâların, günâhı, her gün geçtikçe bir misli artmaktadır</em></strong></p><p> <strong><em></em></strong></p><p> <strong><em></em></strong></p><p><strong><em><span style="color: red">Seferi namaz hakkında bilgi</span></em></strong></p><p><strong><em><span style="color: red"></span></em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Yolculuk, yolculuğa çıkma; sefer mesafesine yolculuk yapma. Bir fıkıh terimi olarak yolculuk, belirli bir mesafeye gitmektir. Bu mesafe ise orta yürüyüşle üç günlük, yani on sekiz saatlik bir uzaklıktan ibarettir. Buna üç merhalelik mesafe de denir.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Ne zaman seferi olunacağı konusunda iki ayrı görüş vardır: </em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>1- Mesafeyi esas alanlar. Bu anlayışa göre 90 km kadar bir yolculuğa çıkılırsa seferi sayılacağından namazlarını kısaltır. </em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>2- Zamanı esas alanlar. Bunlara göre 3 gün yolculuk yapmak kişiyi seferi yapar. Ancak bu durumda namazlarını kısaltır, yoksa kısaltamazlar. </em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Hanefilere göre seferi olan birisinin dört rakatlı namazları 2 kılması gerekir. Ancak 4 olarak da kılsa namazı geçerlidir. Şafilerde ise yolcu bile olsa tam kılmak daha faydalıdır. Farz edelim ki gerçekten seferi olduğumuz halde namazı tam kılsak bile, namazımız geçerlidir. Eğer gerçekten seferi değilsek bu durumda iki kılmak namazımızı bozar. O halde ihtiyaten de dört kılmanın daha isabetli olacağını düşünüyoruz. Bununla beraber bir anlayışı esas alıp ona göre hareket etmek, diğer anlayış sahiplerini de kötülememek gerekir. </em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Seferîliğin Hükümleri</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Yolcular için bir takım kolaylıklar, ruhsatlar getirilmiştir. Ramazanda yolculukta bulunan için orucu geri bırakmak mübahtır. Yolcunun mesh süresi üç gün üç gecedir. Yolcu dört rekatlı farz namazlarını ikişer rekat olarak kılar. Buna "kasrı salat" denir.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Yolculukta dört rekatlı namazların kısaltılarak kılınması Kur'an, Sünnet ve icma ile câizdir.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Eğer kâfirlerin size fitne vermesinden korkarsanız, yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazları kısaltarak kılmanızda bir sakınca yoktur" (en-Nisa, 4/101). Bu âyette kısaltmanın korku şartına bağlanması o günkü olayı tespit etmek içindir. Çünkü Rasûlüllah (s.a.s)'in çoğu yolculukları korkudan uzak değildi. Ashab-ı Kiram'dan Ya'la b. Ümeyye (r.a) Hz. Ömer'e şöyle demiştir: Biz neden namazları kısaltarak kılıyoruz? Halbuki güven içindeyiz. Hz. Ömer de buna cevap olmak üzere şöyle buyurdu: Ben de aynı durumu Hz.. Peygamber'e sormuştum; şöyle buyurmuştu: "Bu, Allah'ın size verdiği bir bağıştır, Allahın sadakasını kabul edin" (Müslim, Misafir, 4; Tirmizi, Tahare, 4, 20; Nesâi, Taksir, I).</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Hz. Peygamber'in umre, hac veya savaş için yaptığı yolculuklarında namazları kısaltarak kıldığı ile ilgili haberler tevatür derecesindedir. Abdullah ibn Ömer (r.a) şöyle demiştir:</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>"Hz. Peygamber (s.a.s)'e yolda arkadaşlık ettim. O, yolculuklarında iki rekattan fazla kılmazdı. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman da böyle yaparlardı" (İbn Mâce, İkâme, 75). Hz. Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yolcunun namazı, Nebinizin lisanı üzere kısaltılmaksızın tam iki rekattır" (Buhârî, Taksîr, 11; Küsûf, 4; İbn Mâce, İkâme, 73, 124).</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Yolcunun dört rekatlı farz namazları kısaltması zorunlu mudur; yoksa kısaltmakla tam kılmak arasında serbest midir?</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Hanefîlere göre, yolcunun namazları kısaltarak kılması vacib ve aynı zamanda azimettir. Yolcunun bilerek iki rekattan fazla kılması mekruhtur. Bununla birlikte iki rekat kılıp da teşehhütte bulunduktan sonra iki rekat daha kılacak olsa farzı eda etmiş, son iki rekât da nafile olmuş olur. Ancak selâmı tehir etmiş olmasından ötürü kötü bir iş yapmış sayılır. Fakat birinci teşehhüdü terketse veya ilk iki rekatta kıraatta bulunmamış olsa farzı eda etmiş olmaz. Nitekim sabah ve cuma namazlarında da hüküm böyledir. Hz. Aişe (r.anha)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Namaz ikişer rekat olarak farz kılındı, sonra hazarda ziyade olundu, seferde ise olduğu gibi bırakıldı (Buhari, Salat,1; Müslim, Misafirin,1; Ebû Davud, II, 3). ibn Abbas (r.a)'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah Teâla namazı, Peygamberimizin dili ile hazarda dört rekat, seferde iki rekat olarak farz kılmıştır" (Müslim, Müsâfirîn, 5, 6; Ebû Davud Sefer, 18; Nesâî, Havf 4; İbn Mace İkame, 75).</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Malikilere göre, seferde namazı kısaltarak kılmak müekked sünnet, Şafiî ve Hanbelilere göre ise yolculukta namazları kısaltarak kılmak, muhayyer olmak üzere ruhsattır. Seferî kişi namazlarını kısaltarak da, tam olarak da kılabilir. Ancak Hanbelîlere göre kısaltmak mutlak olarak tam kılmaktan daha faziletlidir. Çünkü, Hz. Peygamber ile dört halife bu şekilde yapmaya devam etmişlerdir.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Yolculuk ister ibadet için, ister mübah veya masiyet bulunan bir amaçla olsun, her türlü yolculuk sırasında namazları kısaltmak caizdir. Meselâ; yol kesmek, meşrû olmayan bir eğlenti yapmak veya başka bir haram işlemek için yolculuk yapan kimse de ruhsatlarından yararlanır. Zira bu konudaki nasslar bunun ifadesidir; "Yeryüzünde yürüdüğünüz zaman sizin için namazları kısaltmanızda bir sakınca yoktur" (en-Nîsa, 4/104) âyetinde yolculuğun meşrû veya gayri meşrû olması arasında bir ayırım yapılmamıştır (İbnül-Hümâm, a.g.e., I, 405 vd.; İbn Abidin, Reddül-Muhtar, I, 733, 736).</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Hanefiler dışındaki çoğunluk müctehidlere göre ise; yol kesmek, şarap ve haram şeylerin ticaretini yapmak gibi Allah'a isyanın söz konusu olduğu yolculuklarda, sefere mahsus olan namazların kısaltılması, birleştirilmesi oruçlunun iftar etmesi, mestler üzerine üç gün mesh etmek, binek üzerinde nafile namaz kılmak gibi ruhsatlar mübah olmaz. Çünkü, bu gibi kimseler Allah'a isyan için yolculuk yapmış sayılır. Bu konudaki kaide şudur:</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>"Ruhsatlar masiyet ve kötülük işlemeye dayanak yapılamaz". Yine Allah Teâlâ darda kalana ölü hayvan etini yemeyi "haddi aşmama ve Allah'a isyanda bulunmama" şartına bağlamıştır (el-Bakara, 2/173). Bu durumda ruhsatlar günah ve kötülük işlemeye dayanak yapılamaz (İbn Kudame, el-Muğnî, Kahire 1970, II, 261; Zühaylî, II, 323 vd.; İbn Rüşd Bidâyetül-Müctehid, I, 163).</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Seferi kimse bir beldede on beş gün ve daha fazla kalmaya niyet edince mukîm olur ve artık namazlarını tam kılar. Eğer on beş günden az kalmaya niyet ederse seferîliği devam eder. Bu konuda dayanılan delil, kadınların temizlik süresine kıyastır. Temizlik süresi, hayız sebebiyle kadının üzerinden düşen namaz ve orucun edasına dönmeyi gerektirir. İkamet yerinde bulunmak da sefer sebebiyle kişinin üzerinden düşen bazı vecibelerin yapılmasına geri dönmeyi gerektirir. Bu yüzden temizlik süresinin on beş gün ile sınırlanması gibi, en az ikâmet süresinde on beş gün olarak takdir edilmesi gerekir. Bu görüş İbn Abbas ve İbn Ömer (r.a)'dan nakledilen şu söze dayanır: Seferî olduğun halde bir beldeye girer ve bu beldede on beş gün kalmaya niyet edersen namazını tam kıl. Eğer buradan ne zaman sefere çıkacağını bilmezsen namazlarını kısaltarak kıl" (ez-Zühayli, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, II, 323).</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Bir yolcu, bir beldede belirli bir ihtiyacını görmek için beklerse, bekleme işi yıllarca sürse bile namazlarını kısaltarak kılar. On beş günden fazla kalmaya, niyet etmediği için seferîlik hali devam eder. Nitekim İbn Ömer (r.a) Azerbaycan'da altı ay kalmış ve namazlarını bu şekilde kısaltarak kılmıştır. Bir kısım sahabenin de böyle yaptığı rivayet edilmiştir.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Ordu bir beldeye girse, askerler burada on beş günden daha fazla kalmaya niyet etseler bile namazlarını kısaltarak kılarlar. Çünkü orada kalmak veya yenilip çekilmek ihtimali bulunduğu için süre ile ilgili niyet geçerli değildir.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Şâfiî ve Malikilere göre, yolcu bir yerde dört gün kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Çünkü sünnette, dört günden az ikâmetin, seferin hükmünü kesmeyeceği açıklanmıştır. Rasülullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>"Muhacir hacdaki ibadetlerini yaptıktan sonra üç gün ikâmet eder. " Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), umre yaptığı zaman Mekke'de üç gün süreyle kaldığı halde namazlarını kısaltarak kılıyordu" (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, III, 207 vd.).</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Hanbelîlere göre yolcu, dört günden fazla veya yirmi vakitten fazla kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Bundan az olursa kısaltarak kılar.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Yolculuk ve ikâmet hallerinde, tabi olanın değil, tabi olunanın niyeti geçerlidir. Bu yüzden asker, komutanının; işçi işvereninin; öğrenci hocasının; kadın kocasının niyetine göre mukim veya yolcu olmuş olur.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Yolculuk konusunda henüz erginlik çağına girmemiş olan çocuk hakkında da sefer hükümleri cereyan etmez. Şâfiîlere göre ise, mümeyyiz çocuğun yolculuğa niyeti geçerli olup, namazını kısaltarak kılabilir.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Yolculukta bulunan kimse tabi olduğu kimsenin nereye gideceğini ve niyetini bilmediği ve sorusuna da cevap alamadığı takdirde üç günlük mesafeye kadar namazlarını tam kılar, ondan sonra kısaltmaya başlar.