Ene ile mücadele...

Gül-i İkra

Well-known member
İ'lem eyyühe'l-aziz! Otuz seneden beri iki tâğut ile mücadelem vardır. Biri insandadır, diğeri âlemdedir. Biri ene'dir, diğeri tabiattır. Birinci tâğutu gayr-ı kastî, gölgevâri bir ayna gibi gördüm. Fakat o tâğutu kasten veya bizzat nazar-ı ehemmiyete alanlar, Nemrud ve Firavun olurlar.

İkinci tâğut ise, onu İlâhî bir san'at, Rahmânî bir sıbğat, yani nakışlı bir boya şeklinde gördüm. Fakat gaflet nazarıyla bakılırsa, tabiat zannedilir ve maddiyunlarca bir ilâh olur. Maahaza, o tabiat zannedilen şey, İlâhî bir san'attır. Cenab-ı Hakka hamd ve şükürler olsun ki, Kur'ân'ın feyziyle, mezkûr mücadelem her iki tâğutun ölümüyle ve her iki sanemin kırılmasıyla neticelendi.

Evet, Nokta, Katre, Zerre, Şemme, Habbe, Hubâb risalelerinde ispat ve izah edildiği gibi, mevhum olan tabiat perdesi parçalanarak altında şeriat-ı fıtriye-i İlâhiye ve san'at-ı şuuriye-i Rahmâniye güneş gibi ortaya çıkmıştır. Ve keza, firavunluğa delâlet eden ene'den, Sâni-i Zülcelâle râci olan Hüve tebârüz etti.(Mesnevî-i Nuriye - Habbe )
 

Gül-i İkra

Well-known member
Cevap: Ene,Cihazatlar

Ene nedir sorusunna cevaben;

Demek ene, âyine misal ve vâhid - kıyâsi ve âlet-i inkişâf ve manâ-i harfi gibi, manâsı kendinde olmayan ve başkasının manâsını gösteren vücud-u insâniyetin kalın ipinden şuurlu bir tel ve mâhiyet-i beşeriyenin hullesinden ince bir ip ve şahsiyeti ademiyetin kitabından bir eliftir.”
 

Gül-i İkra

Well-known member
Cevap: Ene,Cihazatlar

ِنَّا عَرَضْنَا اْلاَمَانَةَ عَلَى السَموَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاْلجِبَالِفَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَااْلاِنْسَانُ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولاً


Şu âyetin büyük hazinesinden tek bir cevherine işaret edeceğiz. Şöyle ki:

Gök, zemin, dağ tahammülünden çekindiği ve korktuğu emanetinmüteaddid vücuhundan bir ferdi, bir vechi, «Ene»dir.

Evet «Ene»,zaman-ı Âdemden şimdiye kadar âlem-i insâniyetin etrafına dal budaksalan nuranî bir şecere-i tûba ile, müthiş bir şecere-i zakkumunçekirdeğidir. Şu azîm hakikata girişmeden evvel, o hakikatın fehminiteshil edecek bir mukaddime Beyân ederiz. Şöyle ki:

Ene, künûz-u mahfiye olan Esmâ-i İlahiyyenin anahtarı olduğu gibi,kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezâdır. O enemahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan ene açılırve kâinat tılsımını ve âlem-i vücûbun künûzunu dahi açar. Şu mes'eleyedair «Şemme» isminde bir risale-i arabiyemde şöyle bahsetmişiz ki:Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinatkapıları zâhiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenâb-ı Hak,emanet cihetiyle insana ene namında öyle bir miftah vermiş ki; âleminbütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallâk-ıKâinat'ın künûz-u mahfiyesini onun ile keşfeder. Fakat ene, kendisi degâyet muğlâk bir muamma ve açılması müşkil bir tılsımdır. Eğer onunhakikî mahiyeti ve sırr-ı hilkati bilinse; kendisi açıldığı gibi kâinatdahi açılır. Şöyle ki:

Sâni-i Hakîm, insanın eline emanet olarak, Rubûbiyyetinin sıfât veşuûnatının hakikatlarını gösterecek, tanıttıracak, işârat ve nümunelericâmi' bir ene vermiştir. Tâ ki o ene, bir vâhid-i kıyâsî olup, evsaf-ıRubûbiyyet ve şuûnat-ı Ulûhiyyet bilinsin. Fakat vâhid-i kıyâsî, birmevcûd-u hakikî olmak lâzım değil. Belki hendesedeki farazî hatlargibi, farz ve tevehhümle bir vâhid-i kıyasî teşkil edilebilir. İlim vetahakkukla hakikî vücudu lâzım değildir.
 
Üst