Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
Barış, Kardeşlik ve Hoşgörünün Esasları Üzerine
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Huseyni" data-source="post: 230191" data-attributes="member: 27"><p><span style="color: red"><strong>İbrahim Özdemir</strong></span></p><p> <span style="color: red"><strong>Dr.</strong></span></p><p></p><p></p><p> <strong>I. Giriş </strong></p><p><strong></strong></p><p>İnsanlığın yeni bir yüzyıla girmeye hazırlandığı şu zamanda “barış, kardeşlik ve hoşgörüyü” tartışmak ilginç olduğu kadar düşündürücüdür. Zira kin, nefret, düşmanlık ve hoşgörüsüzlüğün sonucu olan savaşlar, çatışma ve soykırımlar olmasaydı “barış” sözkonusu olmazdı. Yine kin, düşmanlık, nifak ve zulümler olmasaydı “kardeşlik, dostluk, muhabbet” gibi kavramları yeniden tartışmamıza gerek kalmayacaktı. Bu kavramlar eğer hâlâ gündemimizi ve kafalarımızı meşgul ediyorsa, barış ve kardeşliği yeniden anlamak ve tesis etmek zorundaysak, bunun anlamı gerçekten büyük sorunlarla karşı karşıya olduğumuzdur. Ancak şunu hemen ifade edelim ki, bütün bu olumsuzluklara sebep olanlar, bugün Kur’ân’ın ışığında barış ve kardeşliği arayanlar değildir. Bilakis, başkalarının sebep olduğu ve içinden çıkamadıkları sorunlara, Kur’ânî değerler çerçevesinde çareler aranmaktadır. </p><p></p><p></p><p> Barış ve kardeşliği tartışırken, bunu Müslümanları esas alarak mı tartışacağız, yoksa tüm insanları hedefleyerek mi tartışacağız? Bunun belirlenmesi gerekmektedir. Kur’ân evrensel ve de taşıdığı değer yargıları kıyamete kadar geçerli ise, o zaman bizim ondan çıkaracağımız ölçülerin, kendi millî sınırlarımız ve insanlarımızla sınırlı kalmaması gerekir. Dahası, sadece beraber yaşadığımız farklı din ve inanç sahiplerinin de barış içinde yaşamalarını değil, diğer tüm canlılarla ve hatta tabiatla barış içinde yaşamayı da ihtiva etmelidir. Böylece, buradan çıkarılacak prensiplerin, dünyanın neresinde olursa olsun, zulüm, işkence ve soykırıma maruz kalan insanlara ve içinde yaşadığımız dünyaya ve diğer canlılara da hitap eden bir yönü olmalıdır. Görüldüğü gibi, tüm mahlukatı kucaklayan bir barış, kardeşlik ve hoşgörüden söz ediyoruz. </p><p></p><p></p><p> İnsanlığın yirminci yüzyılda gerçekleştirdiği bütün müsbet bilimsel ve teknolojik gelişmelere rağmen “barış ve kardeşliğin” tartışılması ancak trajik bir durum olarak değerlendirilebilir. Bu arayışın “Kur’ân'ın ışığında” gerçekleştirilmesi ise tarihin garip bir cilvesi olmalıdır. Zira son yüzyıllarda hakim olan dindışı ve seküler arayışların, toplumdan ve hayattan dini dışlayarak barış ve kardeşliği gerçekleştirme projelerinin inanılırlıkları ve en azından yetersizlikleri görülmüştür. Başka bir ifadeyle, dinden ve her tür manevî değerden bağımsız bir hümanizma üzerine bina edilmeye çalışılan “barış ve kardeşliğin” yetersizliği, dünyanın içinde bulunduğu mevcut durumla tescil edilmiş görünmektedir. Bu, aynı zamanda Aydınlanmacı felsefenin bazı temel varsayımlarının gerçeleşmediğinin bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Zira Aydınlanmacı ve pozitivist projeyi ileri süren filozoflara göre, dünyanın ilerlemesi doğrusal olarak devam edecek, insanlık her gün daha iyiye, barış ve kardeşliğe doğru gidecekti. Fakirlik, açlık, kıtlık, tabiî felaketler ile beraber savaşlar da yerini barışa ve kardeşliğe bırakacaktı. Bu düşünceyi en iyi dile getirenlerin başında hiç şüphesiz Fransız filozof M. Condorcet (1743-1794) gelmektedir. Fransız filozof şöyle diyordu: <p style="margin-left: 20px"> Bütün zincirlerinden sıyrılmış, ilerlemelerine düşman olanların boyunduruğundan olduğu gibi tesadüfün boyunduruğundan da kurtulmuş olan insan soyunun bir tablosu, hakikat, erdem, saadet yolunda yürüyerek, yeryüzünü bugün kirleten, sık sık da kendisinin kurbanı olduğu yanılmalardan, cinâyetlerden, haksızlıklardan feylesofu kurtarıp yüreğine su serpen bir manzara gösteriyor. Feylesof, bu tabloyu temaşa etmekle, akıl ilerlemeleri ile hürriyeti koruma uğrundaki çabalarının mükafatını buluyor. Artık bu ilerlemeleri insan alınyazısının sonsuz zincirine bağlamaya cesaret ediyor; bununla da erdemin gerçek karşılığını kaderciliğin peşin yargıları ve esirliği getirerek uğursuz bir karşı kuvvetle bir daha yıkamayacağı, sürekli bir iyiliğin hazzını duyuyor. Bu temaşa, onun için kendisini kovalayanların asla akıllarına gelmeyen bir sığınaktır, orada hem tabiatın değerliliği içinde, hem hakları içinde yerini almış olduğunu düşünerek, açgözlülüğün, korkunun, kıskançlığın insanı sarsıp ahlâkını bozduğunu unutuyor; böylece aklının yaratabildiği, beslediği insanlık sevgisinin en saf sevinçlerle bezediği bir cennet içinde gerçekten soydaşlariyle birlikte yaşıyor.1 </p> <p style="margin-left: 20px"></p><p>Condorcet ve diğer Aydınlanmacıların hayal ettikleri dünya böyleydi. Bu dünyada haksızlıklar, eşitsizlikler, sömürü, kölelik, açlık, sefalet, hastalıklar, alçaklıklar, hurafeler, her türlü bâtıl inançlar, kısacası insanı mutsuz eden herşey yok olacaktı. Ama çok geçmeden bunun bir hayal ve ütopya olduğu ortaya çıktı. Zira dünyanın içinde bulunduğu durum sözkonusu iddiaları doğrulamıyor. </p><p></p><p></p><p> Tam aksine, Postmodern Durum2 olarak da tanımlanan günümüzde insanlığın dine ve manevî değerlere yeniden yöneldiği görülmektedir. Adeta çağdaş insan dini ve ezelî hikmeti yeniden tanımaya ve keşfet-meye çalışmaktadır.3 “Barış, Kardeşlik ve Hoşgörü”yü arayışımızın nedenlerini daha iyi anlayabilmek için, gerek yüzyılımıza ve gerekse günümüze şöyle bir göz atmak gerekmektedir. Bunu da iki altbaşlık altında ele almaya çalışacağız. İlk olarak dünyanın, daha sonra da ülkemizin içinde bulunduğu mevcut duruma göz atacak ve neden barış ve kardeşliği aradığımızı anlamaya çalışacağız. Kur’ân merkezli barış ve kardeşliğin sadece müslümanları değil, tüm insanları ve hatta tüm mahlukatı kucakladığını ise ilerideki bölümlerde ele alacağız.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Huseyni, post: 230191, member: 27"] [COLOR=red][B]İbrahim Özdemir[/B][/COLOR] [COLOR=red][B]Dr.[/B][/COLOR] [B]I. Giriş [/B] İnsanlığın yeni bir yüzyıla girmeye hazırlandığı şu zamanda “barış, kardeşlik ve hoşgörüyü” tartışmak ilginç olduğu kadar düşündürücüdür. Zira kin, nefret, düşmanlık ve hoşgörüsüzlüğün sonucu olan savaşlar, çatışma ve soykırımlar olmasaydı “barış” sözkonusu olmazdı. Yine kin, düşmanlık, nifak ve zulümler olmasaydı “kardeşlik, dostluk, muhabbet” gibi kavramları yeniden tartışmamıza gerek kalmayacaktı. Bu kavramlar eğer hâlâ gündemimizi ve kafalarımızı meşgul ediyorsa, barış ve kardeşliği yeniden anlamak ve tesis etmek zorundaysak, bunun anlamı gerçekten büyük sorunlarla karşı karşıya olduğumuzdur. Ancak şunu hemen ifade edelim ki, bütün bu olumsuzluklara sebep olanlar, bugün Kur’ân’ın ışığında barış ve kardeşliği arayanlar değildir. Bilakis, başkalarının sebep olduğu ve içinden çıkamadıkları sorunlara, Kur’ânî değerler çerçevesinde çareler aranmaktadır. Barış ve kardeşliği tartışırken, bunu Müslümanları esas alarak mı tartışacağız, yoksa tüm insanları hedefleyerek mi tartışacağız? Bunun belirlenmesi gerekmektedir. Kur’ân evrensel ve de taşıdığı değer yargıları kıyamete kadar geçerli ise, o zaman bizim ondan çıkaracağımız ölçülerin, kendi millî sınırlarımız ve insanlarımızla sınırlı kalmaması gerekir. Dahası, sadece beraber yaşadığımız farklı din ve inanç sahiplerinin de barış içinde yaşamalarını değil, diğer tüm canlılarla ve hatta tabiatla barış içinde yaşamayı da ihtiva etmelidir. Böylece, buradan çıkarılacak prensiplerin, dünyanın neresinde olursa olsun, zulüm, işkence ve soykırıma maruz kalan insanlara ve içinde yaşadığımız dünyaya ve diğer canlılara da hitap eden bir yönü olmalıdır. Görüldüğü gibi, tüm mahlukatı kucaklayan bir