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>İslâm devlet başkanı, sefere niyet etmeksizin ülkesi içinde bir süre dolaşacak olsa, namazlarını tam kılar; fakat, sefer süresi dolaşmaya niyet ederse, namazlarını kısaltır. Doğru olan budur.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Mukîmin kazaya kalan namazları, yolculuğa çıkmasıyla ve yolcunun kazaya kalan namazları da ikamete niyet etmesiyle değişmez. Bu yüzden seferde iken kazaya kalan namazları ikişer rekat olarak kılar. Bir yolcu da ikâmet zamanında kazaya kalmış namazlarını dörder rekat olarak kılar.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Mukîm, müsafire; müsafir de mukîme uyabilir. Burada müsafir iki rekatın sonunda selâm verince, mukîm kalkar -sağlam görüşe göre- kıraatta bulunmaksızın namazını tamamlar; yanılırsa secde de etmez. Çünkü, bu mukîm bir lâhik mesabesindedir (bk. "lahik" mad.). İmam olan müsafirin namazdan önce "Ben seferîyim, siz namazlarınızı tamamlayın" demesi müstehaptır.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Yolcu ise ancak vakit içinde mukîme uyabilir. Bu durumda dört rekatlı bir farz namazını mukîm gibi tam olarak kılar. İmama vakit içinde uymakla farz namazı iki rekattan dört rekata dönüşmüş olur. "İbn Abbas "Seferî'nin durumuna ne dersiniz? Yalnız başına kılınca iki rekat, mukîm olarak dört rekat kılıyor" sorusuna; "Bunu yapmak sünnettir" cevabını vermiştir" (ez-Zühayli, a.g.e., II, 335).</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Nâfi' şöyle demiştir: "İbn Ömer seferî olduğu zaman imamla birlikte kılınca dört rekat kılar; yalnız başına kıldığı zaman ise iki rekat kılardı" (ez-Zühayli, a.g.e., II, 335).</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Bir kimse müsafir iken kazaya kalan dört rekatlı bir namazında mukîm imama uyamaz. Çünkü bu namaz daha önceden iki rekat olarak meydana gelmiştir.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Yolculuk veya yağmur, kar gibi bir mazeretle iki namazı bir vakitte kılmak caiz değildir. Yalnız Arafat'ta öğle ile ikindi, Müzdelife'de akşam ile yatsı namazlarını birleştirip cemaatle kılmak caiz görülmüştür (bk. "Namazın Vakitleri").</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Hanefîler dışında üç mezhep imamına göre bir mazeret bulununca öğle ve ikindi veya akşam ile yatsı namazlarını takdim veya tehir şekliyle bir vakitte birleştirmek caizdir. Meselâ; öğle namazı ile ikindi namazı öğle vaktinde kılınabileceği gibi, ikindi vaktinde akşam ile yatsı birleştirilerek iki vakitten birinde yani takdim veya te'hirle kılınabilir. Hanefîlerin dışında kalan alimler takdim ve te'hir'in caiz olduğu kanaatindedirler. Ancak bunun da bazı şartları vardır. Her zaman geçerli değildir. </em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Mukîm iken kazaya kalan namazlar, yolculuğa çıkmakla veya yolcu iken kazaya kalan namazlar mukîm olmakla değişikliğe uğramaz. Bu yüzden yolculukta kazaya kalan dört rekatlı namazlar, ister yolculuk sırasında isterse mukîm iken kaza edilsin, kısaltılarak kılınır. Mukîm iken kazaya kalan namazlar da yolculuk halinde kaza edilecekse tam olarak kılınır.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Yolculuğun Sona Ermesi:</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Aslî vatana dönüp gelmekle yolculuk hali sona erer. Burada oturmaya niyet edilip edilmemesi sonucu değiştirmez. İkâmet vatanına dönüşte ise, oturmaya niyet gereklidir.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Vatan üçe ayrılır.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>1. Aslî vatan: Bir kimsenin doğup büyüdüğü veya evlenip içinde yaşamak istediği veya içinde barınmayı kasd edip, başka yeri vatan edinmek istemediği yere "aslî vatan" denir.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>2. İkâmet vatanı: Bir kimsenin doğup büyüdüğü, evlenip içinde sürekli yerleşmeye karar verdiği bir yer niteliğinde olmaksızın, yalnız içinde on beş günden fazla kalmak üzere yerleştiği yere de "ikâmet vatanı (vatan-ı ikâmet)" denir. Askerlik, öğrencilik, işçilik veya memurluk gibi hizmetler sebebiyle sürekli bir şekilde yerleşilmeyen beldeler on beş günden fazla kalmaya niyet edilmesi yüzünden "ikâmet vatanı" niteliğindedir.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>3. Süknâ vatanı: Bir yolcunun, içinde on beş günden az oturmak istediği yer de kendisinin bir vatan-ı süknâsı olur. Bu sonuncuya itibar edilmez. Bununla ne aslî vatan ve ne de ikâmet vatanı değişmez. Böyle bir yolcu, hem yolculuk sırasında hem de on beş günden az kaldığı bu süre içinde "seferî" sayılır; Aslî veya ikâmet vatanlarına olan yolculukta ise yalnız yolculuk sırasında seferî hükümleri uygulanır. Bu vatanlara ulaşan kimse, orada "mukîm" sayılır.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Seferîlik konusunda bu vatanlar kendi misli ile veya üstü ile bozulur, aşağısı ile bozulmaz. Bu yüzden insanın asıl vatanı olan yer, diğer ikâmet ve süknâ vatanları ile bozulmaz. Yani vatan-ı ikâmette bulunan kimse vatan-ı aslîye dönmekle müsafir olmaz. İnsan doğup yerleştiği veya karısının yerleştiği yere varınca seferî olmaz. Sadece gideceği bu yer seferi olacak kadar uzak ise yolculuk sırasında seferî olur, fakat oraya varınca seferîliği kalkar.