Hadis Sohbetleri 59:Münafık´lığın belirtisi üçtür

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Münafıkların Özellikleri


İnsanlar inançları bakımından üç gruba ayrılmıştır: Mü’min, Kâfir ve Münafık. Mümin, Allah'a, Hz. Peygamber'e ve O'nun haber verdiği şeylere yürekten inanıp, kabul ve tasdik eden kimseye denir. Kâfir, İslâm dininin temel prensiplerine inanmayan, Hz. Peygamber'in yüce Allah'tan getirdiği kesin olan ve tevâtür yoluyla bize kadar ulaşmış bulunan esaslardan (zarûrât-ı dîniyye) bir veya birkaçını yahut da tamamını inkâr eden kimseye denir.

Hak dine inanlarla bunu açıkça inkâr edenlerden sonra üçüncü bir inanç ve davranış grubu vardır. Bu gurupta bulunanlar Allah'ın birliğini, Hz. Muhammed'in peygamberliğini ve onun, Allah'tan getirdiklerini kabul ettiklerini söyleyerek, Müslümanlar gibi yaşadıkları halde, kalpten inanmayan kimselerdir ki, bunlara münafık denir. Münafıkların içi başka dışı başkadır.[1]Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerim’in ikinci suresi Bakara suresinin ilk ayetlerinde bu üç grubun özellikleri belirtilmiştir. Müminlerin özellikleri bizlere şöyle bildirilmiştir.
“Elif Lâm Mîm, Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar. İşte onlar Rab’lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa erenler de işte onlardır.”[2]Kâfirlere gelince onlar ise şu şekilde anlatılmaktadır.
إِ
“Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.”[3]Kur’an-ı Kerim’de ve Sevgili Peygamberimizin hadis-i şerifler ışığında münafıkların özelliklerini üç ana başlıkta incelemeye çalışacağız.1. Münafıkların itikatları (inançları) bozuktur: Münafık, kaybolmak, eksilmek, geçmek ve tükenmek anlamında “n-f-k” kökünden türemiştir. Din ıstılahında ise, kalbi ile inanmadığı halde inkarını saklayıp, dili ile inandığını söyleyerek mümin görünen kimseye denir. Yapmış olduğu bu davranış şekline ise nifak denir.[4]Münafıkların en önemli özelliği itikatta yanlış inançta olmalarıdır. Çünkü inanç bakımından münafıkların en belirgin özelliği inanmadıkları halde inanmış gözükmeleridir. Kuran-ı Kerim’de münafıkların özellikleri arasında ilk zikredilen husus budur.


“İnsanlardan, inanmadıkları halde, “Allah’a ve ahiret gününe inandık” diyenler de vardır. Bunlar Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır. Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir. Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz” derler. Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir. İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır.”[5] Bu âyetlerin Medine ve civarındaki birtakım münafıklar hakkında inmiş olmasında fikir birliği vardır. Rivayet edildiğine göre bunlar Evs ve Hazrec kabilelerine mensup bazı kimselerle, onlarla birlikte olanlardır ki, başkanları Abdullah b. Übeyy b. Selûl'dür.[6]
Münafıklar Allah’a ve Resülullaha inanmış değillerdir. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir.

“(Münâfıklar), “Allah’a ve peygambere inandık ve itaat ettik” derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir.”[7] Münafıklar Allah’a ve Resulüne inanmadıkları gibi müminlerle de dostlukta bulunmazlar ve ayrıca kâfirlerle de dost oldukları halde onlarla beraber gözükmemeye özen gösterirler. Yani iki grup arasında gidip gelirler. Allah-u Teala Kutsal Kitabımızda şöyle buyurmaktadır.

“Onlar küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (Mü’minlere) ne de şunlara (kafirlere) bağlanırlar. Allah kimi saptırırsa ona asla bir çıkar yol bulamazsın.”[8] Bu sebeple İtikadi anlamda münafıklığın sonucu Allah’ın azabıdır. Yüce Rabbimiz birçok ayette şöyle Münafıklar için ahiret azabını bildirmektedir. Birkaç ayet zikredersek;

“Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara hiçbir yardımcı da bulamazsın.”[9] Bir başka ayette mealen şöyle buyrulmaktadır. “Allah, erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşini vadetti. O, onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır.”[10]2. Münafıkların ibadet anlayışları bozuktur:Münafıkların bir başka özelliği ise, inanmadıkları şeyleri yerine getirdiklerinden dolayı ibadetleri zoraki yaparlar. Yapmış olduğu ibadetleri Allah’ın rızasını kazanmak için değil de insanlara gösteriş için yerine getirirler. Bu ise makbul olan bir davranış şekli değildir. Yüce Rabbimiz bu hususu bizlere şöyle bildirmektedir.

“Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.”[11]3. Münafıkların ahlaki özellikleri bozuktur: Münafıklar yalancıdırlar, yeminlerini her zaman kendilerine kalkan edinirler, insanları Allah yolunda olmalarını engellerler, gösterişlidirler ve sözlerini hep süslü göstermeye çalışırlar. Kur’an-ı Kerim’de “Münafikun” diye münafıkların hayat tarzlarını ortaya koyan müstakil bir süre vardır. Bu sürenin ilk ayetlerinde Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır.
“(Ey Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, “Senin, elbette Allah’ın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz” derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. (Fakat) Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder. Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allah’ın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür! ... Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar! O münafıklara, “Gelin, Allah’ın Resülü sizin için bağışlama dilesin” denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün. ... Onlar, “Allah Resûlü’nün yanında bulunanlara (muhacirlere) bir şey vermeyin ki dağılıp gitsinler” diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Fakat münafıklar (bunu) anlamazlar.”[12]Münafıklar kötülüğün yayılmasını arzu ederler ve bunun için çalışmalarda bulunurlar, iyiliğin yayılmasına ise engel olurlar. Ayrıca cimridirler. Hayır yolunda harcama yapmadıkları gibi hayrada teşvikçi olmazlar. Kur’an-ı Kerim bu hususa şöyle işaret etmektedir.

“ Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir). Kötülüğü emredip, iyiliği yasaklarlar, ellerini de sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular; Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar, fasıkların ta kendileridir.”[13]Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde münafıkların alametlerini şöyle ifade etmektedir.

“Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”[14]Bu hadiste sayılan üç alâmetten birincisi, yani yalan söylemek, sözün bozuk olmasına; ikincisi yani va’dinden dönmek, niyetin bozukluğuna; üçüncüsü olan hıyanet de fiilin, davranışın bozukluğuna delâlet eder. Bu alâmetler, bazen gerçekten Müslüman olan birinde bulunabilir. O takdirde o kimseyi küfürle veya münafıklıkla mı itham edeceğiz? Halbuki bir Müslüman’ın kâfir veya münafık olduğuna hükmetmenin câiz olmadığı, hatta bunun haram olduğu konusunda ümmetin icmâı vardır. İmam Nevevî, kendisinde bu nitelikler bulunan Müslüman’ın münafığa benzediğini ve münafıkların ahlâkıyla ahlâklandığı fakat kâfir ya da münafık olmadığını söyler.[15]

Sevgili Peygamberimiz münafıkların hayatında alışkanlık haline getirdikleri bu özellikleri müminlerin hayatlarından uzaklaştırmak ve sakındırmak istemektedir.
Sonuç itibariyle Münafıklardan kasıt Allah’a ve Resulüne ve onların getirdiklerine inanmadıkları halde inanmış gözüken insanlardır. Bu insanların inanç yapıları bozuk olmasından dolayı ibadet ve ahlak yapıları bozuktur. İtikadi anlamda inanmadığı halde inanmış gözükenlerin durumu dünyada ve ahirette hüsranlıktır. Ameli anlamda ve ahlaki anlamda Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde zikredilen münafıklarda bulunan davranış şekilleri inanan mümin kullarda da olması mümkündür. Bu davranış şekilleri kişiyi dinden çıkarıcı unsurlar değildir. Böyle davranış şekillerinde bulunanlara münafık denilmemelidir. Bize düşen görev, ameli ve ahlaki anlamda münafıklığın alametleri olan özelliklerden kaçınmak olmalıdır. Yüce Rabbim imanımızı kâmil eylesin, amelimizi Salih ve makbul eylesin, ahlaken en güzel davranış şekillerini hayatımıza aktarmayı nasip etsin.Cumanız mübarek olsun. Allah’a emanet olun.
Ahmet ÜNAL
Vaiz

[1] TDV. İslam İlmihali, c.1, s.77

[2] Bakara, 2/ 1-5

[3] Bakara, 2/6-7

[4] Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB. Yayınları, s.496

[5] Bakara, 2/8-16

[6] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili c.1,

[7] Nur, 24/47

[8] Nisa, 4/143

[9] Nisa, 4/145

[10] Tevbe, 9/68

[11] Nisa, 4/142

[12] Münafıkun, 63/1-7

[13] Tevbe, 9/67

[14] Buhârî, Îmân 24

[15] Riyazü’s-Salihin, Tercüme ve Şerhi, c.2, s.113
 

pendüender

Well-known member
Yalan söylemek; kişiyi her tür sapıklığa sürükleyebilen bir davranış biçimidir.

Başta küçük ve zararsız görünen suya okunan bu sözler aslında kişinin ruhunu içten içe eritir ve kalbini karartır.

Ve unutmamaldır ki yapılan her zararlı davranışın küçüğü büyüğü olmaz..

Yukarıdaki Hadis-i Şerifimize bakacak olursak aslında son iki davranışın temelidir yalan.

Çünkü yalan konuşan insan karşısındakine söz vermiş ve tutmamış yalan konuşmuştur.

Güvenilir sanılıp emanet bırakılmıştr,hıyanet etmiştir.güvenilir sanılmasının da nedeni söyledikleridir elbet yine..

Allah cc bizi bu tür günahların zararından korusun ..Amin
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Münafıklık

Sual: Münafık kime nedir? Münafıklığın alametleri nelerdir? Münafıklık alameti bulunan münafık mıdır?
CEVAP
Müslüman olmadığı halde, müslümanları aldatmak için müslüman görünen kimselere münafık denir. Münafıklığın bazı alametleri vardır. Bu alametlerin biri bir kimsede bulunsa, o kimseye münafık denmez, onda münafıklık alametleri var denir. Mesela yalan söylemek münafıklık alametidir. Bir kimse, yalan söylese münafık olmaz. Münafıkların işlediği bir işi işlemiş olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Münafığın üç alameti vardır: Yalan söyler, sözünde durmaz ve emanete hıyanet eder.) [Buhari]

Birine mal, söz veya sır emanet edilse, o kimse de bu söz veya sırrı başkalarına söylese, yahut emanet edilen mala zarar verse, çalsa, yani hıyanet etse, bu işler münafıklık olur. (Berika)

Münafıkın alametlerini bildiren hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Müminin hastalığı günahlarına kefaret olur. İyileşince bundan ibret alır. Münafık ise, bağlanıp sonra salıverilen deveye benzer. Deve, niçin bağlandığını ve niçin salındığını bilmediği gibi, münafık da, hasta olup iyileşince, bundan ibret almaz.) [Ebu Davud]

(Münafıklar Kur'anı öğrenirler, ilim ehliyle mücadele ederler.)
[Taberani]

(Münafıklar ikindi namazını akşama doğru kılarlar.) [Hakim]

(Münafıklarla bizim aramızdaki eman namazdır.)
[Hakim]

(Namaz aşikâre oldu, kabul ettiler [öyle göründüler] Zekat gizli oldu vermediler.) [Bezzar]

(Yatsı ve sabah namazına münafık devam edemez.) [Hakim]

(Bizimle münafıkları ayıran alamet, yatsı ile sabah namazını cemaatle kılmaktır. Münafıklar, yatsı ve sabah namazına devam edemez.)
[Beyheki]

Yatsı ile sabah namazını cemaatle kılmamak münafıklık alametidir. Nasıl ki, yalan söylemek münafıklık alameti ise, cemaate gelmemek de münafıklık alametidir. Bu demek, cemaate gelmeyen münafık demek değildir. Kendisinde münafıklık alametinden bir alamet var demektir.

Verdiği sözde durmamak da münafıklık alametidir. Sözünde durmayana münafık denmez. Fakat münafıklık alametinden birini işlemiş olur. Bu konudaki hadis-i şeriflerin mealleri de şöyle:
(Yatsı ile sabah namazını cemaatle kılmak, münafıklara çok ağır gelir. Eğer bundaki ecri bilselerdi, sürünerek de olsa, cemaate gelirlerdi. Namaza gelmeyenlerin evlerini yakmak istedim.) [Buhari]

(Kadın ve çocuklar olmasaydı, cemaate gelmeyen erkeklerin evinin yakılmasını emrederdim.)
[İ. Ahmed, İbni Mace]

(Yemin ederim ki,
[sabah namazı için, mazereti dışında] cemaate iştirak etmeyenlerin evlerini yakılmasını emredeyim diye hatırımdan geçti.) [Müslim]

Fıkıh kitaplarında cemaate gitmemeyi mubah kılan mazeretler vardır. Böyle bir mazereti olmadan cemaate gitmemek caiz değildir. Bunlar kendilerinde münafıklık alameti bulunan kimselerdir. Böyle kimselerden olmamaya dikkat etmeliyiz!

İbni Hacerhazretleri buyurdu ki:
Nifak,yani münafıklık, zahirin batına uymaması demektir. Sözü, özüne uymaz. İtikad edilecek şeylerde münafıklık yapmak küfürdür. İşlerinde ve sözlerinde münafıklık yapmak, haram olur. İtikadda, imanda münafıklık, diğer küfürlerden daha fenadır. İfa etmek, yerine getirmek niyetiyle söz vermek caizdir, hatta sevaptır. Böyle vaadi ifa etmek vacip değildir, müstehaptır. İfa etmemek tenzihen mekruh olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, yapmak niyeti ile verdiği sözü tutamazsa günah olmaz.) [Tirmizi]

Hanefi ve Şafii’de, ahdi bozmak da, özürsüz mekruh, özürlü caizdir. Fakat bozacağını önceden haber vermek vaciptir. Hanbeli’de vaade vefa vaciptir. Yerine getirmemek haram olur. Yapması dört mezhepte de sahih olan bir şeyi yapmak takva olur. (İslam Ahlakı)

Bir müslüman, yabancı bir diyarda, dinsizlerin arasında kalıp, namazlarını gizli kılsa, zaruretlerden dolayı mümkün mertebe Müslümanlığını gizlese, bu kimseye münafık denmez. Buna müdara denir. Müdara,dini zarardan kurtarmak için dünya menfaatinden vermek, insanlarla iyi geçinmektir. Hadis-i şeriflerde (Allahü teâlâ, farzları yapmamı emrettiği gibi, müdara etmemi de emretti) ve (Müdara sadakadır) buyuruldu. [Deylemi]

Müdaranın zıddı, müdahenedir, dünyalık ele geçirmek için dinden taviz vermektir, haramdır. Hadis-i şerifte (Gücü yettiği halde günah işleyene müdahene edip, nehy-i münkeri terk eden, kabrinden maymun ve domuz şeklinde kalkar) buyuruldu. (Şir’a)

Cemaat ve münafıklık
Sual:
Söz taşıyanın, gıybet edenin, Cehennemlik, cemaate gelmeyenin münafık olduğu, evlenmeyenin bu ümmetten olmadığı gibi hadislerin açıklaması nasıldır?
CEVAP
Hadis-i şerifleri açıklamaları ile yazmak gerekir. (Söz taşıyan Cennete girmez) demek, günahının cezasını çekmeden, yahut affa, şefaate kavuşmadan giremez demektir. (Gıybet eden Cehennemlik) demek, sevapları günahlarından az olursa, gıybet Cehenneme götürür demektir. Gıybet edenin sevapları, gıybet edilenin defterine yazılır. (Evlenmeyen benden değildir) demek, benim sünnetime uymamış olur demektir.

Yine hadis-i şerifte, müminin her günahı yapabileceği, üç şeyi yapamayacağı, bunlardan birinin de yalan olduğu bildirilmiştir. Hadis-i şeriften zahire göre, yalan söyleyenin mümin olmadığı anlaşılır. Kâmil mümin değil demektir. Ayrıca yalanın münafıklık alameti olduğu bildirilmiştir. Yalan söyleyen münafık değildir, fakat münafıklık alametinden birini işlemiş olur.

[Münafık kelimesinin iki manası vardır. Birinci manası kâfir demektir. İkinci manası, dışı içine uymayan, iki yüzlü demektir. Bu manadaki münafık kâfir değildir.]

Cemaate gelmemek de münafıklık alametidir. Cemaat sünnetine önem verdiği halde gelmezse, münafık olmaz. Sünnete önem vermezse, zaten müslüman olmaz.

Hadis-i şeriflerdeki (Şu günahı işleyen Cennete giremez, Cehennemliktir, mümin değildir, münafıktır) demek (O günahtan tevbe edilmemişse, af veya şefaate uğramamışsa, günahının cezasını çekmeden Cennete giremez. demektir. Çünkü günah ile, imansızlık ayrı şeylerdir. Günah ne kadar büyük olursa olsun, o günahı işleyen kâfir olmaz. Fakat hangi günah olursa olsun, günaha devam edenin kalbi kararır, küfre doğru yol alır. Onun için günahlar çok tehlikelidir.

Sual: Allah’a inanıyor, namaz kılıyorum. Fakat çok günah işliyorum. Ben münafık mıyım?
CEVAP
Allahü teâlâya inanan mümindir. Kimse zorlamadan namaz kıldığınıza göre, münafık olmanız mümkün değildir.

Yalan söylemek, emanete hıyanet etmek ve verdiği sözde durmamak münafıklık alametidir. Fakat bu günahları işleyene münafık denmez.

Münafık, inanmadığı halde, herhangi bir dünya menfaati için inanmış gibi görünen kimsedir. Eshab-ı kiramı seven de münafık olamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin sevgisi [radıyallahü anhüm] bir münafığın kalbinde toplanmaz.) [Taberani]

(Ensarı ancak mümin sever. Ancak onlara münafık buğzeder.)
[Buhari]

Sözün kısası, Allahü teâlâya ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselama inanan kimse mümindir. Çok günah işlese de münafık değildir.

 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
SÜNNETE GÖRE MÜNAFIKLARIN ALAMETLERİ

Allahu Teâlâ’ya layıkıyla hamd; Resulü Efendimiz Muhammed’e, O’nun pak âline, mücahid ashabına ve onlara tabi olanlara salât ve selam olsun.
Geçen yazımızda münafıkların alametleriyle ilgili bazı ayet-i celileleri tefsir ve izah etmeye çalışmıştık. Bu sayıda da bu hususta bazı hadisleri şerh ve izah etmeye çalışacağız inşallah. Şöyle ki:

1- “Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman yerine getirmez ve ona güvenildiği zaman hıyanet eder” (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai / Camius-Sağir, İmam Suyuti, H No:25)
Müslim rivayetine göre şu ek de vardır:

“Oruç tutup, namaz kılar ve Müslüman olduğunu iddia etse bile”(Cem’ul Fevaid: H. No:8099)

Bazı âlimlerin dediği gibi, münafık kelimesinden amaç, hadiste geçen alametleri ahlak ve adet haline getirendir. Çünkü nadir de olsa birçok Müslüman da bu hatalara düşmektedir. Diğer bazı âlimlere göre de amaç “ameli münafıktır”; ancak İmam Müslim’in rivayetindeki “Oruç da tutsa, namaz da kılsa ve Müslüman olduğunu da iddia etse bile” ek,i büyük bir tehdit oluşturmaktadır.


2- “Kimde dört vasıf bulunursa halis münafık olur. O dört şeyden biri kendisinde bulunan kişi ise onu terk edinceye kadar münafıklıktan bir haslet bulunur. Bunlar: Kendisine bir emanet bırakıldığı zaman ihanet eder; konuştuğunda yalan konuşur, anlaştığı zaman sözünde durmayıp bozar. Bir kimseyle çekiştiği zaman aşırı giderek karşısındakinden fazla kötülük yapar”(Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai/Cem’ül Fevaid, H No: 8097)

Önceki hadis için verdiğimiz izahat bu hadis için de geçerlidir, (Konu uzamasın diye fazla izahata yer vermek istemiyoruz) Bu hadisteki “Kimde dört vasıf bulunursa o halis münafık olur” cümlesi “münafık” kelimesindeki amacı daha fazla netleştirmektedir. Onun için biz hadiste sayılan bu nifak alamet ve vasıflarından küfürden uzak durduğumuz gibi uzak durmalıyız. Bu alamet ve vasıflar kimde ahlak ve adet halini almışsa ona karşı nihayet derecede temkinli, tedbirli ve mesafeli olmalıyız,

3- “Münafıkların kendilerini ele veren alametleri vardır: Selamları lanettir, yemekleri gasp ve yağmadır, Ganimetleri hile ile kazançtır, Mescitlere aralıklı yaklaşırlar. Camide kılınan namazın sonuna ancak yetişebilirler, Kibirlidirler. Ne sevilirler ne de severler. Gece odun gibi sessiz, gündüz gürültücüdürler”(İmam Ahmed ve Bezzar/Cem’ul Fevaid, H No: 8110)

Müminler; etrafındaki insanlara selamı dağıttıkları ve yaydıkları gibi münafıklar da laneti dağıtıp yayıyorlar “Selam olsun!” yerine hep “lanet olsun!” demeyi adet edinmişler.
Müminler, hep nazik, edepli ve düşünce ürünü olan kelimeleri sarf ederler. Böylece şeytanın ondan yanlış bir mana çıkartıp muhatabın kalbine vesvese vermesine mahal bırakmazlar; şeytana arayı bozma fırsatı vermemeye çalışırlar.
Münafıklar, muhatabın kalbine dikkat etmezler, vurdumduymazdırlar, hatta çoğu zaman bilinçli olarak böyle davranırlar,,
Müminler; yediği lokmayı titizlikle helalden seçer, Ateşten kaçtığı gibi haram rızıktan kaçar. Münafıklar ise helale, harama dikkat etmeden gasp ve yağmayla ellerine geçirdikleri her şeyi mideye indirirler. Yarın bu haram lokmaların başlarına neler getireceğini düşünmezler, gaspçıdırlar. Gasp ise şer’i ölçüleri dikkate almadan elde edilen maldır. Tabii gasp haramdır; her haram da ateştir.

Müminler, mazeretleri olmadığı müddetçe camiye düzenli bir şekilde giderler; çünkü onları camiye sevk eden ilahi bir mes’uliyettir. Münafıklar ise mescide düzensiz, kötü niyetle kesik kesik giderler. Birkaç gün mescide gelir, sonra bırakır bir ay ve birkaç ay sonra gelirler; çünkü onları camiye iten bazen ihbar bazen de gösteriştir. “Millet ‘Bunlar din düşmanıdır.’ demesinler” diye camiye gelirlerMüminler mütevazı, alçak gönüllü, hiçbir menfaatin hesabını yapmadan sırf Allah rızası için, insanları sevdikleri için çevreleri tarafından sevilirler. Münafıklar ise kibirli, gururlu olduğu ve hep menfaate dayalı hesaplar yaptıkları için hiç kimseyi sevmezler, sadece kendi menfaatini severler. Etraflarından hep haddinden fazla saygı bekler ve hep onlardan bir şeyler kapmaya çalışırlar. Saygı göstermeyi değil saygı görmeyi, vermeyi değil hep almayı severler. Onun için de en yakın insanlar bile onları sevmez ve onlardan nefret ederler,

Müminler, Allah (cc)’ın katında makbul olan amelin ihlâsla yapılan amel olduğunu bildikleri için hep ihlâsı gaye yapmaktadırlar. Onun için de gizli amel ve ibadeti severler. İbadet ve amellerindeki ihlâsın zedelenmemesi için tenha zaman ve mekânlarda ibadet etmeye gayret ederler. Bunun için gecenin en tenha anını herkesin uykuda olduğu saatlerini seçerler. Münafıklar ise ihlâs umurlarında olmayıp ibadetlerini de sırf gösteriş için yaptıklarından geceleri odun gibi düşer ve sabaha kadar ses seda çıkarmadan uyurlar. Gündüzleri ise takvadan, amelden, ibadetlerden dem vurup vaiz ve abid kesilirler. Onları gören, zamanın en ihlâslı abidi ve vaizi zanneder,

4- “Bizimle münafıkların arasını ayıran alamet, bizim yatsı ve sabah cami cemaatinde bulunmamızdır. Onlar (münafıklar) buna güç yetiremezler”(Said bin Mansur ve Beyhaki / Camius Sağir, İmam Suyuti, H No: 26)
Hadisteki münafık kelimesinden amaç “ameli münafık” olabilir; ancak hadisin onlara mutlak olarak münafık demesinde onlara büyük bir tehdit vardır” (Feydü’l-Kadir-geçen hadisin şerhinde,,)


5- “Münafıklara ağır gelen namazlar, yatsı ve sabah namazlarıdır” (Buhari ve Müslim / Feydü’l-Kadir İmam Menavi, geçen hadisin şerhi(26))
Biz canlılık ve neşeyle bu namazlara katılmak için camiye gidebiliyoruz; fakat münafıklar bu canlılık ve kolaylıkla bunu yapamıyorlar. Zira iman sinmemiştir kalplerine. Bu namazlar onlara çok ağır gelmektedir. Hele bu vakitlerde camiye gitmek ve cemaate yetişmek onlara çok daha ağır gelmektedir, Nasıl ağır gelmez ki? Yatsı vakti, gündüzün bütün işlerinden sonra istirahat vakti ve sabah namazı vakti uykunun en tatlı olduğu saattir. Ancak Müminlerin köklü imanlarıyla Allahu Teâlâ’dan umdukları büyük sevap, ulvi derece, ebedi saadet ve cennetteki sayısız nimetler, onlara en ağır ve zor işleri de kolaylaştırmakta ve zevkle yaptırmaktadır. İnsan, gerçek manada sevdiği ve inandığı bir şeyin yolunda hiçbir zorluk ve eziyete aldırış etmemektedir. Gülü seven dikenlere; balı seven arılara; ücreti bekleyen hamal yükün ağırlığına; fani bir yare gönül kaptıranın yolun uzaklığına aldırış etmemesi gibi.

Evet, “Yâr-ı yâra” (Allah’u Teâlâ’ya) ve Muhammed Mustafa’ya gerçek manada gönül verenler, iman edenler; ne yatsı vaktindeki istirahata, ne sabah saatlerindeki tatlı uykuya ne cihad meydanındaki yara ve ölüme ne zindanlara ne de müebbet ve idamlara aldırış etmemektedirler. Tabi fani maşuklarla, geçici zevklerle, tablolardaki baharlarla, sanal dünyalarla ömür geçiren münafıklar bunu bilmezler. Müminlerin gerçek âleminden haberdar olmadıkları ve anlamadıkları için ona beş para vermezler ve bir dakikalık istirahatlarını bile bozmazlar; ancak ne zaman ki elektrik gitti, ekranlar karardı, sanal dünya son buldu, fani dilberler tatlı rüyadan uyanmakla fenaya göçtü, geçici zevkler ebedi azaplarla son buldu, gerçek âlemin rüzgârı cennetvari bahar tablolarını etrafa savurdu ve gerçekler dışında her şey görünmez oldu; işte o zaman münafıklar; caminin, namazın, cihadın, Allah (cc) için eziyet çekmenin ve zorluklara katlanmanın değerini anlayacaklar. Hayallerle ömür geçirirken ne kadar değerli gerçekleri kaybettiklerinin farkına iyice varacaklar. Ancak o zaman çok geç olacak ve hiçbir pişmanlık da fayda vermeyecek. Ne mutlu o kimseye ki daha fırsat kaçmadan elektrikler gitmeden, hayat sanal ekranlarını kapatıp gerçek hayata adım atana, geçici lezzetlerden el çekene ve ebedi saadeti için geçici zorluklara göğüs gererek yüzü ak olarak “Yâr-ı yâra” ve yaranlarıyla randevu noktasında buluşana!

6- “Münafık, iki sürü arasında kâh birine kâh öbürüne yanaşan şaşkın koyun gibidir”(Müslim ve Nesai/Cem’ul-Fevaid, h no:8101)

“Tibi (ra) bu hadisin şerhinde şu açıklamada bulunmuştur: ‘Münafık fahlı (koçu) arayan koyun gibidir. Nefsanî istek ve kötü amaçları peşinde koşar, sürekli istikrarsızdır. Bunun içindir ki Kur'an-ı Kerim’de de bu vasıfla vasıflanmışlardır.

“Onlar (münafıklar) küfürle iman arasında bocalayıp durmaktadırlar, Ne bu müminlere ne de şu kâfirlere bağlanırlar. Allah kimi saptırırsa sen artık ona bir yol bulamazsın.” (Nisa:143) (Feydu’l-Kadir geçen hadisin şerhinde,,)

Mümin, imanına ve akidesine göre yer alır, Münafık ise nefsanî isteklerine göre davranır. Nerde nefsanî istekleri tatmin olabiliyorsa o tarafa kayar. Müminler güçlü göründükleri ve galip geldikleri zaman, münafıklar onların yanında yer alır ve “biz sizdeniz” derler, Kâfirler güçlü görünüp galip olsalar hemen saf değiştirip “biz sizdeniz” derler,

Allahu Teâlâ da bu imtihan diyarında bu tip insanların gerçek yüzlerini ortaya çıkartmak, sonra da hak ettikleri cezayı onlara verdiği zaman hükmüne itiraz etmemeleri ve daha birçok sebebe ve hikmete binaen bazen Müslümanları ve bazen de kâfirleri galip getiriyor,

7- “Münafık, gözlerine hâkim olup istediği şekilde ağlayabiliyor”(Deylemi / Cami’us Sağir, İmam Suyuti H, No:9237)

Çünkü sürekli iki renklidirler, Bir görünen bir de görünmeyen renkleri vardır. Ortama göre renk değiştirirler. Rol icabı ağlamalarına şeytan yardım ediyor.
Malik bin Dinar (ra) diyor ki: “Ben Tevrat’ta gördüm: ‘Münafığın nifakı kemale erince gözlerine hâkim olabiliyor.’ Bundan dolayı hep deniliyor ki; ‘Kötü insanlar gözlerine hâkimdirler. (istedikleri gibi ağlayabiliyorlar)” (Feyd’ul - Kadir, geçen hadisin şerhinde)
8- “Kim ki kalbindeki Allah korkusundan daha fazlasını insanlara göstermeye çalışırsa o münafıktır.”(İbn-i Neccar / Cami’us Sağir h. no:8383)
Mümin tek yüzlüdür. Yaptığı amelin ücretini Allah (cc)’tan bekler. Hiçbir şeyin ondan gizli olmadığını bilir. Gösterişin ona hiçbir fayda kazandırmayacağını bildiği için ona ne ihtiyaç duyar ve ne de teşebbüs eder.
Münafık ise Allahu Teâlâ’dan gafil olduğu ve insanlardan ödül beklediği için kendini daha takvalı ve daha iyi göstermekle daha fazla kazanacağını düşünür. İnsanların gaybı bilmemelerinden ve zahire göre hüküm vermelerinden dolayı onları münafıklıkla kandırıp kendini onlara sevdireceğine inanır. Oysa durum hiç de öyle değildir. Kalpleri yönlendiren Allahu Teâlâ’dır. İstediği şekilde çevirip yönlendiriyor. Bazı insanlar vardır ki insan onları sevmek ister de bir türlü sevemez. Bazı insanlar da vardır ki insan onları sevmeden duramaz. Gerçek müminlerin düşmanları bile onları övdüğü ve istemeyerek de olsa onlara bir sevgi besledikleri halde, münafıkların en yakın dostlarının bile onlardan hoşlanmamaları ve kalben onlardan bir ağırlık hissetmeleri, nefret duymaları bunun en bariz delilidir.

9- “… Kadınlarınızın en kötüleri tesettürsüz olan ve mahremleri olmayan (yabancı) erkeklere görünenlerdir, Münafık kadınlar onlardır. Onlar -çok azı hariç- cennete giremezler” (Beyhaki/Cami’us Sağir/İmam Suyuti H, No: 4092)
Zerre miktar imanı olan kadınlar, Hz. Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın bu ağır yürek titretici tabirlerinden korkmalı, kendi hal ve hareketlerine dikkat etmeli ve bu tür davranışları olan kendine çeki düzen vermeli, helal ve haram çizgisini muhafaza etmelidir. Yoksa nifak ve münafıklık az bir günah değildir. Bakın Allahu Teâlâ onlara ne tür bir azabı hazırlamıştır:

“Allah, münafık erkeklere, münafık kadınlara ve kâfirlere içinde sürekli kalacakları cehennem ateşini söz vermiştir. Bu onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır.”(Tevbe: 68)
Ey aklı başında ve “Ben müslümanım” diyen kadınlar! Sizi yaratan Allahu Teâlâ’nın size verdiği vücut ve güzellikleri nefsanî davranıp düşüncesizce, kâfirlerin, zalimlerin ve fasıkların menfi emellerine alet etmeyin. Allahu Teâlâ’nın İslam’la size emrettiği tesettürü atarak yuvanızdan çıkmayın! İnci, kendi sadefinde veya korunma kutusunda kaldığı müddetçe değerlidir; sokaklara bırakılırsa değerini bilmeyen cahil ve çocukların eline düşer ve sıradan taşların seviyesine iner. Siz de yuva ve tesettürünüzde kaldığınız müddetçe değerlisiniz. Sokaklara Allah’ın yasakladığı bir şekilde inip kendinizi Allah (cc)’tan korkmaz fasık ellere teslim ederseniz, paçavraya dönüşürsünüz, kullanılıp atılırsınız; böylece dünyanız da mahvolur ahiretiniz de…

Yıllarca bazı pervasız kadınlar İslam düşmanlarının elinde en güçlü silah olmuşlar. Onlarla İslamı yıkıyor, Müslümanları mağlup ediyor ve vatanlarımızı işgal edip talan ediyorlar. Onlar yarın huzur-u Hak’ta bu vebalin altından nasıl çıkacaklar, nasıl Hz. Resulullah aleyhissalatu vesselam’dan şefaat dileyecekler? Daha ölüm gelip çatmadan, tövbe kapısı kapanmadan, bütün değerleri yağmalanmadan ve var olan ışıklar sönmeden kadınlar tesettür ve yuvalarına dönmelidirler. İzzetleri, şerefleri, kurtuluşları ve ebedi mutlulukları budur.

Birkaç dakikalık gaflet, birkaç günlük dünya zevki, ebedi hayatı, cennet gibi bir yurdu mahvetmeye ve cehennem gibi bir azaba girmeye değmiyor. Allahu Teâlâ size hidayet ve ebedi saadet versin.
Hâsılı zikrettiğimiz hadis-i şeriflerde bulunan münafıkların alamet ve özellikleri kimde varsa o, ya gerçekten münafıktır ya da münafıkça amel etmektedir. Kalp gizli olduğundan Müslüman, amele göre hüküm vermekle mükelleftir. Kalp Allah (cc)’a malumdur, O ona hükmeder. Mademki Hz. Resulullah aleyhissalatu vesselam münafıkların özelliklerini taşıyanlara “münafık” ismini takmıştır; öyleyse münafıklardan olmamak veya münafıklardan zarar görmemek için nifaki ahlaklardan korunarak sünnet-i seniyeye sığınmalıyız.
Allahu Teâlâ hepimizi nifak ve münafıklardan korusun! Amin!

M. Beşir VAROL
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.


Münafıkların reîsi Abdullah İbn-i Übey ve yardakçıları bir gün sokağa çıkmışlar, sahâbe-i kiramdan bir kaç zatın gelmekte olduklarını görmüşlerdi. İbn-i Übey yanındakilere “Bakınız, ben şu gelen budalaları başınızdan nasıl savacağım?” demiş ve yaklaştıkları zaman hemen Hazret-i Ebû Bekr’in elini tutup;

“Merhaba, Benî Temim kabîlesinin efendisi, şeyhül-islâm, mağarada Resûlullâh’ın arkadaşı, nefsini ve malını Resûlullâh’ın emrinde, cömertçe harcamış bulunan Hazret-i Sıddık” demiş.

Sonra Hz. Ömer’in elini tutmuş “Merhaba, Benî Adiy kabîlesinin efendisi, dininde kuvvetli, nefsini ve malını Resûlullâh’ın emrinde cömertçe harcamış bulunan Hazret-i Faruk” demiş.

Sonra Hz. Ali’nin elini tutmuş “Merhaba, Resûlullâh’ın amcazâdesi, damadı, Resûlullâh (s.a.v.)’den başka bütün Hâşim oğullarının efendisi” demiş.

Hz. Ali “Ey Abdullah! Allâh’dan kork, münafılık etme, çünkü münafıklar yaratılmışların en şerlisidir.” Deyince “Müsaade et, ey Ebû’l-Hasan, benim hakkımda böyle mi söylüyorsun? Vallahi bizim imanımız sizin imanınız gibi ve bizim tasdikimiz sizin tasdikiniz gibidir.” Demiş ve ayrılmışlar.

Abdullah İbn-i Übey arkadaşlarına “Nasıl yaptım, gördünüz ya? İşte siz de bunları görünce böyle yapınız” demiş. Onlar da “Sağol, sen bizim içimizde hayatta oldukça hep böyle hayırlı istifadeler ederiz” diye kendisini övmüşler.

Müslümanlar da Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e varıp haber vermişlerdi. Akabinde şu âyet nazil oldu: meâlen:

(O münafıklar) Bir de îman edenlerle karşılaştılar mı ‘âmennâ; (biz iman ettik)’ derler ve kendi şeytanlarıyla başbaşa kaldılar mı ‘emin olun’ derler, ‘Biz sizinle beraberiz, biz ancak Müslümanlarla alay edicileriz.’ (Bakara Sûresi, Âyet 14)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
MÜNAFIK SIFATI SADECE MÜNAFIKLARDA MI VAR?


Münafık kimdir?



Münafık, görünüşte Müslüman, gerçekte kâfir olandır.
Münafık, fitne ve fesatla insanların arasını açandır.
Münafık, ikiyüzlü yaşayandır; içi başka, dışı başkadır.
Münafığın sermayesi, yalandır.

Zamanla münafıkların yüzü çoğaldı. Hatta çağdaş münafıklar, yüzsüzleşti. Bu sebeple, rahmetli Mehmed Akif dedemiz şöyle der:

“Ben, ikiyüzlülere çok kızıyordum ama şimdi çok yüzlüleri görünce, onlara kızgınlığım azaldı.”

Rahmetli, günümüzün yüzsüzlerini görseydi, herhalde çok yüzlülere de kızgınlığını da azaltırdı.

“Ya Ben de Münafıksam!”

Sahabe-i Kiram, Tevhid hakikatinde tavizsiz ve sabitkadem olmak hususunda büyük bir hassasiyet göstermişlerdir. Bu çok ince dikkatlerine rağmen, yine de durumlarından emin olmamışlar, nifaka düşmekten hep ürpererek çekinmişlerdir.

Mesela, Hz. Hanzale, bir gün, hem yolda yürüyor, hem de, “Hanzale münafık oldu!” cümlesini tekrarlayıp duruyordu. Karşılaştığı Hz. Ebubekir (ra) niçin böyle söylediğini sorunca da, şu çok ibretli cevabı veriyor:

“Resulullah ile birlikte olduğum zamanki halimi, O’ndan ayrılınca koruyamıyorum. Huzurunda bambaşka oluyorum ama, O’ndan ayrılınca o hali kaybediyorum.” Hz. Ebubekir, Hanzale’yi ancak Efendimiz’e götürerek ikna edebilmişti.

Hz. Ömer’in (ra) hassasiyeti daha da derindi. Efendimiz (sa), Ashab’tan birine bir teselli ayrıcalığı sunmak amacıyla, daima gizli tuttuğu münafıkları bildirmişti. Hz. Ömer, o zata yalvar yakar şu inanılamaz soruyu sordu:

“Allah aşkına söyle, Resulullah (sa) münafıklar arasında benim adımı da saydı mı?”

Hz. Ömer ki, “Benden sonra peygamber gelecek olsaydı, o Ömer olurdu” iltifatına mazhar olmuş bir sultandı… Ama buna rağmen, adının münafıklar arasında geçebileceği endişesinden kendisini kurtaramamıştı.

“İbnu Ebi Müleyke anlatır: ‘Bedir Savaşı’na katılmış Sahabeden otuz kadarına yetiştim. Hepsi de, kendi hesabına nifaktan korkuyorlar ve dinlerinde fitneye düşmekten kendilerini emniyette hissetmiyorlardı.”

Zira, İslam’a göre münafık kafirden daha kötüdür ve onlar Cehennem’in en aşağı derekesindedir. (Nisa Suresi,145; Buhari, İman 36; İ. Canan; Kütüb-i Sitte,16.cilt, s.95,)

Zira, Sahabe arasından da münafıklar, dinden dönenler çıkmıştı. Onlar ki, Müslümanların en hayırlısıydılar. Onlar içinden birileri bile, bu hazin duruma düşebildiyse, sonrakilerin, hele de bizlerin durumu ne olacaktır? Bu müthiş gerçek karşısında, kim kendisini iman bakımından garantide görebilir?

Sinsi ve Riyakâr

Münafık, gizli kâfirdir. Sinsi inançsızlığı aldatıcıdır. Tabii ki önce kendini aldatır, sonra da çevresindekileri… Oysaki Yüce Allah, birdir, tektir, eşsiz ve benzersizdir. Bu sebeple ortak istemez. Buyurur ki, “Ben ortakların şirkten en müstağni olanıyım. Kim bir amel yapar da, buna benden başkasını ortak yaparsa, onu ortağıyla baş başa bırakırım.” (Müslim, Zühd 46, a.g.e.)

Bir hadis-i kudside de Rabbimiz şöyle buyurur: “Benim hiçbir ortağa ihtiyacım yok. Kim amelini sadece benim için yaparsa, o amel benim nazarımda makbuldür.”

İnsan niçin ameline başka maksatlar karıştırır? Ya bir çıkar peşindedir; ya da gösteriş hevesindedir. Allah için ibadet yapıyormuş gibi görünüp, başkası için gösteri yapan, riyakârdır, ikiyüzlüdür.

Efendimiz, bunlar için şöyle buyurur: “Kimin dünyada iki yüzü varsa, kıyamet günü, ateşten iki dili olacaktır.” (Ebu Davud, Edeb 39, a.g.e.)

Bunlar, dünyalık kazanmak için dini kullanırlar. Yani, fani bir çam parçası uğruna, baki bir elması feda ederek, inanılmaz bir akılsızlık yaparlar. Bu çeşit münafıklar, bazen ticarette, bazen de siyasette boy gösterirler.

Bunların günahı çok büyüktür. Çünkü Allah için yapılması gerekeni, başkaları için yaparlar. Oysaki Allah gayurdur; hiçbir şeyi ortak olarak kabul etmez. Zira her şey, zaten O’nun eseri ve sanatıdır. Dolayısıyla, kendisinin yarattıklarıyla karıştırılması, ya da eşitlenmesi Rabbimiz’in asla affetmediği bir suçtur.

Efendimiz Münafıkları İdare Etti

Efendimiz’in döneminde, münafıklar sürekli düşmanlığı, kini, kanı kışkırttılar. En zor zamanlarda, Müslümanları birbirine düşürmeye, Efendimiz’den soğutmaya uğraştılar. Sinsice yaptıkları bu faaliyetleri fark edildiği zaman, yeminler ederek yaptıklarını inkâr ettiler. Haklarında ayetler indi; foyalarını bizzat Rabbimiz açığa çıkardı.

Ancak onlar müslümaların içindeydi. Efendimiz’e “Ey Allah’ın Elçisi” diye hitap ediyorlardı. Mü’minlerle birlikte namaz kılıyorlardı. Bu sebeple Efendimiz onların hep zahiri hallerini dikkate aldı. Sabırla, müsamaha ile ve hep af ile muamele etti. Çok zarar verenlerini öldürmek isteyenlere de müsaade etmedi ve “Ben, Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor dedirtmem!” buyurdu.

Efendimiz’in bu husustaki ölçüsü çok açık ve kesindir: “Kim Allah’ı birlerse ve Allah’tan başka mabutları reddederse, Allah onun malını ve kanını haram kılar. (Samimi olup olmadığı) meselesi Allah’a aittir.” (Müslim, İman, 37, a.g.e.)

Bir defasında, Halid bin Velid (ra) Efendimiz’e şöyle dedi: “Diliyle söylediği kalbindekine hiç uymayan, fakat buna rağmen namaz kılan ne çok insan var!”

Güzeller Güzeli, Hz. Halid’e şu muhteşem cevabı verdi: “Ben, insanların kalplerini araştırmak ve karınlarını yarmakla emredilmedim.”

Efendimiz, Medine-i Münevvere’de münafıkları baskı altında tutmadı. Suçları zahir oldukça nasihat etti, tevbeye ve af dilemeye çağırdı.

Münafıkların reisi olan Abdullah ibnu Übeyy de bütün hile hurdasına rağmen Efendimiz’in müsamahasından yararlandı. Üstelik onunla bazı konularda istişare yaptı, fikrini aldı. Bir defasında, Müslümanlar artık dayanamaz hale gelip öldürülmesini gündeme getirdiler. Çok iyi bir Müslüman olan oğlu da, babasını öldürmek için Efendimiz’den izin ister. Çünkü onu başkası öldürürse iş kan davasına dönüşebilir diye düşünür. Ancak Efendimiz (sa) bu izni vermez. Gerekçesi çok ilginç ve ibretlidir:

“Hayır, biz onlara karşı daima hayırhah olacağız. O bizimle olduğu müddetçe, bizden sadece hüsn-ü kabul ve iyi muamele görecektir.”

Güzeller Güzeli, münafıklara karşı yumuşak ve müsamahalı davranarak, onların zararını azalttı. Ortaya çıkan yalanlarına bile ceza vermedi, onları tevbeye davet etti; afla karşıladı. Güzeller Güzeli, münafıklara bile acıdı ve onları kurtarmaya çalıştı. Herkese olduğu gibi, onlara da o engin gönlünü açtı. Böylece onların bütün kırıcı, yıkıcı ve entrikacı hallerine karşı muazzam bir sabır göstererek, kendi toplumunun içinde tuttu. Her şeye rağmen, onları cemaatinden koparmadı. Çünkü kopsalar, Mekkeli müşriklerin safına katılırlar ve düşman cepheyi açıktan destekleyip güçlendirirlerdi.

Resulullah (sa), münafıkların, etkili ve güçlü bir cemaat haline gelmelerini ihtiyatlı tedbirlerle önledi. Hatta bir fitne merkezi yapmak için yaptıkları mescidi yıktırdı. Böylece, faaliyetleri sınırlı kaldı. Reislerinin ölümünden sonra da, tamamen dağıldılar, eriyip kayboldular.



Münafıklaşmamak İçin…

Müslümanların içinde münafıklar hep vardı. Zor ve zayıf zamanlarda etkilerini artırıp, mü’minleri müşkil durumlara düşürdüler. Müslümanların saf, merhametli yüreklerinden ve bazen de cahilliklerinden yararlanarak çok zarar verdiler.

Ancak Müslümanlar, toplumlarındaki münafıklardan daha çok, kendi iç dünyalarındaki nifaktan zarar gördüler. Zira münafıklık, iman zayıflığından istifade ederek Müslüman’a sirayet eder. Bu suretle Müslüman’da münafıklık alametleri görülmeye başlanır.

Mesela, “Kendine itimat edilince, ihanet eder. Konuşunca, yalan söyler. Söz verir, sözünde durmaz.”

Resulullah (sa), şöyle buyurur: “Kimde bunlardan biri varsa, onu terk edinceye kadar, kendinde münafıklığa has bir haslet vardır.” Yani o Müslüman, münafıklara benzemiş olur. Nasıl bazı Müslümanlarda Müslüman olmayan sıfatlar bulunabilirse, başka din ve inanç irdeleyip, incelemeli ve inancına aykırı sıfatları ayıklayıp atmalıdır.

Ayrıca, bir Müslüman’da münafıklara mahsus sıfatları görünce, onu hemen inançsızlıkla itham etmemeli, o kötü huyundan kurtulmasına çalışmalı ve dua etmelidir. Bizzat kendisinde bu sıfatları fark eden de, hemen kurtulmak için harekete geçmelidir.

Allah İçin Münafığa Katlanmak

Müslüman, iman davasına hizmet için kâfire de, münafığa da sabırla katlanır, her eziyet ve işkenceye dayanır. Çünkü onun örneği, önderi, hakiki lideri Güzeller Güzeli’dir.

İşte o güzel insanlardan biri: Konyalı Hacı Veyiszade Mustafa Efendi…

Rahmetli Menderes, uzun bir aradan sonra İmam Hatip Okulları’nı açmış, milletin çocuklarına dinlerini öğrenme fırsatı vermiş. İlk açılan yedi okuldan biri de Konya’dadır. Bu mübarek âlim, hemen bu mektebe hoca olarak çağrılır. Tabii ki koşarak gider.

Ancak okulun müdürü, başka bir havadadır, adını koymak istemediğimiz bir yapıdadır. Bu Osmanlı hatırası âlime cephe alır, onu okulda görmek istemez. Bunun için de Hocaefendi’yi yıpratıp okuldan kaçırmaya çalışır.

Mesela, birinci dersini birinci kattaki bir sınıfa veriyorsa, ikinci dersini son kattaki bir sınıfa veriyor. Böylece Hocaefendi yorulsun da, dayanamayıp kaçsın ister. Ama Hocaefendi’yi yıldıramaz. O mübarek zat, nefes nefese de olsa derslerine yetişir ve asla şikâyet etmez.

Müdür, bununla da yetinmez, Hocaefendi hakkında çok olumsuz raporlar yazar. Onu, çağını anlayamamış, modern bilgileri veremeyen biri olarak tanımlar.

Bir gün, bu acı gerçekleri, oğlu, Hocaefendi’ye duyurur. Ve der ki, “Böylesine istenmediğiniz bir yerde artık olmamalısınız. Bu yaşınızda, bunca yorgunluğa değer mi?”

Hocaefendi, oğlunun sözlerine şu ibretli cevabı verir: “Evladım! Bunları ben de bilirim. Fakat bugüne kadar, yıllarca, okutacak talebe bulamadım. Bugün Allah bana talebe verdi. Yorgunluk oluyor diye vazgeçebilir miyim?

Efendimiz (sa) bir gün bile dinlenmedi. Hz. Hatice annemiz, “Çok yoruldun, biraz yat, dinlen” dediğinde, buyurdu ki: ‘Hatice, uyku zamanı geçti artık!’ Ben de kendime ilim adamı süsü verdiğime göre, Peygamberimi örnek almam lazım. Evet, bunlar beni talebe yetiştirmekten uzaklaştırmak isterler. Ancak ben, bahçıvan gibiyim. Bir talebenin yetişmesi için, bin münafıkın kahrını çekerim.
Yar için ağyara minnet ettiğim ayb eyleme
Bağıban bir gül için bin hare hizmetkâr olur.

Nasıl ki bir bahçıvan, bugün açar, yarın solar bir gül için, bin dikenin kahrını çekerse, ben de, seve seve münafık kahrı çekerim. Çünkü, ben de, dinimin ihyası için solmayan Cennet gülleri yetiştiriyorum. Vazifemi Peygamber mesleği olarak yapıyorum.”

O Güzeller Güzeli’nin çektikleri yanında bizimki ne ki!


VEHBİ VAKKASOĞLU
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Münafık, süzlük anlamı itibarıyla, tükenen, saklanan, yer altında yol alan küstebek gibi manalara gelir.
Kur'an'da ise "hakikatte iman etmediği halde üyle gürünen, inanü ve davranışlarında ikiyüzlü olan" kişiler için kullanılır. "Menfaat ve itibar elde etme maksadıyla kendisine dindar süsü verme" manasına gelen "riya" ise hem bazı müminlerin ahlaki zaafını hem de gerçekte iman etmemiş olan münafıkların Müslüman hatta dindar gürünmek için sergiledikleri sahte davranışları ifade eder.
Münafık, Müslümanlar için kâfirden daha tehlikelidir. Üünkü onlardan gürünerek bir kısım reflekslerinin gevşemesine ve rahat davranıp hata etmelerine sebep olur. Bu yüzden Kur'an onu "Cehennemin en alt tabakasına" yerleştirir. Onun bu davranışları Cenab-ı Hakk'ı üyle gazaplandırmıştır ki "artık orada onlara yardım eden hiç kimse olmayacaktır." (Nisa, 4/145)
İlk örnekleri Medine'de gürülen münafıklar, tarih boyunca hiç eksik olmamıştır. Nebiler Serveri'nin Medine'ye hicretinin kendi iktidarlarını ellerinden aldığını düşünenler, Allah Resûlü'ne aüıktan cephe almaya cesaret edemediklerinden "nifak"ı tercih ettiler. Onlar Müslümanları her zaman zor durumda ve yüz üstü bıraktılar. Uhud'da savaşın başlayacağı sırada "biz yokuz" deyip cepheyi terk eden, başta Hendek Savaşı olmak üzere daha pek çok gazve ve seriyyede Efendimiz'i yalnız bırakan onlardı. "Peygamber'e maddi yardımda bulunmayın." diye kapı kapı dolaşıp insanları infaktan vazgeçirmeye çalışan onlardı. Efendiler Efendisi'nin (sallallahu aleyhi ve sellem) pâk zevceleri, muallâ validemiz Hz. Âişe'ye iftira atanlar onlardı. Müslümanları Evs-Hazrec, Muhacir-Ensar diye ayrıştırıp üatıştırmak isteyen onlardı. Günümüz münafıklarında da aynı ruh hali ve aynı karakter vardır. Peki, münafık kimdir?
Münafık, inanmadığı halde inanmış gibi gürünür. Her zaman duruma göre hareket edip sürekli ikiyüzlü davranır. O aslında bir ruh hastasıdır. Her zemin ve şartta farklı bir tavırda bulunur. Her yerde değişik bir gürüntü sergiler. Onun asıl renginin ne olduğunu, gerçek düşüncesini ve kanaatini anlamak neredeyse imkânsızdır. Münafık, kendine göre ters gürüp "üteki"leştirdiği herkese düşmanca duygular besler. Herkesin kendisine kayıtsız şartsız bağlanmasını ister. Ama bu duygularını her zaman dışarı vurmaz. Münafık, çok defa dinî, millî değerlere saygılı gürünerek ehl-i imanı aldatmaya çalışır. Her zaman sinsi davranır. Yeri gelince herkesi dostüa kucaklar ama fırsat bulunca da arkadan hanüerlemeyi ihmal etmez. "Takiyye"nin kralını kendisi yapar.
Münafık, konuşurken yalan söyler. Bugün söz verdiği bir konuda ertesi gün cayar. İtimat ve güveninize hıyanetle karşılık verir. Ve en kütüsü, her zaman en haince düşmanlık duygularını dostane tavırlar içinde icra eder. Yüzünüze güler; fırsatını bulunca da yılan gibi ısırır ve akrep gibi sinsice sokar. Ne var ki, bu yaptıklarında asıl aldanan kendisidir. Zira mü'minler firasetlidirler ve iman nuru ile gürdükleri her şeyi doğru gürürler. Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadeleriyle "Ehl-i iman ne kadar âmî ve cahil de olsa, aklı derketmediği halde, kalbi üyle hodfüruş adamları gürdüğünde soğuk gürür ve onlardan nefret eder."
Münafık, aciz bir korkaktır. Çok defa kendi dünyasında mevhum düşmanlar icat eder. Onları düşündüküe tir tir titrer. Her ses ve süzden irkilir. Her hareketi, hatta kendisine yardım maksadıyla yapılan iyilikleri bile kendi aleyhine bir tecavüz hamlesi gibi gürür. Her kıpırdanışı, aleyhine bir baskın teşebbüsü şeklinde yorumlar ve bar bar bağırarak etrafında kıyametler koparır. Bu tipleri Kur'an bize şüyle anlatır: "Sen onları gürdüğünde kılıkları, kıyafetleri karşısında hayrete düşer ve bunları bir şey zannedersin. Konuşmaya kalktıklarında kendilerini dinletirler, sen de dinlersin. Ne var ki böyleleri, iüleri bomboş kuru kütükler gibidirler. Her sesten ürker, her sayhadan pirelenir ve her şeyi aleyhlerinde sanırlar." (Münafikûn, 63/4)
Münafık, kendi gibi düşünmeyenleri aptal ve beyinsiz kabul eder. Elinden geldiğince onlardan uzak durmaya çalışır. Meşrû-gayri meşrû her vesileyi değerlendirir; üalar-üırpar. Haram-helal demeden yer-içer. İnsanlarla münasebetlerinde fevkalade bencil ve nefisperesttir. Menfaat ve çıkarlarına dokunabilecekleri vehmiyle bazen aynı kulvarda koşan herkesi hatta en yakınlarını bile düşman kabul eder ve hemen onlara karşı savaş vaziyetine geüer.
Mü'minler, bu tipleri iyi tanımalı ve böylelerine karşı müteyakkız bulunmalıdırlar. Kendilerini de durumlara düşmekten korumalıdır. Bunun için de sürekli birbirlerine iyiliği, hayrı, ibadeti, takvayı tavsiye edip ona teşvikte bulunmalı, kütülüklerden de vazgeçirmeye çalışmalıdırlar. Kendi hayatları adına nifaka düşmekten ürperdikleri gibi, dostlarını da bu mevzuda sürekli uyanık tutmalıdırlar.
Zaman
 
Son düzenleme:
Üst