barış, kardeşlik ve hoşgörüden söz ediyoruz. İnsanlığın yirminci yüzyılda gerçekleştirdiği bütün müsbet bilimsel ve teknolojik gelişmelere rağmen “barış ve kardeşliğin” tartışılması ancak trajik bir durum olarak değerlendirilebilir. Bu arayışın “Kur’ân'ın ışığında” gerçekleştirilmesi ise tarihin garip bir cilvesi olmalıdır. Zira son yüzyıllarda hakim olan dindışı ve seküler arayışların, toplumdan ve hayattan dini dışlayarak barış ve kardeşliği gerçekleştirme projelerinin inanılırlıkları ve en azından yetersizlikleri görülmüştür. Başka bir ifadeyle, dinden ve her tür manevî değerden bağımsız bir hümanizma üzerine bina edilmeye çalışılan “barış ve kardeşliğin” yetersizliği, dünyanın içinde bulunduğu mevcut durumla tescil edilmiş görünmektedir. Bu, aynı zamanda Aydınlanmacı felsefenin bazı temel varsayımlarının gerçeleşmediğinin bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Zira Aydınlanmacı ve pozitivist projeyi ileri süren filozoflara göre, dünyanın ilerlemesi doğrusal olarak devam edecek, insanlık her gün daha iyiye, barış ve kardeşliğe doğru gidecekti. Fakirlik, açlık, kıtlık, tabiî felaketler ile beraber savaşlar da yerini barışa ve kardeşliğe bırakacaktı. Bu düşünceyi en iyi dile getirenlerin başında hiç şüphesiz Fransız filozof M. Condorcet (1743-1794) gelmektedir. Fransız filozof şöyle diyordu: [INDENT] Bütün zincirlerinden sıyrılmış, ilerlemelerine düşman olanların boyunduruğundan olduğu gibi tesadüfün boyunduruğundan da kurtulmuş olan insan soyunun bir tablosu, hakikat, erdem, saadet yolunda yürüyerek, yeryüzünü bugün kirleten, sık sık da kendisinin kurbanı olduğu yanılmalardan, cinâyetlerden, haksızlıklardan feylesofu kurtarıp yüreğine su serpen bir manzara gösteriyor. Feylesof, bu tabloyu temaşa etmekle, akıl ilerlemeleri ile hürriyeti koruma uğrundaki çabalarının mükafatını buluyor. Artık bu ilerlemeleri insan alınyazısının sonsuz zincirine bağlamaya cesaret ediyor; bununla da erdemin gerçek karşılığını kaderciliğin peşin yargıları ve esirliği getirerek uğursuz bir karşı kuvvetle bir daha yıkamayacağı, sürekli bir iyiliğin hazzını duyuyor. Bu temaşa, onun için kendisini kovalayanların asla akıllarına gelmeyen bir sığınaktır, orada hem tabiatın değerliliği içinde, hem hakları içinde yerini almış olduğunu düşünerek, açgözlülüğün, korkunun, kıskançlığın insanı sarsıp ahlâkını bozduğunu unutuyor; böylece aklının yaratabildiği, beslediği insanlık sevgisinin en saf sevinçlerle bezediği bir cennet içinde gerçekten soydaşlariyle birlikte yaşıyor.1 [/INDENT]Condorcet ve diğer Aydınlanmacıların hayal ettikleri dünya böyleydi. Bu dünyada haksızlıklar, eşitsizlikler, sömürü, kölelik, açlık, sefalet, hastalıklar, alçaklıklar, hurafeler, her türlü bâtıl inançlar, kısacası insanı mutsuz eden herşey yok olacaktı. Ama çok geçmeden bunun bir hayal ve ütopya olduğu ortaya çıktı. Zira dünyanın içinde bulunduğu durum sözkonusu iddiaları doğrulamıyor. Tam aksine, Postmodern Durum2 olarak da tanımlanan günümüzde insanlığın dine ve manevî değerlere yeniden yöneldiği görülmektedir. Adeta çağdaş insan dini ve ezelî hikmeti yeniden tanımaya ve keşfet-meye çalışmaktadır.3 “Barış, Kardeşlik ve Hoşgörü”yü arayışımızın nedenlerini daha iyi anlayabilmek için, gerek yüzyılımıza ve gerekse günümüze şöyle bir göz atmak gerekmektedir. Bunu da iki altbaşlık altında ele almaya çalışacağız. İlk olarak dünyanın, daha sonra da ülkemizin içinde bulunduğu mevcut duruma göz atacak ve neden barış ve kardeşliği aradığımızı anlamaya çalışacağız. Kur’ân merkezli barış ve kardeşliğin sadece müslümanları değil, tüm insanları ve hatta tüm mahlukatı kucakladığını ise ilerideki bölümlerde ele alacağız. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Risale-i Nur Okuma ve Anlama
Risale-i Nurdan Makaleler
Barış, Kardeşlik ve Hoşgörünün Esasları Üzerine
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst