Eşrefpaşalı-2

Sergerdan

Well-known member
Dün hizmetlerle meşgul bir insan daha vefat etti.Gerçi bu abimiz digerlerinden farklıydı.Farkı bulundugu muhitten.Allah rahmet eylesin.


Abdullah Aymaz

Eşrefpaşalı tabiri kendi özel literatürüne göre; hayatın çarkları arasında yetişmiş, feleğin çemberinden geçmiş, sonunda İslâmî güzelliklerle buluşup, ter ü taze bir anlayış içinde, onur, izzet, istiğna ve halk bilgeliği kazanmış kimse mânasına gelmektedir. Onlar şovdan, şov yapandan hoşlanmazlar.
İçten, dıştan bu mânada görüşmek isteyenlerden uzak durmaya çalışmış, televizyon kanallarına kapalı kalmışlardır. Bugünlerde kendilerinin doğru tanınması açısından "zaruret miktarı" kendilerini ifade etmeleri gereği konusunda mukni olmuşlardır.

Efelik, kabadayılık, bıçkınlık bitirimlik yollarından gelip de efendilik ve fazilet caddelerinde dolaşmak elbette büyük değişiklik ister. Elbette geçmiş hayatın ve fıtratın icabı bazı iz ve eserler kalacaktır. Zaten bu durum herkes için böyledir. Ama Eşrefpaşalılar için ayrı bir önemi vardır.
Bazı misallerle onları tanıtmaya çalışalım:

Eşrefpaşalının birisi, Ramazan günü camiye gelir. Bakar ki, imam camide vaaz ederken bir grup inadına caminin dışında toplanıp eften püften meseleler hatta gıybete varacak meselelerle meşguldür. İmam vaazı bitirdikten sonra bu çalçeneler caminin içine girmektedirler. Bunlar bunu alışkanlık haline getirince, bizimki bir gün motosikleti getirip bunların ortasına bırakır. "Niye böyle yapıyorsun?" derler. O da "Herhalde imamımızdan daha mühim şeyler konuşmak için burada toplandığınıza göre, istedim ki, bizim düldül sizin konuşmalarınızdan feyiz alsın." der.
Yeni bir arkadaşına Sahabe Efendilerimizin çektikleri cefayı anlatmak için bir Eşrefpaşalı şöyle der: "Ebu Zer Efendimiz çok heyecanlıdır. İmanını delikanlıca haykırmak ister. Peygamber Efendimiz (sas) problem çıkarmaması için uyarmasına rağmen, o inadına Ka'be'de müşriklere meydan okuyarak putları inkâr edip Allah'ın birliğini ilan eder. Tabii hemen pata küte haşat ederler. Peygamberimiz (sas) onu çağırır 'Ya Ebu Zer, ben sana böyle yapma yoksa seni marizlerler demedim mi?' buyurur."
Eşrefpaşalı Zafer Bey, anarşi ve terörün şiddetlendiği dönemde arabasıyla İstanbul'dan İzmir'e gitmektedir. Belki iman ve Kur'an adına bir şeyler anlatabilirim diye arabasına yoldan bazı gençleri de alır. Arkada oturan iki öğrenci biraz tedirgindirler ve "Ağabey, ne tarafa gidiyoruz?" diye sorarlar. Zafer Bey de sohbet açılsın diye "Kıyamete!." diye söze başlar. Maksadı, âhiretin varlığını hatırlatıp Allah'a ve insanlara karşı mesuliyetlerimizi anlatmaktır. Ama kaçırılıyor muyuz vehmine kapılan gençler, bir kırmızı ışıkta, arabadan atlayıp bagajdan eşyalarını alarak kaçmaya başlarlar. Zafer Bey "Kardeşim yanlış anladınız, mesele öyle değil!" diye bağırır; ama onlar hızla oradan uzaklaşırlar. Ön taraftaki genç "Bırak şoför abi, gitsinler. Ben hapisten zaten yeni çıktım bir de onlarla uğraşıp başımı belaya sokmayayım" der.

Eşrefpaşalı bir grup, bir kahvede masada oyun oynarlarken mahalleden birisi yanlarına yaklaşıp onları dinî bir sohbete çağırır. "Bugün olmaz; ama söz, haftaya geleceğiz" derler. Öbür hafta aynı yerde aynı masada oyun oynarken sözleri kendilerine hatırlatılınca, hiç tereddüt etmeden sohbete gelirler, ama hafif alkollüdürler. Sohbeti dikkatle dinlerler. Sonra da bir daha terk etmezler. Daha sonra da öğrendiklerini büyük bir heyecanla kahve arkadaşlarına anlatmaya büyük bir gayret gösterirler. Bazı arkadaşlarının "Geleceğiz; ama orada Kur'an ayetleri de okunuyor, bizim durumumuz müsait değil" diye mazeret ileri sürünce Zafer Bey, "Gelin bakalım" der ve hepsini şehir banyosuna götürür. Sonra da "Şimdi başka bir mazeretiniz var mı? Haydi şimdi sohbete" deyip onları da sohbet yerine götürür.

Not: Bu yazıyı yazdıktan sonra Zafer Adalıoğlu'nun vefat ettiğini öğrendim. Cenab-ı Hak, rahmet eylesin ve onu Cennet-i Firdevsine alsın. Bütün yakınlarına ve arkadaşlarına da başsağlığı ve sabr-ı cemiller diliyorum.


05 Ağustos 2007, Pazar
_________________________________________________
Bir Eşrefpaşalı'nın son duruşu


Bir önceki yazımda Eşrefpaşalılardan bahsediyordum. Kaldığım yerden devam ediyorum:


Bir gün Eşrefpaşalının birinin evinde sohbet olmaktadır. O gün ağabeyi de sarhoş haldeyken sohbete katılır. Tam o sırada, dinî toplantı yapılıyor, 163. maddeye muhalefet ediliyor diye polisler baskın yapıp hepsini nezarete atarlar. Sarhoş bağırmaya başlar, "Sarhoşluk, berduşluk, uyuşturucu için bizi buraya getiriyorsunuz tamam da şimdi ne oldu? Onlardan kurtulmak için dinî sohbete gidiyoruz, yine bizi buraya getiriyorsunuz. Peki biz ne yapalım?" der. O kadar çok bağırır ki başkomiser, polislere "Yahu bunun bunlarla ne alakası var? Bu maruf bir kişi, niye getirdiniz?" demek zorunda kalır.



Bir sohbet-i cânân sırasında konuşan zât; "Biz ne çekiyoruz ve ne yapıyoruz ki; bazen düşünüyorum da, sanki biz duruyoruz yürüyen merdivenler gibi Allah yolları yürütüyor. Yani Allah'ın bizim üzerimizdeki lütufları o kadar çok!.." der. Orada bulunan bir Eşrefpaşalı "Her şey tamam da... Yalnız biz yürüyoruz!.." der. "Nasıl?" diye sorunca "Ben rüyasını gördüm." diye cevap verir. O zât "Rüyana karışamam; ama rüyanda ne gördün ki?" diye sorar. Eşrefpaşalı da "İkimiz böyle bir şehrin yeraltındaki kanalizasyonunun içinden, paçalarımızı neredeyse belimize kadar sıvamışız yürüyoruz. Ama ben önde sen arkada... Dedim ki: Olmuyor ama... Ben önde sen arkadasın. Öne geçmelisin.' Kabul etmeyip 'Devam edelim' dediniz. Devam ettik, nihayet kanalizasyonun ucu ve ışık göründü. O zaman yine 'Artık öne geçmelisiniz, böyle olmuyoruz' dedim. Yine kabul etmediniz ve öylece çıktık. Ama biz sanki Cennet-i Âlâ gibi bir yere gelmişiz. Ama bakıyorum vücudumuza hiçbir şey bulaşmamış. Tertemiziz. Demek ki, biz yürüyoruz işte." der. Arkasından da "Artık bu rüyanın bir yorumunu yaparsınız." diyerek büyük bir müjde beklentisine girdi. Fakat o zat, büyük bir müjdenin tahakkuk etmesi için dört neslin geçmesi gerektiğini ve ilk nesillerin kabir hayatı gibi sıkıntıları aktif sabırla karşılamaları icap ettiğini, Allah'ın âdetinin böyle olduğunu; ama yine de Allah isterse hârikalar kuşağında ihsan ve lütuflarının da olabileceğini, o takdirde dördüncü nesilden önce de güzelliklerin tahakkuk edebileceğini söyledi. Ama kolay kolay âdetullahın değişmesinin de söz konusu olmadığını belirtti.



Benim bu değerli ve saygın insanlarla beraberliklerim olmuştur. Hatta merhum Osman Kara Hocamız bu sebeple bana çok takılır. "Leblebiyye" ve "Karpûziyye" tabirlerini lâtife olarak sohbetlerimize katmaktan da çekinmezdi. Çünkü ilk zamanlar sohbetlerini merhum Zafer Adalıoğlu'nun karpuz sergisinin başında yaparlardı. Biraz kalabalık fazlalaşınca polisler gelip "Ne yapıyorsunuz böyle?" diye sorunca merhum Zafer Bey "Risale okuyoruz." der. Onlar da "Hadi canım sen de. Siz Risale okuyorsunuz ha... Güleyim bari. Biz sizi biliyoruz." derler ve gülüp giderlerdi. Halbuki o zaman 163. madde zulmü devam ediyordu.
Merhum Zafer Adalıoğlu'nun vücudunu kanserin sardığını duymuş ve evine gitmiştim. Tamamen vücudu erimiş vaziyette idi. Ama o hâlâ hiçbir şey olmamış gibiydi ve her şeyi tam bir tevekkülle karşılıyordu. Aslında her şeyin farkındaydı. Bizim içimizde gizlemeye çalıştığımız derin üzüntüye karşı da bizi bir nevi teselli etmek için şu ibretli sözleri söyledi:



"Bir bataklığın içinde yüzerken elhamdülillah Allah'ımdan bana bir piyango çıktı, kendimi en iyiler arasında buldum. Bu ne büyük şanstı! Ama benim o bataklıktan kalma kirlerim, günahlarım vardı... Rabb'im ikinci bir piyango lütfetti de bu her şeyi temizleyici hastalığı lütfetti. İnanıyorum ki, artık beni pampâk yapacak. Bunlara ancak sevinilir..."


O sırada birisinin şeker hastası olan yakınından ve onun hiç çalışmayan pankreasından söz edilince "Tamam... Eğer bir işe yarayacaksa hemen benim pankreasımı vereyim, o genç yaşasın..." dedi. Ona henüz böyle nakillerin bir neticesinin alınmadığını, buna hiç gerek olmadığını, kendisinin inşaallah daha çok yaşayacağını söylediler. Ama o her şeyi biliyordu her şeyin farkındaydı...



Onurlu bu manzarayı birçok yerde "Bir Eşrefpaşalının son duruşu" diye dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalıştım... Allah rahmet eylesin ve onu bütün dostlarıyla beraber Firdevs cennetinde buluştursun.

06 Ağustos 2007, Pazartesi
 
Üst