Nefs ve nefsin terbiyesi

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
NEFS VE NEFSİN TERBİYESİ


Beden ve ruhtan oluşan insan, sadece dünyevî varlıklar olan hayvanlar ile sadece uhrevî ve nuranî varlıklar olan melekler arasında yer alır. Her iki tarafın özelliklerini de barındırmış ve varlık sahnesine yaradılmışların en üstünü olarak çıkarılmıştır.

İmanı, güzel ahlâkı ve salih amelleri ile meleklerin kendisine secde edebileceği, imrenilecek bir makama yükselen insanoğlu, heva -hevesi ve şehvetiyle hareket ettiğinde de hayvanlardan daha aşağı bir konuma düşme durumuyla yüz yüzedir.

Fahri Alem s.a.v. Efendimiz insanoğlunun bu özelliğine işaret ederek şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak, hem şeytanın hem de meleğin insanoğlu üzerinde yönlendirici etkisi vardır. Şeytanın etkisi kötülüğe sevketmeye ve hakkı yalanlamaya, meleğin etkisi ise hayra ve hakkı tasdike yöneliktir.”

Hakiki insan olmak, insanlığı bulmak isteyen kişi, bu etkileri tanımak, gönlünde kurduğu denetim ile kendisini belli yönlere sevketmek isteyen bu unsurları bilmek, birbirinden ayırdetmek zorundadır. Kendisini yükselten işlerin peşinden gitmek, alçaltan duygularını ise susturmak ancak böyle mümkün olacaktır.

“Gönlün hayra meyli” diye ifade edilen niyet, kalbin yönelişini ve havatırın etkisini tayin bakımından oldukça önemli bir husustur. Birbirine zıt temayüller ve karşıt unsurların baskısı altında bulunan insanoğlu, bunlardan hangisi kuvvetli ise onun hakimiyeti altında girerek o istikamette davranış sergiler.

İnsan için sürekli olarak biri akıldan, diğeri heva ve hevesden kaynaklanan iki yönlendirici etkiden aklın davetine uyan iman ve tevhide erer; heva ve hevesin çağrısına uyan da sapıklık ve dalâlete düşer. “Ruhu akıl, nefsi ise arzular yönlendirir.” sözüyle buna işaret edilmiştir.

Buna göre nefs ile ruh veya melek ile şeytan insanların kalplerini hedef alarak onu ele geçirmenin amansız bir savaşı içindedir. İmtihan için yaradılmış olan insanoğlunun sırrı işte bu noktada toplanmaktadır.

Ruh ile nefsin kesişme noktasında yer alan kalp, kendisine hayat veren bu iki unsurdan galip gelenin mahiyetine bürünür.

Savaşın galibi nefs olunca, hakimiyet de nefse geçer ve kalp nefs ile örtülür. Eğer bu kavgada nefs değil de ruh üstünlük sağlarsa, bu sefer kalp onun mahiyetine dönüşür. Bu durumda kalp, içine yayılacak olan nurla nefsi de değiştirecek ve işte o zaman kalp asıl hüviyetiyle kendini gösterecektir. Kalbin sürekli ilâhi alemlere yönlenip oraya doğru yükselme çabası, hem dinî duygunun ta kendisi, hem de tasavvufun gayesidir.

Tasavvuf, insanı Allah aşkıyla kendini aşmaya ve melekî hasletlerle donanmaya çağırır. Aslında varlığımızın şahsiyet kazanması, bizi güzel ahlâka götüren bu yükselme ve yücelme mücadelesinde gizlidir. Bu terakkide başarı, öncelikle kalbin nefsanî etkilerden boşaltılmasına, ardından bu boşluğun iyilikler ve güzelliklerle doldurulmasına bağlıdır. Bu iki önemli ameliyeden ilkine ‘nefsin tezkiyesi' yani “fenâ”, diğerine ‘kalbin tecliyesi ' veya “bekâ” adı verilmiştir.

Müberra dinimiz İslâm'ın ayrdedici vasıflarından biri de, insanı olduğu gibi, yani gerçek kimliği ile kabul etmesidir. Beşer tabiatında bulunmayan şeyleri ona sun'i bir şekilde yüklememesidir. İslâm dini bu anlayışla insanoğlunu terbiye etmeyi amaçlamış, onu fıtrî yapısıyla yücelikler arasında bocalatmamıştır. Bu gayenin gerçekleşebilmesi için de insanın kendi nefsini tanımasını ana ilke olarak benimsemiştir.

Mana itibariyle nefs iki şeye delalet eder. Birincisi, nefs insanın hakikati ve kendisi demektir. Diğeri de insandaki şehvet ve gazap kuvvetini ifade eden nefstir. Tasavvuf erbabı nefs terimini genellikle bu ikinci manada kullanır. Kendisiyle mücahede edilmesi istenen, tezkiye ve terbiye edilmesi gereken nefs , budur.

Bu hale göre, insanın sıfatı mahiyetindeki nefsin terbiye edilerek faydalı ve olumlu bir hale kavuşturulması gerekmektedir. Nefs mücahedesinden anlaşılan da budur. Yani insanda bulunan gazap kuvveti, şehvet kuvveti, akıl kuvveti gibi temel güçleri ifrat ve tefritten korumak, mutedil bir yapıda tutmaktır. Yoksa bu güçlerin inkârı veya ihmali söz konusu olamaz.

İnsanın asıl benliği (ruh) ile Rabbi arasına giren nefs , bir cihetiyle terbiye ve tezkiye edilerek şeref kazanırken, diğer cihetiyle de hayatın kaynağı ve dinamik güç niteliğindedir. Eğer bu nefsî güçler tefrit haline düşerse hayat durur. Uyumsuzluk ve dengesizlikler başlar. Oysa Yüce Rabbimiz kullarını bu güçlerle hem imtihan etmekte, hem de hayata bağlamaktadır.

İnsanın sıfatı mahiyetindeki nefsin birçok mertebesi vardır. Bunlar, Nefs -i Emmare , Levvame , Mülhime , Mutmainne , Radiyye , Mardiyye , Safiyye veya Kâmile mertebeleridir. Nefsin bu yedi makamı onun terbiye edilişi esnasında kazandığı sıfatlardır.

Fahr -i Cihan s.a.v. bir hadisi-i şerifinde “Nefsini bilen Rabbi'ni bilir” buyurarak, kişinin Rabbi'ne hakiki kul olabilmesinin yolunun, nefsini tanımasından geçeceğini ifade etmiştir.

Her nefs terbiye edilerek salih bir karakter kazanabilir. Hadis-i şerifte beyan edildiği üzere, “Her insan bir fıtrat üzere doğar. Sonra annesi babası onu yahudileştirir , hıristiyanlaştırır , mecusileştirir .” (Müslim). Bu mukaddes haberin işaretinden de anlaşılıyor ki, insanlar çevrelerinin etkisiyle hayır ve şer istikametlerinde yönlendirilebilir. Bu itibarla nefs terbiyesinin lüzumu ve önemi açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Rabbanî alimlerin tariflerinde nefs : “Kula ait illetli vasıfların kaynağı, kötülüklerin menbaı ve içten vuran özelliği ile ruhun asıl alemine yükselmesine mani olan tabii kuvvet” şeklinde tanımlanmıştır. “Muhakkak ki nefis sürekli kötülüğü emredicidir.” (Yusuf, 12) ayet-i celilesi , onun bu vasfının en güzel ifadesidir.

İşte nefsin tezkiye ve terbiyesi, onun temizlenmesi gereken tarafının kalbe yaptığı bu menfi etkiyi ortadan kaldırma gayret ve mücadelesidir.

Ruhu cennetten ana rahmine, oradan bedene bürünmüş olarak dünyaya indirilen insanoğlu, bu aslî cevheriyle Rabbi'ni tanıyan ve O'na “Evet, sen bizim Rabbimizsin” cevabını verebilecek letafet ve özelliğe sahiptir.

Tezkiyeden maksat, onu insan olmanın getirdiği bu tesirlerden, alışkanlıklardan, önyargılardan arındırmak ve Rabbimiz'in murad ettiği kâmil insan nitelikleriyle donatabilmektir. Diğer bir tabirle fıtrat denilen aslî özelliğe kavuşturabilmektir.

Tezkiye işleminde nefsin isteklerinin öldürülmesinin değil, dizginlenmesinin önemli olduğu unutulmamalıdır. Akılsız ruh nasıl eksik ise, hevasız nefs de öylece eksiktir. Bunlar meşru zeminlerde tatmin edilmeli veya daha ulvi değerlere yönlendirilerek yüceltilmelidir. Böylece herşeyin yerli yerine oturduğu bir itidal çizgisine getirilmelidir. Bunun aksi durumunda yani bastırıldığında, nefs zorlayıcı olur. Bir başka zeminde hemen ortaya çıkacak sorunlar sebep olur.

Şahsiyet kazanmada erişilmesi gereken hedef, şehvet, öfke ve akıl gibi nefse ait kuvvetlerin, sınırlarını aşmadan adalet ölçülerinde tutulmasıdır.

Şu da unutulmamalıdır ki, nefsin tezkiyesi kişinin kendi başına kolay kolay üstesinden gelemeyeceği kadar zordur. Rabbani alimlerin ve Allah dostlarının manevi yardımlarına ihtiyaç vardır. Her eğitimin bir mektebi olduğu gibi, nefs tezkiyesinin mektebi de onların kapısıdır.

Rabbimiz bizleri nefsini bilen salih kullarından eylesin.

Rabbimiz'in tevfik ve İnayeti ile...



Mübarek Erol

 
Üst