Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Tasavvuf
Ehli Sünnet Tarikat ve Cemaatler
Esma’ül-Hüsna, Esma-i Hüsna, Esma el-Hüsna, Allah’ın 99 Güzel İsmi
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="muhsin iyii" data-source="post: 282464" data-attributes="member: 1016601"><p><strong>61. el-Muhyî</strong> (ölüleri dirilten): </p><p></p><p> </p><p> El-Muhyî güzel ismi Kuran-ı Kerim’de sadece aşağıdaki iki ayrı ayette olmak üzere “muhyi’l-mevtâ (ölüleri dirilten)” biçiminde geçmektedir. <strong>“İşte bir bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine! Ölmüş toprağa nasıl da hayat veriyor? İşte Allah, muhakkak ölüleri de böyle diriltecek. Çünkü O her şeye kadirdir (Rûm suresi, ayet 50).”, “O’nun ayetlerinden birisi de şudur: Sen yeri kupkuru görürsün. Fakat biz üzerine su indirince yer harekete geçip kabarır. İşte bu yere kim hayat veriyorsa ölüleri de O diriltecektir. Çünkü O her şeye kadirdir (Fussılet suresi, ayet 39).”</strong> Bitkiler âlemindeki her yıl baharda gözlenen diriliş olayı Allah’ın (c.c.) her şeye gücünün yettiğine ve ölüleri de böyle dirilteceğine işaret etmektedir. El-Muhyi yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere Allah’ın (c.c.) ölülere can vermesi anlamına gelir. İnsanı ilk defa yaratıp can veren Allah (c.c.), elbette öldükten sonra tekrar yaratıp can verecektir. Çünkü bunun doğada görülen örnekleri vardır. Örneğin vücudumuzda saniyede milyonlarca hücre ölmekte, milyonlarcası da yeniden doğmaktadır. </p><p> <strong>62. el-Mümîtü</strong> (hayatı alan, öldüren): </p><p> Dünyadaki bütün canlılar, belirli bir ömre sahiptir. Mikroptan file, ottan elma ağacına kadar her canlı varlık, ömrünü tamamlayınca mutlaka ölmektedir. Oysa insanın içerisinde bir ebediyet özlemi bulunmaktadır. Bu nedenle ölüm insanda büyük bir kaygıya neden olmaktadır. Ölüm düşüncesini hiçbir insan kolay kolay kabullenememektedir. Bunun bir nedeni de insanın ebedi yaşam için yaratılmış olmasıdır. Gerçekten ölüm olayı ile insan yaşamı görünüşte ortadan kalkıyorsa da aslında başka bir boyutta bu yaşam sürmektedir. Kabir ve berzah âlemi, kıyamette diriliş yeri, mahşer, cennet ve cehennem bu ebedi yaşamın devam eden yada edecek olan geçici yada daimi mekanları olmaktadır. <strong>63. el-Hayyu</strong> (Allah [c.c.] diridir): Allah’ın (c.c.) varlığının delillerinden biri de yeryüzünde yaşamın olmasıdır. El- Hayy Allah’ın (c.c.) canlı olması anlamına gelmektedir. Canlı varlıklar yadsınmaz bir biçimde Allah’ın (c.c.) da canlı oluşuna işaret etmektedir. Bilindiği üzere dünyada canlı varlıklar üç guruba ayrılır: Bitkiler, hayvanlar ve insanlar. Bunlar içerisinde sadece insanlar yüce yaratıcıyı bilinçli bir biçimde düşünebilmektedir. Bir başka boyutta yaşayan cinler de bizler gibi ebedi ahiret yurdunda ceza ve ödül için sınava tabi tutulmaktadır. <strong>64. el-Kayyûmu</strong> (Allah [c.c.] varlığının devamı için kimseye muhtaç değildir, her varlık varlığının devamı için her an Allah’a [c.c.] muhtaçtır):<span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span> Kuran-ı Kerim’de Allah’ın (c.c.) bu güzel ismi, el-Hayy güzel ismi ile birlikte geçer. Örneğin şu ayette olduğu gibi: <strong>“Allah O’ndan başka ilah yoktur. Diridir (Hayy), Kayyûm’dur (Bakara suresi, ayet 255).” </strong>Allah’ın (c.c.) el-Kayyûm güzel isminin el- Hayy güzel ismi ile birlikte zikredilmesinin altında bir hikmet ve sır bulunmaktadır. El-Hayy Allah’ın (c.c.) canlı varlıklar üzerindeki hakimiyetini temsil etmektedir. Bu hakimiyetin en zirve noktasını teşkil etmektedir. Her canlı varlığın perçemi Allah’ın (c.c.) elindedir. Allah (c.c.) diri oluşu ile canlı varlıklar üzerinde her an tecelli etmektedir. İnsan canı çıkınca ölmekte, bedeni toprak olmaktadır. Demek ki el-Hayy güzel ismi ile Allah (c.c.) her canlı varlık üzerinde en birinci hakka sahip olduğu gibi canlı varlıklar da Allah’a (c.c.) karşı bu güzel isminin üzerindeki tecellisi ile hakkı ödenmesinin olanağı olmayan büyük bir borç altına girmişlerdir. Allah (c.c.) eceli gelenden bu güzel isminin tecellisini çekmekte ve böylece ölüm hemen gerçekleşmektedir. İşte el-Kayyûm da cansız varlıklar için böyle hayati bir anlama sahiptir. Allah (c.c.) el-Kayyûm güzel ismi ile bütün evreni, maddeyi ayakta tutmaktadır. Bu ismin tecellisi bir an bile evren ve madde üzerinde çekilse her şey o anda yokluğa karışırdı. Yıldızlar ve gezegenler birbiriyle çarpışır, madde elementlerine ayrılırdı. Onun için el-Kayyûm güzel ismi cansız varlıklar üzerinde sürekli tecelli etmektedir. Bir an bile kesintisi söz konusu değildir. Kıyamet bu güzel ismin evren ve madde üzerinden çekilmesi ile kopacaktır. <strong>65. el-Vâcidu</strong> (istediğini bulan, meydana getiren): <span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span> İnsan çeşitli hayaller kurar. İnsanın gerçekleştirmek istediği düşlemleri vardır. Kimse hayat karşısında umutsuz olmaz. Her insan bir şeylerin peşindedir. Bunları arzulamakla kalmaz, bizzat çalışma ile bunların gerçeğe dönüşmesi için de elinden geleni yapar. Ama her insan ideallerine ulaşamaz. Gerçeklerle hayaller çoğu kez birbiriyle çatışırlar. Umutlarımız bazen yıkılır. Allah (c.c.) ise istediğini bulan, meydana getirendir. Neyi isterse o gerçekleşir. Bunun için “Ol!” demesi yeterlidir. Bu sırada Kendi’sinden bir şey eksilmez, Kendi’si yorgunluk da duymaz. Allah’ın (c.c.) isteği önünde başka bir istek bulunamaz. Allah (c.c.) dilediği şeyi yaratandır. <strong>66. el-Mâcidu</strong> (Allah [c.c.] şanına, şerefine, yüceliğine ve büyüklüğüne uygun olarak ihsan, rahmet ve bereket sahibidir; Allah [c.c.] ihsanı, rahmet ve bereketiyle dilediği kişinin şanını, şerefini, kadrini yükseltir): </p><p> El-Mâcid, daha önce gördüğümüz el-Mecîd güzel ismi ile aynı kökten gelmektedir. El-Mecîd, Allah’ın (c.c.) ihsanını, rahmetini ve bereketini şanına, şerefine, yüceliğine ve büyüklüğüne uygun olarak öven bir anlama sahipti. El-Mâcid güzel ismi ise ism-i fail biçiminde olduğu için el-Mecîd güzel ismi ile belirtilen niteliğe <strong>sahip olan</strong> anlamına gelmektedir. Tabii el-Mâcid, dolaylı olarak Allah’ın (c.c.) ihsanı, rahmet ve bereketiyle dilediği kişinin şanını, şerefini, kadrini yükseltmesi anlamını da düşündürmektedir. <strong>“Onlar (Münafıklar), müminleri bırakarak kafirleri dost ediniyorlar. İzzeti ve desteği onların yanında arıyorlar. Muhakkak ki bütün izzet ve destek Allah’ındır (Nisa suresi, ayet 139).” “Halbuki izzet, Allah’ın, peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler (Münâfikûn suresi, ayet 8).”</strong> Bu ayetlerde dikkati çeken nokta, münafıkların ihsan, rahmet ve bereketin; izzet, şeref ve itibarın kaynağını algılayamamış olmaları, başka yerlerde aramalarıdır. Bu belki de münafıklığın en önemli belirtisidir. Aslında münafıklık kalbi bir hastalıktır. Her Müslüman’ın şu veya bu oranda tutulacağı manevi bir rahatsızlık halidir. Kimse münafıklığın nefsinden uzak olduğunu sanmasın. Nefis kafir ve münafıklara ait bütün vasıfları taşır. Onun için her Müslüman’ın uyanık olması ve her zaman tövbe ile amellerini gözden geçirmesi gerekir. <strong>67. el-Vâhidu</strong> (Allah [c.c.] sıfatlarında ve güzel isimlerinde birdir, O’nun sıfatlarında ve güzel isimlerinde bir ortağı yoktur):<span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span> El-Vâhid ile kastedilen anlam, Allah’ın (c.c.) sayı olarak bir olması değildir. El- Vâhid, Allah (c.c.) bölünemeyen ve parçalanamayan birdir, anlamına gelir. Yani sıfatlarında ve güzel isimlerinde bir ortağı yoktur. İlahlık O’na mahsustur. O’nun dışında hiçbir varlık ilahlık mertebesine ulaşamaz. Allah (c.c.) el Vâhid oluşunu her varlık üzerinde kalıcı ayetlerle işlemiştir. Bütün canlı ve cansız varlıklar O’nun bu el-Vâhid mührünü taşırlar. Örneğin dünyadaki bütün ağaç yaprakları birbirine benzer. Demek ki bunları yaratan aynı ilahtır. Tüm insanların bedenleri de aynı organlardan meydana gelir. Bu da insanları yaratanın tek ilah olduğunu gösterir. Eğer birden fazla ilah olsaydı evrenin ve dünyanın kanunlarında bir uyum ve bütünlük olmazdı. Bu ilahlar birbirleri ile rekabete girer, bu da varlık dünyasında bir kargaşaya neden olurdu. <strong>68. el-Ahad</strong> (Allah [c.c.] zatında eşsiz ve benzersizdir): El-Ahad ile kastedilen anlam, Allah’ın (c.c.) sayı olarak bir olması değildir. Sayı olarak bir anlamını karşılayan Allah’ın (c.c.) güzel ismi el-Vitr’dir. El- Ahad, Allah (c.c.) eşi ve benzeri olmayan birdir, anlamına gelir. Yani yaratılmış hiçbir varlık Allah’a (c.c.) benzemez. Allah (c.c.) el-Ahad oluşunu her varlık üzerinde kalıcı ayetlerle işlemiştir. Bütün canlı ve cansız varlıklar O’nun bu el-Ahad mührünü taşırlar. Örneğin dünyadaki bütün ağaç yaprakları birbirine benzer, ama aynı değildir. Her yaprak diğer yapraktan kendisini farklı kılan özelliklere sahiptir. Demek ki bunları yaratan ilah hiçbir şeye benzemez. Tüm insanların bedenleri de aynı organlardan meydana gelir, ama aynı yüze sahip iki insanı göstermek olanaksızdır. İkizlerde bile benzerlik noktaları kadar farklılıklar söz konusudur. Bu da insanları yaratan tek ilahın eşsiz ve benzersiz olduğunu gösteren başka bir ayettir. <strong>69. es-Samedu</strong> (hiçbir ihtiyacı olmayan, kimseye muhtaç olmayan; izni olmadan hiçbir işin hükme bağlanmadığı ve ihtiyaçlar konusunda kendisine başvurulan lider): Allah (c.c.) doğurmamıştır. Doğrulmamıştır. Bütün varlık âlemi O’nun “Ol!” emriyle yoktan yaratılmıştır. Nedenler zinciri ile varlıklar birbirlerine muhtaçtırlar. Canlı varlıklar yaşamak için birbirlerini yemek zorundadırlar. Biri diğerinin besin kaynağını oluşturur. Ayrıca her canlı varlık ölümlü olmasına karşın nesiller yolu ile varlığını devam ettirir. Ama Allah (c.c.) varlık dünyasına bağlı değildir. O’nun yemeye, içmeye, çoğalmaya ihtiyacı yoktur. O ezeli ve ebedidir. Zamanla kayıtlı değildir. Varlık dünyasının kanunları O’nu bağlamaz. Bundan dolayı O’nun varlığı ve varlığının devamı yaratılmış şeylere bağlı değildir. O hiçbir şeye muhtaç değildir. <strong>70. el-Kâdiru</strong> (her şeyi yapabilen, edebilen): <strong>71. el-Muktediru</strong> (her şeye gücü, kudreti yeten): <span style="color: white">[FONT=&quot] [/FONT]</span> Her varlık gücünü, kudretini Allah’tan (c.c.) alır. Aslında güç, kudret Allah’a (c.c.) mahsustur. İnsanın zere kadar gücü, kudreti yoktur. Güç, kudret imtihan için Allah (c.c.) tarafından insana eğreti olarak verilmektedir. İnsanın gücü, kudreti kendinden bilmesi, Allah’a (c.c.) şirk koşmaktır. İnsanın eylemlerini de yaratan Allah’tır. Ama insan bunlardan sorumludur. Çünkü iradesiyle tercih etme hakkına sahiptir. İnsanın bir işte muktedir veya başarılı olması da şükür konusunda bir imtihandır. Yine insanın bir işte aciz kalması, zayıf ve başarısız olması da sabır konusunda bir imtihandır. Allah (c.c.) her şeyi “Ol!” emri ile yoktan yaratmıştır. Bu sırada Kendi’sinden bir şey eksilmediği gibi, Kendi’si herhangi bir yorgunluk da duymamıştır. Allah (c.c.) sadece şu yıldızlarının çoğunun ışığı henüz bize ulaşmamış evrenin değil mahiyetlerini bilemeyeceğimiz sınırsız evrenlerin de yaratıcısıdır. O’nun gücüne, kudretine bir sınır koyamayacağımız gibi yaratmasını da sınırlandırmamız büyük bir küstahlıktır. Nice güç, kudret sahibi insan bazen muktedir olamaz. Her işin altından kalkamaz. Egemenliği altındaki olaylara, kişilere, varlıklara güç, kudret yetiremez. Bazı işlerin halledilmesinde acze düşer. Oysa Allah (c.c.) hem sınırsız güç, kudret sahibidir (el-Kaviyy), hem her şeyi yapabilendir, edebilendir (el-Kâdir), hem de buna gücü, kudreti yetendir (el-Muktedir). Ayrıca gücü, kudreti azalmayandır da (el-Metîn). <strong>72. el-Mukaddimu</strong> (çeşitli konularda hikmeti gereği dilediğini öne geçiren): <strong>73. el-Muahhiru</strong> (çeşitli konularda hikmeti gereği dilediğini geriye bırakan): Bu dünya ceza ve ödül yurdu değildir. Bir imtihan yeridir. Her şey Allah’ın (c.c.) ezeli bilgisi, pek çok hikmeti, sonsuz merhameti ve mutlak adaleti ile belirlenmiştir. Örneğin bir insanın özürlü olarak dünyaya gelmesi, yoksul bir ailenin ferdi olması, şu veya bu cinsiyette bulunması, mensup olduğu ırkı, ulusu hep ilahi kaderle tespit edilmiştir. Kişiye düşen, kaderine rıza gösterip teslim olması, bunun altında yatan hikmeti ve hayrı düşünmesidir. Allah’a (c.c.) bunun için şükürde bulunmasıdır. Kadere rıza göstermemek ve kaderi eleştirmek Allah’a (c.c.) isyan etmektir. Kısacası Allah’ın (c.c.) insanları bazı konularda ileri kılması, bazı konularda geri bırakması hikmeti bu dünyada anlaşılamayacak önemli bir kader sırrıdır. İnsana düşen görev, bu konudaki nimetlere şükretmek, sıkıntılara sabretmektir. Takvada öne geçmeye çalışmaktır. <strong>74. el-Evvelü</strong> (Öncesi olmayan ilk): <span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span></p><p> <strong>75. el-Âhiru</strong> (Sonrası olmayan son): <span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span></p><p> Aslında Allah’ın (c.c.) el-Evvel ve el-Âhir oluşu, biz zamanla kayıtlı insanlara göredir. Allah (c.c.) zaman kavramıyla kayıtlı olmadığına göre O her zaman vardır. O’na bir başlangıç ve son düşünülemez. Zaman da evren gibi yaratılmıştır. İnsanın belli bir zamanda doğması, büyümesi, olgunlaşması, ölmesi zaman kavramını bir doğa olgusu haline getirmiştir. Ama Allah (c.c.) doğmamıştır, değişmemiştir ve ölmeyecek diridir. O’nun katında geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman birdir. Zaman kavramı ezeli değildir. Evrenle birlikte yaratılmıştır. Ayrıca zaman kavramı ebedi de değildir. Kıyametin kopması ile son bulacaktır. Ahiret için daimi bir mekanla (cennet ve cehennem) ebediyet yaratılmıştır. <strong>76. ez-Zâhiru</strong> (Allah [c.c.] evrendeki ayetleri ile sıfat ve güzel isimlerini ortaya sermiştir, Kendi’sini belli etmiştir):<span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span> Görünüşte Allah (c.c.) Kendi’sini duyu organlarından gizlemiştir. Ama her şey O’nun sıfatlarını ve güzel isimlerini işlemektedir. Bu nedenle varlık âlemi O’nu adeta görünür kılmıştır. Allah (c.c.) varlık âleminden yüce, aşkın (el-Aliyy, el-Müteâlî) olduğu için duyu organlarıyla algılanmamaktadır. O’nu ancak kalpler hissedebilir. <strong>77. el-Bâtınu</strong> (Allah [c.c.] zatını duyu organlarının algılamasından gizlemiştir, Allah’a [c.c.] gönül yolu ile yaklaşılabilinir):<span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span> Allah (c.c.) gerçektir (el-Hakk, ez-Zâhir). O’nun gerçekliği doğrudan beş duyu organıyla kavranamaz. O duyu organlarından gizlenmiştir. Çünkü O yücedir, aşkındır (el-Aliyy, el-Müteâlî). Kendi varlığını, birliğini, sıfatlarını ve güzel isimlerini varlık âlemiyle bizlere tanıtma yolunu seçmiştir. <strong>78. el-Vâlî</strong> (yöneticilerin yöneticisi, mülkünde istediği gibi tasarruf eden): </p><p> Allah (c.c.) bütün evreni, doğayı koyduğu yasalarla yönetir. Bu yasalarda istediği şekilde tasarruf etme hakkına sahipken genellikle bunlarda kıl kadar bir sapma bile olmaz. Bunun gibi Allah’ın toplumları yönettiği toplumsal yasaları da bulunmaktadır. <strong>79. el-Müteâlî</strong> (aşkın, bütün yaratılmışlardan farklı olan): Allah (c.c.) dünyadaki hiçbir varlığa benzemez. Allah’ı (c.c.) hakkıyla bilmemize de imkan yoktur. Allah’ın (c.c.) her ne kadar pek çok sıfatı ve güzel ismi varlık âleminde tecelli etse de O bunların dışındadır ve bunlardan aşkındır. Yücedir. O’nu en iyi ancak Kendi zatı bilir. <strong>80. el-Berru</strong> (iyilik eden, iyiliği çok olan): Kuşkusuz insan da iyilik yapar. Ama insanı iyiliğe teşvik eden şey çoğu kez çıkarlarıdır. Bu anlamda kişinin kendisinin ve çoluk çocuğunun nafakası için çalışması da bir iyiliktir. İnsanlarla ilişkilerimizi düzeltmek, toplumdaki saygı ve sevgiyi ayakta tutmak ve yeşertmek için selam vermek de bir iyiliktir. Kişi bu iyiliklerinin karşılığını mutlaka dünyada iken görür. İbadetlerini eksiksiz bir biçimde yaptıktan sonra bunlar da birer ibadet hükmü kazanabilir. Allah karşılıksız iyilik yapar. İbadetlerle görünüşte bir karşılık beklense de aslında ibadetler de başlı başına bir iyiliktir. Kulun yararınadır. Allah’ın ibadete ihtiyacı yoktur. <strong>81. et-Tevvâbu</strong> (kula günahlardan tövbe etme nimeti veren, kulun tövbesini kabul eden):<span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span> Tövbe, imandan sonra bir insana ihsan edilen en büyük nimettir. Tövbe kelime anlamıyla “dönüş” demektir. Terim anlamı, kulun günahlarına pişman olup onları terk etmesi ve Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına yönelmesidir. Tövbe, Allah (c.c.) ile kişi arasında yapılan içten bir antlaşmadır. Dolayısıyla tövbe eden birisi değişimi içten bir duyguyla onaylamaktadır. <strong>82. el-Muntekimu</strong> (suçluları cezalandıran, mazlumun hakkını alan): Allah (c.c.) suçluları mutlak adaletiyle cezalandırır. Aslında bu dünya, bir ceza ve ödül yurdu değildir; hikmet ve sınav yeridir. Gerçek anlamda ödül ve ceza ancak ahirette hesapların görülmesinden sonra tecelli edecektir. Bu açıdan bu dünyada başa gelen bela ve musibetleri sadece Allah (c.c.) tarafından kula taktir edilen ceza olarak düşünmek doğru değildir. Çünkü bu tür sıkıntıların altındaki hikmeti ve imtihan sırrını kimse bilemez. Allah (c.c.) kulun ahiretteki derecesini yükseltmek için de bela ve musibet verebilir. Ama tövbe etmeye vesile olması dolayısı ile başa gelen bela ve musibetlerin günahlarımız yüzünden olduğunu düşünmenin kişi için büyük bir yararı vardır. Yalnız bu değerlendirmeyi sadece kendi nefsimiz için yapmalıyız, başkaları için düşünmek bir terbiyesizlik ve haddini bilmezliktir. Her ne kadar bu dünya bir ceza ve ödül yeri olmasa da Allah (c.c.) bazı günahların cezasını bu dünyada da vermektedir. Kuran-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde başımıza gelen bela ve musibetlerin günahlarımız yüzünden olduğu belirtilir. Ayrıca Kuran-ı Kerim’de bazı kavimlerin toplu olarak imha edilmesinde onların çeşitli günahları korkusuzca işlemeleri; peygamberlere uymamaları ve karşı gelmeleri gerekçe olarak gösterilir. Her ne kadar bu toplu imha ile ilgili ilahi yasa (sünnetullah), peygamberimizin (s.a.s) ümmeti için kaldırılmışsa da insanların toplu olarak zarar gördüğü âfetlerde de her insanın çıkarması ve alması gereken ibret dersleri vardır. </p><p> <strong>83. el-Afüvvu</strong>(günahları affeden, silen):<span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span></p><p> Günahları bağışlama anlamına gelen Allah’ın (c.c.) başka güzel isimleri de bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını daha önce gördük: el-Gafûr, el-Gaffâr. Her iki güzel isim de Arapça’da aynı kökten, “örtmek” anlamına gelen bir fiilden türemişlerdir. Allah (c.c.) bu güzel isimlerinde “günahları örten” anlamına gelen bir tecelliyle kullarına yönelmektedir. El-Afüvvu güzel isminde ise “günahları silen” anlamı bulunmaktadır. Dolayısıyla el-Afüvvu güzel ismi, diğerlerine göre, daha geniş bir anlama gelmekte, günahlar karşısında daha köklü bir temizlemeyi karşılamaktadır. Tabii el-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerinde de bir “günahları bağışlama” anlamı bulunmaktadır. “Günahları örtmek” demekle onları gözlerden saklayıp bağışlamamak anlaşılmamalıdır. Bu güzel isimlerle vurgulanan anlam günahların bağışlandığı ama hesap defterinde, mahşer gününde kulun hafızasında vs. sabit kaldığıdır. El-Afüvvu güzel isminde bu bağışlanma, daha genel bir anlama sahiptir; günahların Kiramen Katibin Melekleri’nin hafıza ve defterlerinden, Levh-i Mahfuz’dan, kısacası ona tanıklık eden Allah (c.c.) dışındaki herkesin bilgisinden, hatta o kulun bilincinden de silinmesi demektir. </p><p> <strong>84. er-Raûfu</strong>(pek şefkatli):<span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span></p><p> <strong>“Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Kuşkusuz Allah Raûf’tur, Rahîm’dir (Bakara suresi, ayet 143).”</strong> Kuran-ı Kerim’de er-Raûf güzel ismi yukarıdaki ayette olduğu gibi genellikle er-Rahîm (esirgeyen) güzel ismi ile birlikte geçer. Her iki güzel isim arasında bir anlam yakınlığı bulunmakla birlikte tabii ki bir anlam ayırtısı da söz konusudur. Er-Rahîm güzel ismi ile er-Raûf güzel ismi arasındaki anlam ayırtısını şu örneklerde rahat bir şekilde görebiliriz: Allah (c.c.) cehennem azabından kurtulmamız için nefse çok ağır gelen oruç ibadetini farz kılmıştır. Görünüşte oruç yeme, içme, cinsel birleşme gibi doğal ihtiyaçları belli bir zaman aralığında yasaklamakla nefse bir sıkıntıdır. Ama ahirette mümin için cehennemden kurtulmada bir rahmet kapısı olacaktır. Bu yönüyle bu ibadetin temelinde Allah’ın er-Rahîm (esirgeyen) güzel isminin gizli olduğunu görürüz. Bunun yanında tuttuğumuz oruçta bazı kolaylıklar da yaşarız. Bu kişiden kişiye farklılık gösterir: Sağlığımız uygundur; hava, sıcaklık-soğukluk durumu bize zarar vermeyecek özelliktedir; rahat bir işimiz vardır… Daha bunlar gibi pek çok etkenle bize şefkat edildiği, yaratıcımızın bizi orucun sıkıntılarından koruduğu özel ihsanlar, kolaylıklar göze çarpar. İşte bu noktaların her birisinde Allah’ın (c.c.) er-Raûf (pek şefkatli) güzel ismi tecelli etmektedir. <strong>85.</strong> a.<strong>Mâlik-ül Mülki</strong> b.<strong>Zü’l- Celâli ve’l- İkrâmi </strong>c.<strong>el- Muksitu:</strong> <span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span></p><p> <p style="text-align: center"><p style="text-align: center"> <span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span></p> </p><p> Hadis kitaplarındaki riyavet farklılığından dolayı meydana gelen artma ve eksilmeye karşın ilgili hadiste ısrarla belirtilen 99 sayısını korumak ve bu yüzden güzel isimlerden hiçbirisini yitirmemek düşüncesiyle burada üç güzel isim toplanmıştır. Bu üç güzel isim incelendiğinde birbiriyle olan anlam yakınlıkları, anlam bakımından birbirlerini bütünlemeleri hemen dikkati çeker. Şöyle ki: Allah (c.c.) mülkün gerçek sahibi olan yüce hükümdardır: <strong>Mâlik-ül Mülki.</strong> Mülkünde bir hükümdar gibi istediğini cezalandırmakta ve ödüllendirmekte, istediğine ululuğunu ve cömertliğini göstermekte özgürdür. Bundan dolayı kimse O’nu yargılayamaz:<strong> Zü’l-Celâli ve’l- İkrâmi.</strong> Tabii tüm bunları bir dengeyle, ölçüyle, mutlak adaletiyle yapar. Çünkü herkes onun kuludur. Kulları arasında ancak emir ve yasaklarına uyanlardan razıdır. Uymayanlara bu dünyada mühlet verir, ahirette onları cezalandırır. Uyanları bu dünyada bazı sıkıntılarla imtihan etse de ahirette ödüllendirecektir. Mutlak adaleti, gereği şekilde ancak ahirette anlaşılacaktır: <strong>el-Muksitu.</strong> <strong>86. el-Câmi’u</strong> (dağınık şeyleri biraraya toplayan; parçaları, gönülleri birleştiren): Allahın dağılan her şeyi birleştirmeye gücü yeter. Bu ona çok kolaydır. Zira bir şey irade ettiği zaman ‘ol!’ demesi yeterlidir. Bu ilk yaratmada böyle olduğu gibi dağılan şeyleri bir araya getirmede de böyledir. <strong>87. el-Ganiyyu</strong> (Allah [c.c.] kimseye muhtaç olamayan zengindir): Allah (c.c.) evreni, içerisindekileri yoktan yaratmıştır. Bunları yaratırken de Kendi’sinden bir şey eksilmemiştir. O’nun yaratması sadece “Ol!” emriyledir. Tüm zenginlikleri bu şekilde O yarattığı gibi daha nicelerini de yaratmaya güç ve kudret sahibidir. Bundan dolayı O mutlak zengindir. <strong>88. el-Muğnî</strong> (Allah [c.c.] dilediğini zengin eder): Zenginlik, yoksulluk gibi bir imtihan konusudur. Aslında bu dünya bir ceza ve ödül yurdu değildir. Zenginlik de yoksulluk da bir hikmete göre taktir edilmiştir. Bu bakımdan zengin olan kimselerin varlıkları ile Allah (c.c.) tarafından ödüllendirilmediğini, ebedi ahiret yurdu için imtihan edildiklerini düşünmeleri gerekir. Tabii aynı şeyi yoksulluk için de düşünmeli, kişinin yoksullukla Allah (c.c.) tarafından cezalandırıldığını varsaymaktan ziyade imtihan edildiğini düşünmek daha doğrudur. İnsan kendisi için zenginliğin mi yoksa yoksulluğun mu daha hayırlı olduğunu bilemez. Allah (c.c.) kulları için en hayırlı olanı ezelde tespit etmiş, bu konudaki kısmetimizi kaderimizle belirlemiştir. İnsanın kendisiyle barışık olması, öncelikle toplumsal konumunu, ekonomik durumunu kabullenip haline şükretmesiyle olur. Tabii Allah’ın (c.c.) fazlını ve rahmetini aramak, meşru yollarla varlıklı olmaya çalışmak da yanlış şeyler değildir. İnsan dünya ve ahiret dengesini kurduktan sonra zenginlik de güzel bir şeydir. <strong>89. el-Mu’tî</strong> [FONT=&quot] [/FONT](Allah [c.c.] hikmeti gereği dilediğine ihsanda bulunur): <strong>90.</strong> <strong>el-Mâni’u</strong> (Allah [c.c.] hikmeti gereği hayrı, şerri engeller): Bütün hayırların, ihsanların kaynağı Allah’tır. Bazen insan bu büyük gerçeği unutur, vesilelere takılıp kalır. Bütün gönlüyle onlara teşekkür eder, yaratıcısına şükretmek, şükür secdesi yapmak hatırına gelmez. El-Mu’tî güzel ismi ile kula düşen görev şudur: Bu dünya bir ödül ve ceza yurdu olmadığı için bütün hayırların, ihsanların bir imtihan konusu olduğunu da unutmamak gerekir. Bir devasız hastalık ölüm döşeğindeki insan için bütün günahlarına kefaret olarak ihsan edilmiş büyük bir nimet olabilir. Bir zenginlik de kulun azgınlaşıp ebedi cehennemlik olmasına neden olabilir. Allah’ın (c.c.) hayrının, ihsanının nerede gizli olduğunu bilmemize imkan yoktur. Onun için Allah’tan (c.c.) gelen her şeye temkinli yaklaşıp duygularımızla, nefsimizle hareket etmemeliyiz. Onlardaki hikmeti düşünmeliyiz. Güzel şeyleri şükürle, şerleri sabırla karşılamalıyız. Kader karşısında imtihanda olan bir kul olduğumuzu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamamız gerekir. el-Mâni’ güzel isminin pek çok tecellisini hayatımızda, çevremizde gözlemleyebiliriz. Örneğin insanın vücudunda bulunan akyuvarlar mikroplara karşı korurlar. Mikropla Allah (c.c.) ed-Dârr (şer, zarar Allah’tan [c.c.] gelir) güzel ismini tecelli ettirirken akyuvarlarla el-Mâni’ güzel ismini kalkan gibi onun önüne koymaktadır. <strong>91. ed-Dârru</strong> (Şer, zarar hikmeti gereği Allah’tan [c.c.] gelir): <strong>92. en-Nâfi’u</strong> (hayır, iyilik hikmeti gereği Allah’tan [c.c.] gelir): Kadere iman bilindiği üzere imanın altı rüknünden birisidir. Kader içerisinde en önemli konu ise hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiği hususudur. İnsanlar hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiğini unutup sebeplere bakarlar. Şer karşısında öfkelenip deliye dönerler, dinden imandan çıkıp katil bile olurlar; hayırda da Allah’a (c.c.) şükretmeyi unutup vesilelere takılıp kalırlar. Allah (c.c.) kullarına karşı her zaman lütufkardır. Onları kaldıramayacakları yüklerle imtihan etmez. <strong>“Şu kesindir ki, Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez (Nisa suresi, ayet 40).” </strong>Allah’ın (c.c.) ed-Dârr güzel ismi insanın zararına değil hayrınadır. Şöyle ki: Dünyada başımıza gelen kötü şeyler bir hikmete dayanır. Dünya hayatı geçicidir, asıl olan ahiret yurdudur. Bu dünyada kötü olarak görülen şeylerin altında insanların ahiret hayatlarında kurtuluşa, ebedi mutluluğa vesile olan pek çok hayırlar bulunabilir. Bu açıdan asıl şer, zarar bu başa gelen kötü şeylerden gereği şekilde yararlanmamaktır. Bu durumda başımıza gelen kötü şeyler, her ne kadar Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması ile meydana geliyorsa da bu durumun sünnetullaha, ilahi bir kurala dayanan bir nedeni bulunmaktadır. Allah (c.c.) bela ve musibetleri yaptığımız kötü şeylere karşı vermektedir<strong>: “Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar nedeniyledir. Hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder (Şûrâ suresi, ayet 30).”</strong>, <strong>“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük ise nefsinden dolayıdır (Nisa suresi, ayet 79).”</strong> <strong>93.</strong> <strong>en-Nûru</strong> (nurlandıran, nur kaynağı): Nur, iki biçimde tanımlanabilir. Birisi maddi olanıdır. Biz bu nurla (ışıkla) görürüz. En başlıca kaynağı güneştir. Ayrıca evimizi, sokağımızı aydınlatan ışık da bu nurdandır. Bu nur olmasaydı dünyamız kapkaranlık kalacaktı. Allah’ın (c.c.) pek çok ayeti, güzel ismi göz duyu organına hitap etmektedir. Demek ki bu nur olmasaydı çok cahil kalacaktık. Diğer nur manevidir. Bu da maddi nur kadar önemlidir. Hatta maddi nurdan daha önemlidir. Zira bununla da gönül dünyamız aydınlanır. İmanımız gerçekleşir, güçlenir. Nasıl görme engelli insanlar bir şey göremezlerse iç dünyaları kör olanlar da imanın esaslarını kavrayamazlar, inkar ederler. Bir insanın bu dünyada gözlerinin görmemesi bir ömürde gerçekleşir, son bulur, ama manevi körlük ebedi hayata mal olabilir. </p><p> <strong>94. el-Hâdî</strong> (kalplere hidayet yolunu gösteren, insanlara hidayet veren):</p><p> Allah (c.c.) insan ve cin sınıfı dışındaki tüm canlı varlıklara uyulması zorunlu olan bir yaşam tarzı vermiştir. Bunu onların iç dünyalarına bir program olarak yerleştirmiştir. Her canlı varlık buna göre yaşar, beslenir, ürer ve ölür. Göçmen kuşlar bununla nereye göç edeceklerini bilirler. Balıklar uzun yolculuklarına bu sayede çıkarlar. Örümcek ağını yapar, arı peteğini kurar, ayı ininde kış uykusuna yatar. Tavuk bununla yumurtlar, kuluçkaya girer, yavrularını herkese karşı korur. Bu el-Hâdî güzel isminin evrensel çaptaki tecellisidir. Bundan insan da payını alır. Analık iç güdüsü de bir yaşam sigortası gibi yeni doğan yavru için yapılması gerekli olan işleri tetikler. İnsan diğer varlıklardan ayrı olarak irade sahibidir. Ona yaşam tarzını belirleme ve seçme sorumluğu yüklenmiştir. Bu konuda yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: <strong>“Ona hayır ve şerri, her iki yolu da gösterdik (Beled suresi, ayet 10).”, “Biz ona hidayet yolunu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör (İnsan suresi, ayet 3).”</strong> <strong>95. el-Bedî’u</strong> (Allah [c.c.] eşsizdir, benzersizdir; örneksiz yaratandır):<span style="color: white">[FONT=&quot][/FONT]</span> Allah (c.c.) modelsiz ve örneksiz olarak bu evreni ve içerisindeki her şeyi yoktan yaratmıştır. O’nun yaratmasına bir sınır koyamayız. Yarattığı şeylerin pek azından haberimiz bulunmaktadır. Cennet ve cehennem yaratıldıkları halde gözlerimizin önünde değildir ve bunlar bizlerin ölümümüzü, kıymetin kopmasını ve hesap olayını beklemektedirler. Ayrıca cinler ve melekler gibi duyu organlarımızdan gizlenen başka varlıkların âlemleri de bulunmaktadır. Allah’ın (c.c.) yaratma gücünü ve varlıklarını dünya yaratılalı beri yıldızlarının çoğunun ışığı bize ulaşamamış bu uçsuz bucaksız evrenle sınırlandıramayız. Allah (c.c.) mahiyetlerini bilemeyeceğimiz nice evrenlerin de sahibidir. Allah’ın (c.c.) mülküne ve yaratmasına bir son düşünülemez. Çünkü <strong>“O, her an yaratma halindedir (Rahmân suresi, ayet 29). </strong>Her yarattığı varlık da yüce Allah (c.c.) gibi eşsiz ve benzersiz bir özellik taşımaktadır. </p><p> <strong>96. el-Bâkî</strong> (var oluşunun sonu olmamak):</p><p> Allah (c.c.) yaşamamız için iç dünyamızda bir açlık içgüdüsü yaratmıştır. Bu içgüdü olmasaydı pek çok insan yemek yemeyi ihmal eder, sağlığını bozardı. Allah (c.c.) sadece iç dünyamızda el-Hayy güzel ismiyle açlık içgüdüsünü yaratmamış dış dünyada da er-Rezzâk güzel ismiyle bunun için yeryüzü büyüklüğünde bir sofra kurmuştur. Bitkilerin, hayvanların çoğu iştahımıza ve midemize hizmet etmektedirler. İnsanın iç dünyasında bir de ebedi yaşam arzusu vardır. İnsan fani olmayı kendisine, sevdiklerine hiç yakıştırmamaktadır. Ölüm sanki hiç başına gelmeyecek bir şeymiş gibi yaşamaktadır. Bunun nedeni insanın ebedi yaşama olan tutkusudur. Allah (c.c.) nasıl açlık içgüdüsünü tatmin için yeryüzünü bir sofra gibi hazırlamışsa, elbette insanın bu ebedi yaşama arzusunu görmezden gelmeyecek, ahireti de yaratacaktır. <strong>97. el-Vârisu</strong> (her şeyin tek varisi, hakiki sahibi): Varis, ölen kişinin malını mülkünü mirasla veya vasiyetle bıraktığı kişiye denir. Bu anlamda Allah (c.c.) mutlak varistir. Çünkü her insan ölümü tadacak, dünya ve içerisindeki her şey en sonunda Allah’a (c.c.) kalacak, Allah (c.c.) da yaratılmış olan hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı için kıyamet günü bütün bunları yok edecektir. İnsanın varisinin veya varislerinin olması güzel bir şeydir. Hele malını mülkünü bırakacağı kendi öz evladının veya evlatlarının bulunması insanı daha da huzurlu kılar. Canımızdan aziz bildiğimiz mal ve mülkümüz hakkında kaygı duymamamıza, gönül rahatlığı ile bu dünyaya gözlerimizi kapamamıza vesile olur. Ama evladı da olsa birisinin ‘Ben senin malın mülküne varisim, malın mülkün bana kalacak’ diye kendini tanıtması veya bu durumu sürekli hatırlatması can sıkıcı bir şeydir. İnsanın nefsine ağır gelir. Çünkü bu söz bize ölümlü oluşumuzu bir tokat gibi yüzümüze çarpar. Gerçi aynı kişi veya kişiler bir gün öleceğimizden söz etseler belki bu kadar içerlemeyiz ama iş mal mülkle dava edilince nefsimiz tıpkı ağzındaki kemiği başkalarıyla paylaşmak istemeyen bir köpek gibi hırlamaya, huysuzluk çıkarmaya başlayacaktır. Durum böyle ise yüce Allah (c.c.) hangi hikmete binaen bize bu gerçeği hatırlatmakta, el-Vâris güzel ismi ile her şeyin tek varisi, hakiki sahibi olduğunu bildirmektedir? Öyle anlaşılıyor ki Allah (c.c.) bu güzel ismi ile nefsimizi terbiye etmekte, mal ve mülke karşı aşırı bağlılığımızı gözden geçirmemizi istemektedir. <strong>98. er-Reşîdu</strong> (doğru yola ulaştıran, irşat eden): Er-Reşîd güzel ismi El-Hâdî güzel ismi ile büyük bir benzerlik göstermesine karşın aralarında elbette bir anlam ayırtısı bulunmaktadır. El-Hâdî güzel ismi İslam dini ile tanışmamış yada küfrün, günahın içerisinde bulunan birisinin hidayete gelmesi, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uymasıdır. Er- Reşîd güzel ismi ise İslam’ın emir ve yasaklarını yerine getiren bir Müslüman’ın Allah’a (c.c.) daha yakın olma arzusu ile bir Allah (c.c.) dostuna (mürşid-i kamil) nefsini teslim edip terbiye ve irşat olmasıdır. Kuran-ı Kerim’de Vâkı’a suresinde Allah (c.c.) mahşer günü insanları üç sınıfta değerlendireceğini belirtmektedir: Kitabı sağdan verilen (ashâbu’l-meymene), kitabı soldan verilen (ashâbu’l-meş’eme), imanda ve fazilette öncüler (es-sâbikûn) olmak üzere. Buna göre kitabı sağ taraftan verilenler Allah’ın (c.c.) el- Hâdî güzel ismi ile hidayete ulaşmış, İslam dininin emir ve yasaklarına uyarak takva ehli olmuş kimselerdir. Bunlar cennetliktirler. Kitabı sol taraftan verilecek olanlar küfür üzere veya günahkar Müslümanların içerisinde tövbe edemeden ölen insanlardan oluşur. Günahkar Müslümanlar cehennemde cezalarını çektikten sonra kurtulacaklardır, küfür üzere ölenler için ise ebedi kalmak üzere cehennem vardır. İşte konumuzu teşkil eden üçüncü sınıf insanlar, hidayetlerinden sonra Allah’ın (c.c.) er-Reşîd güzel ismi ile bir Allah dostu (mürşid-i kamil) vesilesi ile irşat olmuşlardır. Tabii sâbikûnlar gerek amelde gerekse Allah’a (c.c.) karşı duyulan ilahi aşkta ashâbu’l-meymeneyi geçmişlerdir. Ahirette bunlara verilecek ödüller de buna göre çok daha büyük olacaktır. İlgili surede bunların çoğunun önceki ümmetlerden azının da Hz. Muhammed’in (s.a.s) ümmetinden olacağı belirtilmektedir. <strong>99. es-Sabûru</strong> (cezaları erteleyen, çok sabırlı): Allah (c.c.) kullarının günahlarına karşı çok sabırlıdır. Hemen cezalandırmaz. Onların yola gelmeleri için süre tanır. Bu zaman zarfında onları anlayacağı dillerle uyarır. Yüce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de kullarını hemen cezalandırmamasının nedenini şöyle açıklamaktadır: <strong>“Eğer Allah insanları işledikleri günahlar yüzünden cezalandıracak olsaydı dünyada tek bir insan bile bırakmazdı. Ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vadeye kadar erteler. O vadeleri geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları cezalandırır. Çünkü Allah kullarını tamamen görmektedir (Fâtır suresi, ayet 45).”</strong> Es-Sabûr güzel ismi, el-Halîm güzel ismine anlam olarak çok benzer. Ama aralarında bir anlam ayırtısı da bulunmaktadır. El-Halîm güzel isminde kulların günahlarını hemen cezalandırmamanın yanında bunlardan vazgeçme, bağışlama gibi bir anlam inceliği söz konusudur. Çünkü el-Halîm güzel ismi Kuran-ı Kerim’de genellikle (altı ayrı ayette) el-Gafûr güzel ismi ile birlikte kullanılmaktadır. Oysa es-Sabûr güzel isminde sadece kullarının günahlarını hemen cezalandırmama, sonraya bırakma anlamı bulunmaktadır. Muhsin İyi</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="muhsin iyii, post: 282464, member: 1016601"] [B]61. el-Muhyî[/B] (ölüleri dirilten): El-Muhyî güzel ismi Kuran-ı Kerim’de sadece aşağıdaki iki ayrı ayette olmak üzere “muhyi’l-mevtâ (ölüleri dirilten)” biçiminde geçmektedir. [B]“İşte bir bak, Allah’ın rahmetinin eserlerine! Ölmüş toprağa nasıl da hayat veriyor? İşte Allah, muhakkak ölüleri de böyle diriltecek. Çünkü O her şeye kadirdir (Rûm suresi, ayet 50).”, “O’nun ayetlerinden birisi de şudur: Sen yeri kupkuru görürsün. Fakat biz üzerine su indirince yer harekete geçip kabarır. İşte bu yere kim hayat veriyorsa ölüleri de O diriltecektir. Çünkü O her şeye kadirdir (Fussılet suresi, ayet 39).”[/B] Bitkiler âlemindeki her yıl baharda gözlenen diriliş olayı Allah’ın (c.c.) her şeye gücünün yettiğine ve ölüleri de böyle dirilteceğine işaret etmektedir. El-Muhyi yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere Allah’ın (c.c.) ölülere can vermesi anlamına gelir. İnsanı ilk defa yaratıp can veren Allah (c.c.), elbette öldükten sonra tekrar yaratıp can verecektir. Çünkü bunun doğada görülen örnekleri vardır. Örneğin vücudumuzda saniyede milyonlarca hücre ölmekte, milyonlarcası da yeniden doğmaktadır. [B] [/B] [B]62. el-Mümîtü[/B] (hayatı alan, öldüren): [COLOR=white][/COLOR] Dünyadaki bütün canlılar, belirli bir ömre sahiptir. Mikroptan file, ottan elma ağacına kadar her canlı varlık, ömrünü tamamlayınca mutlaka ölmektedir. Oysa insanın içerisinde bir ebediyet özlemi bulunmaktadır. Bu nedenle ölüm insanda büyük bir kaygıya neden olmaktadır. Ölüm düşüncesini hiçbir insan kolay kolay kabullenememektedir. Bunun bir nedeni de insanın ebedi yaşam için yaratılmış olmasıdır. Gerçekten ölüm olayı ile insan yaşamı görünüşte ortadan kalkıyorsa da aslında başka bir boyutta bu yaşam sürmektedir. Kabir ve berzah âlemi, kıyamette diriliş yeri, mahşer, cennet ve cehennem bu ebedi yaşamın devam eden yada edecek olan geçici yada daimi mekanları olmaktadır. [B] [/B] [B]63. el-Hayyu[/B] (Allah [c.c.] diridir): Allah’ın (c.c.) varlığının delillerinden biri de yeryüzünde yaşamın olmasıdır. El- Hayy Allah’ın (c.c.) canlı olması anlamına gelmektedir. Canlı varlıklar yadsınmaz bir biçimde Allah’ın (c.c.) da canlı oluşuna işaret etmektedir. Bilindiği üzere dünyada canlı varlıklar üç guruba ayrılır: Bitkiler, hayvanlar ve insanlar. Bunlar içerisinde sadece insanlar yüce yaratıcıyı bilinçli bir biçimde düşünebilmektedir. Bir başka boyutta yaşayan cinler de bizler gibi ebedi ahiret yurdunda ceza ve ödül için sınava tabi tutulmaktadır. [B] [/B] [B]64. el-Kayyûmu[/B] (Allah [c.c.] varlığının devamı için kimseye muhtaç değildir, her varlık varlığının devamı için her an Allah’a [c.c.] muhtaçtır):[COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] Kuran-ı Kerim’de Allah’ın (c.c.) bu güzel ismi, el-Hayy güzel ismi ile birlikte geçer. Örneğin şu ayette olduğu gibi: [B]“Allah O’ndan başka ilah yoktur. Diridir (Hayy), Kayyûm’dur (Bakara suresi, ayet 255).” [/B]Allah’ın (c.c.) el-Kayyûm güzel isminin el- Hayy güzel ismi ile birlikte zikredilmesinin altında bir hikmet ve sır bulunmaktadır. El-Hayy Allah’ın (c.c.) canlı varlıklar üzerindeki hakimiyetini temsil etmektedir. Bu hakimiyetin en zirve noktasını teşkil etmektedir. Her canlı varlığın perçemi Allah’ın (c.c.) elindedir. Allah (c.c.) diri oluşu ile canlı varlıklar üzerinde her an tecelli etmektedir. İnsan canı çıkınca ölmekte, bedeni toprak olmaktadır. Demek ki el-Hayy güzel ismi ile Allah (c.c.) her canlı varlık üzerinde en birinci hakka sahip olduğu gibi canlı varlıklar da Allah’a (c.c.) karşı bu güzel isminin üzerindeki tecellisi ile hakkı ödenmesinin olanağı olmayan büyük bir borç altına girmişlerdir. Allah (c.c.) eceli gelenden bu güzel isminin tecellisini çekmekte ve böylece ölüm hemen gerçekleşmektedir. İşte el-Kayyûm da cansız varlıklar için böyle hayati bir anlama sahiptir. Allah (c.c.) el-Kayyûm güzel ismi ile bütün evreni, maddeyi ayakta tutmaktadır. Bu ismin tecellisi bir an bile evren ve madde üzerinde çekilse her şey o anda yokluğa karışırdı. Yıldızlar ve gezegenler birbiriyle çarpışır, madde elementlerine ayrılırdı. Onun için el-Kayyûm güzel ismi cansız varlıklar üzerinde sürekli tecelli etmektedir. Bir an bile kesintisi söz konusu değildir. Kıyamet bu güzel ismin evren ve madde üzerinden çekilmesi ile kopacaktır. [B]65. el-Vâcidu[/B] (istediğini bulan, meydana getiren): [COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] İnsan çeşitli hayaller kurar. İnsanın gerçekleştirmek istediği düşlemleri vardır. Kimse hayat karşısında umutsuz olmaz. Her insan bir şeylerin peşindedir. Bunları arzulamakla kalmaz, bizzat çalışma ile bunların gerçeğe dönüşmesi için de elinden geleni yapar. Ama her insan ideallerine ulaşamaz. Gerçeklerle hayaller çoğu kez birbiriyle çatışırlar. Umutlarımız bazen yıkılır. Allah (c.c.) ise istediğini bulan, meydana getirendir. Neyi isterse o gerçekleşir. Bunun için “Ol!” demesi yeterlidir. Bu sırada Kendi’sinden bir şey eksilmez, Kendi’si yorgunluk da duymaz. Allah’ın (c.c.) isteği önünde başka bir istek bulunamaz. Allah (c.c.) dilediği şeyi yaratandır. [B]66. el-Mâcidu[/B] (Allah [c.c.] şanına, şerefine, yüceliğine ve büyüklüğüne uygun olarak ihsan, rahmet ve bereket sahibidir; Allah [c.c.] ihsanı, rahmet ve bereketiyle dilediği kişinin şanını, şerefini, kadrini yükseltir): El-Mâcid, daha önce gördüğümüz el-Mecîd güzel ismi ile aynı kökten gelmektedir. El-Mecîd, Allah’ın (c.c.) ihsanını, rahmetini ve bereketini şanına, şerefine, yüceliğine ve büyüklüğüne uygun olarak öven bir anlama sahipti. El-Mâcid güzel ismi ise ism-i fail biçiminde olduğu için el-Mecîd güzel ismi ile belirtilen niteliğe [B]sahip olan[/B] anlamına gelmektedir. Tabii el-Mâcid, dolaylı olarak Allah’ın (c.c.) ihsanı, rahmet ve bereketiyle dilediği kişinin şanını, şerefini, kadrini yükseltmesi anlamını da düşündürmektedir. [B]“Onlar (Münafıklar), müminleri bırakarak kafirleri dost ediniyorlar. İzzeti ve desteği onların yanında arıyorlar. Muhakkak ki bütün izzet ve destek Allah’ındır (Nisa suresi, ayet 139).” “Halbuki izzet, Allah’ın, peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler (Münâfikûn suresi, ayet 8).”[/B] Bu ayetlerde dikkati çeken nokta, münafıkların ihsan, rahmet ve bereketin; izzet, şeref ve itibarın kaynağını algılayamamış olmaları, başka yerlerde aramalarıdır. Bu belki de münafıklığın en önemli belirtisidir. Aslında münafıklık kalbi bir hastalıktır. Her Müslüman’ın şu veya bu oranda tutulacağı manevi bir rahatsızlık halidir. Kimse münafıklığın nefsinden uzak olduğunu sanmasın. Nefis kafir ve münafıklara ait bütün vasıfları taşır. Onun için her Müslüman’ın uyanık olması ve her zaman tövbe ile amellerini gözden geçirmesi gerekir. [B] [/B] [B]67. el-Vâhidu[/B][B] [/B](Allah [c.c.] sıfatlarında ve güzel isimlerinde birdir, O’nun sıfatlarında ve güzel isimlerinde bir ortağı yoktur):[COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] El-Vâhid ile kastedilen anlam, Allah’ın (c.c.) sayı olarak bir olması değildir. El- Vâhid, Allah (c.c.) bölünemeyen ve parçalanamayan birdir, anlamına gelir. Yani sıfatlarında ve güzel isimlerinde bir ortağı yoktur. İlahlık O’na mahsustur. O’nun dışında hiçbir varlık ilahlık mertebesine ulaşamaz. Allah (c.c.) el Vâhid oluşunu her varlık üzerinde kalıcı ayetlerle işlemiştir. Bütün canlı ve cansız varlıklar O’nun bu el-Vâhid mührünü taşırlar. Örneğin dünyadaki bütün ağaç yaprakları birbirine benzer. Demek ki bunları yaratan aynı ilahtır. Tüm insanların bedenleri de aynı organlardan meydana gelir. Bu da insanları yaratanın tek ilah olduğunu gösterir. Eğer birden fazla ilah olsaydı evrenin ve dünyanın kanunlarında bir uyum ve bütünlük olmazdı. Bu ilahlar birbirleri ile rekabete girer, bu da varlık dünyasında bir kargaşaya neden olurdu. [B] [/B] [B]68. el-Ahad[/B][B] [/B](Allah [c.c.] zatında eşsiz ve benzersizdir): El-Ahad ile kastedilen anlam, Allah’ın (c.c.) sayı olarak bir olması değildir. Sayı olarak bir anlamını karşılayan Allah’ın (c.c.) güzel ismi el-Vitr’dir. El- Ahad, Allah (c.c.) eşi ve benzeri olmayan birdir, anlamına gelir. Yani yaratılmış hiçbir varlık Allah’a (c.c.) benzemez. Allah (c.c.) el-Ahad oluşunu her varlık üzerinde kalıcı ayetlerle işlemiştir. Bütün canlı ve cansız varlıklar O’nun bu el-Ahad mührünü taşırlar. Örneğin dünyadaki bütün ağaç yaprakları birbirine benzer, ama aynı değildir. Her yaprak diğer yapraktan kendisini farklı kılan özelliklere sahiptir. Demek ki bunları yaratan ilah hiçbir şeye benzemez. Tüm insanların bedenleri de aynı organlardan meydana gelir, ama aynı yüze sahip iki insanı göstermek olanaksızdır. İkizlerde bile benzerlik noktaları kadar farklılıklar söz konusudur. Bu da insanları yaratan tek ilahın eşsiz ve benzersiz olduğunu gösteren başka bir ayettir. [B] [/B] [B]69. es-Samedu[/B] (hiçbir ihtiyacı olmayan, kimseye muhtaç olmayan; izni olmadan hiçbir işin hükme bağlanmadığı ve ihtiyaçlar konusunda kendisine başvurulan lider): Allah (c.c.) doğurmamıştır. Doğrulmamıştır. Bütün varlık âlemi O’nun “Ol!” emriyle yoktan yaratılmıştır. Nedenler zinciri ile varlıklar birbirlerine muhtaçtırlar. Canlı varlıklar yaşamak için birbirlerini yemek zorundadırlar. Biri diğerinin besin kaynağını oluşturur. Ayrıca her canlı varlık ölümlü olmasına karşın nesiller yolu ile varlığını devam ettirir. Ama Allah (c.c.) varlık dünyasına bağlı değildir. O’nun yemeye, içmeye, çoğalmaya ihtiyacı yoktur. O ezeli ve ebedidir. Zamanla kayıtlı değildir. Varlık dünyasının kanunları O’nu bağlamaz. Bundan dolayı O’nun varlığı ve varlığının devamı yaratılmış şeylere bağlı değildir. O hiçbir şeye muhtaç değildir. [B] [/B] [B]70. el-Kâdiru[/B] (her şeyi yapabilen, edebilen): [B]71. el-Muktediru[/B] (her şeye gücü, kudreti yeten): [COLOR=white][FONT="] [/FONT][/COLOR] Her varlık gücünü, kudretini Allah’tan (c.c.) alır. Aslında güç, kudret Allah’a (c.c.) mahsustur. İnsanın zere kadar gücü, kudreti yoktur. Güç, kudret imtihan için Allah (c.c.) tarafından insana eğreti olarak verilmektedir. İnsanın gücü, kudreti kendinden bilmesi, Allah’a (c.c.) şirk koşmaktır. İnsanın eylemlerini de yaratan Allah’tır. Ama insan bunlardan sorumludur. Çünkü iradesiyle tercih etme hakkına sahiptir. İnsanın bir işte muktedir veya başarılı olması da şükür konusunda bir imtihandır. Yine insanın bir işte aciz kalması, zayıf ve başarısız olması da sabır konusunda bir imtihandır. Allah (c.c.) her şeyi “Ol!” emri ile yoktan yaratmıştır. Bu sırada Kendi’sinden bir şey eksilmediği gibi, Kendi’si herhangi bir yorgunluk da duymamıştır. Allah (c.c.) sadece şu yıldızlarının çoğunun ışığı henüz bize ulaşmamış evrenin değil mahiyetlerini bilemeyeceğimiz sınırsız evrenlerin de yaratıcısıdır. O’nun gücüne, kudretine bir sınır koyamayacağımız gibi yaratmasını da sınırlandırmamız büyük bir küstahlıktır. Nice güç, kudret sahibi insan bazen muktedir olamaz. Her işin altından kalkamaz. Egemenliği altındaki olaylara, kişilere, varlıklara güç, kudret yetiremez. Bazı işlerin halledilmesinde acze düşer. Oysa Allah (c.c.) hem sınırsız güç, kudret sahibidir (el-Kaviyy), hem her şeyi yapabilendir, edebilendir (el-Kâdir), hem de buna gücü, kudreti yetendir (el-Muktedir). Ayrıca gücü, kudreti azalmayandır da (el-Metîn). [B]72. el-Mukaddimu[/B] (çeşitli konularda hikmeti gereği dilediğini öne geçiren): [B]73. el-Muahhiru[/B] (çeşitli konularda hikmeti gereği dilediğini geriye bırakan): Bu dünya ceza ve ödül yurdu değildir. Bir imtihan yeridir. Her şey Allah’ın (c.c.) ezeli bilgisi, pek çok hikmeti, sonsuz merhameti ve mutlak adaleti ile belirlenmiştir. Örneğin bir insanın özürlü olarak dünyaya gelmesi, yoksul bir ailenin ferdi olması, şu veya bu cinsiyette bulunması, mensup olduğu ırkı, ulusu hep ilahi kaderle tespit edilmiştir. Kişiye düşen, kaderine rıza gösterip teslim olması, bunun altında yatan hikmeti ve hayrı düşünmesidir. Allah’a (c.c.) bunun için şükürde bulunmasıdır. Kadere rıza göstermemek ve kaderi eleştirmek Allah’a (c.c.) isyan etmektir. Kısacası Allah’ın (c.c.) insanları bazı konularda ileri kılması, bazı konularda geri bırakması hikmeti bu dünyada anlaşılamayacak önemli bir kader sırrıdır. İnsana düşen görev, bu konudaki nimetlere şükretmek, sıkıntılara sabretmektir. Takvada öne geçmeye çalışmaktır. [B]74. el-Evvelü[/B] (Öncesi olmayan ilk): [COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] [B]75. el-Âhiru[/B] (Sonrası olmayan son): [COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] Aslında Allah’ın (c.c.) el-Evvel ve el-Âhir oluşu, biz zamanla kayıtlı insanlara göredir. Allah (c.c.) zaman kavramıyla kayıtlı olmadığına göre O her zaman vardır. O’na bir başlangıç ve son düşünülemez. Zaman da evren gibi yaratılmıştır. İnsanın belli bir zamanda doğması, büyümesi, olgunlaşması, ölmesi zaman kavramını bir doğa olgusu haline getirmiştir. Ama Allah (c.c.) doğmamıştır, değişmemiştir ve ölmeyecek diridir. O’nun katında geçmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman birdir. Zaman kavramı ezeli değildir. Evrenle birlikte yaratılmıştır. Ayrıca zaman kavramı ebedi de değildir. Kıyametin kopması ile son bulacaktır. Ahiret için daimi bir mekanla (cennet ve cehennem) ebediyet yaratılmıştır. [B]76. ez-Zâhiru[/B] (Allah [c.c.] evrendeki ayetleri ile sıfat ve güzel isimlerini ortaya sermiştir, Kendi’sini belli etmiştir):[COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] Görünüşte Allah (c.c.) Kendi’sini duyu organlarından gizlemiştir. Ama her şey O’nun sıfatlarını ve güzel isimlerini işlemektedir. Bu nedenle varlık âlemi O’nu adeta görünür kılmıştır. Allah (c.c.) varlık âleminden yüce, aşkın (el-Aliyy, el-Müteâlî) olduğu için duyu organlarıyla algılanmamaktadır. O’nu ancak kalpler hissedebilir. [B]77. el-Bâtınu[/B] (Allah [c.c.] zatını duyu organlarının algılamasından gizlemiştir, Allah’a [c.c.] gönül yolu ile yaklaşılabilinir):[COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] Allah (c.c.) gerçektir (el-Hakk, ez-Zâhir). O’nun gerçekliği doğrudan beş duyu organıyla kavranamaz. O duyu organlarından gizlenmiştir. Çünkü O yücedir, aşkındır (el-Aliyy, el-Müteâlî). Kendi varlığını, birliğini, sıfatlarını ve güzel isimlerini varlık âlemiyle bizlere tanıtma yolunu seçmiştir. [B]78. el-Vâlî[/B] (yöneticilerin yöneticisi, mülkünde istediği gibi tasarruf eden): [COLOR=white][/COLOR] Allah (c.c.) bütün evreni, doğayı koyduğu yasalarla yönetir. Bu yasalarda istediği şekilde tasarruf etme hakkına sahipken genellikle bunlarda kıl kadar bir sapma bile olmaz. Bunun gibi Allah’ın toplumları yönettiği toplumsal yasaları da bulunmaktadır. [B] [/B] [B]79. el-Müteâlî[/B] (aşkın, bütün yaratılmışlardan farklı olan): [COLOR=white] [/COLOR] Allah (c.c.) dünyadaki hiçbir varlığa benzemez. Allah’ı (c.c.) hakkıyla bilmemize de imkan yoktur. Allah’ın (c.c.) her ne kadar pek çok sıfatı ve güzel ismi varlık âleminde tecelli etse de O bunların dışındadır ve bunlardan aşkındır. Yücedir. O’nu en iyi ancak Kendi zatı bilir. [B] [/B] [B]80. el-Berru[/B] (iyilik eden, iyiliği çok olan): Kuşkusuz insan da iyilik yapar. Ama insanı iyiliğe teşvik eden şey çoğu kez çıkarlarıdır. Bu anlamda kişinin kendisinin ve çoluk çocuğunun nafakası için çalışması da bir iyiliktir. İnsanlarla ilişkilerimizi düzeltmek, toplumdaki saygı ve sevgiyi ayakta tutmak ve yeşertmek için selam vermek de bir iyiliktir. Kişi bu iyiliklerinin karşılığını mutlaka dünyada iken görür. İbadetlerini eksiksiz bir biçimde yaptıktan sonra bunlar da birer ibadet hükmü kazanabilir. Allah karşılıksız iyilik yapar. İbadetlerle görünüşte bir karşılık beklense de aslında ibadetler de başlı başına bir iyiliktir. Kulun yararınadır. Allah’ın ibadete ihtiyacı yoktur. [B] [/B] [B]81. et-Tevvâbu[/B] (kula günahlardan tövbe etme nimeti veren, kulun tövbesini kabul eden):[COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] Tövbe, imandan sonra bir insana ihsan edilen en büyük nimettir. Tövbe kelime anlamıyla “dönüş” demektir. Terim anlamı, kulun günahlarına pişman olup onları terk etmesi ve Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına yönelmesidir. Tövbe, Allah (c.c.) ile kişi arasında yapılan içten bir antlaşmadır. Dolayısıyla tövbe eden birisi değişimi içten bir duyguyla onaylamaktadır. [B] [/B] [B]82. el-Muntekimu[/B] (suçluları cezalandıran, mazlumun hakkını alan): Allah (c.c.) suçluları mutlak adaletiyle cezalandırır. Aslında bu dünya, bir ceza ve ödül yurdu değildir; hikmet ve sınav yeridir. Gerçek anlamda ödül ve ceza ancak ahirette hesapların görülmesinden sonra tecelli edecektir. Bu açıdan bu dünyada başa gelen bela ve musibetleri sadece Allah (c.c.) tarafından kula taktir edilen ceza olarak düşünmek doğru değildir. Çünkü bu tür sıkıntıların altındaki hikmeti ve imtihan sırrını kimse bilemez. Allah (c.c.) kulun ahiretteki derecesini yükseltmek için de bela ve musibet verebilir. Ama tövbe etmeye vesile olması dolayısı ile başa gelen bela ve musibetlerin günahlarımız yüzünden olduğunu düşünmenin kişi için büyük bir yararı vardır. Yalnız bu değerlendirmeyi sadece kendi nefsimiz için yapmalıyız, başkaları için düşünmek bir terbiyesizlik ve haddini bilmezliktir. Her ne kadar bu dünya bir ceza ve ödül yeri olmasa da Allah (c.c.) bazı günahların cezasını bu dünyada da vermektedir. Kuran-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde başımıza gelen bela ve musibetlerin günahlarımız yüzünden olduğu belirtilir. Ayrıca Kuran-ı Kerim’de bazı kavimlerin toplu olarak imha edilmesinde onların çeşitli günahları korkusuzca işlemeleri; peygamberlere uymamaları ve karşı gelmeleri gerekçe olarak gösterilir. Her ne kadar bu toplu imha ile ilgili ilahi yasa (sünnetullah), peygamberimizin (s.a.s) ümmeti için kaldırılmışsa da insanların toplu olarak zarar gördüğü âfetlerde de her insanın çıkarması ve alması gereken ibret dersleri vardır. [B] [/B] [B]83. el-Afüvvu[/B](günahları affeden, silen):[COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] Günahları bağışlama anlamına gelen Allah’ın (c.c.) başka güzel isimleri de bulunmaktadır. Bunlardan bazılarını daha önce gördük: el-Gafûr, el-Gaffâr. Her iki güzel isim de Arapça’da aynı kökten, “örtmek” anlamına gelen bir fiilden türemişlerdir. Allah (c.c.) bu güzel isimlerinde “günahları örten” anlamına gelen bir tecelliyle kullarına yönelmektedir. El-Afüvvu güzel isminde ise “günahları silen” anlamı bulunmaktadır. Dolayısıyla el-Afüvvu güzel ismi, diğerlerine göre, daha geniş bir anlama gelmekte, günahlar karşısında daha köklü bir temizlemeyi karşılamaktadır. Tabii el-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerinde de bir “günahları bağışlama” anlamı bulunmaktadır. “Günahları örtmek” demekle onları gözlerden saklayıp bağışlamamak anlaşılmamalıdır. Bu güzel isimlerle vurgulanan anlam günahların bağışlandığı ama hesap defterinde, mahşer gününde kulun hafızasında vs. sabit kaldığıdır. El-Afüvvu güzel isminde bu bağışlanma, daha genel bir anlama sahiptir; günahların Kiramen Katibin Melekleri’nin hafıza ve defterlerinden, Levh-i Mahfuz’dan, kısacası ona tanıklık eden Allah (c.c.) dışındaki herkesin bilgisinden, hatta o kulun bilincinden de silinmesi demektir. [B] [/B] [B]84. er-Raûfu[/B](pek şefkatli):[COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] [B]“Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Kuşkusuz Allah Raûf’tur, Rahîm’dir (Bakara suresi, ayet 143).”[/B] Kuran-ı Kerim’de er-Raûf güzel ismi yukarıdaki ayette olduğu gibi genellikle er-Rahîm (esirgeyen) güzel ismi ile birlikte geçer. Her iki güzel isim arasında bir anlam yakınlığı bulunmakla birlikte tabii ki bir anlam ayırtısı da söz konusudur. Er-Rahîm güzel ismi ile er-Raûf güzel ismi arasındaki anlam ayırtısını şu örneklerde rahat bir şekilde görebiliriz: Allah (c.c.) cehennem azabından kurtulmamız için nefse çok ağır gelen oruç ibadetini farz kılmıştır. Görünüşte oruç yeme, içme, cinsel birleşme gibi doğal ihtiyaçları belli bir zaman aralığında yasaklamakla nefse bir sıkıntıdır. Ama ahirette mümin için cehennemden kurtulmada bir rahmet kapısı olacaktır. Bu yönüyle bu ibadetin temelinde Allah’ın er-Rahîm (esirgeyen) güzel isminin gizli olduğunu görürüz. Bunun yanında tuttuğumuz oruçta bazı kolaylıklar da yaşarız. Bu kişiden kişiye farklılık gösterir: Sağlığımız uygundur; hava, sıcaklık-soğukluk durumu bize zarar vermeyecek özelliktedir; rahat bir işimiz vardır… Daha bunlar gibi pek çok etkenle bize şefkat edildiği, yaratıcımızın bizi orucun sıkıntılarından koruduğu özel ihsanlar, kolaylıklar göze çarpar. İşte bu noktaların her birisinde Allah’ın (c.c.) er-Raûf (pek şefkatli) güzel ismi tecelli etmektedir. [B]85.[/B] a.[B]Mâlik-ül Mülki[/B] b.[B]Zü’l- Celâli ve’l- İkrâmi [/B]c.[B]el- Muksitu:[/B][COLOR=white] [/COLOR][COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] [CENTER][CENTER][COLOR=white] [/COLOR][COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR][/CENTER][/CENTER] Hadis kitaplarındaki riyavet farklılığından dolayı meydana gelen artma ve eksilmeye karşın ilgili hadiste ısrarla belirtilen 99 sayısını korumak ve bu yüzden güzel isimlerden hiçbirisini yitirmemek düşüncesiyle burada üç güzel isim toplanmıştır. Bu üç güzel isim incelendiğinde birbiriyle olan anlam yakınlıkları, anlam bakımından birbirlerini bütünlemeleri hemen dikkati çeker. Şöyle ki: Allah (c.c.) mülkün gerçek sahibi olan yüce hükümdardır: [B]Mâlik-ül Mülki.[/B] Mülkünde bir hükümdar gibi istediğini cezalandırmakta ve ödüllendirmekte, istediğine ululuğunu ve cömertliğini göstermekte özgürdür. Bundan dolayı kimse O’nu yargılayamaz:[B] Zü’l-Celâli ve’l- İkrâmi.[/B] Tabii tüm bunları bir dengeyle, ölçüyle, mutlak adaletiyle yapar. Çünkü herkes onun kuludur. Kulları arasında ancak emir ve yasaklarına uyanlardan razıdır. Uymayanlara bu dünyada mühlet verir, ahirette onları cezalandırır. Uyanları bu dünyada bazı sıkıntılarla imtihan etse de ahirette ödüllendirecektir. Mutlak adaleti, gereği şekilde ancak ahirette anlaşılacaktır: [B]el-Muksitu.[/B] [B] [/B] [B]86. el-Câmi’u[/B] (dağınık şeyleri biraraya toplayan; parçaları, gönülleri birleştiren): Allahın dağılan her şeyi birleştirmeye gücü yeter. Bu ona çok kolaydır. Zira bir şey irade ettiği zaman ‘ol!’ demesi yeterlidir. Bu ilk yaratmada böyle olduğu gibi dağılan şeyleri bir araya getirmede de böyledir. [B]87. el-Ganiyyu[/B] (Allah [c.c.] kimseye muhtaç olamayan zengindir): Allah (c.c.) evreni, içerisindekileri yoktan yaratmıştır. Bunları yaratırken de Kendi’sinden bir şey eksilmemiştir. O’nun yaratması sadece “Ol!” emriyledir. Tüm zenginlikleri bu şekilde O yarattığı gibi daha nicelerini de yaratmaya güç ve kudret sahibidir. Bundan dolayı O mutlak zengindir. [B] [/B] [B]88. el-Muğnî[/B] (Allah [c.c.] dilediğini zengin eder): Zenginlik, yoksulluk gibi bir imtihan konusudur. Aslında bu dünya bir ceza ve ödül yurdu değildir. Zenginlik de yoksulluk da bir hikmete göre taktir edilmiştir. Bu bakımdan zengin olan kimselerin varlıkları ile Allah (c.c.) tarafından ödüllendirilmediğini, ebedi ahiret yurdu için imtihan edildiklerini düşünmeleri gerekir. Tabii aynı şeyi yoksulluk için de düşünmeli, kişinin yoksullukla Allah (c.c.) tarafından cezalandırıldığını varsaymaktan ziyade imtihan edildiğini düşünmek daha doğrudur. İnsan kendisi için zenginliğin mi yoksa yoksulluğun mu daha hayırlı olduğunu bilemez. Allah (c.c.) kulları için en hayırlı olanı ezelde tespit etmiş, bu konudaki kısmetimizi kaderimizle belirlemiştir. İnsanın kendisiyle barışık olması, öncelikle toplumsal konumunu, ekonomik durumunu kabullenip haline şükretmesiyle olur. Tabii Allah’ın (c.c.) fazlını ve rahmetini aramak, meşru yollarla varlıklı olmaya çalışmak da yanlış şeyler değildir. İnsan dünya ve ahiret dengesini kurduktan sonra zenginlik de güzel bir şeydir. [B]89. el-Mu’tî[/B] [FONT="] [/FONT](Allah [c.c.] hikmeti gereği dilediğine ihsanda bulunur): [B]90.[/B] [B]el-Mâni’u[/B] (Allah [c.c.] hikmeti gereği hayrı, şerri engeller): Bütün hayırların, ihsanların kaynağı Allah’tır. Bazen insan bu büyük gerçeği unutur, vesilelere takılıp kalır. Bütün gönlüyle onlara teşekkür eder, yaratıcısına şükretmek, şükür secdesi yapmak hatırına gelmez. El-Mu’tî güzel ismi ile kula düşen görev şudur: Bu dünya bir ödül ve ceza yurdu olmadığı için bütün hayırların, ihsanların bir imtihan konusu olduğunu da unutmamak gerekir. Bir devasız hastalık ölüm döşeğindeki insan için bütün günahlarına kefaret olarak ihsan edilmiş büyük bir nimet olabilir. Bir zenginlik de kulun azgınlaşıp ebedi cehennemlik olmasına neden olabilir. Allah’ın (c.c.) hayrının, ihsanının nerede gizli olduğunu bilmemize imkan yoktur. Onun için Allah’tan (c.c.) gelen her şeye temkinli yaklaşıp duygularımızla, nefsimizle hareket etmemeliyiz. Onlardaki hikmeti düşünmeliyiz. Güzel şeyleri şükürle, şerleri sabırla karşılamalıyız. Kader karşısında imtihanda olan bir kul olduğumuzu hiçbir zaman hatırdan çıkarmamamız gerekir. el-Mâni’ güzel isminin pek çok tecellisini hayatımızda, çevremizde gözlemleyebiliriz. Örneğin insanın vücudunda bulunan akyuvarlar mikroplara karşı korurlar. Mikropla Allah (c.c.) ed-Dârr (şer, zarar Allah’tan [c.c.] gelir) güzel ismini tecelli ettirirken akyuvarlarla el-Mâni’ güzel ismini kalkan gibi onun önüne koymaktadır. [B] [/B] [B]91. ed-Dârru[/B] (Şer, zarar hikmeti gereği Allah’tan [c.c.] gelir): [B]92. en-Nâfi’u[/B] (hayır, iyilik hikmeti gereği Allah’tan [c.c.] gelir): Kadere iman bilindiği üzere imanın altı rüknünden birisidir. Kader içerisinde en önemli konu ise hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiği hususudur. İnsanlar hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiğini unutup sebeplere bakarlar. Şer karşısında öfkelenip deliye dönerler, dinden imandan çıkıp katil bile olurlar; hayırda da Allah’a (c.c.) şükretmeyi unutup vesilelere takılıp kalırlar. Allah (c.c.) kullarına karşı her zaman lütufkardır. Onları kaldıramayacakları yüklerle imtihan etmez. [B]“Şu kesindir ki, Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez (Nisa suresi, ayet 40).” [/B]Allah’ın (c.c.) ed-Dârr güzel ismi insanın zararına değil hayrınadır. Şöyle ki: Dünyada başımıza gelen kötü şeyler bir hikmete dayanır. Dünya hayatı geçicidir, asıl olan ahiret yurdudur. Bu dünyada kötü olarak görülen şeylerin altında insanların ahiret hayatlarında kurtuluşa, ebedi mutluluğa vesile olan pek çok hayırlar bulunabilir. Bu açıdan asıl şer, zarar bu başa gelen kötü şeylerden gereği şekilde yararlanmamaktır. Bu durumda başımıza gelen kötü şeyler, her ne kadar Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması ile meydana geliyorsa da bu durumun sünnetullaha, ilahi bir kurala dayanan bir nedeni bulunmaktadır. Allah (c.c.) bela ve musibetleri yaptığımız kötü şeylere karşı vermektedir[B]: “Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar nedeniyledir. Hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder (Şûrâ suresi, ayet 30).”[/B], [B]“Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük ise nefsinden dolayıdır (Nisa suresi, ayet 79).”[/B] [B] [/B] [B]93.[/B] [B]en-Nûru[/B] (nurlandıran, nur kaynağı): Nur, iki biçimde tanımlanabilir. Birisi maddi olanıdır. Biz bu nurla (ışıkla) görürüz. En başlıca kaynağı güneştir. Ayrıca evimizi, sokağımızı aydınlatan ışık da bu nurdandır. Bu nur olmasaydı dünyamız kapkaranlık kalacaktı. Allah’ın (c.c.) pek çok ayeti, güzel ismi göz duyu organına hitap etmektedir. Demek ki bu nur olmasaydı çok cahil kalacaktık. Diğer nur manevidir. Bu da maddi nur kadar önemlidir. Hatta maddi nurdan daha önemlidir. Zira bununla da gönül dünyamız aydınlanır. İmanımız gerçekleşir, güçlenir. Nasıl görme engelli insanlar bir şey göremezlerse iç dünyaları kör olanlar da imanın esaslarını kavrayamazlar, inkar ederler. Bir insanın bu dünyada gözlerinin görmemesi bir ömürde gerçekleşir, son bulur, ama manevi körlük ebedi hayata mal olabilir. [B] [/B] [B]94. el-Hâdî[/B] (kalplere hidayet yolunu gösteren, insanlara hidayet veren):[COLOR=white][/COLOR] Allah (c.c.) insan ve cin sınıfı dışındaki tüm canlı varlıklara uyulması zorunlu olan bir yaşam tarzı vermiştir. Bunu onların iç dünyalarına bir program olarak yerleştirmiştir. Her canlı varlık buna göre yaşar, beslenir, ürer ve ölür. Göçmen kuşlar bununla nereye göç edeceklerini bilirler. Balıklar uzun yolculuklarına bu sayede çıkarlar. Örümcek ağını yapar, arı peteğini kurar, ayı ininde kış uykusuna yatar. Tavuk bununla yumurtlar, kuluçkaya girer, yavrularını herkese karşı korur. Bu el-Hâdî güzel isminin evrensel çaptaki tecellisidir. Bundan insan da payını alır. Analık iç güdüsü de bir yaşam sigortası gibi yeni doğan yavru için yapılması gerekli olan işleri tetikler. İnsan diğer varlıklardan ayrı olarak irade sahibidir. Ona yaşam tarzını belirleme ve seçme sorumluğu yüklenmiştir. Bu konuda yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: [B]“Ona hayır ve şerri, her iki yolu da gösterdik (Beled suresi, ayet 10).”, “Biz ona hidayet yolunu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör (İnsan suresi, ayet 3).”[/B] [B] [/B] [B]95. el-Bedî’u[/B] (Allah [c.c.] eşsizdir, benzersizdir; örneksiz yaratandır):[COLOR=white][FONT="][/FONT][/COLOR] Allah (c.c.) modelsiz ve örneksiz olarak bu evreni ve içerisindeki her şeyi yoktan yaratmıştır. O’nun yaratmasına bir sınır koyamayız. Yarattığı şeylerin pek azından haberimiz bulunmaktadır. Cennet ve cehennem yaratıldıkları halde gözlerimizin önünde değildir ve bunlar bizlerin ölümümüzü, kıymetin kopmasını ve hesap olayını beklemektedirler. Ayrıca cinler ve melekler gibi duyu organlarımızdan gizlenen başka varlıkların âlemleri de bulunmaktadır. Allah’ın (c.c.) yaratma gücünü ve varlıklarını dünya yaratılalı beri yıldızlarının çoğunun ışığı bize ulaşamamış bu uçsuz bucaksız evrenle sınırlandıramayız. Allah (c.c.) mahiyetlerini bilemeyeceğimiz nice evrenlerin de sahibidir. Allah’ın (c.c.) mülküne ve yaratmasına bir son düşünülemez. Çünkü [B]“O, her an yaratma halindedir (Rahmân suresi, ayet 29). [/B]Her yarattığı varlık da yüce Allah (c.c.) gibi eşsiz ve benzersiz bir özellik taşımaktadır. [B] [/B] [B]96. el-Bâkî[/B] (var oluşunun sonu olmamak):[COLOR=white][/COLOR] Allah (c.c.) yaşamamız için iç dünyamızda bir açlık içgüdüsü yaratmıştır. Bu içgüdü olmasaydı pek çok insan yemek yemeyi ihmal eder, sağlığını bozardı. Allah (c.c.) sadece iç dünyamızda el-Hayy güzel ismiyle açlık içgüdüsünü yaratmamış dış dünyada da er-Rezzâk güzel ismiyle bunun için yeryüzü büyüklüğünde bir sofra kurmuştur. Bitkilerin, hayvanların çoğu iştahımıza ve midemize hizmet etmektedirler. İnsanın iç dünyasında bir de ebedi yaşam arzusu vardır. İnsan fani olmayı kendisine, sevdiklerine hiç yakıştırmamaktadır. Ölüm sanki hiç başına gelmeyecek bir şeymiş gibi yaşamaktadır. Bunun nedeni insanın ebedi yaşama olan tutkusudur. Allah (c.c.) nasıl açlık içgüdüsünü tatmin için yeryüzünü bir sofra gibi hazırlamışsa, elbette insanın bu ebedi yaşama arzusunu görmezden gelmeyecek, ahireti de yaratacaktır. [B] [/B] [B]97. el-Vârisu[/B] (her şeyin tek varisi, hakiki sahibi): Varis, ölen kişinin malını mülkünü mirasla veya vasiyetle bıraktığı kişiye denir. Bu anlamda Allah (c.c.) mutlak varistir. Çünkü her insan ölümü tadacak, dünya ve içerisindeki her şey en sonunda Allah’a (c.c.) kalacak, Allah (c.c.) da yaratılmış olan hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı için kıyamet günü bütün bunları yok edecektir. İnsanın varisinin veya varislerinin olması güzel bir şeydir. Hele malını mülkünü bırakacağı kendi öz evladının veya evlatlarının bulunması insanı daha da huzurlu kılar. Canımızdan aziz bildiğimiz mal ve mülkümüz hakkında kaygı duymamamıza, gönül rahatlığı ile bu dünyaya gözlerimizi kapamamıza vesile olur. Ama evladı da olsa birisinin ‘Ben senin malın mülküne varisim, malın mülkün bana kalacak’ diye kendini tanıtması veya bu durumu sürekli hatırlatması can sıkıcı bir şeydir. İnsanın nefsine ağır gelir. Çünkü bu söz bize ölümlü oluşumuzu bir tokat gibi yüzümüze çarpar. Gerçi aynı kişi veya kişiler bir gün öleceğimizden söz etseler belki bu kadar içerlemeyiz ama iş mal mülkle dava edilince nefsimiz tıpkı ağzındaki kemiği başkalarıyla paylaşmak istemeyen bir köpek gibi hırlamaya, huysuzluk çıkarmaya başlayacaktır. Durum böyle ise yüce Allah (c.c.) hangi hikmete binaen bize bu gerçeği hatırlatmakta, el-Vâris güzel ismi ile her şeyin tek varisi, hakiki sahibi olduğunu bildirmektedir? Öyle anlaşılıyor ki Allah (c.c.) bu güzel ismi ile nefsimizi terbiye etmekte, mal ve mülke karşı aşırı bağlılığımızı gözden geçirmemizi istemektedir. [B] [/B] [B]98. er-Reşîdu[/B] (doğru yola ulaştıran, irşat eden): Er-Reşîd güzel ismi El-Hâdî güzel ismi ile büyük bir benzerlik göstermesine karşın aralarında elbette bir anlam ayırtısı bulunmaktadır. El-Hâdî güzel ismi İslam dini ile tanışmamış yada küfrün, günahın içerisinde bulunan birisinin hidayete gelmesi, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uymasıdır. Er- Reşîd güzel ismi ise İslam’ın emir ve yasaklarını yerine getiren bir Müslüman’ın Allah’a (c.c.) daha yakın olma arzusu ile bir Allah (c.c.) dostuna (mürşid-i kamil) nefsini teslim edip terbiye ve irşat olmasıdır. Kuran-ı Kerim’de Vâkı’a suresinde Allah (c.c.) mahşer günü insanları üç sınıfta değerlendireceğini belirtmektedir: Kitabı sağdan verilen (ashâbu’l-meymene), kitabı soldan verilen (ashâbu’l-meş’eme), imanda ve fazilette öncüler (es-sâbikûn) olmak üzere. Buna göre kitabı sağ taraftan verilenler Allah’ın (c.c.) el- Hâdî güzel ismi ile hidayete ulaşmış, İslam dininin emir ve yasaklarına uyarak takva ehli olmuş kimselerdir. Bunlar cennetliktirler. Kitabı sol taraftan verilecek olanlar küfür üzere veya günahkar Müslümanların içerisinde tövbe edemeden ölen insanlardan oluşur. Günahkar Müslümanlar cehennemde cezalarını çektikten sonra kurtulacaklardır, küfür üzere ölenler için ise ebedi kalmak üzere cehennem vardır. İşte konumuzu teşkil eden üçüncü sınıf insanlar, hidayetlerinden sonra Allah’ın (c.c.) er-Reşîd güzel ismi ile bir Allah dostu (mürşid-i kamil) vesilesi ile irşat olmuşlardır. Tabii sâbikûnlar gerek amelde gerekse Allah’a (c.c.) karşı duyulan ilahi aşkta ashâbu’l-meymeneyi geçmişlerdir. Ahirette bunlara verilecek ödüller de buna göre çok daha büyük olacaktır. İlgili surede bunların çoğunun önceki ümmetlerden azının da Hz. Muhammed’in (s.a.s) ümmetinden olacağı belirtilmektedir. [B] [/B] [B]99. es-Sabûru[/B] (cezaları erteleyen, çok sabırlı): Allah (c.c.) kullarının günahlarına karşı çok sabırlıdır. Hemen cezalandırmaz. Onların yola gelmeleri için süre tanır. Bu zaman zarfında onları anlayacağı dillerle uyarır. Yüce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de kullarını hemen cezalandırmamasının nedenini şöyle açıklamaktadır: [B]“Eğer Allah insanları işledikleri günahlar yüzünden cezalandıracak olsaydı dünyada tek bir insan bile bırakmazdı. Ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vadeye kadar erteler. O vadeleri geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları cezalandırır. Çünkü Allah kullarını tamamen görmektedir (Fâtır suresi, ayet 45).”[/B] Es-Sabûr güzel ismi, el-Halîm güzel ismine anlam olarak çok benzer. Ama aralarında bir anlam ayırtısı da bulunmaktadır. El-Halîm güzel isminde kulların günahlarını hemen cezalandırmamanın yanında bunlardan vazgeçme, bağışlama gibi bir anlam inceliği söz konusudur. Çünkü el-Halîm güzel ismi Kuran-ı Kerim’de genellikle (altı ayrı ayette) el-Gafûr güzel ismi ile birlikte kullanılmaktadır. Oysa es-Sabûr güzel isminde sadece kullarının günahlarını hemen cezalandırmama, sonraya bırakma anlamı bulunmaktadır. Muhsin İyi [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Tasavvuf
Ehli Sünnet Tarikat ve Cemaatler
Esma’ül-Hüsna, Esma-i Hüsna, Esma el-Hüsna, Allah’ın 99 Güzel İsmi
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst