Aşk varsa kusur yoktur

kasif1

Well-known member
Söyle ey iki gözüm! Ter midir asırlardır bebeğinden damlayan?
Yoksa bunca zaman aşk peşinde koşmaktan mı yoruldun?


Ey kari, defaatle “aşk nedir?” diye sual ediyorsun. Ben dahi bilseydim ki nedir aşk bunca yorar mıydım kelimeleri, kendi cahilliğimi onların sırtına yükler de başlarını yere eğer miydim? Yalnızca bildiklerimi satıra düşürdüm ben o kadar. Ki onlar da ancak bir hardal tanesi, deryada ufacık bir su katresi, âlimlerin kelamının anca bir zerresi... Ama senin hatırlarına aşk bulaşmış, satırlarına aşk bulaşmış; alınlarına ve hatta atlarının nalınlarına dahi aşk bulaşmış bir mazin var. Ferşinden arşına değin aşk ile boyanmış bir yurdun var aslında. Lakin aşkı âna söyletmeye çalışıyorsun. Bırak aşk kendi lisanınca söylesin zamanı. Bir yandan Süleyman Hüdhüd’ü uçursun, bir yandan vursun külünkünü Ferhad, bir taraftan konuşsun kara gözlü ceylanla kaderi kara Mecnun. Sonra dervişlere aşkı sorsun aşk bahsinin ben gibi cahilleri; “Nedir aşk ey derviş?” desinler. “Saatlerce sussun, sükût etsin kelam etmesin derviş. “Cevap ver Allah aşkına ey derviş” diye ısrar etsinler. Bir tek kelam etsin ve indirsin kara bakışlarını yere “Cevap vermedim mi ki; sükût ettim ya!” desin de yine sussun derviş…

Aşk bir balığın koynunda senelerce gezmek olsa gerek…
Öyle olmasa düşürür müydü kendi ismini insanların kulaklarına fısıldayan bir peygamberi o garip dehlize maşukların en eskisi. Öyle olmasaydı şayet ve dahi inanmanın, iman etmenin aşk olduğunu bilmeseydi o kutlu âdem senelerce bir balığın koynunda devran eder miydi? Aşk acı demekti zira bir vakitlerde. Derdi aşk olana başka bir dert gerekmezdi ki. Dert katığıydı Aşk’a iman edenlerin, aşkı iman edenlerin ve imanı aşk edenlerin. Bir balık koynunda dahi olsa vazgeçmemekti belki de aşk… Yunus gibi…
Aşk kardeşlerinin attığı kara bir kuyudan güller dermek olsa gerek…
Bir rüya olsa gerek aşk... Önce bir kara kuyuya, sonra bir mezada, sonra bir zindana düşüren rüya... Ve dahi tabiri çok evvelden; düşten evvelden, aşktan evvelden, gönülden ve hatta candan evvelden edilmiş bir rüya... Aşk iffet demekti çok eski vakitlerde. İffeti surete nakşetmek demekti. Sonra iffetli olana aşk etmek demekti. Aşk uğruna dünyadan geçmek, sonra ömürden, isimden, anadan- babadan, candan geçmek demekti. Aşk ile tabir etmek düşleri, bir rüzgârın koynuna kokunu yükleyip sılaya ısmarlamak demekti. Aşk evvela kanlı gömlek, sonra ardından yırtılmış bir gömlek demekti. Aşk edebe kurban etmekti dünyayı… Yusuf gibi…

Aşk bir ateşe atılıp da gül bahçesine düşmek olsa gerek…
Zira aşığa her mekân cennettir. Kendi gönlündeki ateş kavurur zati bu dünyanın ateşini. Lakin asıl aşk Maşuk’un onu yakmayacağından emin olmak demekti. “lütfun da hoş kahrında hoş” demekti bazı vakitler. Ve hatta ciğerparenden dahi vazgeçmek o yolda yani ki ismailî bir teslimiyet demekti. Sonra feryad ile şükretmek demekti. Ah ne çok dilerdim ben kan damlayan bir göz ile duaya diz kırmak… O sebeple aşk ateşler içinde dua dua şükretmek ve hatta ateşi bile yakmak demekti…
İbrahim gibi…
Aşk başında dikenli bir tâc ile çarmıhta can vermek olsa gerek…
Uğrunda baştan vazgeçmek, candan vazgeçmek, ıstırap, acı, keder, dert çekmek ama yine de ondan vazgeçmemek demekti aşk. Sırtında bir çarmıhla sokak sokak gezdirilmek, rüsva hale düşürülmek belki ama yine de aşk ile ellerindeki yaralardan damlayan kanlarla hakikati söylemek demek. Aşk hakikatin başka bir lisanda söylenişi belki de. Aşkı öldürebileceğini zannedenleri bir efsane ile avutmak, en ziyade günahlarını unutturmak için uydurulmuş hilelere kanmak. Ah ne gafilsin. Bilemezsin ki çarmıhtaki çivileri kendi kararmış gönlüne çaktın. Aşk, Meryem’in kucağında tazecik dudaklarınla hakkı söylemek demek… İsa gibi...
Aşk bir hüzünlü Mekke sabahında Medine yollarına düşmek olsa gerek…
Ne çok keder var bu aşk bahsinde. Değil mi ki bir çöl sıcağında gönlü ferahlatmak demek aşk... Sonra en yakın dediklerinin dahi gözlerinde mecnun olmak demek. Yetim olmak demek aslında... Belki de kimsesiz… Her şeyden vazgeçmek demek, ama her şeyden… Sonra ayaklarına batan dikenlere bakmak ve belki de acıdan tebessüm etmek demek. Vatanını terk etmek; bilmediğin, görmediğin, gitmediğin bir yeri vatan edinmek demek... Sonra ağzından düşen bir inci diş demek, kana boyanmış. Ama yine susmak; “Allah’ım bilmiyorlar” demek aşk… Ahmed gibi, Mahmud gibi, Muhammed Mustafa gibi… Zira aşkla bakan göze perde sığmaz.
Aşk koca ıssız tenha bir çölde kimsesiz, susuz kalmak olsa gerek...
Kerbela olsa gerek aşk. Her belaya göğüs gerdirse de Kerbela’ya ağlamak olsa gerek. Yaptığın her sebilin üstüne “Şüheda-yı Kerbela aşkına” yazmak olsa gerek. İçine zehir katılmış bir kuyunun başında susuzluktan kavrulmuş dudaklarınla “dedenin” ismini söyleyip de dua etmek olsa gerek aşk… Hüseyin gibi…
Ve Aşk ki Yar yolunda ölmek olsa gerek…
Bedene hapsedilmiş aşk, can vermiş dilbere benzer; soğuk, renksiz ve cansız kalır. Ağlatma hallacı mezarında, nesimiye o kederi tekrar yaşatma. Sonra atma şiirlerini şairlerin kör kuyulara. Her âdem Yusuf değil ki aşkı kuyularda yeşertsin. Her âdem Âdem değil ki dünyayı cennet etsin. Sonra unutma aşk denilen külfetin nimet olduğunu, ezelden gönlüne nakşedilmiş bir rahmet olduğunu. Ve kemiklerini sızlatma aşk ettikleri, âşık oldukları için ve aşkı aslıyla bildikleri için can kuşunu beden kafesinden uçuranların. Aşk aslıyla derttir zaten. Derdine dert ekleme âşıkların. Kötü söz değdirme âşıkların feryad ile semaya değdirdikleri aha, Allah aşkına o aşkı dahi bulaştırma günaha.
Aşk kimine göre afettir ve kimine göre vesile-i rahmet. Sen rahmet olan yoldan git. Aşk et baktığın her nesneye aşkı veren için. Aşkı bil, aşkı gör ki kör öldürme gözlerini. Aşkı bilmeyenler bu dünya hanından gece geçenlerdir. Onlar semadan bir yıldız kaysa fark etmezler. Zira onlar için gökyüzü hep aynı gökyüzüdür.

Aşk Cebrail dilinde kelam, İsrafil dudağında sûr
Aşk ki vardır madem gönülde, âşıkta ola mı kusur
-Emir Fuad-


Bir vakitler aşk Aşk demekti.
Sorma bundan gayrı bana aşk bahsinden sual ey kâri. Aşk varsa kusur yoktur.
Bes… Kelimeler yine bitap düştü…



 
Üst