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Bir kimse yerleştiği yerden, yine sürekli olarak yerleşmek amacıyla başka bir yere giderse, gittiği yer vatan-ı aslîsi olur; birinci vatanı vatan-ı aslî olmaktan çıkar. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.s) Mekke'ye gittiklerinde kendisini müsafir saymış ve "Biz seferîyiz" buyurmuştur (eş-Şevkânî, a.g.e., III, 270).</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Vatan-ı aslî, vatan-ı ikâmetle bozulmaz. Doğduğu veya karısının bulunduğu yerden öğrencilik, askerlik, işçilik gibi bir amaçla on beş günden az kalmak üzere başka bir yere giden bir kimsenin önceki aslî vatanı nitelik değiştirmez. Oraya dönünce üç gün bile kalacak olsa seferî sayılmaz. Çünkü vatan-ı ikâmet, vatan-ı aslîyi bozmaz.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Bir kimse bir şehirde otururken ailesini nakletmeden başka bir şehirde de evlense, her iki şehir kendisi için asıl vatan olur. Hangisine gitse mukîm sayılır. Vatan-ı ikâmet ise, başka bir vatan-ı ikâmete gitmek veya oradan ayrılıp yolculuğa çıkmak yahut aslî vatana dönmekle bozulur. Yani vatan-ı ikâmetten ayrılan kimse, yeniden buraya döndüğünde on beş günden az kalacaksa seferî sayılır.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>On beş günden az kalınacak yer olan vatan-ı süknanın bir önemi yoktur. Kişi orada seferî sayılır. Bu vatan, diğer vatan çeşitlerini değiştirmez. Kişi onbeş günden kısa süren ve seferi olacak kadar uzağa yaptığı tüm yolculuklarında, şehrin yerleşim alanları dışına çıktığı andan itibaren ve gittiği yerde seferî sayılır. Bu durum geri dönünceye kadar devam eder.</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em>Cemaatle namâzda mukîm müsafire uymuşsa, müsafir iki rekat kılınca selâm verir, mukim selâm vermeyip namazı dörde tamamlar. Namazı dörde tamâmlarken hiç bir şey okumaz; çünkü namazın baş tarafını imamla kılmış ve farz kıraat yerine gelmiştir (İbnül-Hümam, I, 405; İbn Âbidîn, I, 733 vd.; Zeylaî, et-Tebyîn, I, 215).</em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p><p><strong><em></em></strong></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="teblið, post: 251516, member: 1011058"] [B][I][COLOR=red]KAZÂ NAMAZLARI[/COLOR][/I][/B] [B][I][COLOR=red] [/COLOR]Namaz, beden ile yapılan bir ibâdet olduğundan, başkası yerine kılınamaz Herkesin kendisinin kılması lâzımdır Namazları vaktinde kılmaya “Edâ” denir Herhangi bir zamanda tekrar kılmaya “İâde” denir Meselâ mekruh olarak kılınan namazın vakti çıkmadan, buna imkân olmazsa, her zaman iâdesi vâcibdir Farz ve vâcib olan namazı, vakti geçtikten sonra kılmağa “Kazâ” etmek denir Bir günlük beş vakit farzı ve vitr namazını kılarken ve kazâ ederken, tertip sâhibi olmak farzdır Ya’nî, namaz kılarken, sıralarını gözetmek lâzımdır Beşten fazla kazâsı olmayana “Tertip sâhibi” denir Cuma farzını, o günün öğle namazı sırasında kılmak lâzımdır Sabah namazına uyanamayan, hutbe okunurken bile hatırlarsa, hemen bunu kazâ etmelidir Bir namazı kılmadıkça ondan sonraki beş namazı kılmak câiz olmaz Hadîs-i şerîfte, (Bir namazı uykuda geçiren veyâ unutan kimse, sonraki namazı cemâat ile kılarken hatırlarsa, imâmla namazı bitirip, sonra önceki namazını kazâ etsin! Bundan sonra, imâmla kıldığını tekrar kılsın!) buyuruldu Farzı, kazâ etmek farzdır Vâcibi kazâ etmek vâcibtir Sünneti kazâ etmek, emrolunmadı Hanefî mezhebinin âlimleri sözbirliği ile bildiriyorlar ki; (Sünnet namazlarının yalnız vaktinde kılınmaları emrolundu Vaktinde kılınmayan sünnet namazlar, insanın üzerinde borç kalmaz Bunun için, vaktinden sonra kazâ edilmeleri emr olunmadı Sabâhın sünneti, vâcibe yakın olduğundan, o gün öğleden önce farzı ile kazâ edilir Sabah sünneti öğleden sonra, başka sünnetler ise, hiçbir zaman kazâ edilmez Kazâ olursa, sünnet sevâbı hâsıl olmaz Nâfile kılınmış olur Farz namazları bilerek ve özürsüz olarak terketmek büyük günâhtır Vaktinde kılınmayan böyle namazları kazâ etmek lâzımdır Farz ve vâcib olan bir namazı bile bile kazâya bırakabilmek için, iki özür vardır: Biri, düşman karşısında olmaktır İkincisi, seferde olan, ya’nî, üç günlük yol gitmeye niyeti olmasa bile, yolda bulunan kimsenin hırsızdan, yırtıcı hayvandan, selden, fırtınadan korkmasıdır Bunlar oturarak ve herhangi bir tarafa dönerek veyâ hayvan üzerinde îmâ ile de kılamadığı zaman, kazâya bırakabilir Bu iki sebeple farzları kazâya bırakmak, uyku ve unutmak sebebi ile kaçırmak günâh olmaz Boğulmak üzere olanı ve benzerlerini kurtarmak için namazı vaktinden sonra kılmak da sahihtir Doktorun, ebenin bu özürlerden biri sebebiyle, namazlarını kazaya bırakmalarına, dînimiz izin vermiştir Fakat, özür bitince, hemen kazâ kılması farz olur Ancak, harâm olan üç vakitten başka, boş vakitlerinde kılmak şartı ile çoluk çocuğunun rızkını kazanmak, zaruri ihtiyaçlarını temin etmek için çalışacak kadar kazâ kılmayı geciktirebilir Nitekim sevgili Peygamberimiz, Hendek muhârebesinin şiddetinden kılamadıkları dört namazı hemen o gece, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm” yaralı ve çok yorgun oldukları halde, cemâat ile kıldı Sevgili Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki; (İki farz namazı bir araya getirmek büyük günâhlardandır) Ya’nî, bir namazı vaktinde kılmayıp, vaktinden sonra kılmak en büyük günâhtır Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki, (Bir namazı vakti çıktıktan sonra kılan kimseyi, Allahü teâlâ seksen hukbe Cehennemde bırakacaktır) Bu hukbe, seksen âhıret yıldır Âhıretin bir günü, dünyânın bin yılı kadardır Bir vakit namazı, vaktinden sonra kılmanın cezâsı bu olursa, hiç kılmayanın cezâsını düşünmelidir Namaz dînin direğidir Namazı terkeden, dînini yıkmış olur Kıyâmet günü, îmândan sonra ilk sûal namazdan olacaktır Allahü teâlâ buyuracak ki, (Ey kulum! Namaz hesâbının altından kalkarsan kurtuluş senindir Öteki hesapları kolaylaştırırım) Ankebût sûresi, kırkbeşinci âyetinde, meâlen (Kusursuz kılınan bir namaz, insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur) buyurulmaktadır Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (İnsanın Rabbine en yakın olduğu zaman namaz kıldığı zamandır) Bir müslümanın herhangi bir namazı vaktinde kılmaması iki türlü olur: 1- Özür ile kılmamasıdır 2- Namazı vazife bildiği, önem verdiği halde tenbellikle terk etmesidir Farz namazı özrü olmadan, vakti geçtikten sonra kılmak, ya’nî kazaya bırakmak harâmdır Namazı, özürsüz olarak vaktinden sonra kılmak, büyük günâhtır Bu günâh, kazâ edince afv olmuyor Kazâ edince, yalnız namazı kılmamak günâhı afv olur Bir kimse namazları kazâ etmedikçe, yalnız tevbe ile afv olmaz Kazâ ettikten sonra tevbe ederse, afv olması ümit edilir Tevbe ederken kılmadığı namazları kazâ etmesi lâzımdır Kazâ etmeye gücü varken, kazâ etmezse, ayrıca büyük bir günâh işlemiş olur Bu büyük günâh, her namaz kılacak kadar boş zaman geçince, bir misli artmaktadır Çünkü namazı, boş zamanlarda hemen kazâ etmek de farzdır Sünnetler Yerine Kaza Kılınır mı Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri (Fütûh-ul gayb) kitâbında diyor ki: Mü’minin en önce farzları yapması lâzımdır Farzlar bittikten sonra, sünnetleri yapar Ondan sonra nâfilelerle meşgul olur Farz borcu varken, sünnet ile meşgul olmak ahmaklıktır Farz borcu olanın sünnetleri kabûl olmaz Alî ibni Ebî Tâlib “radıyallahü anh” bildiriyor Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Farz kılmayıp, kazası olan kimse, kazasını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur Bu kimse, kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile namazlarını kabûl etmez) Abdülkâdir-i Geylânînin yazdığı bu hadîs-i şerîfi şerheden Hanefî mezhebi âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri buyuruyor ki: (Bu haber, farz borcu olanların sünnetlerinin ve nâfilelerinin kabul olmıyacağını göstermektedir Sünnetlerin, farzları tamamlayacağını biliyoruz Bunun mânâsı farzlar yapılırken, bunların kemâllerine sebeb olan birşey kaçırılırsa, sünnetler, kılınan farzın kemâl bulmasına sebeb olur Farz borcu olanın kabûl edilmeyen sünnetleri bir işe yaramaz) Kudüs kâdısı Muhammed Sâdık Efendi, fâite namazların kazâ edilmesini anlatırken, şöyle bildirmektedir: Büyük âlim İbni Nüceym hazretlerine soruldu ki, (Bir kimsenin kazâya kalmış namazları olsa, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsının sünnetlerini bu namazların kazâlarına niyet ederek kılsa, bu kimse sünnetleri terk etmiş olur mu?) Cevâbında: (Sünnetleri terk etmiş olmaz Çünkü beş vakit namazın sünnetlerini kılmaktan maksat, o vakit içinde, farzdan başka bir namaz daha kılmak demektir Şeytan hiç namaz kıldırmamak ister Farzdan başka bir namaz daha kılarak, şeytana inat edilmiş, rezil edilmiş olur Sünnet yerine kaza kılmakta, sünnet de yerine getirilmiş olur Kaza borcu olanların, her namaz vakti, o vaktin farzından başka namaz kılarak, sünneti yerine getirmek için, kaza kılması lâzımdır Çünkü çok kimse, kazâ kılmayıp, sünnetleri kılıyor Bunlar Cehenneme gidecektir Halbuki, sünnetlerin yerine kaza kılan, Cehennemden kurtulur) buyurdu Kazâ Namazları Nasıl Kılınır Kazâ namazlarını bir an önce kılarak, ayrıca tevbe de ederek, büyük cezâdan kurtulmalıdır Bunun için, sünnetleri de kazâ niyetiyle kılmak lâzımdır Tenbellikle namaz kılmayanlar, senelerce kazâ borcu olanlar, namaza başladıkları zaman, sünneti kılarken, o vaktin ilk kazâya kalmış namazını kazâ etmeği niyet ederek kılmalıdır Bunların, sünnetleri kazâ namazı için niyet ederek kılması, dört mezhebde de lâzımdır Hanefî mezhebinde namazı özürsüz kazâya bırakmak ekber-i kebâirdir Bu çok büyük günâh, her namaz kılacak kadar boş zaman geçince bir misli artmaktadır Çünki, namazı, boş zamanlarda hemen kazâ etmek de farzdır Hesâba, sayıya sığmayan bu müthiş günâhdan ve azâbdan kurtulmak için, öğle namazının ilk dört rekât sünnetini kılarken, ilk kazâya kalmış öğlenin farzını niyet ederek kazâ kılmalıdır Öğlenin son sünnetini kılarken, ilk kazâya kalmış sabahın farzını niyet ederek, kazâ kılmalıdır İkindinin sünnetini kılarken, ikindi farzını niyet ederek kazâ kılmalıdır Akşamın sünnetini kılarken, üç rekât akşam farzını niyet ederek kazâ kılmalıdır Yatsının ilk sünnetini kılarken, yatsı farzını ve son sünnetini kılarken de, ilk kazâya kalmış vitri niyet ederek üç rekât olarak kazâ kılmalıdır Böylece her gün, bir günlük kazâ ödenir Terâvih namazlarını kılarken de, kazâ niyet ederek, kazâ kılmalıdır Kaç senelik kazâ namazı varsa, buna, o kadar sene devam etmelidir Kazâlar bitince, yine sünnetleri, kılmağa başlamalıdır Vakti varsa, ayrıca her fırsatta kazâ kılıp, bir an önce kazâ borçlarını bitirmelidir Kılınmıyan kazâların, günâhı, her gün geçtikçe bir misli artmaktadır [COLOR=red]Seferi namaz hakkında bilgi [/COLOR] Yolculuk, yolculuğa çıkma; sefer mesafesine yolculuk yapma. Bir fıkıh terimi olarak yolculuk, belirli bir mesafeye gitmektir. Bu mesafe ise orta yürüyüşle üç günlük, yani on sekiz saatlik bir uzaklıktan ibarettir. Buna üç merhalelik mesafe de denir. Ne zaman seferi olunacağı konusunda iki ayrı görüş vardır: 1- Mesafeyi esas alanlar. Bu anlayışa göre 90 km kadar bir yolculuğa çıkılırsa seferi sayılacağından namazlarını kısaltır. 2- Zamanı esas alanlar. Bunlara göre 3 gün yolculuk yapmak kişiyi seferi yapar. Ancak bu durumda namazlarını kısaltır, yoksa kısaltamazlar. Hanefilere göre seferi olan birisinin dört rakatlı namazları 2 kılması gerekir. Ancak 4 olarak da kılsa namazı geçerlidir. Şafilerde ise yolcu bile olsa tam kılmak daha faydalıdır. Farz edelim ki gerçekten seferi olduğumuz halde namazı tam kılsak bile, namazımız geçerlidir. Eğer gerçekten seferi değilsek bu durumda iki kılmak namazımızı bozar. O halde ihtiyaten de dört kılmanın daha isabetli olacağını düşünüyoruz. Bununla beraber bir anlayışı esas alıp ona göre hareket etmek, diğer anlayış sahiplerini de kötülememek gerekir. Seferîliğin Hükümleri Yolcular için bir takım kolaylıklar, ruhsatlar getirilmiştir. Ramazanda yolculukta bulunan için orucu geri bırakmak mübahtır. Yolcunun mesh süresi üç gün üç gecedir. Yolcu dört rekatlı farz namazlarını ikişer rekat olarak kılar. Buna "kasrı salat" denir. Yolculukta dört rekatlı namazların kısaltılarak kılınması Kur'an, Sünnet ve icma ile câizdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Eğer kâfirlerin size fitne vermesinden korkarsanız, yeryüzünde sefere çıktığınız zaman namazları kısaltarak kılmanızda bir sakınca yoktur" (en-Nisa, 4/101). Bu âyette kısaltmanın korku şartına bağlanması o günkü olayı tespit etmek içindir. Çünkü Rasûlüllah (s.a.s)'in çoğu yolculukları korkudan uzak değildi. Ashab-ı Kiram'dan Ya'la b. Ümeyye (r.a) Hz. Ömer'e şöyle demiştir: Biz neden namazları kısaltarak kılıyoruz? Halbuki güven içindeyiz. Hz. Ömer de buna cevap olmak üzere şöyle buyurdu: Ben de aynı durumu Hz.. Peygamber'e sormuştum; şöyle buyurmuştu: "Bu, Allah'ın size verdiği bir bağıştır, Allahın sadakasını kabul edin" (Müslim, Misafir, 4; Tirmizi, Tahare, 4, 20; Nesâi, Taksir, I). Hz. Peygamber'in umre, hac veya savaş için yaptığı yolculuklarında namazları kısaltarak kıldığı ile ilgili haberler tevatür derecesindedir. Abdullah ibn Ömer (r.a) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.s)'e yolda arkadaşlık ettim. O, yolculuklarında iki rekattan fazla kılmazdı. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman da böyle yaparlardı" (İbn Mâce, İkâme, 75). Hz. Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Yolcunun namazı, Nebinizin lisanı üzere kısaltılmaksızın tam iki rekattır" (Buhârî, Taksîr, 11; Küsûf, 4; İbn Mâce, İkâme, 73, 124). Yolcunun dört rekatlı farz namazları kısaltması zorunlu mudur; yoksa kısaltmakla tam kılmak arasında serbest midir? Hanefîlere göre, yolcunun namazları kısaltarak kılması vacib ve aynı zamanda azimettir. Yolcunun bilerek iki rekattan fazla kılması mekruhtur. Bununla birlikte iki rekat kılıp da teşehhütte bulunduktan sonra iki rekat daha kılacak olsa farzı eda etmiş, son iki rekât da nafile olmuş olur. Ancak selâmı tehir etmiş olmasından ötürü kötü bir iş yapmış sayılır. Fakat birinci teşehhüdü terketse veya ilk iki rekatta kıraatta bulunmamış olsa farzı eda etmiş olmaz. Nitekim sabah ve cuma namazlarında da hüküm böyledir. Hz. Aişe (r.anha)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Namaz ikişer rekat olarak farz kılındı, sonra hazarda ziyade olundu, seferde ise olduğu gibi bırakıldı (Buhari, Salat,1; Müslim, Misafirin,1; Ebû Davud, II, 3). ibn Abbas (r.a)'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Allah Teâla namazı, Peygamberimizin dili ile hazarda dört rekat, seferde iki rekat olarak farz kılmıştır" (Müslim, Müsâfirîn, 5, 6; Ebû Davud Sefer, 18; Nesâî, Havf 4; İbn Mace İkame, 75). Malikilere göre, seferde namazı kısaltarak kılmak müekked sünnet, Şafiî ve Hanbelilere göre ise yolculukta namazları kısaltarak kılmak, muhayyer olmak üzere ruhsattır. Seferî kişi namazlarını kısaltarak da, tam olarak da kılabilir. Ancak Hanbelîlere göre kısaltmak mutlak olarak tam kılmaktan daha faziletlidir. Çünkü, Hz. Peygamber ile dört halife bu şekilde yapmaya devam etmişlerdir. Yolculuk ister ibadet için, ister mübah veya masiyet bulunan bir amaçla olsun, her türlü yolculuk sırasında namazları kısaltmak caizdir. Meselâ; yol kesmek, meşrû olmayan bir eğlenti yapmak veya başka bir haram işlemek için yolculuk yapan kimse de ruhsatlarından yararlanır. Zira bu konudaki nasslar bunun ifadesidir; "Yeryüzünde yürüdüğünüz zaman sizin için namazları kısaltmanızda bir sakınca yoktur" (en-Nîsa, 4/104) âyetinde yolculuğun meşrû veya gayri meşrû olması arasında bir ayırım yapılmamıştır (İbnül-Hümâm, a.g.e., I, 405 vd.; İbn Abidin, Reddül-Muhtar, I, 733, 736). Hanefiler dışındaki çoğunluk müctehidlere göre ise; yol kesmek, şarap ve haram şeylerin ticaretini yapmak gibi Allah'a isyanın söz konusu olduğu yolculuklarda, sefere mahsus olan namazların kısaltılması, birleştirilmesi oruçlunun iftar etmesi, mestler üzerine üç gün mesh etmek, binek üzerinde nafile namaz kılmak gibi ruhsatlar mübah olmaz. Çünkü, bu gibi kimseler Allah'a isyan için yolculuk yapmış sayılır. Bu konudaki kaide şudur: "Ruhsatlar masiyet ve kötülük işlemeye dayanak yapılamaz". Yine Allah Teâlâ darda kalana ölü hayvan etini yemeyi "haddi aşmama ve Allah'a isyanda bulunmama" şartına bağlamıştır (el-Bakara, 2/173). Bu durumda ruhsatlar günah ve kötülük işlemeye dayanak yapılamaz (İbn Kudame, el-Muğnî, Kahire 1970, II, 261; Zühaylî, II, 323 vd.; İbn Rüşd Bidâyetül-Müctehid, I, 163). Seferi kimse bir beldede on beş gün ve daha fazla kalmaya niyet edince mukîm olur ve artık namazlarını tam kılar. Eğer on beş günden az kalmaya niyet ederse seferîliği devam eder. Bu konuda dayanılan delil, kadınların temizlik süresine kıyastır. Temizlik süresi, hayız sebebiyle kadının üzerinden düşen namaz ve orucun edasına dönmeyi gerektirir. İkamet yerinde bulunmak da sefer sebebiyle kişinin üzerinden düşen bazı vecibelerin yapılmasına geri dönmeyi gerektirir. Bu yüzden temizlik süresinin on beş gün ile sınırlanması gibi, en az ikâmet süresinde on beş gün olarak takdir edilmesi gerekir. Bu görüş İbn Abbas ve İbn Ömer (r.a)'dan nakledilen şu söze dayanır: Seferî olduğun halde bir beldeye girer ve bu beldede on beş gün kalmaya niyet edersen namazını tam kıl. Eğer buradan ne zaman sefere çıkacağını bilmezsen namazlarını kısaltarak kıl" (ez-Zühayli, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, II, 323). Bir yolcu, bir beldede belirli bir ihtiyacını görmek için beklerse, bekleme işi yıllarca sürse bile namazlarını kısaltarak kılar. On beş günden fazla kalmaya, niyet etmediği için seferîlik hali devam eder. Nitekim İbn Ömer (r.a) Azerbaycan'da altı ay kalmış ve namazlarını bu şekilde kısaltarak kılmıştır. Bir kısım sahabenin de böyle yaptığı rivayet edilmiştir. Ordu bir beldeye girse, askerler burada on beş günden daha fazla kalmaya niyet etseler bile namazlarını kısaltarak kılarlar. Çünkü orada kalmak veya yenilip çekilmek ihtimali bulunduğu için süre ile ilgili niyet geçerli değildir. Şâfiî ve Malikilere göre, yolcu bir yerde dört gün kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Çünkü sünnette, dört günden az ikâmetin, seferin hükmünü kesmeyeceği açıklanmıştır. Rasülullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Muhacir hacdaki ibadetlerini yaptıktan sonra üç gün ikâmet eder. " Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s), umre yaptığı zaman Mekke'de üç gün süreyle kaldığı halde namazlarını kısaltarak kılıyordu" (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, III, 207 vd.). Hanbelîlere göre yolcu, dört günden fazla veya yirmi vakitten fazla kalmaya niyet ederse namazlarını tam kılar. Bundan az olursa kısaltarak kılar. Yolculuk ve ikâmet hallerinde, tabi olanın değil, tabi olunanın niyeti geçerlidir. Bu yüzden asker, komutanının; işçi işvereninin; öğrenci hocasının; kadın kocasının niyetine göre mukim veya yolcu olmuş olur. Yolculuk konusunda henüz erginlik çağına girmemiş olan çocuk hakkında da sefer hükümleri cereyan etmez. Şâfiîlere göre ise, mümeyyiz çocuğun yolculuğa niyeti geçerli olup, namazını kısaltarak kılabilir. Yolculukta bulunan kimse tabi olduğu kimsenin nereye gideceğini ve niyetini bilmediği ve sorusuna da cevap alamadığı takdirde üç günlük mesafeye kadar namazlarını tam kılar, ondan sonra kısaltmaya başlar. İslâm devlet başkanı, sefere niyet etmeksizin ülkesi içinde bir süre dolaşacak olsa, namazlarını tam kılar; fakat, sefer süresi dolaşmaya niyet ederse, namazlarını kısaltır. Doğru olan budur. Mukîmin kazaya kalan namazları, yolculuğa çıkmasıyla ve yolcunun kazaya kalan namazları da ikamete niyet etmesiyle değişmez. Bu yüzden seferde iken kazaya kalan namazları ikişer rekat olarak kılar. Bir yolcu da ikâmet zamanında kazaya kalmış namazlarını dörder rekat olarak kılar. Mukîm, müsafire; müsafir de mukîme uyabilir. Burada müsafir iki rekatın sonunda selâm verince, mukîm kalkar -sağlam görüşe göre- kıraatta bulunmaksızın namazını tamamlar; yanılırsa secde de etmez. Çünkü, bu mukîm bir lâhik mesabesindedir (bk. "lahik" mad.). İmam olan müsafirin namazdan önce "Ben seferîyim, siz namazlarınızı tamamlayın" demesi müstehaptır. Yolcu ise ancak vakit içinde mukîme uyabilir. Bu durumda dört rekatlı bir farz namazını mukîm gibi tam olarak kılar. İmama vakit içinde uymakla farz namazı iki rekattan dört rekata dönüşmüş olur. "İbn Abbas "Seferî'nin durumuna ne dersiniz? Yalnız başına kılınca iki rekat, mukîm olarak dört rekat kılıyor" sorusuna; "Bunu yapmak sünnettir" cevabını vermiştir" (ez-Zühayli, a.g.e., II, 335). Nâfi' şöyle demiştir: "İbn Ömer seferî olduğu zaman imamla birlikte kılınca dört rekat kılar; yalnız başına kıldığı zaman ise iki rekat kılardı" (ez-Zühayli, a.g.e., II, 335). Bir kimse müsafir iken kazaya kalan dört rekatlı bir namazında mukîm imama uyamaz. Çünkü bu namaz daha önceden iki rekat olarak meydana gelmiştir. Yolculuk veya yağmur, kar gibi bir mazeretle iki namazı bir vakitte kılmak caiz değildir. Yalnız Arafat'ta öğle ile ikindi, Müzdelife'de akşam ile yatsı namazlarını birleştirip cemaatle kılmak caiz görülmüştür (bk. "Namazın Vakitleri"). Hanefîler dışında üç mezhep imamına göre bir mazeret bulununca öğle ve ikindi veya akşam ile yatsı namazlarını takdim veya tehir şekliyle bir vakitte birleştirmek caizdir. Meselâ; öğle namazı ile ikindi namazı öğle vaktinde kılınabileceği gibi, ikindi vaktinde akşam ile yatsı birleştirilerek iki vakitten birinde yani takdim veya te'hirle kılınabilir. Hanefîlerin dışında kalan alimler takdim ve te'hir'in caiz olduğu kanaatindedirler. Ancak bunun da bazı şartları vardır. Her zaman geçerli değildir. Mukîm iken kazaya kalan namazlar, yolculuğa çıkmakla veya yolcu iken kazaya kalan namazlar mukîm olmakla değişikliğe uğramaz. Bu yüzden yolculukta kazaya kalan dört rekatlı namazlar, ister yolculuk sırasında isterse mukîm iken kaza edilsin, kısaltılarak kılınır. Mukîm iken kazaya kalan namazlar da yolculuk halinde kaza edilecekse tam olarak kılınır. Yolculuğun Sona Ermesi: Aslî vatana dönüp gelmekle yolculuk hali sona erer. Burada oturmaya niyet edilip edilmemesi sonucu değiştirmez. İkâmet vatanına dönüşte ise, oturmaya niyet gereklidir. Vatan üçe ayrılır. 1. Aslî vatan: Bir kimsenin doğup büyüdüğü veya evlenip içinde yaşamak istediği veya içinde barınmayı kasd edip, başka yeri vatan edinmek istemediği yere "aslî vatan" denir. 2. İkâmet vatanı: Bir kimsenin doğup büyüdüğü, evlenip içinde sürekli yerleşmeye karar verdiği bir yer niteliğinde olmaksızın, yalnız içinde on beş günden fazla kalmak üzere yerleştiği yere de "ikâmet vatanı (vatan-ı ikâmet)" denir. Askerlik, öğrencilik, işçilik veya memurluk gibi hizmetler sebebiyle sürekli bir şekilde yerleşilmeyen beldeler on beş günden fazla kalmaya niyet edilmesi yüzünden "ikâmet vatanı" niteliğindedir. 3. Süknâ vatanı: Bir yolcunun, içinde on beş günden az oturmak istediği yer de kendisinin bir vatan-ı süknâsı olur. Bu sonuncuya itibar edilmez. Bununla ne aslî vatan ve ne de ikâmet vatanı değişmez. Böyle bir yolcu, hem yolculuk sırasında hem de on beş günden az kaldığı bu süre içinde "seferî" sayılır; Aslî veya ikâmet vatanlarına olan yolculukta ise yalnız yolculuk sırasında seferî hükümleri uygulanır. Bu vatanlara ulaşan kimse, orada "mukîm" sayılır. Seferîlik konusunda bu vatanlar kendi misli ile veya üstü ile bozulur, aşağısı ile bozulmaz. Bu yüzden insanın asıl vatanı olan yer, diğer ikâmet ve süknâ vatanları ile bozulmaz. Yani vatan-ı ikâmette bulunan kimse vatan-ı aslîye dönmekle müsafir olmaz. İnsan doğup yerleştiği veya karısının yerleştiği yere varınca seferî olmaz. Sadece gideceği bu yer seferi olacak kadar uzak ise yolculuk sırasında seferî olur, fakat oraya varınca seferîliği kalkar. Bir kimse yerleştiği yerden, yine sürekli olarak yerleşmek amacıyla başka bir yere giderse, gittiği yer vatan-ı aslîsi olur; birinci vatanı vatan-ı aslî olmaktan çıkar. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.s) Mekke'ye gittiklerinde kendisini müsafir saymış ve "Biz seferîyiz" buyurmuştur (eş-Şevkânî, a.g.e., III, 270). Vatan-ı aslî, vatan-ı ikâmetle bozulmaz. Doğduğu veya karısının bulunduğu yerden öğrencilik, askerlik, işçilik gibi bir amaçla on beş günden az kalmak üzere başka bir yere giden bir kimsenin önceki aslî vatanı nitelik değiştirmez. Oraya dönünce üç gün bile kalacak olsa seferî sayılmaz. Çünkü vatan-ı ikâmet, vatan-ı aslîyi bozmaz. Bir kimse bir şehirde otururken ailesini nakletmeden başka bir şehirde de evlense, her iki şehir kendisi için asıl vatan olur. Hangisine gitse mukîm sayılır. Vatan-ı ikâmet ise, başka bir vatan-ı ikâmete gitmek veya oradan ayrılıp yolculuğa çıkmak yahut aslî vatana dönmekle bozulur. Yani vatan-ı ikâmetten ayrılan kimse, yeniden buraya döndüğünde on beş günden az kalacaksa seferî sayılır. On beş günden az kalınacak yer olan vatan-ı süknanın bir önemi yoktur. Kişi orada seferî sayılır. Bu vatan, diğer vatan çeşitlerini değiştirmez. Kişi onbeş günden kısa süren ve seferi olacak kadar uzağa yaptığı tüm yolculuklarında, şehrin yerleşim alanları dışına çıktığı andan itibaren ve gittiği yerde seferî sayılır. Bu durum geri dönünceye kadar devam eder. Cemaatle namâzda mukîm müsafire uymuşsa, müsafir iki rekat kılınca selâm verir, mukim selâm vermeyip namazı dörde tamamlar. Namazı dörde tamâmlarken hiç bir şey okumaz; çünkü namazın baş tarafını imamla kılmış ve farz kıraat yerine gelmiştir (İbnül-Hümam, I, 405; İbn Âbidîn, I, 733 vd.; Zeylaî, et-Tebyîn, I, 215). [/I][/B] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Tasavvuf
Ehli Sünnet Tarikat ve Cemaatler
Hanifi İlmihali..
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst