GÜZEL VE ÇİRKİN HUYLAR
17) İttika: Yüce ALLAH'dan korkmak, haramdan ve şüpheli şeylerden sakınmaktır. Böyle bir hale "Takva" denir. Bunun sahibine de "Müttakî" denilir. Müttakî olan bir zat, güvenilir ve itimat edilir bir insan demektir. Ondan hiç bir kimseye zarar gelmez.
İslam önünde insanlar esasen birbirine eşittirler. Bunların seçkinliği ancak takva iledir. Kur'an-ı Kerîm'de buyurulmuştur:
"Şüphe yok ki, ALLAH yanında en iyiniz, en çok müttakî olanınızdır."
İttikanın karşıtı fısk'dır, fücur'dur. Daha açığı, doğru yoldan çıkmak, ALLAH'a asi olmak, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmamaktır. Böyle bir halin sonucu da felakettir, azabdır.
18) Edeb: Güzel terbiye ve güzel huylarla vasıflanmaktır, utanılacak şeylerden insanı koruyan bir hal demektir.
Edeb, insan için büyük bir şereftir. Edebin karşıtı İsaet'dir ki, kötülük yapmak ve terbiyeye aykırı davranmak demektir.
Edeb, insanın süsüdür. Edeb, insanı nefsin arzusuna uymaktan korur ve kurtarır.
"İnsanın edebi, zehebinden (altınından) iyidir" denilmiştir.
Edebden yoksun olan bir insan, bir toplum için zararlı mikroplardan daha tehlikelidir.
19- İhsan: Bağışlama, iyilik etme, bahşiş verme, hayır olarak yapılması uygun olan bir şeyi yapma demektir. İhsan, adaletin üstünde bir faziletdir. Bir ayet-i kerimede buyurulmuştur:
"İhsan ediniz; şübhe yok ki, ALLAH ihsan edenleri sever."
Diğer bir ayet-i kerimede de buyurulmuştur:
"Yüce ALLAH sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsan et."
20- İhlas: Herhangi bir işi güzel bir niyetle ve saf bir kalb ile yapmak, işe başka bir şey karıştırmamaktır. Böyle bir hale, "Hulûs" da denir. Yapılan görevlerin değerleri ihlasa göre artar. İhlasın karşıtı Riya (gösteriş) 'dır. Bir görevi yalnız bir gösteriş için veya maddi bir yarar için yapmaktır.
Riyakar bir insan, temiz ruhlu, iyi bir insan değildir. Yaptığı işlerin mükafatını ALLAH'dan dilemeğe yüzü olmaz. Bir hadîis-i şerifde buyurulmuştur:
"Şüphe yok ki, ALLAH, sadece kendisi için yapılan ve kendi rızası için istenen bir işi kabul eder."
21- İstikamet: Her işte doğruluk üzere bulunmak, adaletten ve doğruluktan ayrılmayıp din ve akıl çerçevesi içinde yürümek demektir. Din ve dünya görevlerini olduğu gibi yapmaya çalışan bir Müslüman, tam istikamet sahibi bir insandır. Böyle bir insan toplumun en önemli bir organı sayılır.
İstikametin karşıtı, hıyanettir ki, doğruluğu bırakıp verilen sözü gözetmemek, caymak, emanete riayet etmemektir, insanların haklarına tecavüz etmektir. Bir ayet-i kerimede, Peygamber Efendimize hitaben şöyle buyurulmuştur:
"Emrolunduğun gibi istikamette bulun."
İşte bu ayet-i kerime, istikametin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu göstermeğe yeter.
22- İtaat: Üst amirin dince yasak olmayan emirlerini dinleyip ona göre yürümektir. Yüce ALLAH'ın buyruklarını dinleyip tutmak bir taattır. İnsanın mutluluğu da bu taata bağlıdır. Bunun karşıtı isyandır. Yüce ALLAH'ın emirlerini dinlemeyen bir insan günahkar ve hayırsız bir kimsedir ki, kendisini tehlikeye atmış olur. Artık böyle bir kimseden insanlık ne bekleyebilir:
Kur'an-i Kerîm'de şöyle buyurulmuştur:
"ALLAH'a itaat ediniz; ALLAH'ın Peygamberine de, sizden olan idarecilere de itaat ediniz."
23- İtimad: Güvenmek ve emniyet etmek, bir şeye kalben güvenip dayanmak demektir. Halkın güvenini kazanmak bir başarı eseridir. İktisadî ve içtimaî hayatın devamı itimadın varlığına bağlıdır. Onun için insan, güzel ve doğru hareketleriyle herkesin güvenini kazanmaya çalışmalıdır. İtimada aykırı olan şey, hiyanettir, işi kötüye kullanmaktır ki, bunun sonucu pek korkunçtur.
24- İktisad: Her işte denge üzerinde bulunmaktır. Gereğinden fazla veya noksan harcama yapmaktan kaçınmaktır. İnsan iktisada uyma sayesinde rahat yaşar, hadis-i şerîfde buyurulmuştur:
"İktisad üzere bulunan fakir olmaz."
İktisadın karşıtı israf dır, aşırı gitmektir. İsraf, yemek, içmek, giyinip gezmek gibi işlerde belli bir ölçüyü aşmaktır ki, haramdır. Ferdlerin ve cemiyetlerin yıkılmasına sebebdir. Bunun için ki, Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulmuştur:
"ALLAH israf edenleri sevmez."
Bir de "Takdîr" vardır ki, bir şeyi gereğinden çok fazla kısmaktır. Bu da uygun değildir.
25- Ülfet: Uygun kimselerle güzel bir şekilde görüşüp konuşmak demektir. İnsanlar devamlı olarak yalnız başlarına yaşayamazlar. Birbirleri ile görüşmek zorundadırlar. Güzel bir ahlaka sahib olan kimse, herkesle güzel görüşür, onların sevgisini kazanır. Bu hale, "Ünsiyet" de denir. Bunun karşıtı "Uzlet" kenara çekilmek, yalnız başına kalmak, herkesten uzaklaşmaktır. Herkesle görüşmek uygun olmadığı gibi, herkesten kaçınmak da uygun değildir. Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"Mü'min ülfet eder ve ülfet olunur. Ülfet etmeyen ve ülfet olunmayan kimsede ise hayır yoktur. İnsanların hayırlısı, insanlar için hayırlı olanıdır."
26- Emniyet: Bir şeye güvenmek manasına geldiği gibi, insanda doğruluktan ileri gelen bir huy anlamına da gelir, insanların sırlarını ve mallarını güzelce saklamak da, bir emniyet halidir. Emniyetin karşılığı "Hiyanettir", sözünde durmamaktır.
Ferdleri arasında emniyet bulunmayan bir toplum geleceğinden güven içinde bulunamaz. Emniyeti kötüye kullanmak münafıklık alametidir. Bir hadîs-i şerîfde şöyle buyurulmuştur:
"Münafıkın alameti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince cayar, emanet edilince hiyanette bulunur."
27- İnsaf: Adalet içinde hareket etmek ve gerçeği kabul etmektir. İnsaf, ciddî ve iyi huylu bir insanın alametidir. Bunun karşılığı zulümdür, haksızlık etmektir, hak olan şeyi inkardır. Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"İnsaf dinin yarısıdır."
Çünkü gerçek din, faydalı olan şeylerin kabul edilerek yapılması ve zararlı şeylerden sakınılması demektir. İnsaf sahibi olan kimse, muhakkak dinin yarısını teşkil eden o yararlı şeyleri anlar ve kabullenir. Böylece insaf, kendisinde dinin yarısı gibi sayılır.
28- Beşaşet: Güleryüzlü olmak ve hoş bir hale sahib olmak demektir. Beşaşet, ruhtaki saflık ve neş'enin yüzde parıltısı demektir. Karşılığı Ubuset, yüz ekşiliğidir. İnsan daima güler yüzlü olmalı, hiç kimseye karşı çatık kaşlı bulunmamalıdır. Güleryüzlülük bir sadaka ve bahşiş sayılır. Bir hadîs-i şerîfde buyurulmuştur:
"ALLAH muhakkak ki yumuşak huylu va parlak yüzlü kulunu sever."
29- Te'dib: Terbiye etmek, edeb ve ahlak üzere yetiştirmek demektir. Bunun karşıtı da, terbiyeyi terk etmek, yapmamaktır. Terbiye işinde asla gevşeklik yapılmamalıdır. Kendi çocuklarını güzelce terbiye etmeye çalışmak, her aile idarecileri için vacib olan bir görevdir. Burada yapılacak dikkatsizliğin zararları yalnız bir aileye ve ferde değil, koca bir topluma aittir. Denmiştir ki:
"Baba ile ananın terbiye etmediğini, gece ile gündüz (zaman) terbiye eder. Zamanın terbiye etmediğini de, Cehennem terbiye eder."
30- Teenni: Bir işte acele etmeyip düşünerek hareket etmektir. Böyle bir davranışa "Teüde" de denir. Vakti gelip çatan hayırlı bir iş için teenniye (yavaş davranmaya) gerek yoktur. Fakat henüz zamanı gelmeyen bir iş içinde acele etmek, pişmanlık doğuracağından doğru değildir.
Teenni'nin karşıtı istical, acele etmektir. Bir şeyi zamanından önce elde etmeğe çalışmaktır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Yavaş davranmak (teenni) Rahman'dan, acele ise Şeytandandır."
Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurulmuştur:
"Ahiret işi müstesna, her işte yavaş ve tedbirli davranmak hayırlıdır."
31- Ta'zîm: Hürmete değer bir kimse hakkında, büyük sayıldığını gösterecek şekilde güzel bir davranışta bulunmak demektir. Bunun karşıtı "Tahkîr"dir, küçümseme hareketidir ki, asla caiz değildir.
İlim, edeb ve yaş bakımından bizden büyük olanlara saygı göstermek, bizden küçük olanlara da sevgi göstermek bizim için bir görevdir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Bizim büyüklerimize saygı göstermeyen ve küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir."
32- Tefe'ül: Bir şeyi uğur saymak, bir olayı bir hayrın başlangıcı görmektir. Bu güzel bir zan işi olduğundan iyidir. Bunun karşıtı "Teşe'üm ve Tatayyür'dür. Bu da bir şeyi uğursuz görmek, nefsin nefret duyduğu bir işi uğursuzluğa bir alamet saymak demektir. Bir kuşun ötüşünü veya bir tarafa uçuşunu uğursuzluğa yormak gibi... Bu ise, kötü bir zan ve kuruntu eseri olduğundan caiz değildir.
Herhangi bir olaydan uğursuzluk hükmü çıkararak ümitsizliğe ve kuruntuya saplanmak doğru değildir. Bazı günlere ve zamanlara uğursuzluk yorumunda bulunmak da uygun değildir.
Peygamber Efendimiz buyurmuştur:
"Hayıra yorma, güzel söz, temiz laf hoşuma gider."
İnsan hayırlı söz söylemeli, fena ve uğursuz sözlerden dilini korumalıdır.
33- Tefekkür: Düşünmek ve bir iş üzerinde fikri geliştirmek demektir. Yüce ALLAH'ın kudretine delalet eden varlıkları düşünmeye dalmak bir ibadettir. Birçok maddî ve manevî buluşlar ve yükselmeler hep tefekkür (düşünme) sayesinde olmuştur.
Tefekkürün karşıtı, Gaflet'tir. Düşünceden yoksun olmaktır ki, insana asla yakışmaz.
Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Yüce ALLAH'ın yaratmış olduğu şeyler üzerinde düşününüz; fakat ALLAH'ın zatı hakkında düşünmeyiniz, helak olursunuz."
34- Tevazu: Kendini büyük görmemek, bulunduğu dereceden daha aşağı derecede saymaktır. Bunun karşıtı "Tekebbür'dür, "Tecebbür"dür. Kendini büyük görmek, bulunduğu derecenin çok üstünde saymak, geçici şeylere güvenerek ona buna çalım satmak ve gururlanmaktır ki, çok kötü bir huydur. Bir hadis-i şerif şu anlamdadır:
"Yüce ALLAH ölçülü davrananı zengin eder, israf edeni de fakir düşürür. Tevazu göstereni yükseltir, büyüklenen kimseyi de kırıp geçirir."
35- Tevekkül: ALLAH'a güvenmek, kulluk görevini yaptıktan sonra başarıyı ALLAH'dan beklemek ve insan gücünün yetişemediği şeyleri Yüce ALLAH'a bırakıp ümitsizliğe ve keder içine düşmemektir. Tevekkülden yoksun olmak büyük bir noksanlıktır. Bir mü'min bilir ki, herhangi bir işin elde edilmesi için, sadece sebeblerin varlığı yeterli değildir. ALLAH'ın dilemediği bir iş, hiç bir zaman meydana gelemez. O'nun dilediği bir şeyi de hiç kimse engelleyemez. Bununla beraber tevekkül, sebeblere sarılmaya engel değildir. Yüce ALLAH olayları birer sebebe bağlamıştır. Bu konuda ilahî kanunlara uymak gerekir. Peygamber Efendimiz, devesini bir şeye bağlamaksızın dışarıda bırakıp Peygamberin huzuruna gelen Amr ibni Umeyye'ye şöyle buyurmuştur: "Deveni bağla da, tevekkül et."
36- Sebat: Sözde durmak, verilen sözü yerine getirmek, bir işte, bir inançta veya bir düşüncede kararlı bulunmak demektir. "Sabit (kararlı) olanlar nabit (başarılı) olurlar" sözü meşhurdur. Sebat başarının bir şartıdır. Doğrusu hayırlı ve hakka bağlı olan işlerde sebat etmek bir fazilettir. Faydasız olan boş şeylerde sebat göstermek ise, aklın noksanlığına ve insafın yokluğuna delalet edeceği için büyük bir kusurdur.
37- Cûd: Cömert davranmak, insanlara ihtiyaçlarını bildirmelerine meydan vermeksizin ihsan ve ikramda bulunmaktır. Verilmesi uygun olan şeyleri, uygun yerlere kolayca vermek huyudur ki, buna sehavet de denir.
Cûd ve seha (cömertlik), insana yaraşan iyi bir huydur. Bunların karşıtı, hasislik, cimrilik ve tama'dır ki, insanlara asla yakışmaz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Cömert kimsenin yemeği şifadır. Hasis (cimri) kimsenin yemeği de hastalıktır."
38- Hazm: Anlayışla yürümek, tedbirli davranmak ve sonucu bilinmeyen şeylere hemen atılmamaktır. Karşıtı, tedbirsizliktir. Tedbirli hareket edenler pişmanlık duymazlar. Bununla beraber hazm (ihtiyatlı bulunmak), bazan kötü kuruntulardan da ileri gelir. Onun için hazm deyip de teşebbüste tereddüt ve kuruntuya düşmemelidir. Onun için bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Hazm bir kötü zan'dır."
39- Hüsnüzan: Güzel sanma veya bir şeyin iyiliği üzerinde inanç beslemedir. Bunun karşıtı Suizan (kötü sanma)'dır. İnsan kötüzan beslemekte hiç bir zaman aşırı gitmemelidir. Hiç kimse hakkında da yok yere kötüzanda bulunmamalıdır.
Doğrusu, herhangi bir kimse hakkında körü körüne "Pek iyi bir insandır" diye hüküm vermek de hüsnü zannı kötüye kullanmak olacağından iyi bir davranış değildir. Onun bunun işlerini araştırmak, kusurlarını öğrenme arzusunda bulunmak, tecessüs denilen, kötü zandan doğan ve ahlaka aykırı olan bir harekettir ve haramdır. Bunun hakkında Kur'an-ı Kerim'de buyurulmuştur:
"Şüphe yok ki, zannın bir kısmı günahtır."
40- Hıfz-ı Lisan: Dili gereksiz sözlerden koruyup ihtiyaçtan fazla söz söylememek halidir ki, çok iyidir. Bunun karşıtı "Malâyani" denilen faydasız şeylerle uğraşmak ve ağzına gelen her şeyi söylemektir.
Akıllı olanlar çok kez susarlar. Gerek görülmedikçe söz söylemek istemezler. Susmak çok güzel bir şeydir. Yeter ki, bir hakkın kaybolmasına veya bir gerçeğin yanlış anlaşılmasına sebebiyet vermiş olmasın.
Peygamber Efendimiz (sallALLAHu aleyhi ve sellem) buyurmuşlardır:
"Her kim ALLAH'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, hayır söylesin veya sussun.''
41- Hakk: Yüce ALLAH'ın mübarek bir ismidir. Her doğru olan ve değişmeyen şeye de hak denir. Bunun karşıtı "Batıl" sözüdür.
Herkesin meşru bir şekilde elinde bulundurduğu yetkiye veya mülke de hak denilmiştir. Bunun çoğulu "Hukuk"dur.
Her hak karşılığında bir görev vardır. Bir insan hayat (yaşama) hakkına, namus ve şeref hakkında sahibdir. Bunlara hiç kimsenin tecavüz hakkı yoktur. Her insan karşılıklı olarak bu hakka sahib olduğu için herkes karşısındakinin hakkını kabul ve ona uygun hareket etmekle görevlidir ve bu görevleri korumakla yükümlüdür. Bu haklara tecavüz haramdır, cezayı gerektirir. Toplum düzenine engel olur.
Hak hiç bir zaman değişmez. Hakka, kuvvet ve diğer şeyler üstün gelemez. Geçici olarak kaybolan bir hak, bir gün dünyada değilse bile ahirette meydana çıkacaktır.
42- Hikmet: İlim ve amelin birleşmesinden meydana gelen yüksek bir sıfattır. Bilmeyen veya bildiği ile amel etmeyen kimse hikmet sahibi değildir. Her şeyin aslını öğrenmek için edinilen bilgiye de hikmet denir. Adaba, ahlaka, öğütlere ait güzel sözlere ve fıkralara da hikmet denir.
Hikmet sahibi olan insanda, zeka, ezberleme, güzel düşünme, kolaylıkla öğrenme, açık zihin, iyi anlayış ve kavramları hafızada tutma gibi duygular belirir. Bir ayet-i kerimede buyurulmuştur:
"Kendisine hikmet verilen kimseye, muhakkak birçok hayır verilmiş olur."
Bir hadis-i şerif de şöyle:
"Hikmet, mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa alır."
43- Hilm: Şiddete sabredip tahammül etmek, öfke ateşini söndürmek ve nefsi heyecandan korumaktır. Yerinde yapılan böyle bir davranış büyük bir fazilettir. Bunun karşıtı "Hiddet, tehevvür"dür. Bu da bir öfke, titizlik ve kızgınlık halidir. Hoşa gitmeyen bir olaydan dolayı gazab kuvvetinin parlayıp meydana çıkmasıdır.
Kızgınlık ve darılma halleri, kalbdeki kanın taşması zamanında meydana gelen bir nefis değişikliğidir ki, haksız yere olunca bir kusur sayılır, pişmanlığı gerektirir. Fakat akla uyarak haksızlığa karşı olan bir öfke iyidir. Çünkü kutsal inançlar bununla korunur.
Hilm, ilim ve hikmete bağlı olmalıdır. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Hiç bir şeyin bir kimsede birleşmesi ilimle hilmin birleşmesinden daha üstün olamaz."
44- Hamiyet: Kutsal şeyleri ve milletin haklarını gözetmek, namus, şerefi ve fikirleri töhmetten korumak yolunda gösterilen çabaya hamiyet denir. Bu çok güzel bir haslettir. Fakat batıl fikir ve akideleri korumak yolunda gösterilen gayrete "Cahilce hamiyet" denir ki, bu pek kötüdür.
45- Haya: Utanma, hicab, ar, namus manalarına gelir. Çirkin şeylerden nefsin darlanması, edebe aykırı bir işin meydana çıkmasından dolayı kalbin duygulanıp sıkıntı içinde kalması demektir. Bunun eseri hemen yüzde belirmeye başlar.
Haya pek güzel bir huydur. Bunun karşıtı Vakahat (utanmazlık)'tır. Batılı hak şeklinde görüp çekinmeksizin onu yapmaktır.
Hayasızlık, insanı insanlıktan çıkarır, hayvanlardan daha aşağı düşürür. Bir hadis-i şerifin anlamı şöyle:
"Haya imandan bir bölümdür. İnsanlardan utanmayan ALLAH'dan da utanmaz."
46- Huşu: Tevazu göstermek, hakka boyun eğmek, korku ile sevgi karışımı olan saygılı bir tavır takınmak demektir. Karşıtı, gaflet içinde kendini büyük görme, kalb huzurundan yoksun olmadır. Bir ibadetin değeri, huşua olan yakınlığı nisbetinde artar. Haşyet de, saygı ile karışık kalble ilgili bir korkudur. ALLAH korkusuna "Haşyetullah" denir. Kalbinde ALLAH korkusu bulunmayan kimsenin her çeşit fenalığı yapması mümkündür. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Hikmetin başı ALLAH korkusudur."
Yüce ALLAH'ın kudret ve azametini düşünen bir mü'minin kalbinde ALLAH korkusu parlar ve onu daima iyiliğe götürür.
47- Hayır: İyilik demektir. Her helal olan mal ve yarar da bir hayırdır, ALLAH'ın ihsanıdır. ALLAH rızasını kazanmaya sebeb olan her güzel iş bir hayırdır. Geçerli olan asıl hayır da budur.
Hayrın karşıtı "Şerr"dir. Hakka ve yaratılışa uymayan ve kötü bir sonucu gerektiren her şey bir şerdir, fenalıktır.
Herkes için iyilik istemeye "Hayırhahlık" denir. Bu ruhun temizliğinden ileri gelir. Bütün hayır müesseseleri, hayırseverliğin bir eseridir. Başkasının fenalığını istemek de, "Bedhahlık"tır. Bu, bir ruh hastalığıdır ki, sahibinin kötü kimse olduğuna bir alamettir.
İşte "hased", çekememezlik ve kıskançlık denilen kötü hal, bu kötülük severlikten başkası değildir.
Başkasının hak kazanarak elde etliği nimetlerden rahatsız olup da o nimetlerin kaybolmasını istemek bir hasedden ibarettir. Bu pek fena bir huy olduğundan bundan çok sakınmalıdır. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"Hasedden kaçınınız; çünkü ateş, odunları yakıp bitirdiği gibi, hased de güzel işleri (salih amelleri) yer bitirir."
Kötülüğe alet olan bir varlığın kaybolmasını istemek hased sayılmaz. Yine başkasının elde ettiği bir nimetin benzerine kavuşmayı istemek de hased değildir. Bu isteğe "Gıbta ve Münafese" denir ki, bazı hallerde caizdir. Yüksek bir alimin ilmine ve faziletine gıbta edilmesi (imrenilmesi) gibi...
48- Dostluk: İki ve daha çok kimseler arasında meydana gelen samimi bir sevgi ve bağlılık demektir. ALLAH için olan dostluk devam eder. Dünya için olan dostluk da bir akan yıldız gibi parlayıp söner.
Dostluğun karşıtı, düşmanlık, davet ve kindarlıktır. Bütün Müslümanlar birbirine dosttur. Çünkü aralarında sönmeyen bir din kardeşliği vardır. Peygamber Efendimiz (sallALLAHu aleyhi ve sellem) ümmetine şöyle emretmiştir:
"Birbirinize kin tutmayınız, hased (kıskançlık) etmeyiniz, birbirinizden yüz çevirmeyiniz, ey ALLAH'ın kulları!.. Kardeş olunuz. Bir Müslümanın Müslüman kardeşine üç günden çok dargın kalması helal olmaz."
Başkasının bir kederinden ötürü sevinmek de bir düşmanlık eseri olduğundan caiz değildir. Buna "Şematet" denir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Kardeşin için şematet eyleme (kötü haline sevinme); sonra ALLAH ona merhamet eder de, seni belaya düşürür."
49- Diyanet: Dindarlık yapmak, dinin kutsal emirlerine uyarak gereği üzere hareket etmektir. Karşıtı dinsizliktir, din hükümlerine aykırı davranmaktır, bütün fenalıkların en büyük kaynağıdır.
İnsanların kurtuluşu, temiz bir halde yaşayış ve mutluluğa ermesi, ancak diyanet sayesindedir. Diyanet doğuştan vardır. Gerek ferdler için ve gerekse cemiyetler için zorunludur. Onun için diyanete sımsıkı sarılmalıdır. Bu, insanlığın yararı ve selameti bakımından son derece gereklidir.
50- Zikir: Anmak ve hatırlamak manasınadır. Yüce ALLAH'ın kutsal isimlerini anmak ve vacib olan bir görevdir, en yüksek bir zikirdir.
Yüce ALLAH'ı zikretmek, ya büyüklüğünü düşünmekle olur ki, bundan yüceltme ve tazim meydana gelir. Ya da ALLAH'ın sonsuz kudretini düşünmekle olur. Bundan da korku ve hüzün doğar. Bir de nimetlerini anmakla olur ki, bundan şükür ve hamd meydana gelir. Yahut pek acaib ve üstün olan eserlerini düşünmekle olur. Bundan da uyanma ve ibret alma yüz gösterir.
Zikrin karşıtı, "Nisyan (unutma)"dır. Yüce ALLAH'ın mübarek isimleri ile kulun gönlünü süslememesidir. Bu çok acınacak bir dalgınlık eseridir. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:
"ALLAH'ı çok zikrediniz ki, kurtulasınız."
Bir hadis-i şerifde de: "Zikrin en faziletlisi Lâ ilâhe İllALLAH'dır. Duanın da en faziletlisi Elhamdülillah'dır" buyurulmuştur.
51- Rıza: Hoşnut olmak, uygunluk göstermek herhangi bir hükmü veya işi kalben hoş görüp kabul etmektir. Bunun karşıtı kabul etmemek, red etmek, itiraz etmektir.
Yüce ALLAH'ın her hükmüne ve her takdirine razı olmak bir kulluk görevidir. Gerçek olan bir şeye razı olmamak bir ahmaklık işareti olduğu gibi, batıl bir şeye razı olmak da bir taşkınlık ve isyan eseridir.
Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
"ALLAH bir kulu severse, yalvarmasını dinlemek için onu bir sıkıntıyla sınar."
52- Rıfk: Yumuşaklık, yavaşlık, nezaket ve tatlılıkla iş yapmak, sonu güzel olan bir şeye güzelce boyun eğmek anlamındadır. Bunun karşıtı "Unf (şiddet, sertlik kabalıkdır)" ki, katı yürekli olmaktan, sertlik göstermekten, nezakete aykırı davranmaktan ibarettir. İnsan, yumuşaklık sayesinde en güç neticeleri elde edebilir. Düşmanca davranmak yüzünden de, elde edilmesi pek yakın olan şeyleri imkansız bir hale getirmiş olur. Hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Şüphesiz ki, ALLAH, yumuşak huyludur ve yumuşak huyluluğu sever. Ve sertlik uzerine vermediği şeyi yumuşak huyluluk üzerine verir."
Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurmuştur:
"Yumuşaklıktan yoksun olan, hayırdan da yoksun bulunur."
53- Sa'y: Çalışmak, bir maksadın elde edilmesi için gerekli gücü harcamaktır. Karşıtı "Atalet, bataet, meskenet (gevşeklik, miskinlik, umursamazlık)"dır. Bu İslam ruhuna asla uygun değildir. İnsan hak olan şeyleri elde etmek için düzenli bir çalışma ve gayret sahibi olmalıdır. Bütün ilerlemeler gayret ve çalışmanın neticesidir. Kur'an-ı Kerîm'de buyurulmuştur:
"İnsan için çalıştığından başkası yoktur."
54- Ayıpları örtmek: İnsanların kusurlarını örtmek, görmemezlikten gelmek, başkalarına açıklamamak demektir. Karşıtı "Kusurları yayma"dır.
Başkalarının kusurlarını arkalarından söylemek gıybettir. Öyle ki, bir kimsenin arkasından boyuna, elbisesine, yiyip içmesine, gezip yürümesine varıncaya kadar bir kusurunu dil göz veya el ile işaret ederek göstermek de bir gıybettir. Çünkü bunları öğrenince üzüleceğinde şübhe yoktur.
Başkalarına, yapmadıkları kusurları yüklemek de iftiradır, buhtandır. Bunlar İslam terbiyesine aykırıdır, kesinlikle haramdır.
Bir hadis-i şerif şöyle buyurulmuştur:
"Ne mutlu o kimseye ki, kendi kusuru kendisine, başkalarının kusurlarını görmeye zaman bırakmaz."
Onun için insan, kendi kusurunu görüp onu düzeltmeye çalışmalıdır. Ancak uygunsuz işleri hiç çekinmeksizin yapıp duran günahkar kimselerin bu çirkin hallerini arkalarından söylemek gıybet sayılmaz. Bu söyleme ile çirkin işler kötülenmiş ve başkaları bundan korunmuş olur. Bir İslam toplumuna karşı, küstahça hareket ederek ahlaka uymayan şeyleri açıkça yapıp duran kimselerin bu rezaletini söylemek, toplumsal anlayışın güzel bir tepkisidir. Yeter ki, bu söyleyiş şahsî bir kırgınlık neticesi olmasın.
Gıybetin sorumluluğundan kurtulmak için, mümkünse gıybet edilen kimseden helallık dilemeli, özür dilemelidir. Bazı alimlere göre, yapılan gıybetten pişman olup istiğfarda bulunmak yeterlidir. Çünkü durumu haber verip gıybet edilen kimseden helallik dilemek, bir üzüntüye, bir dargınlığa sebebiyet vermiş olabilir. Ancak o kimse bu gıybetten haberdar olmuşsa, o zaman kendisinden özür dileyerek helallık istemek gerekir.
İki dargının özür dilemek için musafaha yapması (görüşüp el sıkışması) helallaşmak sayılır.
55- Şecaat: Yiğitlik, kahramanlık, kalb metinliği, gereğinde tehlikelere atılabilme özelliği demektir. Karşıtı "Cebanet (korkaklık)"dır. Hak yolunda mukaddesatı korumak için gösterilen yiğitlik (şecaat), çok kıymetli bir huydur.
56- Şefkat: Korku ile karışık merhametten ileri gelen acıyıp esirgeme halidir. Başkalarının başına gelen veya gelmesi düşünülen fena bir hal karşısında kendisini gösterir. Bunun karşıtı merhamet ve yumuşaklık duygusundan yoksunluktur ki, pek kötü bir huydur.
Şefkat, temiz ve saf kalblerin bir özelliğidir. İslamda, "Yüce ALLAH'ın emirlerine saygı, yaratıklarına şefkat" büyük bir esastır.
57- Şükür: Görülen, iyiliğe karşı, söz veya işle memnuniyet göstermek ve yapılan iyiliğin kıymetini bildirmektir. Görülen bir iyiliği överek anmak da bir şükürdür. Karşıtı "Küfran-ı nimet (nimeti inkâr)"dır.
Biz her an binlerce nimetlerine kavuştuğumuz Yüce ALLAH'a şükretmeğe borçlu bulunduğumuz gibi, iyiliğini gördüğümüz kimselere karşı da teşekkür etmeğe borçluyuz. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"İnsanlara şükretmeyen, ALLAH'a da şükretmez."
58- Şehvet: İstek, nefse uygun olan bir şeyi istemek, hayat hareketi için insanların birbirlerine karşı olan doğal meyilleri demektir.
Dinde yasak olmayan bir şey hakkında kararınca bir şehvet ve meyil iyidir. Dinde yasak olan bir şey hakkında ise, şehvet hayvani bir hal olduğundan pek kötüdür, zararlıdır. Bundan kaçınmak gerekir.
Heva, boşuna arzu, meşru bir sebeb olmaksızın nefsin bir şeye meyletmesidir. Heves de, bir şey üzerinde gösterilen ham ve noksan bir aşk ve sevda demektir. Bunların ikisi de iyi değildir. İnsanın feyiz ve şerefine engel olurlar. Peygamber Efendimiz şöyle dua ederlerdi:
"Ya Rabbi! Beni ahlakın çirkin olanlarından ve hevalardan uzak bulundur."
59- Sabır: Acıya katlanmak, bedene uygun düşmeyen hallere telaş göstermeksizin karşı koymaktır. Bunun karşıtı sabırsızlık (ceze')'dir. İnsan yaşadıkça birtakım acı olaylar karşısında kalır. İşte bunlara karşı sabretmek gerekir. Bir ayet-i kerimede de:
"Şüphe yok ki, ALLAH sabredenlerle beraberdir" buyurulmuştur.
Sabnn sonu selamettir, başarıdır. Sabır acıdır; fakat sonucu tatlıdır.
Sabırsızlık ruhun gevşekliğinden ileri gelir. Ancak, dine uymayan şeyler hakkında sabır caiz değildir. Bunlara karşı kalben bir acı duyulması ve mümkün ise mücadele yapılması gerekir. Savulması mümkün olan kötülüklere veya ihtiyaçlara katlanmak sabır değil, bir acziyet ve miskinliktir. Peygamber Efendimiz (sallALLAHu aleyhi ve sellem) buyurmuşlardır.
"ALLAH'ım! Ben acziyetten ve tenbellikten sana sığınırım."
60- Sadakat: Doğruluk, gerçeğe uygun olan doğru sözdür. Garaz lekesinden temizlenmiş ve her yönden halis olan bir dostluk da sadakatdır. Herhangi bir doğruluğa da sadakat denir. Doğruluğun karşıtı yalandır. Sadakatın karşılığı hiyanettir, doğruluktan yoksun olmaktır. İnsanlara sıdk ve sadakat yakışır. Yalancı bir kimseyi ne ALLAH sever, ne de kulları...
Yalan haramdır. Yalancı bir kimsenin insanlık bakımından hiç bir kıymeti olamaz. Söylediği yalan sözleri ile insanları aldatan, yaptığı hile ve uydurmalarla ötekini berikini saptırmaya çalışan kimseler çok büyük günahkardır. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur:
"Bize hiyanet eden bizden değildir. Hile ve aldatmayı yapanlar cehennemdedirler."
Sonuç olarak, insanın sözü de, özü de doğru olmalıdır. Doğru olmayanlar için mutluluk kapıları kapalıdır. İslamiyet gibi, hikmet ve gerçek esasları üzerinde kurulmuş bir dinde doğruluğa aykırı bir şey asla yer bulamaz