Bir başka açıdan Kardeşlik

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
“İslâm Çağı”nda Cahiliye Anlayışına
Geri Dönmemek İçin...




Medine modelinde “iman-amel” ve “tevhîd” ekseninde inşa edilen yeni kimlik/kardeşlik bilincinin cahilî alışkanlıklarla, lâ-dînî/seküler değer yargılarıyla zedelenmesine asla izin verilmedi.

Mesela;

Habeş asıllı din kardeşi Bilâl’le tartışırken kızgınlıkla ona “Ey siyah kadının oğlu” diye hitab eden Ebû Zer’e Hz.Peygamber(s.), bunun bir “cahiliye davranışı” olduğunu hatırlatmış; o da “Ey Bilâl, o siyah ayaklarınla şu kafama basmadıkça kendimi affetmeyeceğim” diyerek kardeşinden özür dilemişti.

Mekke fethedildiğinde, Rasûlüllah’ın talimatıyla Kâbe’nin üzerine çıkarak, bazı müşriklerin ‘Bir siyahi Kabe’nin üzerinde ha!’ mırıltıları arasında ezan okuyan yine Bilâl’di. Gerçekleştirdiği büyük inkılâpla “İslâm Çağı”nı açan Rasûlüllah, Mekke’nin fethi tamamlanınca şöyle konuşmuştu:

“Hamd Allah’adır.

Allah’tan başka ilâh yoktur...

Ey insanlar iyi biliniz ki, cahiliye dönemine ait olan ve övünme nedeni kabul edilen her şey şu anda ayaklarımın altındadır; hepsi kaldırılmıştır...

Bütün insanlar Adem’dendir ve Adem topraktan yaratılmıştır.

İnsanlar iki kısımdır; bir kısmı Müslüman diğer kısmı kafirdir.

Müslümanlar Allah katında değerli ve şereflidir.

Kafir olanlar ise azgın ve yaramazdır.

Kafirlerin Allah katında hiçbir değeri yoktur...”

“İslâm çağında cahiliye özelliklerini ortaya çıkarmayın.

Müslüman Müslümanın kardeşidir.

Müslümanlar kendilerinden olmayanlara karşı birdirler, bütündürler.

Düşmanlarına karşı topluca hareket eder, birbirleriyle yardımlaşırlar.

Müslümanların kanları birbirine eşittir.

Aralarında fark yoktur.”2


Bu kardeşlik selam ve sevgi ile pekiştirildi.

Peygamberimiz, Müminlerin birbirlerini sevmelerini ve her karşılaştıklarında selamlaşmaları istedi:
“Varlığım (kudret) elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de gerektiği gibi iman edemezsiniz. Ben size yerine getirdiğiniz zaman aranızda sevgiyi oluşturup pekiştirecek bir şey söyleyeyim mi? O selâmdır. Selâmı aranızda yaygınlaştırın.”3

Müminlerin sevgi ve bağlılıkta tek vücut gibi olduklarını; vücudun bir organı acı çektiğinde bu acıyı bütün vücut yaşadığı gibi, müminlerin de birbirlerinin acılarına duyarsız olamayacaklarını ifade etti.

Bir müminin diğer müminle üç günden fazla küs durmasının helal olmadığını, kendisi için istediğini din kardeşi için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olamayacağını4 bildirdi.

Ashab, îman kardeşliğine dair Kur’ânî hükümlere harfiyen uydular ve bunun bozulmaması için aralarındaki anlaşmazlıkları adaletle halledip düzeltmek için azami gayreti sarfettiler:

“Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve adil davranın. Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever.”

“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.” (49/9-10)


Keza onlar, mümin kardeşleri hakkında kötü zanda bulunmamaya, gıybet etmemeye, onların gizli yönlerini araştırmamaya, birbirlerine kötü lâkap takmamaya özen gösterdiler.

“Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır.

Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın).

Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.)

Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?

İşte, bundan tiksindiniz.

Allah’tan korkup-sakının.

Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (49/12)


Zira onlar biliyorlardı ki; herkes bu dünyada yaptıklarının hesabını bir bir verecek ve o “kulakları sağır eden o ses geldiğinde, kişi o gün, kendi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacak”(80/33-36).

O gün kimsenin kimseye faydası dokunmayacak, kan bağının, akrabalığın, yakınlığın da bir anlamı olmayacak.
 
Üst