Bir selam bekler gönüller ..

insanFakiri

Well-known member

www.resimcity.com_cicek_resimleri_2_2.jpg



***Bir selam bekler gönüller ***
“selamı veren eman verir; selamı alan selamette olur”
der ve
“garibe bir selam, bir altın yerine geçer” diye ilave eder.


Barıştır selamın bir anlamı ve bir anlamı huzur.
Selim ile Salim, Selami ile Selamet, Süleyman ile Müslim, Müslüman ile İslâm
Hep aynı kökten hep aynı çiçekten. Ilgıt ılgıt rüzgar, ışık ışık tebessüm.

Hiçbir şey iken biz, Elest Bezmi’nde bize can bağışlayana can verme sözüdür selam.
Gök kapılarını açan kutlu zamanlar güzeli Temiz yüreklerin ve gülen yüzlerin artırır aydınlığını.
Doldurur beyaz heybemizi ve boşaltır kara defterimizi. Rahmetinden alır kuvvetini diller ve o söz ile silinir bütün suçlar.

Selam bir gülümseyiş, selam bir bakış, selam bir merhabadır;
selam tam vaktinde bir gönül alma, ta yürekten bir teşekkürdür.

Selam bir umman; sevgi saklar derinliklerinde.
Selam içten bir tebessüm, kalbî bir yakınlıktır. Selam ve aleyk, birbirini bütünleyen ikizler

Selam geldi ve bütün yaslı çehrelerdeki kederlerin yerini en içten tebessümler aldı.
Onun sıcaklığıyla karanlık gönüllerimiz aydınlandı. Göz gözü görmez olduğunda ve ters düştüğünde birbirine bütün yollar ve dahası gönüller kapattığında birbirine çelikten kapılarını,
açtırmaz mı bahar çiçeklerini bir selam?

Adı sinelerimizden kazınmak ve namı yeni nesillere unutturulmak istendi. Ve şair:

Bir devrde geldik ki azîzân unutulmuş
Tutmuş yerini hurd u büzürgân unutulmuş. demek zorunda bırakıldı

Hasretlerimiz düğüm düğüm selamlarda gizlenir ve seher yelleriyle gönderilir yar olan uzak diyarlara.
Selamların en güzeli ile başlar ve selam ile sona erer bütün mektuplar.
Heyhat!Ne selamlar ile rahmet dilediğimiz dualarımız, ne de satırlarında sevgi çiçekleri açan mektuplarımız kaldı.

Oysa o, kıyamda bir ayet; kaidede bir tahiyyattı. Küçük büyüğe, yürüyen oturana, süvari piyadeye, az çoğa
Ama ne zaman ki ilâhi huzura selama durmayı unuttuk ve sağ cenahımızdaki meleği işsiz bıraktık, işte o zaman unuttuk selamı.
Belki içimizdeki yabanlıklardır veya yabancılıklardır bize selamı unutturan. Sahi, kalbimizin bütün paslı kapılarını ardına kadar açıp da, o vefalı dosta en son ne zaman bir salât u selam yolladık?

Oysa O, “sizden biriniz bir meclise girdiğinde evvela selam versin” ve “aranızda selamı yayınız” buyurmuştu.
Ve kutlu bir selam ile gelmişti dünyaya.

Oysa duymadı mühürlü kalpler teri gül kokanın selamını.

Oysa O, bir gün arkadaşlarının arasında, uzaklara bakıp, “kardeşlerime selam olsun!” demişti.

Yazık ki biz o kelimeyi onun söylediği yalınlıkta, onun söylediği sıcaklıkta ve tazelikte söyleyemedik.
Kurtuluşun, saadetin, barışın, sevginin, merhametin ve adaletin o bir kelimede saklı bulunduğunu dosdoğru anlayamadık ve anlatamadık.
Hatta “rüşvet değildir deyu” almadık.

Ne olur bugün Yunusleyin bir selam verelim onbir ay unutup bir ay hatırlayabildiklerimize.
Düşkünlere, yetimlere dullara, çocuklara, sevgililere, kimsesizlere
Kalmasın selamın gönlünü okşamadığı bir yaralı yürek. Bir gülümseyişimizle ısıtalım ısıtamadıklarımızı.

Biz dünyadan gider olduk,
kalanlara selam olsun.
Bizim için hayır dua,
kılanlara selam olsun.
Ecel büke belimizi,
söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi,
soranlara selam olsun
 

kasif1

Well-known member
Oysa o, kıyamda bir ayet; kaidede bir tahiyyattı.
Küçük büyüğe, yürüyen oturana, süvari piyadeye, az çoğa
Ama ne zaman ki ilâhi huzura selama durmayı unuttuk ve sağ cenahımızdaki meleği işsiz bıraktık,
işte o zaman unuttuk selamı.
Belki içimizdeki yabanlıklardır veya yabancılıklardır bize selamı unutturan.
Sahi, kalbimizin bütün paslı kapılarını ardına kadar açıp da,
o vefalı dosta en son ne zaman bir salât u selam yolladık?
 

kasif1

Well-known member
fd34a771d48ec459007c907b63e1f8a7.jpg

"O, Allah'ın emriyle kainat Efendisi:

Varlığın tacı, varlık nurunun ta kendisi."

"O'nun nuru ilk yaratılandır. O varlık âlemine kadem basmadan önce gündüzün geceden, baharın kıştan, siyahın beyazdan farkı yoktu. İyilikler kötülüklerle içice, akıl nefse yenik, ruh ta bedenin esiri idi. Varlığın sırrını keşfedip, akla yüksek hedefler gösteren, düşünceye kapılar açıp insanın ebedîlere namzet olduğunu âlemşümul bir dille haykıran O'dur (sav)."

"O" hayatın gayesini acaba hakkıyla anlayabiliyor muyuz?... Ya da hakkıyla bilip anlatabiliyor muyuz?... Buna "Evet" diyebilmeyi ne kadar isterdim. "Zannımca başkalarının ve başka şeylerin anlatıldığı kadar O'nu anlatabilseydik, biz anlatamadık!... Zannımca başkalarının anlatıldığına imkân verildiği kadar O'nun anlatılmasına imkân verilseydi!... Zannımca hayata ait, sanata ait müesseseler O'nu anlatmak için seferber olsalardı!... Bugünün gençliğinin sadrında ve sinesinde sadece "O" olacaktı..."

Bugünün gençliği yolunu şaşırmış, kafasını sağa-sola çarparak derbeder bir hayat yaşamaya çalışıyorsa, O varlığın sırrını anlamadığındandır... Veya bizim O'nu tam anlamıyla anlayıp, anlatamadığımızdandır. 14 asır boyunca dev fikir adamları, büyük imamlar, ilim dahîleri sadece O'nu anlatmak için binlerce kitap yazmışlar ve her biri O'nun başka bir yönünü ortaya koymaya çalışmışlardır. Bütün bu çabalar O'nu gerçek ma'nâda ortaya koyup anlatamamıştır. Kıyamete kadar gelecek binlerce insan da yine O'nu anlatacak ama O, taptaze ve dipdiri, bitmeyen yüzlerce yönüyle tanınamadan kıyamet gelip çatacaktır.

O'nu anlatmaya çalışan dev düşünce adamlarından biri de Necip Fazıl'dır. "ESSELAM" adıyla 63 şiirde tablolaştırdığı eserinde O'nu bildiği kadar anlatmaya çalışmıştır. "Levhaların 63 oluşu mukaddes hayatın yıl sayısından alınan ilhamdan" kaynaklanmaktadır. Bunu eserinin takdim bölümünde anlatan Necip Fazıl "Bu 63 parça içinde kronolojik (zaman sırasına bağlı) bir tertip bulunsa bile vak'aları düpedüz resmetmek yerine onların ruhlarını göstermek gayesi güdülmüş ve herkesin önceden bilmesi veya kolayca öğrenmesi gereken tafsillerden kaçınılmıştır. Dış çizgilerin içine girme ve iç ma'nâlara sokulma hedef ve gayreti..."nin planlandığını söyler. Eseri okuyanlara tavsiyesi ise "Allah'ın 'Teslim olunuz emrini verdiği gaye-insan ve ufuk peygambere, bildiğiniz veya bilmediğiniz, haberini aldığınız veya almadığınız, anlayabildiğiniz veya anlayamadığınız her tarafıyla ve her zerrenizle teslim olmaktan başka gayeniz olmasın”dır. O'nun karşısında ise yerini tayin ederken "Ben hakikatten O'na giden değil, O'nu topyekün kabullendikten sonra O'ndan hakikate gelen mü'minim" diyerek bizi 63 levhayla baş başa bırakır.

Esselam, destanlık bir aşk ve vecdin ürünüdür. Allah (cc) ve Resulüne (sav) iliklerine kadar bağlı bir hayat yaşamaya çalışan Necip Fazıl, bu bağlılığını mısralara dökerken şiirde manevi bir cezbenin de son ufkuna ulaşıyordu. O sonsuzluk düşüncesinde yeşertip, kalp kanadı ve ruh gücüyle saf düşüncenin semalarında pervaz ettirdiği şiirlerini cisim elbisesine bürüyerek bize sunar. Sunulan şiirlerin sadece dış yüzüne bakanlar orada kelime, cümle, ölçü, eda, ritim gibi cisme ait hususların hakim olduğuna kanaat getirseler bile, onun iç âlemine nüfuz edenler ise orada, kalp, ruh ve vicdan üçgeninden yükselen hasret iniltileri duyar, bütün zaman ve zeminlerde yetimlerini düşünerek "Ümmeti Ümmeti" diyen "Oluş sırrına” kavuşamamanın iniltileridir bunlar...

O'nun nurlu dünyasına girip az da olsa istifade etmeye vesile olan 63 levhada "Oluş sırrı" anlatılırken başlangıç tarihtir. Aslında O ilktir yaratılışta, ama dünyaya teşrifte zaman;

"Fil tarihi, işte oluş sene bir, Bin dörtyüz şu kadar evvel gene bir" dir. Zamanın çözülen

ipliği ve o ipliğin şehadet âlemine uzanan ucunda nurdan helezonlarla "Mekke'de doğan ilk ve sondur."

"Doğmuştu öksüzüm haber doğruydu,

Şehadet parmağı göğe doğruydu.

Var olmaya sebeb. âleme rahmet.

Son peygamber doğdu, ismi Muhammed."

O doğmuştu, son peygamber doğmuştu... Karanlıklar üzerine nur doğmuştu, ama zift ruhlu yahudi için bu doğuş ölümdü, yıkılıştı... Bu durum mısralarda dile getirilirken "Aynı sabah Medine, bir yahudidir yine, bağıran çığlık çığlık, Yandık, çöktük, yıkıldık" şeklinde tecelli eder. O'nun nuru, sonsuzluk iklimine seyahatler tertip edenlere kutup yıldızı gibi bir fenerdir. O elden ele, gönülden gönüle bütün karanlıkları ışıtacaktır. Mekke'de bir âdet vardır. O, süt anneye verilecektir. "Oluş sırrı" süt annenin elindedir.

Hepsi kısmetini aldı gönlü hoş,

Bir Halime hatun, kalan eli boş

Dedi ki: "Besbelli benim kısmetim,

Şu herkesin arka döndüğü yetim" (O yetime ruhlarımız feda).

O'nun gölgesi yavaş yavaş üstümüze düşmeye başlar, badi yedek ilerin üstüne yağan bereket gibi...

İşte Badiye, dalga dalga kum,

Baş verdi tohum, O geldi diye,

Bir garip seyran; Bereket taşkın. Rızk başı aşkın; Kabile hayran. Dostların hayranlığım bilmem ki, kalemler yazabilir mi?... Hele düşmanlarınınki; "Fazilet odur ki; düşman dahi takdir eder" mahiyetindedir ve görmeye değer... O bir nur hâlesi şeklinde yürür karar kılacağı menzile... O'na melekler hayran, O'na bulutlar hayran...

"Başında bir bulut sahi,

Yürür durur, gider, bekler

Bulut değil Ya İlâhi,

Tâç tutuyor O'na gökler..." O'na tâç tutan sadece gökler mi?.. Bir de yerde gök gibi tâç tutan anne, dede, amca... "Ecel mukadderdir, tağayyür etmez" sınınca hak olunca, giden Anne, dede ve amca... Ve o yetim... Ama ne gam... İnsanın sahibi Allah (cc) olunca, korunur her yerde... Şam kervanında korunduğu gibi...

"Rahip dedi; İşte son kurtarıcı

Gitmeyin uçurum şimdi önünüz

Kıyar Ona Şam'da yahudi hıncı

Malı civarlarda satıp dönünüz.

Oldu Bahiyranın istedikleri

Başlarında bulut, döndüler geri."

O, ruhlarımıza hayat üfleyeceği yaşa doğru çıkadursun, Ukaz panayırı bir nurlu müjdeyle çalkalanır. Kızıl tüylü devenin süvarisi, evliyavâri hikmet besteleyerek;

"O'nu sevin diyor, O'na güvenin

Süvarisi kızıl tüylü devenin

Bir de Resulü var hakkın gelecek

O'ndadır, pörsümez; güzel ve gerçek."

O'nun geleceğini müjdeliyordu... Nübüvvetle şereflenme yaşı kırktır. Tecelliler Hira'da başlar ve İnsanlığa karanlıklar içinde nur yollar çizecek kaideler peş peşe inzal olur. Getiren vahiy meleğidir...

"Erişmiş yaşı kırka, adım başı harika,

Işıklar pırıltılar. Nidalar arka arka.

Ey sema mavi mendil, Resulün alnını sil,

Kimdir karşısındaki, Sultan melek Cebrail" dir. Nurlar öbek öbek insanlık semasındadır. "Âyet âyet bir hitap, Allah' tan gelen kitap, İkrâ vahyin ilk oku, İkrâ bir emir; OKU..." ilk oku hitabı ve arkası üç yıl kesilen vahy... Hasret çok büyüktür, bekleyişse hakeza...

"Üç sene, tam üç sene, kesildi vahyin ardı.

Gökleri tıkmışlardı, bir karanlık mahzene...

Ey Cebrail etme gel, bir renk, ışık nağme ol, Sevgiliden nâme ol, Bekletme, bekletme gel! Gel ki; kapısına baş koyacağımız Zât'ın kapısına nasıl baş koyacağımızı bilelim... Gel ki; yaradılışın gerçek sırrına erelim... Bekletme gel... Çok geçmeden;

"Geldi melek, dilinde Hakk'tan Resule buyruk,

Ey örtüler altında titreyen peygamber kalk,

Allah emrini bildir, senin yerde gökte halk" fermanı gelir. Gelen fermanı duyan duyana... Er, köle, kadın, çocuk...

"Her dalda bir tomurcuk, teker teker birinci" koşan koşana... Birincileri ikiler, dörtler, sekizler, onaltılar, otuzikiler takip eder durur.

Herkes O'na koşmaktadır. Paklardan pâk ışık kaynağına koşmaktadır... Kısa zamanda;

"Geçtiler evden eve

Kuruldu ilk çerçeve

Sayı tam otuz dokuz" a ulaşırlar. Güç tamamdır, tebliğ açık yapılacaktır

"Ve emir, bayrağı çek,

Putlar tepelenecek,

Küfür debelenecek,

Sancaklar şahid olun... Ümitlere can getiren yepyeni bir esintidir bunu başlatan... Ömer'in gelişidir bu...

"Kur'ân esrar oluğu, Sonsuzluğun soluğu, gösteren ok kulluğu, İnkarı iman oldu. Ömer müslüman oldu" soluğudur.

Kapkaranlık bir âlemi bir çalımla ışığa gark eden aydınlıklar Sultanı, "Yanında Cebrail, altında Burak" Miraç sırrına erer. Erer de kalmaz oralarda... Bizi düşünür, yetimlerini düşünür... Kucak dolusu hediyelerle geri döner... Mü'minin miracı namazla geri döner... Miraç yolunu bizim önümüze serer... O Miraçla ma'nâ âleminden önümüze nurdan bir yol açmakla kalmaz. Dünya musibetleri içinde boğulan cesedimize de yön çizer, yol gösterir... HÎCRET der... Bizi medeniyetin gerçek beşiğine çağırır... Hicret der... Medine'nin nurlu peçesi altına girer. Geri dönüp tıkanan yolları açmak için hicret eder. Hicret mısralarda;

"Hicret, yurt dışında aranan destek,

Dava sahibine öz yurdu köstek,

Merkezi dışardan sarmaktır murat,

Merkezin çevreden fethidir istek,

Hicret yurt dışında aranan destek" tir. Hicretle müjdeler birbirini takip eder durur... Hicret sayesinde, kardeş olur Ensarla Muhacir, Namazda yön Kabe'dir, Ezan göklere yükselen kurtuluş çağrısıdır ve hak dinin güçlenmesiyle gelen emir... "Çekilsin İslâm'ın kılına artık" diye... O kılıç ki; ilkin Bedir'de çekilir, O merhameti getiren kılıçtır, ma'nâda büyüklüğün fezası, ama ezelden ebede uzanan bir davanın gazasıdır... Gaza Bedir'de bayraklaşır, Bedir aslanları göklerde meleklerle yansır... Ardından imtihan durağı Uhud gelir, itaatin bir an unutulmasıyla gelen musibetler ve ardından Hamza’lar. Musab'lar, Abdullah'lar (R. Anhüm) ve daha niceleri şehid...

"Yetmiş şehid, peygamber amcası da beraber,

Çökenler birer cihan

Uhud büyük imtihan

Ne akıl, ne de mantık, peygamber sözü rehber." Gerçek yol budur.

"Aklım, fikrim var deme hepsini öldür.

Sana çöl gelene O göl diyorsa göldür" hakikati kabul edilmedikçe daha niceleri de şehid olur.

Sıra Ahzab yahut Hendek'teydi. Bu da bir mucizeydi. Vak'a mısralarda; "Bu Allah'ın cezası, Tam yenerken yenilmek, Ne ilahi hikmetti,

Tertemiz ön ve arka, Büyük mucize Ahzab, Ahzab büyük mucizeydi" tarzında resmedilir. Her biri inkılap çapında mucizeler birbirini takip edip durmuştu.

Hayber de bunlardan başka biridir, önlerine çıkan kapı yol vermez ki geceler... Tunç kapı yol vermez tavra hürünsün;

"Kaynadı coştu Ali, Kapıya koştu Ali, Var gücüyle abandı.

Rezeleri sökülmüş - Zincirleri dökülmüş, Kapı yere kapandı" ve açılan yoldan zafer kazanıldı.

Az zaman sonra şehidler durağı Mute'deyiz. Mute'de İlk karşılaşmam şark ve garp toslaşmasıdır. Mute İslâm'ın ilk keşif hamlesidir. Orada "Zeyd, Abdullah, Cafer" şehiddir... Nihayet İslâm'ın kılına Kumandan Halid'dedir...

"Halid Halid, Örnek başbuğ.

Döndü hilal elinde tuğ,

Halid Halid örnek başbuğ" dur. Bu sayede zafer İslâm'ın düşmez düşürülmez tuğudur...

Gecesi gündüzlerden daha aydın ve gündüzü cennet baharlarına denk sultanlar Sultanı büyük fethe hazırdır. Mekke'ye geri dönmeye hazırdır, Hicret gerçek ma'nâsını bulsun diye geri dönmeye...

"Resullerin Resulü elinde bir ince dal,

Gösterdi; 'Putları Rabb'im yere çal'

Üç yüz altmış put şimdi yerde

Hani ya Hübel nerde

Büyük Feth O'na

Medh O'na..." Medh âlemlerin Resulü'na.. Varlığın başlangıcına... Kaosların bağrında beliren ilk nura...

"Arzın bağrında dalga dalga nur, dalga dalga nur, İmânı elde eden. Kâinata meydan okur..." O nur dünyaya meydan okur, Huneyn'de, Taif’ te, Tebük'te... Ruhuyla kıyamete kadar gelecek bütün yükselişlerde... Zaman ve zeminlerde...

"Güç İslâm'a geçti büyük oranda ' Son üç gaza, Huneyn, Taif ve Tebük,

Küfre bir söz: Bundan böyle davran da

İslâm'ın elini, elindeyse bük..."

O güç maddeyle kalmaz, ma'nâ âlemini de kuşatır. O güce güç katan âlemlerin Yaratıcısıdır. O'nun buyruğuyla aylar, güneşler şak olur, kuşlar ağaçlar bülbül kesilir, taşlar teşbih eder ellerde, yemekler tükenmez olur O'nun ismi anılınca... Ve herşey herşey mucize...

Kur'ân ise en büyük mucizedir...

"Birleşse insan ve cin

Kur'ân'a denk söz için

En küçük parçasına misil getiremezler,

O esrar kapısından içeri giremezler.

Kur'ân mukaddes Kur'ân,

Yenilik O'nda her an..." Kur'ân'la insanlık huzura erdi, Kur'ân'la İslâm kemale geldi... Kemâle eriş O'nun gidişine işaretti... "Oluş sırrı" gidecekti... O tercihini "En büyük Dosttan yana vermişti" Gidecekti... Veda haccını yapması gerekti...

Çünkü;

"En derin sır: zamanın bir vazifesi vardı,

Ve zaman döne döne çıktığı yere vardı"

zaman çıktığı yere varmıştı. Her şey aslına rücû edecekti ve O gidecekti... Her kemalin bir zevali vardı. Zevali olmayan Allah (cc)'tı. İslâm da kemâle ermişti, vazife bitmişti ve O gidecekti...

"Bir kula. ya Rabbin, ya dünya,

Seç dediler, deşti kalbini,

O kul da hür bırakıldı ya

Düşünmeden seçti Rabb'ini..." O Rabb'ini seçti ve gitti. Ama "Bu dünyanın safası gitti, kederi kaldı.

O gitti ve hayat, bir kemik, bir deri kaldı" biz burada yetim kaldık, sahipsiz kaldık... Ama yine ne gam...

"Allah'sa... Evet Allah... Allah Hayy ve Lâyemut"tur. Ölmeyen diri Hakk'tır, Hakk ile olmak gerçek hayattır...

Ve hayat "Oluş sırrına" ESSELAM'dır...

"Düşünce iptilâm, Kelime heyulam. Lisansız vaveylam.

Ne bir harf ne kelâm, ESSELAM-ESSELAM."

Devler, dev destanlar yazdılar "Oluş sırrına" ... ESSELAM da sadece bunlardan biriydi. Birazını göstermeye çalıştık. Gerisini Esselam'a havale ediyoruz ve diyoruz ki; siz dev destanlarla "Oluş sırrım" anlatmaya çalıştınız. Biz de sizin dev destanlarınızı bir minik vızıltıyla anlatmaya gayret ettik... Kusur İşledikse avf ola...

KAYNAKLAR:
1. Çile-Necip Fazı! Kısakürek
2. Huzmeler-İktibaslar-Enver Aydın
3. Esselam-N. Fazıl Kısakürek.

840a7da23a43de5412071521890ccd74.jpg
 
Üst