Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Cemaati
Bediüzzaman Said Nursi
Bediüzzaman Aynasında Tefekkür Yansımaları
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Nevzatt" data-source="post: 43237" data-attributes="member: 1580"><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>BİRGÜN otomobille büyükbir buğday tarlasından geçiyorduk. Biz bunların ekmek olup yenmesini düşünüyorduk. Bu sırada Üstad bize, 'Ekmeği sizin, tefekkürü benim' dedi.”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bu hâtırayı anlatan Zübeyir Gündüzalp ağabey. Üstad Bediüzzaman’ın en yakın talebelerinden.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Aslında buğday tarlasını görüp, belki milyonlarca başağın insanlar için yaratılışı ve oradan elde edilecek mahsüllerin nice insanın rızkı olarak sofraları süslemesi de bir nevi tefekkürdür. Bu noktadan hareketle, aktardığımız hatıradaki “tefekkür” kavramının izafî; yerine ve kişeye göre belki de seradan süreyyaya kadar basamakları olduğuna hükmedebiliriz. Üstad Bediüzzaman’ın “Ekmeği sizin, tefekkürü benim” ifadesindeki vurgudan belki böyle bir netice çıkarmak mümkündür.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bu durumda, tefekkür konusunu, sözlük veya terim mânâsıyla, belli başlı âlimlerin tarif ve izahlarına göre açıklamak hakikî tefekkürün koordinatlarını belirlemede yeterli olmayabilir. Teoriden ziyade pratik ve uygulamalı örnekler hayatımıza aktarma ve bunu bir bilinç ve şuur haline getirmede daha kesin ve daha kestirme bir yöntem olabilir.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>İşte böyle bir yöntemi takip etmede önümüzde gayet canlı ve dikkat çekici bir örnek vardır. O da, başta Zübeyir Gündüzalp’in bir müşahedesini aktardığımız, mücessem ve müşahhas bir tefekkür örneği olan Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatıdır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>BÜYÜK KİTAP</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bediüzzaman’ın bir diğer yakın talebesi Bayram Yüksel, kırlara ve dağlara yaptıkları tefekkür gezileri esnasında şahid olduğu tablolar, aynı zamanda “tefekkür” kavramının derinlikleri hakkında bize önemli ipuçları verir. </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>“Üstadımız kırları gezerken kitâb-ı kebiri mütalaa ederdi. Bizlere de hem arabada giderken ve gelirken 'Keçeli, keçeli siz de şu kitab-ı kebir-i kâinatı okuyun' derdi.”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bayram Yüksel’in bu cümlesinde geçen “Kitab-ı Kebir,” diğer ifadeyle “Büyük Kitap” bütün Kâinattır. Yâni Kâinat, bir kitaptır. O kitapta Rabbimizi, O’nun sonsuz güzellikte ve mükemmellikte olan isim ve sıfatları anlatan sayısız âyetler bulunur.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bediüzzaman’ın bu büyük kitabı, bu görülen, müşahede edilen ve birebir yaşanan Kâinat kitabını okurken sergilediği tavır da başkaca derslerle dolu. Bir rahlenin önünde diz çöküp ayet ayet, sayfa sayfa Kur’an-ı Kerîm’i büyük bir huşû ve huzûr ile okuyan hâfık kurrâlar misali…</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bediüzzaman, yakın talebesi Bayram Yüksel’in ağzından kâinat kitabını şöyle okuyordu:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>“Kırlara gittiğimizde en yüksek yerlere çıkardı. Bazen yüksek ağaçların ve taşların başına çıkardı. Namaz kılarken de yüksek taşların başını tercih ederdi. Kırlarda cemaatle namaz kıldığımızda bizlere imamlık ederdi. Namaz vakti girdiğinde muhakkak ezan okuturdu. Üstadımız bizlere, 'Sizlerdeki gençlik bende olsa, şu dağlardan inmem' derdi. Daima kitab-ı kebir-i kâinatı mütalaa ederdi.”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Aktardığımız bu iki hâtıraya bir başka açıdan da yaklaşmak mümkün. Kırlara ve dağlara yapılan geziler sırasında görülen alan, bütün dünya düşünülecek olursa yok denecek kadar küçük bir alandır. Hele bir de bu kıyası dünyamız ve güneşimizinde içinde bulunduğu galaksimiz ve o galaksinin de yok denecek kadar küçük kaldığı bütün kâinat düşünülecek olursa.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Ancak burada önemli olan bakış ve idrak ediştir. Bilinçtir, şuurdur. Bir meleke halinde tüm benliğiyle, tük hücreleriyle, tüm ruhuyla, ruhundaki tüm hisleriyle, kısaca her şeyiyle en küçükten en büyügüne kadar Kâinat kitabını harf harf, kelime kelime okuyabilmedir. Bu öyle bir okuyuştur ki, hakikatin derinliklerine nüfuz edebilen bir kişi, Üstad Bediüzzaman’ın bir küçük çiçekteki veya böcekteki âyetleri okurken, o engin tefekkür hâletiyle aynı anda güneşleri, yıldızları ve galaksileri de okuduğunu rahatlıkla müşahede edebilecektir. Çünkü bir zerre ile güneş âyet oluş özelliğiyle aynı kefede bulunur. Belki bir zerre yerine göre güneşten daha ağır ve hakikatli konumda olabilir.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Tıpkı bir tek damla ile koca bir okyanus arasındaki ilişki gibi.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bediüzzaman’ın tefekkürü işte böyle bir tefekkürdür. Bizim ölçülerimize göre tefekküre bile konu olmayan, sıradan, hattâ yüzümüzü ekşiterek, dudağımızı burkarak bakışlarımızı uzaklaştırdığımız varlıklara, görüntülere Bediüzzaman belki dünyalar kadar değer verir.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>İnanmıyorsanız, kendi kendimizi bir hesaba çekelim.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Rahatlamak için, sıkıntılardan arınabilmek için, biraz gezip dinlenmek için kırlara, bizim tabirimizle pikniğe gittik. Yanımızda aile fertleri veya yakın arkadaş çevremiz bulunuyor. Birkaç saatlik böyle bir gezi programımızda “tefekkür” sayabileceğimiz süre ve hadiseleri bir düşünelim. Bu noktada geçmişteki benzer faaliyetlerimizi de dikkate alabiliriz.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Acaba, hakikaten tefekkür nitelikli faaliyetlerimiz içinde köpeklerin havlaması hiç yer aldı mı?</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bir kaplumbağa, kurbağa ve kertenkele böyle bir tefekkürde ne kadar ve nasıl yer aldı? </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bu teste benzer başka sorularla devam edebiliriz. Bakın Bayram Yüksel ağabey, Üstad Bediüzzaman’la alâkalı hatıralarının bir yerinde ne diyor:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>“Bütün mahlûklarla alakası vardı. Ağaçlara, taşlara ve hayvanlara çok acîb şefkati vardı. Hattâ yollarda köpek görse bize der; 'Bunlar çok sadık hayvanlardır. Bunların koşmaları, ulumaları sadakatlarının iktizasıdır' derdi. Kırlarda gezerken kaplumbağa görürse onunla çok ciddî alakadar olur, 'Maşaallah, bârekallah ne güzel yapılmış, şundaki san'atı sizlerden geri görmüyorum' derdi.”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Hakikî tefekkürün mahiyeti ve temel özellikleri bu ifadelerde kendini belirgin bir şekilde kendisini göstermekte. Daha da ilerisi, hakikî tefekkürün bir şuur ve meleke haline gelişine de çok dikkat çekici bir örnek olarak da niteleyebiliriz.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Yine Bayram Yüksel’in, Son Şahidler isimli eserin 3. Cildinde aktarılan hatıralarından kısa bir anekdot daha aktaralım:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>“Bazen karıncaları görse veyahut bizler bir taş kaldırsak ve altından karınca çıksa, taşları gelip koydurur, 'Hayvancıkların rahatını bozmayın' derdi. Kırlarda avcıları gördüğünde, 'Tavşanları ve keklikleri vurmayın' derdi. Ve, 'Diğer hayvanları incitmeyin' der ve nasihatte bulunurdu. Hattâ çok kişileri avcılıktan menetmişti.”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Karıncaların yuvasını bozdurmayacak, bozulursa hemen telafisini düşünecek, bozanlara nasihatlerde bulunacak bir tefekkür örneği. Belki hemen herkesin normal gördüğü avcılık konusunda, avlananlara tavşanları, keklikleri vurmamayı öğütletecek, sadece onları değil, avlanmanın dışında başka mahluklara da rahatsızlık vermemelerini nasihat ettirecek bir tefekkür boyutu.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Tarife ve söze sığmayacak kadar geniş ve derin bir hayat anlayışı.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Öyle bir tefekkür ki, bütün kâinat karınca, bütün âlemler tavşan veya keklik, güneşler birer kelebek, yıldızlar birer sinek olsa bile, çapı ve derinliği hiç değişmeyecek bir tefekkür.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>AĞAÇLAR ZİKREDİYOR</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Aslında Çam Dağı, Isparta’daki Barla Dağının bir tepesidir Çam Dağı. Bu tepenin güney yamacında, Üstad’ın tefekkür meânlarından birisi de Çam ağacı. Yakın talebelerinden Mustafa Çavuş, Abdullah Çavuş ve Abbas Mehmet bu ağaca üstü açık tahtadan bir kulübe inşa etmişler. Bediüzzaman da bu kulübeciğe çıkar, namaz kılar ve tefekkür ederdi. Hattâ bazı eserlerini de burada telif etmişti.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bayram Yüksel, bu ulvî tefekkür mekânıyla ilgili, yine tefekkür eksenli bir başka hatırasını şöyle aktarır:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>“Çam Dağında bazen ağaç lâzım olurdu. Bu ağaçları, Karaağaç köşkündeki menzilinin tamiri için kullanırdık. Üstadımız rastgele ağaçları kesmemize mani olurdu, 'Ağaçları kesmeyin, onlar da zikrediyor' derdi.”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>YÜKSEKLERDE TEFEKKÜR</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bediüzzaman’ın tefekkürüyle alakalı pek çok örnek aktarılmıştır. Bu örneklerin en dikkat çekici yönlerinden birisi, Üstad’ın tefekkür ekseriyetle yüksek yerleri seçmesidir. Bulunduğu muhitin en yüksek yerini tercih eder. Hattâ eğer o yerde bir ağaç, yüksekçe bir kaya parçası, çok sarp da olsa bir tepe veya bir ev varsa onun çatısı tefekkür için en ideal yerdir.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bu özellik Üstad’ın hemen hemen tüm hayatı için söz konusudur. Van’daki ilk talebelerinden İsmail Perihanoğlu’nun şu hatırası ilginç bir örnektir:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>“Üstad Bediüzzaman, çok ibadet ederdi. İbadetini yüksek yerlerde yapmayı tercih ederdi. Onun unutmadığım bir ibadet haline, Nurşin Camiinde rastlamıştım. Camiin damına çıkmış, seccadenin üzerinde tefekkür ve tesbihe dalmıştı.”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>TEFEKKÜR ÜZÜMLERİ</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bir yere misafirliğe gittiniz. Ev sahibi size salkım halinde üzüm ikram etti. Ancak üzüm salkımı buruşmuş, kurumaya yüz tutmuş, belki tadı biraz bozulmuş.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Belki her şeye rağmen yersiniz, belki mümkün olduğunca yememeyi tercih edersiniz.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Tabiî, bu ikram Üstad Bediüzzaman’dan olursa ve o üzüm salkımının en önemli hususiyetinin tefekkür ibadetiyle bir bağlantısı bulunursa, belki o zaman baldan daha tatlı ve lezzetli olacaktır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>İşte böyle bir lezzeti tadan Said Özdemir, bu hatırasını şöyle aktarır:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>“Üstad hayatta iken İzmir'de bir mahkememiz vardı. Dönüşte Isparta'ya uğradık. Ramazan'dı. Gece yarısına doğru Üstad talebeleriyle ders yapıyordu. Biz de iştirak ettik.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>“Dersten sonra meyve, o yoksa para dağıtmak Üstadın âdetiydi. Meyveleri kurayla dağıtırdı. O gün kurayla üzüm dağıttı. Üzüm kurumuştu. Çünkü, tefekkür için asmışlardı.”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>TAVUS KUŞLARI</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Üstad Bediüzzaman’ın tefekkür boyutuyla ilgili hatıralar sadece kır gezintileriyle sınırlı değildir. Tefekkür şuuru adetâ zerrelerine kadar sindiği için, hemen her ortamda en güzel ve ibret dolu enstantaneler kendini gösterir.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Muhsin Alev, günlük güneşlik güzel bir bahar günü yaşadığı bir hatırasını şöyle anlatır:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>“Namaz kılmak için Yavuz Selim Camiine gittik. Namazı camide kıldıktan sonra, caminin önündeki eski Bizans su sarnıcı, o zamanda çiftlik olan yeşil bahçeliğe indik. Çiftlikte rengârenk tavus kuşları vardı. Üstad, kuşları görünce onlarla çok alâkadar oldu. Hayran hayran temaşa etti. Sonra bize dönerek ‘Nur Risalelerinde bu kuşlardan bahsetmiştim' diye onlardaki İlâhî sanatı nazara vererek dersler yaptı. Kuşların sahibine para verdi. Bu para ile kuşlara yem almasını söyledi. Belki de, on-on beş dakika sevinç ve huzurla tavusları seyretti.”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>CENNETTEN </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>ALTI DAMLA</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Mehmed Babacan tarafından aktarılan bir hatıra, Isparta sınırları dahilindeki Gölcük’le ilgili. Diğer bazı Nur talebeleriyle birlikte Gölcük’e gitmek için otobüs tutarak Isparta-Gölcük'e giderler. Çünkü Üstad, bu göle gitmeyi ve orada tefekkür etmeyi çok sevmektedir. Ancak otobüs yolda otobüs bozulunca bir süre durmak zorunda kalırlar. Bu gelişmeye rağmen Üstad, Aşçı Ali isimli bir talebesinin motosikletine binerek yola devam eder. Mehmed Babacan, Üstad’ın Gölcük'ü çok sevmesinin sebebi ve bu göl hakkında söylediklerini kısa ve öz olarak şöyle aktarır:</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>“Üstad oradaki İlâhî güzelliğe hayrandı. Oranın güzelliğini saatlerce seyredip, tefekkür ederdi. Bir defasında: 'Bu mübarek göle günde altı damla Cennetten iniyor. Bu damlalar bu mübarek şehir Isparta'yı ihya ediyor' demişti.”</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>SONUÇ</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bediüzzaman Said Nursî, Kur’an-ı Kerim’den ve Resûl-ü Ekrem’den (a.s.m.) aldığı tefekkür dersini hayatına ve eserleri olan Risale-i Nur Külliyatına uyarlamış, asrın insanına sunmuştur. Kendisi adeta ete-kemiğe bürünmüş, canlı bir tefekkür örneğidir. Risale-i Nur Külliyatı, hayatına birebir aktardığı mükemmel tefekkür sisteminin yazılı hale gelmiş şeklidir. Yaşadığı süre boyunca yetiştirdiği tüm talebelerini birer yürüyen tefekkür levhası haline getirmiştir. Ona talebe olanların, onu bilfiil görüp ona hizmet edenlerin, onun telif ettiği Nurları okuyup tefekkür dersi alanların en belirgin özellikleri, yaşadıkları her hadiseye, gördükleri her varlığa tefekkür penceresinden bakmalarıdır. </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bediüzzaman’ın tefekküründe imanın temel esasları ve prensipleri vardır. Bediüzzaman’ın tefekkürü, İslâmın bütün emirleriyle bağlantılıdır. Başta namaz olmak üzere farz ibadetlerden ayrı, bağımsız değildir. Çünkü Bediüzzaman, Namaz gibi bir ibadeti, kulluğun en zarurî görevini, adetâ güneşlerle, yıldızlarla, dünyanın üzerindeki tüm varlıklarla birlikte eda eder. Çünkü ona göre karıncadan tâ dünyaya, zerreden tâ güneşe kadar canlı-cansız, şuurlu-şuursuz, ruhlu-ruhsuz bütün varlıklar her an ibadet halindedirler. Allah kendilerine hangi görevi ve kulluk vazifesini vermişse onu aksatmadan yerine getirmektedirler.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bediüzzaman’ın tefekküründe, yine canlı-cansız, şuurlu-şuursuz tüm varlıklar Allah’ı zikreder. Bu zikir halkasına kendisi de dahil olur. Allah’ı sonsuz isim ve sıfatlarıyla sürekli olarak anan, zikreden her bir varlıkla adetâ bir kardeş, bir arkadaş olur. </strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bediüzzaman’ın tefekküründe, en küçüğünden en büyüğüne kadar her varlık birer âyettir. Tüm kâinat ise sayısız âyetleri ihtiva eden büyük bir kitaptır. Görerek, müşahede ederek okunan büyük bir Kur’an’dır.</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong></strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-family: 'comic sans ms'"><strong>Bediüzzaman’ın tefekküründe bütün varlıklar birer aynadır. Allah’ın sonsuz güzellikteki isimlerinin, sonsuz mükemmellikteki sıfatlarının yansıdığı birer aynadır. Bediüzzaman’ın tefekküründe, bütün varlıklarla birlikte en yüksek ve en büyük kulluk mertebesi olan “Marifetullah”a ulaşma vardır. Bu da zâten, bütün varlıkların yaratılma sebebi, hikmeti, neticesi ve meyvesidir.</strong></span></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Nevzatt, post: 43237, member: 1580"] [size=3][font=comic sans ms][b]BİRGÜN otomobille büyükbir buğday tarlasından geçiyorduk. Biz bunların ekmek olup yenmesini düşünüyorduk. Bu sırada Üstad bize, 'Ekmeği sizin, tefekkürü benim' dedi.” Bu hâtırayı anlatan Zübeyir Gündüzalp ağabey. Üstad Bediüzzaman’ın en yakın talebelerinden. Aslında buğday tarlasını görüp, belki milyonlarca başağın insanlar için yaratılışı ve oradan elde edilecek mahsüllerin nice insanın rızkı olarak sofraları süslemesi de bir nevi tefekkürdür. Bu noktadan hareketle, aktardığımız hatıradaki “tefekkür” kavramının izafî; yerine ve kişeye göre belki de seradan süreyyaya kadar basamakları olduğuna hükmedebiliriz. Üstad Bediüzzaman’ın “Ekmeği sizin, tefekkürü benim” ifadesindeki vurgudan belki böyle bir netice çıkarmak mümkündür. Bu durumda, tefekkür konusunu, sözlük veya terim mânâsıyla, belli başlı âlimlerin tarif ve izahlarına göre açıklamak hakikî tefekkürün koordinatlarını belirlemede yeterli olmayabilir. Teoriden ziyade pratik ve uygulamalı örnekler hayatımıza aktarma ve bunu bir bilinç ve şuur haline getirmede daha kesin ve daha kestirme bir yöntem olabilir. İşte böyle bir yöntemi takip etmede önümüzde gayet canlı ve dikkat çekici bir örnek vardır. O da, başta Zübeyir Gündüzalp’in bir müşahedesini aktardığımız, mücessem ve müşahhas bir tefekkür örneği olan Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatıdır. BÜYÜK KİTAP Bediüzzaman’ın bir diğer yakın talebesi Bayram Yüksel, kırlara ve dağlara yaptıkları tefekkür gezileri esnasında şahid olduğu tablolar, aynı zamanda “tefekkür” kavramının derinlikleri hakkında bize önemli ipuçları verir. “Üstadımız kırları gezerken kitâb-ı kebiri mütalaa ederdi. Bizlere de hem arabada giderken ve gelirken 'Keçeli, keçeli siz de şu kitab-ı kebir-i kâinatı okuyun' derdi.” Bayram Yüksel’in bu cümlesinde geçen “Kitab-ı Kebir,” diğer ifadeyle “Büyük Kitap” bütün Kâinattır. Yâni Kâinat, bir kitaptır. O kitapta Rabbimizi, O’nun sonsuz güzellikte ve mükemmellikte olan isim ve sıfatları anlatan sayısız âyetler bulunur. Bediüzzaman’ın bu büyük kitabı, bu görülen, müşahede edilen ve birebir yaşanan Kâinat kitabını okurken sergilediği tavır da başkaca derslerle dolu. Bir rahlenin önünde diz çöküp ayet ayet, sayfa sayfa Kur’an-ı Kerîm’i büyük bir huşû ve huzûr ile okuyan hâfık kurrâlar misali… Bediüzzaman, yakın talebesi Bayram Yüksel’in ağzından kâinat kitabını şöyle okuyordu: “Kırlara gittiğimizde en yüksek yerlere çıkardı. Bazen yüksek ağaçların ve taşların başına çıkardı. Namaz kılarken de yüksek taşların başını tercih ederdi. Kırlarda cemaatle namaz kıldığımızda bizlere imamlık ederdi. Namaz vakti girdiğinde muhakkak ezan okuturdu. Üstadımız bizlere, 'Sizlerdeki gençlik bende olsa, şu dağlardan inmem' derdi. Daima kitab-ı kebir-i kâinatı mütalaa ederdi.” Aktardığımız bu iki hâtıraya bir başka açıdan da yaklaşmak mümkün. Kırlara ve dağlara yapılan geziler sırasında görülen alan, bütün dünya düşünülecek olursa yok denecek kadar küçük bir alandır. Hele bir de bu kıyası dünyamız ve güneşimizinde içinde bulunduğu galaksimiz ve o galaksinin de yok denecek kadar küçük kaldığı bütün kâinat düşünülecek olursa. Ancak burada önemli olan bakış ve idrak ediştir. Bilinçtir, şuurdur. Bir meleke halinde tüm benliğiyle, tük hücreleriyle, tüm ruhuyla, ruhundaki tüm hisleriyle, kısaca her şeyiyle en küçükten en büyügüne kadar Kâinat kitabını harf harf, kelime kelime okuyabilmedir. Bu öyle bir okuyuştur ki, hakikatin derinliklerine nüfuz edebilen bir kişi, Üstad Bediüzzaman’ın bir küçük çiçekteki veya böcekteki âyetleri okurken, o engin tefekkür hâletiyle aynı anda güneşleri, yıldızları ve galaksileri de okuduğunu rahatlıkla müşahede edebilecektir. Çünkü bir zerre ile güneş âyet oluş özelliğiyle aynı kefede bulunur. Belki bir zerre yerine göre güneşten daha ağır ve hakikatli konumda olabilir. Tıpkı bir tek damla ile koca bir okyanus arasındaki ilişki gibi. Bediüzzaman’ın tefekkürü işte böyle bir tefekkürdür. Bizim ölçülerimize göre tefekküre bile konu olmayan, sıradan, hattâ yüzümüzü ekşiterek, dudağımızı burkarak bakışlarımızı uzaklaştırdığımız varlıklara, görüntülere Bediüzzaman belki dünyalar kadar değer verir. İnanmıyorsanız, kendi kendimizi bir hesaba çekelim. Rahatlamak için, sıkıntılardan arınabilmek için, biraz gezip dinlenmek için kırlara, bizim tabirimizle pikniğe gittik. Yanımızda aile fertleri veya yakın arkadaş çevremiz bulunuyor. Birkaç saatlik böyle bir gezi programımızda “tefekkür” sayabileceğimiz süre ve hadiseleri bir düşünelim. Bu noktada geçmişteki benzer faaliyetlerimizi de dikkate alabiliriz. Acaba, hakikaten tefekkür nitelikli faaliyetlerimiz içinde köpeklerin havlaması hiç yer aldı mı? Bir kaplumbağa, kurbağa ve kertenkele böyle bir tefekkürde ne kadar ve nasıl yer aldı? Bu teste benzer başka sorularla devam edebiliriz. Bakın Bayram Yüksel ağabey, Üstad Bediüzzaman’la alâkalı hatıralarının bir yerinde ne diyor: “Bütün mahlûklarla alakası vardı. Ağaçlara, taşlara ve hayvanlara çok acîb şefkati vardı. Hattâ yollarda köpek görse bize der; 'Bunlar çok sadık hayvanlardır. Bunların koşmaları, ulumaları sadakatlarının iktizasıdır' derdi. Kırlarda gezerken kaplumbağa görürse onunla çok ciddî alakadar olur, 'Maşaallah, bârekallah ne güzel yapılmış, şundaki san'atı sizlerden geri görmüyorum' derdi.” Hakikî tefekkürün mahiyeti ve temel özellikleri bu ifadelerde kendini belirgin bir şekilde kendisini göstermekte. Daha da ilerisi, hakikî tefekkürün bir şuur ve meleke haline gelişine de çok dikkat çekici bir örnek olarak da niteleyebiliriz. Yine Bayram Yüksel’in, Son Şahidler isimli eserin 3. Cildinde aktarılan hatıralarından kısa bir anekdot daha aktaralım: “Bazen karıncaları görse veyahut bizler bir taş kaldırsak ve altından karınca çıksa, taşları gelip koydurur, 'Hayvancıkların rahatını bozmayın' derdi. Kırlarda avcıları gördüğünde, 'Tavşanları ve keklikleri vurmayın' derdi. Ve, 'Diğer hayvanları incitmeyin' der ve nasihatte bulunurdu. Hattâ çok kişileri avcılıktan menetmişti.” Karıncaların yuvasını bozdurmayacak, bozulursa hemen telafisini düşünecek, bozanlara nasihatlerde bulunacak bir tefekkür örneği. Belki hemen herkesin normal gördüğü avcılık konusunda, avlananlara tavşanları, keklikleri vurmamayı öğütletecek, sadece onları değil, avlanmanın dışında başka mahluklara da rahatsızlık vermemelerini nasihat ettirecek bir tefekkür boyutu. Tarife ve söze sığmayacak kadar geniş ve derin bir hayat anlayışı. Öyle bir tefekkür ki, bütün kâinat karınca, bütün âlemler tavşan veya keklik, güneşler birer kelebek, yıldızlar birer sinek olsa bile, çapı ve derinliği hiç değişmeyecek bir tefekkür. AĞAÇLAR ZİKREDİYOR Aslında Çam Dağı, Isparta’daki Barla Dağının bir tepesidir Çam Dağı. Bu tepenin güney yamacında, Üstad’ın tefekkür meânlarından birisi de Çam ağacı. Yakın talebelerinden Mustafa Çavuş, Abdullah Çavuş ve Abbas Mehmet bu ağaca üstü açık tahtadan bir kulübe inşa etmişler. Bediüzzaman da bu kulübeciğe çıkar, namaz kılar ve tefekkür ederdi. Hattâ bazı eserlerini de burada telif etmişti. Bayram Yüksel, bu ulvî tefekkür mekânıyla ilgili, yine tefekkür eksenli bir başka hatırasını şöyle aktarır: “Çam Dağında bazen ağaç lâzım olurdu. Bu ağaçları, Karaağaç köşkündeki menzilinin tamiri için kullanırdık. Üstadımız rastgele ağaçları kesmemize mani olurdu, 'Ağaçları kesmeyin, onlar da zikrediyor' derdi.” YÜKSEKLERDE TEFEKKÜR Bediüzzaman’ın tefekkürüyle alakalı pek çok örnek aktarılmıştır. Bu örneklerin en dikkat çekici yönlerinden birisi, Üstad’ın tefekkür ekseriyetle yüksek yerleri seçmesidir. Bulunduğu muhitin en yüksek yerini tercih eder. Hattâ eğer o yerde bir ağaç, yüksekçe bir kaya parçası, çok sarp da olsa bir tepe veya bir ev varsa onun çatısı tefekkür için en ideal yerdir. Bu özellik Üstad’ın hemen hemen tüm hayatı için söz konusudur. Van’daki ilk talebelerinden İsmail Perihanoğlu’nun şu hatırası ilginç bir örnektir: “Üstad Bediüzzaman, çok ibadet ederdi. İbadetini yüksek yerlerde yapmayı tercih ederdi. Onun unutmadığım bir ibadet haline, Nurşin Camiinde rastlamıştım. Camiin damına çıkmış, seccadenin üzerinde tefekkür ve tesbihe dalmıştı.” TEFEKKÜR ÜZÜMLERİ Bir yere misafirliğe gittiniz. Ev sahibi size salkım halinde üzüm ikram etti. Ancak üzüm salkımı buruşmuş, kurumaya yüz tutmuş, belki tadı biraz bozulmuş. Belki her şeye rağmen yersiniz, belki mümkün olduğunca yememeyi tercih edersiniz. Tabiî, bu ikram Üstad Bediüzzaman’dan olursa ve o üzüm salkımının en önemli hususiyetinin tefekkür ibadetiyle bir bağlantısı bulunursa, belki o zaman baldan daha tatlı ve lezzetli olacaktır. İşte böyle bir lezzeti tadan Said Özdemir, bu hatırasını şöyle aktarır: “Üstad hayatta iken İzmir'de bir mahkememiz vardı. Dönüşte Isparta'ya uğradık. Ramazan'dı. Gece yarısına doğru Üstad talebeleriyle ders yapıyordu. Biz de iştirak ettik. “Dersten sonra meyve, o yoksa para dağıtmak Üstadın âdetiydi. Meyveleri kurayla dağıtırdı. O gün kurayla üzüm dağıttı. Üzüm kurumuştu. Çünkü, tefekkür için asmışlardı.” TAVUS KUŞLARI Üstad Bediüzzaman’ın tefekkür boyutuyla ilgili hatıralar sadece kır gezintileriyle sınırlı değildir. Tefekkür şuuru adetâ zerrelerine kadar sindiği için, hemen her ortamda en güzel ve ibret dolu enstantaneler kendini gösterir. Muhsin Alev, günlük güneşlik güzel bir bahar günü yaşadığı bir hatırasını şöyle anlatır: “Namaz kılmak için Yavuz Selim Camiine gittik. Namazı camide kıldıktan sonra, caminin önündeki eski Bizans su sarnıcı, o zamanda çiftlik olan yeşil bahçeliğe indik. Çiftlikte rengârenk tavus kuşları vardı. Üstad, kuşları görünce onlarla çok alâkadar oldu. Hayran hayran temaşa etti. Sonra bize dönerek ‘Nur Risalelerinde bu kuşlardan bahsetmiştim' diye onlardaki İlâhî sanatı nazara vererek dersler yaptı. Kuşların sahibine para verdi. Bu para ile kuşlara yem almasını söyledi. Belki de, on-on beş dakika sevinç ve huzurla tavusları seyretti.” CENNETTEN ALTI DAMLA Mehmed Babacan tarafından aktarılan bir hatıra, Isparta sınırları dahilindeki Gölcük’le ilgili. Diğer bazı Nur talebeleriyle birlikte Gölcük’e gitmek için otobüs tutarak Isparta-Gölcük'e giderler. Çünkü Üstad, bu göle gitmeyi ve orada tefekkür etmeyi çok sevmektedir. Ancak otobüs yolda otobüs bozulunca bir süre durmak zorunda kalırlar. Bu gelişmeye rağmen Üstad, Aşçı Ali isimli bir talebesinin motosikletine binerek yola devam eder. Mehmed Babacan, Üstad’ın Gölcük'ü çok sevmesinin sebebi ve bu göl hakkında söylediklerini kısa ve öz olarak şöyle aktarır: “Üstad oradaki İlâhî güzelliğe hayrandı. Oranın güzelliğini saatlerce seyredip, tefekkür ederdi. Bir defasında: 'Bu mübarek göle günde altı damla Cennetten iniyor. Bu damlalar bu mübarek şehir Isparta'yı ihya ediyor' demişti.” SONUÇ Bediüzzaman Said Nursî, Kur’an-ı Kerim’den ve Resûl-ü Ekrem’den (a.s.m.) aldığı tefekkür dersini hayatına ve eserleri olan Risale-i Nur Külliyatına uyarlamış, asrın insanına sunmuştur. Kendisi adeta ete-kemiğe bürünmüş, canlı bir tefekkür örneğidir. Risale-i Nur Külliyatı, hayatına birebir aktardığı mükemmel tefekkür sisteminin yazılı hale gelmiş şeklidir. Yaşadığı süre boyunca yetiştirdiği tüm talebelerini birer yürüyen tefekkür levhası haline getirmiştir. Ona talebe olanların, onu bilfiil görüp ona hizmet edenlerin, onun telif ettiği Nurları okuyup tefekkür dersi alanların en belirgin özellikleri, yaşadıkları her hadiseye, gördükleri her varlığa tefekkür penceresinden bakmalarıdır. Bediüzzaman’ın tefekküründe imanın temel esasları ve prensipleri vardır. Bediüzzaman’ın tefekkürü, İslâmın bütün emirleriyle bağlantılıdır. Başta namaz olmak üzere farz ibadetlerden ayrı, bağımsız değildir. Çünkü Bediüzzaman, Namaz gibi bir ibadeti, kulluğun en zarurî görevini, adetâ güneşlerle, yıldızlarla, dünyanın üzerindeki tüm varlıklarla birlikte eda eder. Çünkü ona göre karıncadan tâ dünyaya, zerreden tâ güneşe kadar canlı-cansız, şuurlu-şuursuz, ruhlu-ruhsuz bütün varlıklar her an ibadet halindedirler. Allah kendilerine hangi görevi ve kulluk vazifesini vermişse onu aksatmadan yerine getirmektedirler. Bediüzzaman’ın tefekküründe, yine canlı-cansız, şuurlu-şuursuz tüm varlıklar Allah’ı zikreder. Bu zikir halkasına kendisi de dahil olur. Allah’ı sonsuz isim ve sıfatlarıyla sürekli olarak anan, zikreden her bir varlıkla adetâ bir kardeş, bir arkadaş olur. Bediüzzaman’ın tefekküründe, en küçüğünden en büyüğüne kadar her varlık birer âyettir. Tüm kâinat ise sayısız âyetleri ihtiva eden büyük bir kitaptır. Görerek, müşahede ederek okunan büyük bir Kur’an’dır. Bediüzzaman’ın tefekküründe bütün varlıklar birer aynadır. Allah’ın sonsuz güzellikteki isimlerinin, sonsuz mükemmellikteki sıfatlarının yansıdığı birer aynadır. Bediüzzaman’ın tefekküründe, bütün varlıklarla birlikte en yüksek ve en büyük kulluk mertebesi olan “Marifetullah”a ulaşma vardır. Bu da zâten, bütün varlıkların yaratılma sebebi, hikmeti, neticesi ve meyvesidir.[/b][/font][/size] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Cemaati
Bediüzzaman Said Nursi
Bediüzzaman Aynasında Tefekkür Yansımaları
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst