tasavvufu terimler

mihrimah

Well-known member
TEVBE: Günahtan dönmek, vazgeçmek anlamına gelen tevbe, sadece tasavvuf ve tarikatların değil bütün dinlerin ortak özelliklerindendir.Tasavvufa tevbe ile girilir.Şeyh, müridden; ilk önce Allah'a karşı işlediği günahlardan tevbe etmesini ister.Tevbe, bir uyanış ve silkiniştir.Bu da Allah'ın insana teveccühü ile gerçekleşir.

Nefs mücadelesi tevbe ile başlar."Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tevbe ediniz."(Nûr 24/31). "Rabbinizden mağfiret dileyiniz. Sonra O'na dönünüz, tevbe ediniz.." (Hud 11/3). "Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır." (Tevbe 9/3). "Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor, şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar." (Nisa 4/27). "Rabbini hamd ve tesbih et, O'ndan af dile.Çünkü o tevbeleri çok çok kabul edendir." (Nasr 110/3). "...Allah çok tevbe edenleri sever." (Bakara 2/222).
gul.gif


Tevbenin üç makamı vardır: Tevbe, inabe, evbe. Bunlarda şu âyetlere dayanır: "Ey mü'münler, Allah'a nasuh tevbesi ile tevbe ediniz..." (Tahrim 66/8). "Kim Rahman olan Allah'tan gıyaben korkar ve inabeli bir kalp ile gelirse..." (Kaf 50/33). "Davud ne iyi bir kul idi ve daima evvab ve evbe sahibi idi, devamlı Allah'a yönelirdi." (Sad 38/3). Doğrudan daha doğruya yönelmek de tevbedir.Nitekim Hz.Musa, "Sana tevbe ettim..." (Araf 7/143) demiştir.
gul.gif


CÂFER-İ SÂDIK: "Tevbesiz ibadet sahih olmaz."
Bu söz tevbenin ibadetten önce geldiğini gösterir.

ZUNNÛN MISRÎ: Tevbenin hakikatı, arzın bütün genişliği ile takat kalmayacak derecede başına dar gelmesi, sonra nefsinin de seni sıkmasıdır.

EBU ALİ ŞAKÎK: İnsanlar için felaket şu üç şeydedir: Tevbe ederiz ümidiyle günah işliyorlar.Daha yaşarız ümidiyle tevbe etmiyorlar.Rahmet ümidiyle tevbe etmeden kalıyorlar.Bunlar tevbe etmez.

CÜNEYD-İ BAĞDADÎ: Tevbenin üç mânâ ve merhalesi vardır: İlk olarak pişmanlık duymak, ikinci olarak yapılan kötü işi tekrar etmemeye azmetmek, üçüncüsü ise yapılan haksızlıkları helal ettirip düşmanlıktan arınmaktır.

2.SABIR: Dayanmak, sızlanmak, kendini tutmak anlamına gelir.Nefse ve nefsî arzulara karşı bir savaş vermeyle iç içe olan tasavvufî hayat ile sabır arasında da yakın bir münasebet vardır.Sabır ve şükür birbirine yakındır. Bütün sıkıntı ve belâlara sabredilir, hatta şükredilir.

"Sabredenlerin alacakları ecir ve karşılık muhakkak sınırsızdır." (Zümer 39/10)

"İçinizden mücahede edenler, sabır gösterenler belli oluncaya kadar elbette sizi deneriz." (Muhammed 47/31)

"Sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin." (Bakara 2/45)

"Gerçekten biz onu (Eyyub Peygamberi) sabreden bir kul olarak gördük.Ne güzel kuldu O..." (Sad 38/44)

"Yoksa siz, Allah içinizden mücahede edenleri, sabredenleri sınayıp bilmeden cennete gireceğinizi mi sandınız." (Âl-i İmran 3/142)

"Sabrettikleri için biz onları emrimizle halkı hidâyete ulaştıran rehberler kıldık." (Enbiyâ 21/13)

"Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfal 8/46)

Ebu Ali Dekkak bu âyeti açıklarken şöyle demiştir: Sabredenler dünya ve ahiret izzetine konarak kurtuluşa ulaştılar.Çünkü onlar, "O'nunla olma" şerefine nail olmuşlardır.

Ebu Osman, "sabredenleri amellerinin en güzeline verdiğimiz ecir ile mükâfatlandıracağız." (Nahl 16/96) âyetine dayanarak en büyük mükafatın sabra verileceğini söylemiştir.

Sûfîlere Göre Sabır:

Cüneyd-i Bağdadî: Sabır, hiç yüzü ekşitmeden, acıyı yudum yudum içine sindirmendir.

Sehl Bin Abdullah Tusterî: Sabır, Allah Teâlâ'dan bir çıkış kapısını açmasını beklemektir.

Ebu Abdullah Bin Hafif: Sabredenler üç derecedir: Mutasabbır(sabretmek için sıkıntı çeken), sâbır(normal olarak sabreden), sabbâr(sabretmeyi alışkanlık haline getiren).

Ebu Said Arabî: Sabır, bütün belaları gönül rahatlığıyla karşılamaktır.

3.TEVEKKÜL: Tevekkül, işi üzerine almak, vekil olmayı kabul etmek, teslim olmak, yapamadığını başkasına yaptırmak demektir.Allah'ın yüceliğini ve büyüklüğünü kalbinde hisseden kişi tevekkül edilecek, vekil olarak bırakılacak ve kendisine teslim olunacak O'ndan başka bir varlığın olmayacağına inanır.Kendini O'na teslim edip, O'nun yoluna girer ve yürür.Tevekkül bir anlamda tevhîddir.

"Allah'a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter." (Ahzab 33/3)

"Aziz ve rahim olana tevekkül et." (Şuara 26/217)

"De ki Allah bizim için ne yazıp takdir etmiş ise ancak bize o ulaşır.Bizim sahibimiz O'dur.Mü'minler Allah'a tevekkül etsinler." (Tevbe 9/51)

"Kim Allah'a tevekkül ederse O ona yeter, onu ummadığı yerden rızıklandırır." (Talak 65/3)

Sûfîlere Göre Tevekkül:

Sehl Bin Abdullah Tusterî: Tevekkülün alâmeti üçtür: Kimseden bir şey istememek, verileni reddetmemek, ele geçeni biriktirmemek.

Ebu Ali Dekkak: Tevekkül edenin üç derecesi vardır: Tevekkül, teslim, tevfiz.Tevekkül sahibi Allah'ın va'dine güvenip huzur bulur. Teslim sahibi Allah'ın ilmi ile yetinir.Tefviz sahibi ise Allah'ın hükmüne rıza gösterir.Tevekkül başlangıç, teslim orta, rıza ise son hâldir...

4.RİYAZET-MÜCAHEDE: Hayatın disipline edilmesi; yeyip-içme ve yatıp-kalkmanın hamdü şükür gayeli olması şeklinde yorumladığımız Riyâzet; tasavvufta, nefsin ve bedenin arzularını terkederek veya en aza indirerek, ibâdetle meşgul olmak demektir.

Az yemek, az konuşmak, az uyumak bu prensibi ana hatlarıyla özetlemektedir.Mücahede ise gayret sarfetmek, dövüşmek demektir.

Sûfîlere Göre:

Hasan Kazzaz: Tasavvuf şu üç şey üzerine kurulmuştur: Ziyarret olmadıkça yememek, uykuya mağlup olmadan uyumamak, mecburiyet olmadan konuşmamak.

Yahya Bin Muaz: Açlık nûr, tokluk nâr(ateş)'dır.İştah oduna benzer, ondan ateş meydana gelir, bu ateş sahibini yakmadan sönmez.

Necmüddin Kübra: Ağzındaki dil konuşunca kalp susar.Bu dil susunca kalp konuşur.Tok olmanın afetleri pek çoktur.Bunlardan bazıları şunlardır: Kalbi katılaştırır, perdeleri katmerleştirir, müşahedeyi karartır, miskinliğe sebep olur.

İbn Arabî: Riyâzet iki kısımdır: Edebî riyâzet, talebî riyâzet.Birincisi nefsin tabiatından çıkmak, ikincisi murad ve maksadın doğru olmasıdır.

5.VERÂ: Kelime olarak günahtan ısrarla kaçınmak ve korkmak gibi anlamlara gelen vera; tasavvufta haramlar bir tarafa şüpheli ve boş şeylerden uzak kalmak demektir.

Şiblî: Allah Teâlâ hariç herşeyden şiddetle kaçınmaktır.

Yahya Bin Muaz: Vera'nın iki şekli vardır: Zâhiri ve Bâtıni verâ.Birincisi Allah Teâlâ'nın rızasından başka birşeyin seni harekete geçirmemesi, ikincisi ise kalbine Allah'tan başka birşeyin girmemesidir.

6.HALVET-UZLET: Halvet ve Uzlet, insanlardan ayrı, yalnız yaşamak demektir.Zıddı ihtılattır.Vuslâtı gerçekleşenler beden ile değil kalp ile inzivalarını sürdürürler.

Cüneyd Bağdadî: Uzletin sıkıntısına katlanmak, ihtılata mudara etmekten daha kolaydır.

Beyazid Bistamî: Otuz seneden beri Hakk'la sohbet etmekteyim.Halk ise benim kendileriyle sohbet ettiğimi sanıyor.

Necmüddin Kübra: Müridin kendisini terbiye eden mürşidine karşı yaptığı hizmetler uzlet hayatının içindedir.Halvet şunun için gereklidir: Nefis; oyun-eğlence ve halkla ünsiyet kurmak ister.Halvetle kuvvet zayıflar, kalp güçlenir.

7.ALLAH KORKUSU-GÖZYAŞI:Tasavvufî terbiye ile mânevî ağırlıklar ve kirlerden kurtulan gönül; Allah korkusu, Allah aşkı ve heybeti ile dolar.Kendisiyle hakikat arasındaki perdeleri eriten gönül, elde ettiği rahatlık ile gözyaşı döker. Hasretini, aşkını gözyaşlarıyla ifade eder.Allah korkusu, cehennem endişesi, âhiret âlemi, zâhidlerin üzerinde en çok durdukları konulardır.

Konu Hakkındaki Âyetler:

"Eğer mü'min iseniz benden korkunuz." (Âl-i İmran 3/186)

"Sadece benden korkunuz." (Nahl 16/51)

"Rabbinin makamından korkup nefsini heva ve hevese uymaktan k***yanların yurtları cennettir." (Naziat 79/40)

"Allah'tan hakkıyla korkunuz." (Âl-i İmran 3/102)

Haşyetullah Nedir?

Haşyet ve Havf korku demektir.Haşyetullah ve Havfullah, Allah korkusu anlamına gelir.

Ebu'l Kasım Hakim: Bir şeyden korkan, ondan kaçar.Aziz ve celîl olan Allah'tan korkan ise O'na kaçar ve sığınır.

İbrahim Bin Şeyban: Korku bir kalbe yerleştiği zaman orada bulunan şehvet ve nefsanî arzulardan ne var ne yok hepsini yakar, dünya hırsını kovar.

Nasrabazi: Ümit (reca), seni ibadete sevkeder.Korku (havf), seni günahlardan uzaklaştırır.Murakebe ise seni hakikat mertebesine ulaştırır.

8.HÜZÜN: Kalbin hüzünlü ve kederli olması, gaflet vadilerine dalmamak için mühim bir unsur olarak değerlendirilir.Hüzün ile korku arasında fark vardır.Hüzün geçmişle ilgili, korku gelecekle ilgilidir.Sûfî, boş geçen günlere hüzünlenir.

Ebu Ali Dekkak: Hüzün sahibi, hüzünlü olmayanların senelerce katedemedikleri Allah'a giden yolu bir ayda kateder.

Sufyan Bin Uyeyne: Ümmet için mahzun birisi ağlarsa, bu ağlama sebebiyle Allah Teâlâ o ümmete merhamet eder.

Abdulhalık Gücduvanî: Evlâdım; gözün yaşlı, amelin ve duân ihlâslı, boynun bükük, elbisen eski, yoldaşın dervişler ve dostun sadece Allah olsun.

Zünnun Mısrî: Aşk konuşturur, hayâ susturur, havf hüzünlendirir.

9.İHLÂS: Hâlis olmak, katıksız olmak, gösterişi terketmek, içini açmak gibi anlamlara gelen bu ıstılah tasavvufî..hiyatı ifade etmek için sık kullanılan kelimelerdendir.İhlâs kelimesi Kûr'ân-ı Kerîm'de geçmezse de muhlis ve muhlas kelimeleri geçer.Birincisi kendi irade ve gayreti ile ihlâsa kavuşan kimsedir.İkincisi ise Allah tarafından kendisine ihlâs bahşolunan kimsedir.

İbâdet ve davranışlarımızı sadece Allah için yapmak, riya ve gösterişten uzak durma temeli üzerinde kurulu olan ihlâs, tasavvufî hayatın derin incelikleri de beraberinde bulunur.

10.ZİKİR: Bu konu hakkında çok duracağız.Çünkü sûfîler zikire çok önem verirler.

Tasavvuf ve tarikatların esas unsuru olan zikir, anmak, hatırlanmak, unutmamak demektir.Allah'ı her an hatırda tutmak, O'nu unutmamak, O'nun isimlerini çeşitli şekillerde ve belli sayılarda söylemek zikrin esasıdır.

Sûfîler zikre çok önem verirler, onu diğer ibadetlere tercih ederler.Kûr'ân-ı Kerîm'de namaz, oruç,zekât gibi diğer ibadetler için "çok namaz kılınız", çok oruç tutunuz, gibi ifadeler olmamasına karşılık zikir için "Allah'ı çok çok zikrediniz." ifadesinin bulunuşu sûfîlerin konu ile ilgili delillerinden bir tanesidir.

En büyük ibadet zikirdir.Namaz ibadetlerin büyüğüdür, fakat her zaman kılınmaz.Zikir ise her zaman yapılabilir.Ayakta iken, otururken, yatarken Allah zikredilir.Zikrimize, Allah zikir ile mukabele etmektedir.Sûfîlere göre başka hiçbir ümmete böyle bir şeref nasip olmamıştır.

Âyetler:

"Ey iman edenler, mallarınız, çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten alıkoymasın.Allah'ı unutup mal ve çocuklarıyla oyalananlar ziyana uğrayanlardır." (Münâfıkûn Sûresi / 9.Âyet)

"Ey Muhammed, sabret.Allah'ın vaadi mutlaka gerçekleşir.Günahların için Allah'tan af dile.Akşam sabah Rabbini överek tesbih eyle." (Mü'min Sûresi / 55.Âyet)

"Kalpler ancak Allah'ı zikirle huzura kavuşur." (Ra'd Sûresi / 28.Âyet)

"Beni anın ki, ben de sizi anayım.Bana şükredin, nankörlük etmeyin." (Bakara Sûresi / 152.Âyet)

"Rabbini içinden yalvararak yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret." (Â'raf Sûresi / 205.Âyet)

Peygamber Efendimizin bu konu hakkındaki Hâdis-i Şerîfleri:

* Allah'ı zikreden cemaati melek ziyaret eder, gönüllerine rahmet ve huzur iner ve Allah onları, meleklerin***hlarıyla zikreder.

* Allah'ı zikretmeyi seveni, Allah da sever.

* "Lâ ilâhe illâllah" diyenin kalbinden perde kalkar.

* Allah'ı zikredenin kalbinden şeytan kaçar, etmiyeninkine girer.

* Allah'ı zikretmekten üstün sadaka olmaz.

* Sabah namazını cemaatle kılıp, güneş doğuncaya kadar zikirle meşgul olur, iki rekat namaz kılarsa, bir hac sevabı vardır.

* İkindi namazından sonra zikirle meşgul olmanın doğurduğu sevinç büyüktür.

* Allah'ın zikri, bir insanı düşmandan k***yan kale gibi şeytandan k***r.

Resûl-i Ekrem - Sallallahu aleyhi vessellem - şöyle buyurmuşlardır:
Allah Teâlâ Hazretlerinin husûsî bazı melekleri vardır ki, yeryüzünde ehl-i zikri aramak için dolaşırlar.Ne vakit ki, Allah'ı zikreden bir cemaat bulurlarsa birbirlerine nidâ ederek:
gul.gif


"Geliniz! Aradığınız buradadır." diyerek orada toplanırlar.Ve o mevkii kanatlarıyla semâya kadar çevirirler.Sonra Allah Teâlâ Hazretleri, o ehl-i zikrin ahvâl ve akvâlini, o meleklerden daha ziyâde kendisi bildiği halde onlara hitaben:

- KULLARIM NE SÖYLÜYORLAR? der.Melekler:

- Seni tesbih ve tekbîr ediyorlar.Sana hamdediyorlar.Seni temcîd ediyorlar.
Allah Teâlâ:

- BENİ HİÇ GÖRMÜŞLER Mİ? der.

Melekler de:
- Hayır Yâ Rabbi.Zâtına kasem ederiz ki hiç görmemişler, derler. Allah Teâlâ:

- PEKİYİ BENİ GÖRSELERDİ NASIL OLURLARDI? Melekler:

- Eğer seni görselerdi sana daha çok ibâdet ederler, seni bütün kuvvetleriyle tesbîh ederlerdi, derler.Allah (c.c.):

- KULLARIM BENDEN NE İSTİYORLAR? der.Melekler de:

- Senden cenneti istiyorlar derler.
gul.gif
 
Üst