Âlimleri tanımanın kıymeti

uður1

Well-known member
Âlimleri tanımanın kıymeti

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Bütün mesele imanla ölmektir. İmanla öldükten sonra, günahlar dağ kadar da olsa, kurtuluş kolay olur. Çünkü çok şefaat var. En başta Peygamber efendimiz, hem günahı çok olanlara, hem de büyük günah işleyenlere şefaat edecektir. Ondan sonra onun vârisleri şefaat edecektir. (Âlimler peygamberlerin vârisleridir)ve (Talebeleri arasında âlim, ümmeti arasında peygamber gibidir) hadis-i şerifleri, âlimlerin ve şefaatin önemini göstermektedir.
Bir delikanlı ölür, hesabı görülür. Günahı dağ gibi, sevabı bir avuçtur. Cehenneme götürülürken, Allahü teâlâ Cebrail aleyhisselama, (Bu kuluma dört şey soracağım. Vereceği cevaba göre muamele olunacak) buyurur:
1- (O kulum dünyadayken bir Ehl-i sünnet âlimini tanıdı mı, onun sohbetinde bulundu mu?) sorusuna delikanlı, (Hayır, böyle bir şerefe kavuşamadım) der.
2- (Peki, böyle bir âlimin sofrasında bulundu mu, onunla yemek yedi mi?) sorusuna da, (Hayır) der.
3- (Onun mahallesinde oturdu mu?) sorusuna da, (Hayır) der.
4- (Böyle zatın oğlunu sevdi mi, onunla arkadaşlık etti mi?) sorusuna, delikanlı, (Evet, komşu köyde bir âlim vardı, onun oğluyla arkadaştım ve onu çok seviyordum, o da beni çok severdi) der. Bunun üzerine Allahü teâlâ buyurur ki:
(Evlada yapılan babaya yapılmış demektir. Onun evladını seven de, onun şefaatine kavuşur. O genç, âlimin şefaatine kavuşmuştur. Bütün günahlarını affettim. Onu Cennetime götürün!)
İmam-ı Rabbani hazretleri gibi büyüklerin kitaplarını, talebelerini seven de böyle olur. Çünkü bu büyükler, (Talebelerimizin hepsi bizim evlatlarımızdır) buyuruyor. Onun için bu büyüklerin, talebelerine olan sevgisi, en yakınlarına olan sevgiden daha fazladır.
Resulullah’ın bu vârislerine kavuşmak demek, kendilerine bizzat olmasa bile, kitaplarına ve onları tanıyan kimselere kavuşmak demektir. Hallac-ı Mansur, o zaman hayatta olan Silsile-i aliyye büyüklerinden Abdülhâlık Goncdevani hazretlerinin bir talebesine rastlasaydı, idamına sebep olan sözü söylemezdi. Çünkü büyükler gibi, büyüklerin talebeleri de fitneye sebep olacak iş ve sözden sakınırlar. Bir mürşid-i kâmile veya bir talebesine yahut bir kitabına rastlamayanın kurtulması çok zordur.

 

uður1

Well-known member
Madem Allah var ve ilmi ihata eder. Elbette adem, i'dam, hiçlik, mahv, fena; hakikat noktasında ehl-i imanın dünyasında yoktur ve kafirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fanilikle doludur. İşte bu hakikatı, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der: "Kimin için Allah var, ona herşey var ve kimin için yoksa, herşey ona yoktur, hiçtir."

(Bediüzzaman Said Nursi - 11. Şua'dan)

Lügatler
Adem : yokluk, yok olma
Darb-ı mesel :misal olarak söylenen meşhur söz, atasözü
Ehl-i iman :Allah’a ve Allah’tan gelen her şeye inanan kimseler, mü’minler
Fâni :ölümlü, gelip geçici, yok olan
Fenâ :yokluk, yok olmak, gelip geçicilik, ölüm
Firak : ayrılık, ayrılmak
Hakikat: gerçek
İ’dam :yok etmek, öldürmek
İhata : kuşatma, kapsama
Kâfir :Allah’ı veya Allah’ın kesin olarak bildirdiği bir şeyi inkâr eden kimse
Lisan :dil, lehçe
Mahv :harab olma, yıkılma, bozulma, ortadan kalkma
Şua :ışık, parıltı
Umum : bütün,tüm, tamam, hepsi


Habersiz


Şu ömür evinden her gün,
Düşüyor aşağı bir taş,
Şu gâfil insanı düşün!
Bina viran haberi yok.

Bir ömür istedim nice,
Belasız, dertsiz şöylece,
Dert ağlatır gündüz gece,
Lokman’ın hiç haberi yok.

Düştüm yollara muzdarip,
Yollar ıssız, yolcu garip,
Dide giryan, sine biryan,
Akıl hayran, haberi yok.

Niyazi hayale daldı,
Şu dünyada çok bunaldı,
Unuttu, çaresiz kaldı,
Göçmüş kervan, haberi yok.


 
Üst