Halifenin asıl vazifesi ve 5. Halife

yozgati

Well-known member
Risâle-i Nur’un “CEVŞEN-ÜL KEBİR”den ve “CELCELÛTİYE”den aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakâik-ı îmaniye noktasında “Hazret-i Hasan” Radıyallahü Anhın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazariyle bakabiliriz.
Emirdağ Lahikası 126

Bu metne baktığımızda şu mektubu izah eder. işte metin budur:

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!

Evvelâ: “Nur’un ehemmiyetli ve çok hayırlı bir şâkirdi, çokların nâmına benden sordu ki: Nurun hâlis ve ehemmiyetli bir kısım şâkirdleri, pek musırrane olarak âhirzamanda gelen Âl-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiğin halde onlar ısrar ediyorlar. Sen de bu kadar musırrane onların fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onların elinde bir hakîkat ve kat’i bir hüccet var ve sen de bir hikmet ve hakîkata binaen onlara muvafakat etmiyorsun. Bu ise bir tezaddır, herhalde hallini istiyoruz.”

Ben de bu zatın temsil ettiği çok mesaillere cevaben derim ki: O has Nurcuların ellerinde bir hakîkat var. Fakat iki cihette bir tâbir ve te’vil lâzım:

Birincisi: Çok def’a mektublarımda işaret ettiğim gibi, Mehdi-i Âl-i Resulün temsil ettiği kudsi cemâatinin şahs-ı ma’nevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemâati yapacağını rahmet-i İlâhîyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:

Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu beşer içine intişar etmesiyle, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda îmanı kurtarmaktır. Ehl-i îmanı dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem her şeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdinin o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor.


Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve ma’nevî ordusu, yalnız ihlâs ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şâkirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, ma’nen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.

İkinci Vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvaniyle şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddi ve ma’nevî tehlikelerden ve gadab-ı İlâhîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.

Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta’tile uğramasiyle o zat, bütün ehl-i îmanın ma’nevî yardımlariyle ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmağa çalışır.

Şimdi hakîkat-ı hal böyle olduğu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleği olan îmanı kurtarmak ve îmanı, tahkikî bir sûrette umuma ders vermek, hattâ avamın da îmanını tahkikî yapmak vazifesi ise, ma’nen ve hakîkaten hidayet edici, irşad edici ma’nasının tam sarahatını ifade ettiği için, Nur şâkirdleri bu vazifeyi tamamiyle Risâle-i Nur’da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecededir diye, Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsini haklı olarak bir nevi Mehdi telakki ediyorlar. O şahs-ı ma’nevînin de bir mümessili, Nur şâkirdlerinin tesanüdünden gelen bir şahs-ı ma’nevîsi ve o şahs-ı manevîde bir nevi mümessili olan biçâre tercümanını zannettiklerinden, ba’zan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu bir iltibas ve bir sehivdir, fakat onlar onda mes’ul değiller. Çünkü ziyâde hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyâde hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur Talebelerinin kemâl-i itikadlarının bir tereşşuhu gördüğümden onlara çok ilişmezdim. Hattâ eski evliyâların bir kısmı, kerâmet-i gaybiyelerinde Risâle-i Nur’u aynı o âhirzamanın hidayet edicisi olduğu diye keşifleri, bu tahkikat ile tevili anlaşılır.
Emirdağ Lahikası 340
 
Üst