Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Blog
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Forumlar
Tasavvuf
Nakşıbendi ve Nakşıbendilik
Baheeddin Buhari[Şah-ı Nakşibendi][ksa]hz.
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="ashabulyemin" data-source="post: 187906" data-attributes="member: 12602"><p><span style="font-size: 12px">Fakir olmalarına rağmen, lütuf ve keremleri bol olup, cömert idiler. Bir kimse bir hediye getirse, mümkünse getirilen hediyenin iki misli kıymetinde bir hediye verirlerdi. Tanıdığı veya tanımadığı bir kimse evlerine ziyârete gelse, güleryüzle karşılar, nezâketle yol gösterir, evde ne bulunursa ikrâm ederlerdi. Misâfirlerine bizzat kendisi hizmet ederdi. Eğer ev soğuk olursa, kendi giyeceğini ve yatağını misâfire verirdi. Misâfirin hayvanı varsa, hayvanın yemini ve suyunu verirdi. Nafakasını çalışarak temin ederdi. Bunun için eker, biçerdi. Bir mikdar arpa, biraz da hayvan yemi eker kaldırır, bununla geçinirdi. İşinde bizzat kendisi çalışır, bütün işlerini görürdü. </span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Zamânında âlim ve sâlih kimseler ziyâretine gelip, hâlis ve helâl yemek yiyelim diye onun yemeklerini yerlerdi. Her zaman ve her işte sünnet-i seniyyeye uyar ve bilhassa yemek husûsunda Peygamber efendimize uymaya çok dikkat ederdi. Çoğu zaman ekmeği kendi pişirir ve sofra hizmetini kendi yapardı. Yemek yerken; "Sofra başında kendinizi ALLAHü teâlânın huzûrunda biliniz. O'nun verdiği nîmeti yediğimizi unutmayınız." buyururdu. Cemâat ile toplu hâlde yemek yerken, içlerinden biri gaflet ile ağzına bir lokma alsa; "Önündeki yemeği, ALLAHü teâlânın huzûrunda olduğunu unutmadan ye! ALLAHü teâlâyı hatırla, başka şeyler düşünme. ALLAHü teâlâ, sana senden yakındır. O'nu düşün." buyururdu. Bir yemek gafletle, öfkeyle veya zorla pişirilse, o yemekten kendisi yemez, yedirmezdi.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Rivâyet edilir ki, bir zaman Şâh-ı Nakşibend hazretleri Gazyut denilen bir yere gitti. Orada talebelerinden birisi onlara yemek getirdi. Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyurdu ki: "Bu hamuru yoğuran ve yemekleri pişiren kimse, başlamasından bitirmesine kadar gadab hâlinde idi, kızmış hâlde idi. Biz ondan hiçbir şey yiyemeyiz. Zîrâ böyle yapılan yemeklerde hiçbir hayır ve hiçbir bereket yoktur. Belki de şeytan yemek yaparken hep onunla bulunmuştur. Bizler böyle bir yemeği nasıl yiyebiliriz?"</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Buyurdu ki: "Yenilecek bir gıdâ, bir yiyecek, her ne olursa olsun gaflet içinde, gadabla veya kerâhatle hazırlansa, tedârik edilse, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefs ve şeytan karışmışdır. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka bir çirkin netice meydana gelir. Gaflete dalmadan yapılan ve ALLAHü teâlâyı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir. İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede bu husûsa dikkat etmediklerinden ve ihtiyatsızlıktandır. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû' ve hudû' hâlinde bulunmak, zevkle ve göz yaşı dökerek namaz kılabilmek, helâl lokma yemeye, ALLAHü teâlâyı hâtırlıyarak yemeği pişirmek ve yemeği ALLAHü teâlânın huzûrunda imiş gibi yemeğe bağlıdır. Vücûduna haram lokma karışmış bir kimse, namazdan tad duymaz."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Tasavvufdaki hâllerinin kaybolduğunu söyleyen bir talebesine; "Yediğin lokmaların helâlden olup olmadığını araştır." buyurmuştur. Talebesi araştırdığında, yemeğini pişirirken ocakta helâl olup olmadığı şüpheli bir parça odun yakmış olduğunu tesbit ederek tövbe etmiştir.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Namazda hûdû' ve huşû' nasıl elde edilir? diye sorulunca, buyurdu ki: "Huzurlu bir hâlde helâl lokma yiyeceksiniz. Huzûr ile abdest alacaksınız ve namaza başlarken iftitâh tekbirini, kimin huzûruna durduğunuzu bilerek, düşünerek söyleyeceksiniz."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Buyurdu ki: "Nefsinizi dâimâ töhmet altında tutunuz ve ona uymayınız. Her kim bunda muvaffak olursa, ALLAHü teâlâ ona bu işinin mükâfâtını, karşılığını verir, sâlih amel işlemeye muvaffak olur, buna tahammül ve güç bulur. Yaptığı her işi ALLAHü teâlânın rızâsı için yapmaya başlar. Bütün işlerde niyeti düzeltmek çok mühimdir.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Buyurdu ki: "Namaz müminin mîrâcıdır." buyurulan hadîs-i şerîfte, hakîkî namazın derecelerine işâret vardır. Namaza duran kimsenin, iftitâh tekbîrini söylerken, ALLAHü teâlânın azametini, yüceliğini düşünerek, hudû' ve huşû' hâlinde olması gerekir. Öyle ki, bu hâlini istigrâk, kendinden geçme hâline eriştirmelidir. Bu sıfatın kemâl derecesi, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemde vardı. Rivâyet edilmiştir ki, Resûlullah efendimiz namazda iken, mübârek göğsünden öyle bir ses gelirdi ki, bu ses, Medîne-i münevverenin dışından işitilirdi. Namazda kalp huzûru nasıl elde edilir? diye sorulunca da; "Helâl lokma yemek ve yerken gaflet içinde olmamak, abdest alırken, iftitâh tekbirini söylerken, tam bir âgâhlık, gafletten uzak olma, uyanıklık içinde bulunmakla." buyurdu.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Buyurdu ki: "Oruç bana mahsustur. Onun karşılığını ben veririm." buyrulan kudsî hadîste, hakîkî oruca işâret vardır. Bu ise, mâsivâyı, ALLAHü teâlâdan başka her şeyi terketmektir." Yine buyurdu ki: "ALLAHü teâlânın doksan dokuz ismi vardır. Kim onları sayarsa, Cennet'e girer." buyurulan bu hadîs-i şerîfteki "Ahsa" kelimesinin bir mânâsı, saymaktır. Diğer bir mânâsı ise, bu ism-i şerîfleri öğrenip, bilmektir. Bir mânâsı da, bu esmâ-i şerîfenin mûcibince amel etmektir. Meselâ "Rezzâk" ismini söylediği zaman, rızkı için aslâ endişe etmemeli. "Mütekebbîr" ismini söyleyince, ALLAHü teâlânın azametini ve kibriyâsını düşünmelidir."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Behâeddîn Buhârî hazretlerine bu dereceye nasıl ulaştınız? diye suâl olununca; "Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme tâbi olmakla." buyurdu. Yine buyurdu ki: "Bizim yolumuz sohbettir. Halvette, yalnızlıkta şöhret vardır. Şöhret ise âfettir. Hayır ve bereket cemiyyette, bir araya gelmektedir. Bu da sohbet ile olur. Sohbet, bir kimsenin arkadaşında fânî olmasıyla, arkadaşını kendine tercih etmesiyle hâsıl olur. Bizim sohbetimizde bulunan kimseler arasında, bâzılarının kalblerindeki muhabbet tohumu başka şeylere bağlılığı sebebiyle gelişmez, büyümez. Biz böyle kimselerin kalblerini başka şeylere olan bağlılıktan temizleriz. Bizim sohbetimizde bulunanlardan bâzılarının da kalblerinde muhabbet tohumu yoktur. Biz böyle olanların kalblerinde muhabbet hâsıl etmek için çok himmet ederiz, yardımcı oluruz."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">"İnsanlara rehber olan, onları irşâd eden doğru yolu gösteren âlimler, usta avcıya benzerler. Usta avcılar, ince mahâretlerle vahşî bir canavarı tuzağa düşürüp yakalarlar, sonra avladıkları o vahşî hayvanı terbiye edip, ehlileştirirler. Bunun gibi, ALLAHü teâlânın velîleri de hikmet ehli olup, güzel tedbirler ile, huylarına göre tâliblere gereği gibi muâmele ederek, teslimiyyet makâmına ulaştırırlar. Sonra sünnet-i seniyyeye tâbi olmalarını sağlayarak, maksada ulaştırırlar." Yine buyurdu ki: "İnsanlara rehber olan zâtlar, herkesin kâbiliyetine ve istidâdına göre muâmele ederler. Eğer tâlib yeni ise, onun yükünü çekip, ona hizmet ederler. Dâvûd aleyhisselâma; "Ey Dâvûd! Beni taleb eden birini gördüğün zaman, ona hizmetçi ol!" buyrulduğu gibi, çok hizmet ve himmet göstermek gerekir ki, tâlibde bu yola girme kâbiliyeti peydâ olsun. Bizim yolumuzda olan kimse, bu yola tam uyup, bunun aksine bir iş yapmamalıdır ki, işin netîcesi meydana çıksın. Sünnet-i seniyyeye uymaktan ibâret olan yolumuza uyarak, işlerde ve amellerde dikkatli davranmalıdır ki, yolumuzda olanlarda ehlullahın tam bir mârifetine kavuşma saâdeti hâsıl olsun."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Yine buyurdu ki: "Resûlullah efendimizin, benim ümmetim buyurduğu ümmet, İbrâhim aleyhisselâmın Nemrud'un ateşinden kurtulduğu gibi Cehennem ateşinden kurtulurlar. Çünkü Resûlullah efendimiz; "Benim ümmetim, dalâlet (sapıklık) üzerinde birleşmez." buyurdu. Buradaki ümmetten maksad, hakîkî ümmettir. Yâni Resûlullah'a tâbi olan ümmettir. Bunun için Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Benim ümmetim üç kısımdır. Birincisi dâvet ümmeti (müslüman olmayanlar), ikincisi icâbet ümmeti (müslüman olanlar), üçüncüsü de müteâbât (tam uyanlar) ümmetidir."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Buyurdu ki: "Bir kimse nefsine muhâlefet etmeye muvaffak olursa, ameli az da olsa, nefsinin isteklerine boyun eğmemeye muvaffak olduğu için şükretmesi lâzımdır. Ebdâllerin makâmını isteyen kimsenin, hâlini değiştirmesi, yâni nefsine muhâlefet etmesi lâzımdır."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Buyurdu ki: "Bizim yolumuz, ALLAHü teâlânın gösterdiği kurtuluş yoludur. Çünkü bu yol, sünnete uymak ve Eshâb-ı kirâma tâbi olmaktır. İşte bu sebeple, bizim yolumuzda az zamanda çok kazanç elde edilir. Fakat sünnete uymak ve riâyet etmek, sabır ve tahammül ister. Biz, bizim yolumuza girenleri, istersek kolayca çekme ile, dilersek bir başka usûlle terbiye ederiz. Çünkü rehber olan âlim, bir tabîbe benzer. Hastanın hastalığını, derdini tesbit eder ve ona göre ilâç verir. Bizim yolumuzda yalnız kalmak değil, sohbet esastır. Sohbetin de şartları vardır. İki kişi sohbet etmek isterse, birbirinden emin olmaları gerekir. Böyle olmazsa, sohbetten fayda hâsıl olmaz. Bizim sohbetimize girenlerin kalblerinde, muhabbet tohumu vardır. Kısaca bu yola, Ehl-i sünnet ve cemâat yolu denir. Bizim sohbetimize dâhil olanların kalbine muhabbet tohumu atılmıştır. Fakat ALLAHü teâlâdan başka her şeyden alâkasını kesmemiş olabilir. Bu durumda sohbetimize katılan kimsenin kalbinde, ALLAHü teâlânın sevgisinden başka neye bağlılık varsa, onu kalbinden temizleriz. Kalbinde bize karşı meyli ve muhabbeti olanlara muhabbet tohumu ekip, gece gündüz onu terbiye etmemiz bizim vazîfemizdir. Muhabbet için uzakta olmak farketmez."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Behâeddîn Buhârî hazretlerine siz nasıl bir yolda bulunuyorsunuz? diye suâl sorulunca, buyurdu ki: </span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">"Ancak ârif olanların istifâde edebileceği bir yolda bulunuyoruz. Bu yol da üç şeyden ibârettir. Bunlar; murâkabe, müşâhede ve muhâsebedir. Murâkabe: Bu yola giren kimsenin, her şeyi bırakıp ALLAHü teâlâya dönmesidir. Murâkabe ehli pek azdır. Olanlar da gizlidir. Biz şu netîceye vardık ki, murâkabeyi elde etmenin yolu, nefse muhâlefet etmektir. Müşâhede: Gayb âleminden gelir ve kalb üzerine işlenen bir tecellîdir. Celâlî veya cemâlî olmak üzere ikiye ayrılmışdır. Muhâsebe: Bizim yolumuzda olan kimse, düşünüp araştırır. Kendini hesâba çekip bakar. Geçmiş zamânı gaflet ile mi, huzûr ile mi geçti? Eğer huzûr ile geçmişse, o kimsenin vakti değerlendirilmiştir. ALLAHü teâlâya hamd etsin. Eğer geçen zaman gaflet ile geçmişse, o kimse vaktini zâyi etmiştir. Yapacağı iş, geleceği için tedbirli olup, tövbe etmektir. Ârif olanlar, bu üç husûsa riâyet ettikleri için pekçok fayda elde ederler. Ârif olmadan istifâde edemezler. Bizler, maksada ulaşmakta vâsıtayız. ALLAHü teâlânın inâyeti olmadan ve rehber olmadan maksada erişmek mümkün olmaz. Şu hâlde bu yolda ilerleyen kimse, kıyâmete kadar yaşasa, kendisine rehber olan zâtın terbiye nîmetinin, lütuf ve himmetinin şükrünü yerine getiremez."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Behâeddîn Buhârî, ALLAHü teâlânın kullarına şefkat ve acımalarının çokluğundan, on iki gün başını secdeye koyup, ALLAHü teâlâdan, tasavvufta kolay ilerlenen, kolay ele geçen ve elbette kavuşturucu olan bir yol istedi. Duâsı kabûl edildi. Bu yol; yeme, içme, giyimde, oturmada ve âdetlerde orta derecede olmaktır. Kalbi çeşitli düşüncelerden korumaktır. Her ân güzel ahlâkla ahlâklanmaktır.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Kendisinden kerâmet isteyenlere buyurdu ki: "Bizim kerâmetimiz açıktır. Bu kadar çok günâh ile yeryüzünde yürümemizden büyük kerâmet olur mu?" Bir defâsında ise; "Biz ALLAHü teâlânın fadlına, ihsânına kavuştuk. Bizi murâdlardan, çekip götürülenlerden eyledi." buyurdular.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Behâeddîn Buhârî hazretlerinin yolunun esaslarından olan; "Biz sonda ele geçecek şeyleri başa yerleştirdik." buyurması, Resûlullah efendimizin daha ilk sohbetinde bulunan bir kimsenin kalbine hikmet ve feyz akmasına ve bir sohbetle nihâyete kavuşmasına benzetilmiştir.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Buyurdu ki: </span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">"Yolun esâsı, kalbe teveccühdür. Kalp ile de, ALLAHü teâlâya teveccühtür. Kalp ile çok zikretmektir. Farz ve sünnetleri edâ etmektir. Yeme, içme, giyme ve oturmada, işlerde ve âdetlerde orta derecede olmaktır. Kalbi kötü düşüncelerden, vesveseden korumaktır. Kendisine rehber olan âlimin sohbetini ganîmet bilmektir. Hocasının huzûrunda iken ve yanında yok iken edebe uymaktır. Bu yoldan maksad ve ele geçen şey; ALLAHü teâlânın devamlı huzûrunda olmaktır. Eshâb-ı kirâm zamânında buna "ihsân" denilmişti. Bu yolda ilerleme esnâsında; nefsin arzularını yok etmek, nûrlara ve hâllere gömülmek, fenâ ve bekâ makamlarına ulaşmak, üstün ahlâk ile ahlâklanmak gibi on makam ele geçer."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Buyurdu ki: "Lâ ilâhe illallah kelimesini söylemenin hakîkati, ALLAHü teâlâdan başka ne varsa hepsini yok bilmektir."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Yine buyurdu ki: "İslâm dîninin hükümlerini yapmak, yâni emirleri yapıp yasaklardan sakınmak, haramları, şüpheli şeyleri, hattâ mübahların fazlasını terketmek, ruhsatlardan uzak durmak, mübahları zarûret mikdârınca kullanmak, tamâmen nûr ve safâdır. Aynı zamanda evliyâlık derecelerine kavuşturan bir vâsıtadır. Vilâyet derecelerine bunlarla ulaşılır. Uzak kalanların hepsi, bunlara dikkat etmediklerinden uzak kalırlar ve kendi arzularına uyarlar. Yoksa cenâb-ı Hakk'ın feyzi her ân gelmektedir."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Bir kimse sizin yolunuzun esâsı ne üzere kurulmuştur? deyince; "Zâhirde halk ile, bâtında Hak ile olmak üzere kurulmuştur." buyurdu ve şu beyti okudu:</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">"İçerden âşinâ ol, dışdan yabancı,</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Az bulunur cihânda böyle yürüyüş."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">KOKUSUNU DUYUYORUM</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Evliyâ-i kirâmın, en büyüklerindendir,</span></p><p><span style="font-size: 12px">İnsanların kalbine, nûr salıp etti tenvîr.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">"Seyyid Emîr Külâl'in, talebesidir bu zât,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Kararmış olan kalpler, onunla buldu hayat.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Seyyid olup, Resûl'ün, kerîm evlâdındandır,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Dînin yayılmasında, pekçok hizmeti vardır.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Bin üç yüz on sekizde, teşrîf etti dünyâya,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Yetmiş üç yaşındayken, göçtü dâr-ı bekâya.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Buhâra'da bir belde, var ki Kasr-ı Ârifân,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Kabri bu yerde olup, nûr saçılır oradan.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Bu büyük zât, dünyâya, gelmişti bu beldede,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Hem vefâtları dahi, oldu yine bu yerde.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">O, dünyâya gelmeden, duyulmadan hiç adı,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Onun geleceğini, müjdeledi üstâdı.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî'ydi ki o zât,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Ondan saçılıyordu, dünyâya her füyûzât.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Ne zaman geçse idi, o, Kasr-ı Ârifân'dan,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Derdi: "Bana bir koku, geliyor ki buradan,</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Zuhûr eder bu yerde, çok büyük bir evliyâ</span></p><p><span style="font-size: 12px">Kararmış gönülleri, nûruyla eder ihyâ."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Gelince başka bir gün, bu bereketli yere,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Buyurdu ki: "O koku, fazlalaşmış bu kere.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Öyle zannederim ki, o, dünyâya gelmiştir,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Büyüyüp yetişince, İslâma kuvvet verir."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Böyle söylediğinde, hakîkaten o velî,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Henüz üç gün olmuştu, o dünyâya geleli.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Babası, kucağına, alarak bu oğlunu,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Bu büyük evliyâya, götürdü o gün onu.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">O zât onu görünce, sevinip buldu huzur,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Buyurdu: "O dediğim, evliyâ işte budur.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Zaten ben, her ne zaman, geçseydim bu beldeden,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Alırdım kokusunu, bu büyük zâtın hemen.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Bu defâ gelirken de, bu koku geliyordu,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Hattâ biz yaklaştıkça, ziyâdeleşiyordu.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Düşündüm ki "Doğmuştur, dediğim o büyük zât,"</span></p><p><span style="font-size: 12px">O koku, bu yavrudan, geliyor işte bizzât.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Size müjde olsun ki, işte o, bu bebektir,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Bu, ilerde çok büyük, bir zât olsa gerektir."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Daha sonra şefkatle, bağrına bastı onu,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Buyurdu: "Evlatlığa, kabûl ettik biz bunu."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Sonra Emîr Külâl'e, dedi: "Bu, benim oğlum,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Bunun yetişmesini, sana ısmarlıyorum."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Büyüyüp tâbi oldu, o da Emîr Külâl'e,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Ondan feyiz alarak, erişti tam kemâle.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">O, henüz çocuk iken, evliyâlığa âit,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Alnında işâretler, görünürdü her vakit.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Annesi anlatır ki: "Bu oğlum Behâeddîn,</span></p><p><span style="font-size: 12px">"Kerâmet" sâhibiydi, dört yaşındayken hemin.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Evimizde bir inek, vardı yavrulayacak,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Doğurmasına daha, bir müddet vardı ancak.</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Bir gün bana dedi ki, ineği göstererek;</span></p><p><span style="font-size: 12px">"Beyaz başlı bir yavru, doğuracak bu inek."</span></p><p> </p><p><span style="font-size: 12px">Birkaç ay geçmişti ki, o günden îtibâren,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Beyaz başlı buzağı, doğurdu inek aynen."</span></p><p><a href="http://www.ebediyyen.biz.com" target="_blank"><span style="font-size: 12px"><span style="color: #2c3f53">www.ebediyyen.biz.com</span></span></a></p><p><a href="http://irsadforum.net/forum/altin-silsile/altin-silsile-16-halka-behaeddin-buhari-(ksa)(sah-i-naksibend)/" target="_blank">http://irsadforum.net/forum/altin-silsile/altin-silsile-16-halka-behaeddin-buhari-(ksa)(sah-i-naksibend)/</a></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="ashabulyemin, post: 187906, member: 12602"] [SIZE=3]Fakir olmalarına rağmen, lütuf ve keremleri bol olup, cömert idiler. Bir kimse bir hediye getirse, mümkünse getirilen hediyenin iki misli kıymetinde bir hediye verirlerdi. Tanıdığı veya tanımadığı bir kimse evlerine ziyârete gelse, güleryüzle karşılar, nezâketle yol gösterir, evde ne bulunursa ikrâm ederlerdi. Misâfirlerine bizzat kendisi hizmet ederdi. Eğer ev soğuk olursa, kendi giyeceğini ve yatağını misâfire verirdi. Misâfirin hayvanı varsa, hayvanın yemini ve suyunu verirdi. Nafakasını çalışarak temin ederdi. Bunun için eker, biçerdi. Bir mikdar arpa, biraz da hayvan yemi eker kaldırır, bununla geçinirdi. İşinde bizzat kendisi çalışır, bütün işlerini görürdü. [/SIZE] [SIZE=3]Zamânında âlim ve sâlih kimseler ziyâretine gelip, hâlis ve helâl yemek yiyelim diye onun yemeklerini yerlerdi. Her zaman ve her işte sünnet-i seniyyeye uyar ve bilhassa yemek husûsunda Peygamber efendimize uymaya çok dikkat ederdi. Çoğu zaman ekmeği kendi pişirir ve sofra hizmetini kendi yapardı. Yemek yerken; "Sofra başında kendinizi ALLAHü teâlânın huzûrunda biliniz. O'nun verdiği nîmeti yediğimizi unutmayınız." buyururdu. Cemâat ile toplu hâlde yemek yerken, içlerinden biri gaflet ile ağzına bir lokma alsa; "Önündeki yemeği, ALLAHü teâlânın huzûrunda olduğunu unutmadan ye! ALLAHü teâlâyı hatırla, başka şeyler düşünme. ALLAHü teâlâ, sana senden yakındır. O'nu düşün." buyururdu. Bir yemek gafletle, öfkeyle veya zorla pişirilse, o yemekten kendisi yemez, yedirmezdi.[/SIZE] [SIZE=3]Rivâyet edilir ki, bir zaman Şâh-ı Nakşibend hazretleri Gazyut denilen bir yere gitti. Orada talebelerinden birisi onlara yemek getirdi. Şâh-ı Nakşibend hazretleri buyurdu ki: "Bu hamuru yoğuran ve yemekleri pişiren kimse, başlamasından bitirmesine kadar gadab hâlinde idi, kızmış hâlde idi. Biz ondan hiçbir şey yiyemeyiz. Zîrâ böyle yapılan yemeklerde hiçbir hayır ve hiçbir bereket yoktur. Belki de şeytan yemek yaparken hep onunla bulunmuştur. Bizler böyle bir yemeği nasıl yiyebiliriz?"[/SIZE] [SIZE=3]Buyurdu ki: "Yenilecek bir gıdâ, bir yiyecek, her ne olursa olsun gaflet içinde, gadabla veya kerâhatle hazırlansa, tedârik edilse, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefs ve şeytan karışmışdır. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka bir çirkin netice meydana gelir. Gaflete dalmadan yapılan ve ALLAHü teâlâyı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir. İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede bu husûsa dikkat etmediklerinden ve ihtiyatsızlıktandır. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû' ve hudû' hâlinde bulunmak, zevkle ve göz yaşı dökerek namaz kılabilmek, helâl lokma yemeye, ALLAHü teâlâyı hâtırlıyarak yemeği pişirmek ve yemeği ALLAHü teâlânın huzûrunda imiş gibi yemeğe bağlıdır. Vücûduna haram lokma karışmış bir kimse, namazdan tad duymaz."[/SIZE] [SIZE=3]Tasavvufdaki hâllerinin kaybolduğunu söyleyen bir talebesine; "Yediğin lokmaların helâlden olup olmadığını araştır." buyurmuştur. Talebesi araştırdığında, yemeğini pişirirken ocakta helâl olup olmadığı şüpheli bir parça odun yakmış olduğunu tesbit ederek tövbe etmiştir.[/SIZE] [SIZE=3]Namazda hûdû' ve huşû' nasıl elde edilir? diye sorulunca, buyurdu ki: "Huzurlu bir hâlde helâl lokma yiyeceksiniz. Huzûr ile abdest alacaksınız ve namaza başlarken iftitâh tekbirini, kimin huzûruna durduğunuzu bilerek, düşünerek söyleyeceksiniz."[/SIZE] [SIZE=3]Buyurdu ki: "Nefsinizi dâimâ töhmet altında tutunuz ve ona uymayınız. Her kim bunda muvaffak olursa, ALLAHü teâlâ ona bu işinin mükâfâtını, karşılığını verir, sâlih amel işlemeye muvaffak olur, buna tahammül ve güç bulur. Yaptığı her işi ALLAHü teâlânın rızâsı için yapmaya başlar. Bütün işlerde niyeti düzeltmek çok mühimdir.[/SIZE] [SIZE=3]Buyurdu ki: "Namaz müminin mîrâcıdır." buyurulan hadîs-i şerîfte, hakîkî namazın derecelerine işâret vardır. Namaza duran kimsenin, iftitâh tekbîrini söylerken, ALLAHü teâlânın azametini, yüceliğini düşünerek, hudû' ve huşû' hâlinde olması gerekir. Öyle ki, bu hâlini istigrâk, kendinden geçme hâline eriştirmelidir. Bu sıfatın kemâl derecesi, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemde vardı. Rivâyet edilmiştir ki, Resûlullah efendimiz namazda iken, mübârek göğsünden öyle bir ses gelirdi ki, bu ses, Medîne-i münevverenin dışından işitilirdi. Namazda kalp huzûru nasıl elde edilir? diye sorulunca da; "Helâl lokma yemek ve yerken gaflet içinde olmamak, abdest alırken, iftitâh tekbirini söylerken, tam bir âgâhlık, gafletten uzak olma, uyanıklık içinde bulunmakla." buyurdu.[/SIZE] [SIZE=3]Buyurdu ki: "Oruç bana mahsustur. Onun karşılığını ben veririm." buyrulan kudsî hadîste, hakîkî oruca işâret vardır. Bu ise, mâsivâyı, ALLAHü teâlâdan başka her şeyi terketmektir." Yine buyurdu ki: "ALLAHü teâlânın doksan dokuz ismi vardır. Kim onları sayarsa, Cennet'e girer." buyurulan bu hadîs-i şerîfteki "Ahsa" kelimesinin bir mânâsı, saymaktır. Diğer bir mânâsı ise, bu ism-i şerîfleri öğrenip, bilmektir. Bir mânâsı da, bu esmâ-i şerîfenin mûcibince amel etmektir. Meselâ "Rezzâk" ismini söylediği zaman, rızkı için aslâ endişe etmemeli. "Mütekebbîr" ismini söyleyince, ALLAHü teâlânın azametini ve kibriyâsını düşünmelidir."[/SIZE] [SIZE=3]Behâeddîn Buhârî hazretlerine bu dereceye nasıl ulaştınız? diye suâl olununca; "Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme tâbi olmakla." buyurdu. Yine buyurdu ki: "Bizim yolumuz sohbettir. Halvette, yalnızlıkta şöhret vardır. Şöhret ise âfettir. Hayır ve bereket cemiyyette, bir araya gelmektedir. Bu da sohbet ile olur. Sohbet, bir kimsenin arkadaşında fânî olmasıyla, arkadaşını kendine tercih etmesiyle hâsıl olur. Bizim sohbetimizde bulunan kimseler arasında, bâzılarının kalblerindeki muhabbet tohumu başka şeylere bağlılığı sebebiyle gelişmez, büyümez. Biz böyle kimselerin kalblerini başka şeylere olan bağlılıktan temizleriz. Bizim sohbetimizde bulunanlardan bâzılarının da kalblerinde muhabbet tohumu yoktur. Biz böyle olanların kalblerinde muhabbet hâsıl etmek için çok himmet ederiz, yardımcı oluruz."[/SIZE] [SIZE=3]"İnsanlara rehber olan, onları irşâd eden doğru yolu gösteren âlimler, usta avcıya benzerler. Usta avcılar, ince mahâretlerle vahşî bir canavarı tuzağa düşürüp yakalarlar, sonra avladıkları o vahşî hayvanı terbiye edip, ehlileştirirler. Bunun gibi, ALLAHü teâlânın velîleri de hikmet ehli olup, güzel tedbirler ile, huylarına göre tâliblere gereği gibi muâmele ederek, teslimiyyet makâmına ulaştırırlar. Sonra sünnet-i seniyyeye tâbi olmalarını sağlayarak, maksada ulaştırırlar." Yine buyurdu ki: "İnsanlara rehber olan zâtlar, herkesin kâbiliyetine ve istidâdına göre muâmele ederler. Eğer tâlib yeni ise, onun yükünü çekip, ona hizmet ederler. Dâvûd aleyhisselâma; "Ey Dâvûd! Beni taleb eden birini gördüğün zaman, ona hizmetçi ol!" buyrulduğu gibi, çok hizmet ve himmet göstermek gerekir ki, tâlibde bu yola girme kâbiliyeti peydâ olsun. Bizim yolumuzda olan kimse, bu yola tam uyup, bunun aksine bir iş yapmamalıdır ki, işin netîcesi meydana çıksın. Sünnet-i seniyyeye uymaktan ibâret olan yolumuza uyarak, işlerde ve amellerde dikkatli davranmalıdır ki, yolumuzda olanlarda ehlullahın tam bir mârifetine kavuşma saâdeti hâsıl olsun."[/SIZE] [SIZE=3]Yine buyurdu ki: "Resûlullah efendimizin, benim ümmetim buyurduğu ümmet, İbrâhim aleyhisselâmın Nemrud'un ateşinden kurtulduğu gibi Cehennem ateşinden kurtulurlar. Çünkü Resûlullah efendimiz; "Benim ümmetim, dalâlet (sapıklık) üzerinde birleşmez." buyurdu. Buradaki ümmetten maksad, hakîkî ümmettir. Yâni Resûlullah'a tâbi olan ümmettir. Bunun için Resûlullah efendimiz buyurdu ki: "Benim ümmetim üç kısımdır. Birincisi dâvet ümmeti (müslüman olmayanlar), ikincisi icâbet ümmeti (müslüman olanlar), üçüncüsü de müteâbât (tam uyanlar) ümmetidir."[/SIZE] [SIZE=3]Buyurdu ki: "Bir kimse nefsine muhâlefet etmeye muvaffak olursa, ameli az da olsa, nefsinin isteklerine boyun eğmemeye muvaffak olduğu için şükretmesi lâzımdır. Ebdâllerin makâmını isteyen kimsenin, hâlini değiştirmesi, yâni nefsine muhâlefet etmesi lâzımdır."[/SIZE] [SIZE=3]Buyurdu ki: "Bizim yolumuz, ALLAHü teâlânın gösterdiği kurtuluş yoludur. Çünkü bu yol, sünnete uymak ve Eshâb-ı kirâma tâbi olmaktır. İşte bu sebeple, bizim yolumuzda az zamanda çok kazanç elde edilir. Fakat sünnete uymak ve riâyet etmek, sabır ve tahammül ister. Biz, bizim yolumuza girenleri, istersek kolayca çekme ile, dilersek bir başka usûlle terbiye ederiz. Çünkü rehber olan âlim, bir tabîbe benzer. Hastanın hastalığını, derdini tesbit eder ve ona göre ilâç verir. Bizim yolumuzda yalnız kalmak değil, sohbet esastır. Sohbetin de şartları vardır. İki kişi sohbet etmek isterse, birbirinden emin olmaları gerekir. Böyle olmazsa, sohbetten fayda hâsıl olmaz. Bizim sohbetimize girenlerin kalblerinde, muhabbet tohumu vardır. Kısaca bu yola, Ehl-i sünnet ve cemâat yolu denir. Bizim sohbetimize dâhil olanların kalbine muhabbet tohumu atılmıştır. Fakat ALLAHü teâlâdan başka her şeyden alâkasını kesmemiş olabilir. Bu durumda sohbetimize katılan kimsenin kalbinde, ALLAHü teâlânın sevgisinden başka neye bağlılık varsa, onu kalbinden temizleriz. Kalbinde bize karşı meyli ve muhabbeti olanlara muhabbet tohumu ekip, gece gündüz onu terbiye etmemiz bizim vazîfemizdir. Muhabbet için uzakta olmak farketmez."[/SIZE] [SIZE=3]Behâeddîn Buhârî hazretlerine siz nasıl bir yolda bulunuyorsunuz? diye suâl sorulunca, buyurdu ki: [/SIZE] [SIZE=3]"Ancak ârif olanların istifâde edebileceği bir yolda bulunuyoruz. Bu yol da üç şeyden ibârettir. Bunlar; murâkabe, müşâhede ve muhâsebedir. Murâkabe: Bu yola giren kimsenin, her şeyi bırakıp ALLAHü teâlâya dönmesidir. Murâkabe ehli pek azdır. Olanlar da gizlidir. Biz şu netîceye vardık ki, murâkabeyi elde etmenin yolu, nefse muhâlefet etmektir. Müşâhede: Gayb âleminden gelir ve kalb üzerine işlenen bir tecellîdir. Celâlî veya cemâlî olmak üzere ikiye ayrılmışdır. Muhâsebe: Bizim yolumuzda olan kimse, düşünüp araştırır. Kendini hesâba çekip bakar. Geçmiş zamânı gaflet ile mi, huzûr ile mi geçti? Eğer huzûr ile geçmişse, o kimsenin vakti değerlendirilmiştir. ALLAHü teâlâya hamd etsin. Eğer geçen zaman gaflet ile geçmişse, o kimse vaktini zâyi etmiştir. Yapacağı iş, geleceği için tedbirli olup, tövbe etmektir. Ârif olanlar, bu üç husûsa riâyet ettikleri için pekçok fayda elde ederler. Ârif olmadan istifâde edemezler. Bizler, maksada ulaşmakta vâsıtayız. ALLAHü teâlânın inâyeti olmadan ve rehber olmadan maksada erişmek mümkün olmaz. Şu hâlde bu yolda ilerleyen kimse, kıyâmete kadar yaşasa, kendisine rehber olan zâtın terbiye nîmetinin, lütuf ve himmetinin şükrünü yerine getiremez."[/SIZE] [SIZE=3]Behâeddîn Buhârî, ALLAHü teâlânın kullarına şefkat ve acımalarının çokluğundan, on iki gün başını secdeye koyup, ALLAHü teâlâdan, tasavvufta kolay ilerlenen, kolay ele geçen ve elbette kavuşturucu olan bir yol istedi. Duâsı kabûl edildi. Bu yol; yeme, içme, giyimde, oturmada ve âdetlerde orta derecede olmaktır. Kalbi çeşitli düşüncelerden korumaktır. Her ân güzel ahlâkla ahlâklanmaktır.[/SIZE] [SIZE=3]Kendisinden kerâmet isteyenlere buyurdu ki: "Bizim kerâmetimiz açıktır. Bu kadar çok günâh ile yeryüzünde yürümemizden büyük kerâmet olur mu?" Bir defâsında ise; "Biz ALLAHü teâlânın fadlına, ihsânına kavuştuk. Bizi murâdlardan, çekip götürülenlerden eyledi." buyurdular.[/SIZE] [SIZE=3]Behâeddîn Buhârî hazretlerinin yolunun esaslarından olan; "Biz sonda ele geçecek şeyleri başa yerleştirdik." buyurması, Resûlullah efendimizin daha ilk sohbetinde bulunan bir kimsenin kalbine hikmet ve feyz akmasına ve bir sohbetle nihâyete kavuşmasına benzetilmiştir.[/SIZE] [SIZE=3]Buyurdu ki: [/SIZE] [SIZE=3]"Yolun esâsı, kalbe teveccühdür. Kalp ile de, ALLAHü teâlâya teveccühtür. Kalp ile çok zikretmektir. Farz ve sünnetleri edâ etmektir. Yeme, içme, giyme ve oturmada, işlerde ve âdetlerde orta derecede olmaktır. Kalbi kötü düşüncelerden, vesveseden korumaktır. Kendisine rehber olan âlimin sohbetini ganîmet bilmektir. Hocasının huzûrunda iken ve yanında yok iken edebe uymaktır. Bu yoldan maksad ve ele geçen şey; ALLAHü teâlânın devamlı huzûrunda olmaktır. Eshâb-ı kirâm zamânında buna "ihsân" denilmişti. Bu yolda ilerleme esnâsında; nefsin arzularını yok etmek, nûrlara ve hâllere gömülmek, fenâ ve bekâ makamlarına ulaşmak, üstün ahlâk ile ahlâklanmak gibi on makam ele geçer."[/SIZE] [SIZE=3]Buyurdu ki: "Lâ ilâhe illallah kelimesini söylemenin hakîkati, ALLAHü teâlâdan başka ne varsa hepsini yok bilmektir."[/SIZE] [SIZE=3]Yine buyurdu ki: "İslâm dîninin hükümlerini yapmak, yâni emirleri yapıp yasaklardan sakınmak, haramları, şüpheli şeyleri, hattâ mübahların fazlasını terketmek, ruhsatlardan uzak durmak, mübahları zarûret mikdârınca kullanmak, tamâmen nûr ve safâdır. Aynı zamanda evliyâlık derecelerine kavuşturan bir vâsıtadır. Vilâyet derecelerine bunlarla ulaşılır. Uzak kalanların hepsi, bunlara dikkat etmediklerinden uzak kalırlar ve kendi arzularına uyarlar. Yoksa cenâb-ı Hakk'ın feyzi her ân gelmektedir."[/SIZE] [SIZE=3]Bir kimse sizin yolunuzun esâsı ne üzere kurulmuştur? deyince; "Zâhirde halk ile, bâtında Hak ile olmak üzere kurulmuştur." buyurdu ve şu beyti okudu:[/SIZE] [SIZE=3]"İçerden âşinâ ol, dışdan yabancı,[/SIZE] [SIZE=3]Az bulunur cihânda böyle yürüyüş."[/SIZE] [SIZE=3]KOKUSUNU DUYUYORUM[/SIZE] [SIZE=3]Evliyâ-i kirâmın, en büyüklerindendir,[/SIZE] [SIZE=3]İnsanların kalbine, nûr salıp etti tenvîr.[/SIZE] [SIZE=3]"Seyyid Emîr Külâl'in, talebesidir bu zât,[/SIZE] [SIZE=3]Kararmış olan kalpler, onunla buldu hayat.[/SIZE] [SIZE=3]Seyyid olup, Resûl'ün, kerîm evlâdındandır,[/SIZE] [SIZE=3]Dînin yayılmasında, pekçok hizmeti vardır.[/SIZE] [SIZE=3]Bin üç yüz on sekizde, teşrîf etti dünyâya,[/SIZE] [SIZE=3]Yetmiş üç yaşındayken, göçtü dâr-ı bekâya.[/SIZE] [SIZE=3]Buhâra'da bir belde, var ki Kasr-ı Ârifân,[/SIZE] [SIZE=3]Kabri bu yerde olup, nûr saçılır oradan.[/SIZE] [SIZE=3]Bu büyük zât, dünyâya, gelmişti bu beldede,[/SIZE] [SIZE=3]Hem vefâtları dahi, oldu yine bu yerde.[/SIZE] [SIZE=3]O, dünyâya gelmeden, duyulmadan hiç adı,[/SIZE] [SIZE=3]Onun geleceğini, müjdeledi üstâdı.[/SIZE] [SIZE=3]Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî'ydi ki o zât,[/SIZE] [SIZE=3]Ondan saçılıyordu, dünyâya her füyûzât.[/SIZE] [SIZE=3]Ne zaman geçse idi, o, Kasr-ı Ârifân'dan,[/SIZE] [SIZE=3]Derdi: "Bana bir koku, geliyor ki buradan,[/SIZE] [SIZE=3]Zuhûr eder bu yerde, çok büyük bir evliyâ[/SIZE] [SIZE=3]Kararmış gönülleri, nûruyla eder ihyâ."[/SIZE] [SIZE=3]Gelince başka bir gün, bu bereketli yere,[/SIZE] [SIZE=3]Buyurdu ki: "O koku, fazlalaşmış bu kere.[/SIZE] [SIZE=3]Öyle zannederim ki, o, dünyâya gelmiştir,[/SIZE] [SIZE=3]Büyüyüp yetişince, İslâma kuvvet verir."[/SIZE] [SIZE=3]Böyle söylediğinde, hakîkaten o velî,[/SIZE] [SIZE=3]Henüz üç gün olmuştu, o dünyâya geleli.[/SIZE] [SIZE=3]Babası, kucağına, alarak bu oğlunu,[/SIZE] [SIZE=3]Bu büyük evliyâya, götürdü o gün onu.[/SIZE] [SIZE=3]O zât onu görünce, sevinip buldu huzur,[/SIZE] [SIZE=3]Buyurdu: "O dediğim, evliyâ işte budur.[/SIZE] [SIZE=3]Zaten ben, her ne zaman, geçseydim bu beldeden,[/SIZE] [SIZE=3]Alırdım kokusunu, bu büyük zâtın hemen.[/SIZE] [SIZE=3]Bu defâ gelirken de, bu koku geliyordu,[/SIZE] [SIZE=3]Hattâ biz yaklaştıkça, ziyâdeleşiyordu.[/SIZE] [SIZE=3]Düşündüm ki "Doğmuştur, dediğim o büyük zât,"[/SIZE] [SIZE=3]O koku, bu yavrudan, geliyor işte bizzât.[/SIZE] [SIZE=3]Size müjde olsun ki, işte o, bu bebektir,[/SIZE] [SIZE=3]Bu, ilerde çok büyük, bir zât olsa gerektir."[/SIZE] [SIZE=3]Daha sonra şefkatle, bağrına bastı onu,[/SIZE] [SIZE=3]Buyurdu: "Evlatlığa, kabûl ettik biz bunu."[/SIZE] [SIZE=3]Sonra Emîr Külâl'e, dedi: "Bu, benim oğlum,[/SIZE] [SIZE=3]Bunun yetişmesini, sana ısmarlıyorum."[/SIZE] [SIZE=3]Büyüyüp tâbi oldu, o da Emîr Külâl'e,[/SIZE] [SIZE=3]Ondan feyiz alarak, erişti tam kemâle.[/SIZE] [SIZE=3]O, henüz çocuk iken, evliyâlığa âit,[/SIZE] [SIZE=3]Alnında işâretler, görünürdü her vakit.[/SIZE] [SIZE=3]Annesi anlatır ki: "Bu oğlum Behâeddîn,[/SIZE] [SIZE=3]"Kerâmet" sâhibiydi, dört yaşındayken hemin.[/SIZE] [SIZE=3]Evimizde bir inek, vardı yavrulayacak,[/SIZE] [SIZE=3]Doğurmasına daha, bir müddet vardı ancak.[/SIZE] [SIZE=3]Bir gün bana dedi ki, ineği göstererek;[/SIZE] [SIZE=3]"Beyaz başlı bir yavru, doğuracak bu inek."[/SIZE] [SIZE=3]Birkaç ay geçmişti ki, o günden îtibâren,[/SIZE] [SIZE=3]Beyaz başlı buzağı, doğurdu inek aynen."[/SIZE] [URL="http://www.ebediyyen.biz.com"][SIZE=3][COLOR=#2c3f53]www.ebediyyen.biz.com[/COLOR][/SIZE][/URL] [URL="http://irsadforum.net/forum/altin-silsile/altin-silsile-16-halka-behaeddin-buhari-(ksa)(sah-i-naksibend)/"][SIZE=3][/SIZE][/URL] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın kabri nerededir? (Sadece şehir adını küçük harfler ile giriniz)
Cevap yaz
Forumlar
Tasavvuf
Nakşıbendi ve Nakşıbendilik
Baheeddin Buhari[Şah-ı Nakşibendi][ksa]hz.
Bu site çerezler kullanır. Bu siteyi kullanmaya devam ederek çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.
Accept
Daha fazla bilgi edin.…
Üst