Görerek iman

uður1

Well-known member
[FONT=&quot]Görerek[/FONT][FONT=&quot] [/FONT][FONT=&quot]iman[/FONT]

[FONT=&quot]Sual:[/FONT][FONT=&quot] Eğitimci bir arkadaş, (Görerek inanmak, iman olmaz) dedi. Bir öğrenci de, (Mucize ve keramet görerek iman eden kimse, görerek iman etmiş olmuyor mu? Mesela Peygamber efendimizin mucizelerini veya Abdülkadir Geylani hazretlerinin menkıbesindeki papazın Cenneti ve Cehennemi görüp inanması görerek iman değil mi?) dedi. Hangisinin sözü doğrudur?[/FONT]
[FONT=&quot]CEVAP[/FONT]
[FONT=&quot]Eğitimci arkadaşın söylediği doğrudur. Görerek inanmak iman değildir. Gördüğünü tasdik etmek olur. Bekara suresinin başında, salihler övülürken, (Onlar gayba inanırlar) buyuruluyor. Gayba inanmak esastır. Bir insanı Cennete, Cehenneme götürseler, o da gördüğü için inansa, iman etmiş olmaz. Gördüğünü söylemek olur. Onu herkes yapar. Marifet, görmeden iman etmektir. Şeytan da[/FONT][FONT=&quot], Cenneti gördü ve Cennetin olduğunu söylemesi, iman sahibi olduğunu göstermez.[/FONT]
[FONT=&quot]Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:[/FONT]
[FONT=&quot]İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, inanıp tasdik etmektir. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, Resulü tasdik etmiş olmaz. Yahut Resulle aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü iman parçalanamaz. (S. Ebediyye)[/FONT]
[FONT=&quot]İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:[/FONT]
[FONT=&quot]Akıl, kuruntu, ha[/FONT][FONT=&quot]yâl Allah’a yaklaşamaz. Hiçbir şeye benzemeyen ve akılla anlaşılamayan yaratıcıya, gayb yoluyla inanmaktan başka çare yoktur, çünkü görerek, düşünerek anlamaya kalkışmak, iman olmaz. Kendi yaptığına inanmak olur ki, bu da iman değildir. (2/9)[/FONT]
[FONT=&quot]Bir kimse, gayba inandıktan sonra, Cenneti, Cehennemi ve melekleri görse, imanı daha çok kuvvetlenmiş olur. Mucize ve kerametler de, imanın kuvvetlenmesine sebep olur. Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:[/FONT]
[FONT=&quot]Eshab-ı kiram, Resulullah'ı, vahyi ve mucizeleri gördükleri, melekle birlikte bulundukları için onların imanları görerek inanmak oldu. Bu üstünlükler, diğer bütün üstünlüklerin temelidir. Eshab-ı kiramdan başkası bu üstünlüklere kavuşamadı. (1/120)[/FONT]
[FONT=&quot]Mucizeye de inanmayan çok kimse oldu. Peygamber efendimizin bin kadar mucizesi görüldüğü hâlde, sihir dediler inanmadılar. Musa aleyhisselamın mucizesine Firavun ve adamları inanmadı.[/FONT]
[FONT=&quot]Kerametlere de inanmayan çok kimse oldu. Kerameti görmek görerek iman değildir. Abdülkadir Geylani hazretlerinin kolunun içinde Cennetin ve Cehennemin görülmesi iman etmeyi gerektirmez. Sihir derler, büyü derler, inanmayan çıkar. Kimi hiçbir şey görmeden inanır, kimi de görünce imanı daha kuvvetlenir. Mucize ve keramet iman etmeyi kolaylaştırır, ama (Kesin olarak iman etmeyi gerektirir) denmez.[/FONT]

[FONT=&quot]Vatanı aslinin değişmesi[/FONT]
[FONT=&quot]Sual: [/FONT][FONT=&quot]Ankara’da doğdum, Eskişehir’de nikâhım, Bursa’da düğünüm oldu. Bolu’da zifaf oldu. Şimdi İstanbul’da ikamet ediyorum. Bir ay sonra temelli İzmir’e yerleşeceğim. Benim vatan-ı aslim neresidir?[/FONT]
[FONT=&quot]CEVAP[/FONT]
[FONT=&quot]Herkesin vatan-ı aslisi doğduğu yerdir. Evlenince, doğduğu yer vatan-ı asli olmaktan çıkar. İzmir’e yerleşene kadar vatan-ı asliniz Bolu’dur. Yerleşince vatan-ı asliniz İzmir olur.[/FONT]

[FONT=&quot]Salih ana baba hakkı[/FONT]
[FONT=&quot]Sual: [/FONT][FONT=&quot]Ana baba hakkı neden önemlidir?[/FONT]
[FONT=&quot]CEVAP[/FONT]
[FONT=&quot]Fâsık, sapık veya kâfir ana babanın, ana babalık hakkı olmaz, normal hizmet etme[/FONT][FONT=&quot], [/FONT][FONT=&quot]onları büyütme hakkı olur. Salih ana babanın ana babalık hakkı vardır. Salih ana babayı razı eden, Allahü teâlâyı razı eder. Allahü teâlânın rızası, salih ana babanın rızasındadır. Çünkü doğru imanımızı ilk olarak, salih ana babamızdan öğrendik. Onlar ilk mürşidimizdir. Onun için, salih ana babanın hakkı çok büyüktür.[/FONT]
 

uður1

Well-known member
MESNEVİ-İ NURİYE DERSLERİ 4.4.REŞHALAR(DEVAMI)
ÜÇÜNCÜ REŞHA
Arkadaş! O zât (a.s.m.), delâil-i âfâkiye denilen haricî delillerle musaddak olduğu gibi, delâil-i enfüsiye denilen zâtında ve nefsinde sabit delil ve işaretlerle dahi musaddaktır. Çünkü o zât şems gibidir; zâtını, zâtıyla ziyalandırarak gösterir. Meselâ, bütün ahlâk-ı hamîdenin en yüksekleri o zâtta içtimâ etmiş olduğuna bütün âlem şehadet ediyor. Ve keza, en nezih hasletleri ve huyları ve en yüksek seciyeleri câmi bir şahsiyet-i mâneviye sahibi olduğuna icmâ vardır. Ve keza, o zâtın en yüksek derecede bulunan zühd ve takvâ ve ubudiyeti, şehadetleriyle mâlik olduğu kuvvet-i imaniyeyle musaddaktır. Ve keza, siyer-i nebeviyenin şehadetiyle derece-i vüsûku ve kemâl-i ciddiyet ve metaneti ve bütün işlerinde ve harekâtında kuvvet-i emniyeti, hakka mütemessik ve hakikate sâlik olduğunu tasdik eden kat’î delillerdir. Evet, yaprakların yeşilliği, çiçeklerin tarâvet ve güzelliği ve semerelerin tazeliği, ağacın canlı, hayatlı, hayy olduğuna sadık şahittirler.

DÖRDÜNCÜ REŞHA:

Arkadaş! Tûl-i zaman ve bu’d-i mekânın muhâkemat ı akliyede tesiri çoktur. Maahaza, [SUP]1[/SUP] لَيْسَ الْخَبَرُ كَالْعَيَانِ düsturuna ittibâen, şu zaman ve muhitin hayalâtından çıkarak tayy-ı zaman ve mekânla, hayalen Ceziretü’l-Araba gidelim ve Medine-i Münevverede nurânî ve yüksek minber-i saadetine çıkmış, nev-i beşere hitaben irşadatta bulunan o zât-ı muallâyı bizzat görüp sözlerini dinlemeliyiz.

İşte, hayalen oraya gittik. Bak, harika bir surette hüsn-ü suret ile hüsn-ü sîreti cem eden o mürşid-i umumî, o hatîb-i kudsî, cevâhir dolu bir kitab-ı mu’cizülbeyan eline alarak, bütün insanlara mele-i âlâdan nâzil olan bir hutbe-i ezeliyeyi okuyor. Ve bütün benî Âdemi ve cinleri ve mevcudatı dinletiyor. Evet, pek büyük bir emirden haber veriyor. Hilkat-i âlemin acip muammâsını açıyor. Kâinatın sırr-ı hikmetine dair tılsımı açıyor. Felsefe ve fenn-i hikmetin, nev-i beşere, “Siz kimlersiniz? Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?” diye irad ettiği akılları acz ve hayrette bırakan üç suale cevap veriyor.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler :
[SUP]1[/SUP] : Haber, gözle görmeye benzemez, ikisi aynı şey değildir.

[h=2]Lügatler : [/h] acip : hayret verici, şaşırtıcı
ahlâk-ı hamîde : büyük övgülere lâyık olan güzel ahlâk
âlem : dünya
benî Âdem : Âdemoğulları; insanlık
bizzat : doğrudan, aracısız olarak
bu’d-i mekân : mekânın uzaklığı

câmi : kapsamlı
cem eden : toplayan, bir araya getiren
cevâhir : her birisi paha biçilmez değer taşıyan mücevherler

delâil-i âfâkiye : dış âlemde bulunan maddî deliller
delâil-i enfüsiye : dahilî deliller; bir insanın doğrudan kendisinde bulunan deliller
derece-i vüsûk : güvenilirlik derecesi
düstur : kâide, kural
fenn-i hikmet : varlıklardaki hikmetleri araştıran ilim, felsefe
hak : doğru gerçek
hakikat : doğru gerçek
harekât : hareketler, davranışlar

haricî : dışa ait
haslet : huy, özellik
hatib-i kudsî : insanlara hak ve hakikatleri anlatan kutsal hatip
hayalât : hayaller
hayalen : hayal ederek
hayy : diri, canlı
hilkat-i âlem : varlıklar âleminin yaratılışı
hitaben : hitap ederek, seslenerek
hutbe-i ezeliye : ezelî hutbe; Ezelî olan Allah’ın insanlara ve cinlere bir hutbesi olan Kur’ân
hüsn-ü sîret : ahlâk ve sıfat güzelliği
hüsn-ü suret : dış görünüş güzelliği

icmâ : görüş birliği
içtimâ etmek : toplamak
irşadat : irşadlar; doğru yolu gösteren nasihat ve emirler
ittibâen : tâbi olarak
kâinat : evren
kat'î : kesin bir şekilde
kemâl-i ciddiyet : tam bir ciddiyet
keza : aynı, aynı biçimde
kitab-ı mu’cizülbeyan : açıklama ve izahları mu’cize olan kitap
kuvvet-i emniyet : güven verme özelliği
maahaza : bununla beraber, bununla birlikte
mâlik : sahip
mele-i âlâ : en yüce ve yüksek meclis
metanet : sağlamlık, kararlılık
mevcudat : varlıklar
minber-i saadet : Hz. Peygamber’in (a.s.m.) saadet kaynağı olan yüce makâmı
muammâ : anlaşılması zor olan sır
muhâkemat-ı akliye : akıl yürütmeler, değerlendirmeler
muhit : çevre, etraf
musaddak : doğrulanmış, onaylanmış
mürşid-i umumî : bütün insanlığı irşad edip doğru yolu gösteren
mütemessik : sıkı sıkıya yapışan; bağlanan
nâzil olan : inen, indirilen

nefs : kişinin kendisi
nev-i beşer : insanlık

nezih : temiz, hoş
nurânî : nurlu, etrafına nur saçan
reşha : “sızıntı” mânâsını taşıyan başlıklardan her birisi
sadık : doğru
sâlik : bir yola giren, bir yolda gitmek

seciye : huy, karakter
semere : meyve
sırr-ı hikmeti : gayelerinin esprisi
siyer-i nebeviye : Peygamberimizin hayatı
suret : biçim, şekil

şahsiyet-i mâneviye : mânevî şahsiyet
şehadet : şahitlik, tanıklık

şems : Güneş
takvâ : Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınma
tarâvet : tazelik
tayy-ı zaman ve mekân : zaman ve mekân sınırlarını ortadan kaldırma
tılsım : sır, gizli gerçek
tûl-i zaman : uzun zaman dilimi
ubudiyet : kulluk

zât : kişi; Hz. Muhammed (a.s.m.)
zâtı : kişinin kendisinde
zât-ı muallâ : yüce zât

ziyalandırmak : aydınlatmak, parlatmak
zühd : Allah korkusuyla günahlardan kaçınıp kendini ibadete verme


--
 
Üst